Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD, pastör Andrew Brunson üzerinden Türkiye’ye tehdit üzerine tehdit yağdırdı. Brunson’ın ev hapsine alınmasının ardından Beyaz Saray'dan ardı ardına açıklamalar geldi. ABD Senatosu Dış ilişkiler Komitesi Brunson’ın durumunu mazeret göstererek Türkiye’nin uluslararası kuruluşlardan kredi almasını kısıtlayan bir yasa tasarısını kabul etti. Bununla kalmadı, Mike Pence, Brunson’ın serbest bırakılmaması halinde Türkiye’ye yönelik yaptırımların devreye gireceği tehdidini içeren bir konuşma yaptı. ABD BaşkanıDonald Trumpbir adım daha ileri giderek, "Amerika Birleşik Devletleri, çok iyi bir Hristiyan, aile adamı ve harika bir insan olan pastör Andrew Brunson'ın uzun süreli tutukluluğundan ötürü Türkiye'ye büyük yaptırımlar uygulayacak” dedi.

        Peki ne oldu da, Brunson ev hapsi gibi görece hafif bir tutukluluk türüne geçiş yapmışken bu açıklamalar geldi? Türkiye neden Brunson’ı sınırdışı etmek yerine alıkoymakta ısrarcı?

        İddianameye şöyle bir gözatmış herkes, Brunson’ın tutukluluğuna referans teşkil eden şeyin tek bir gizli tanığın ifadesi olduğunu görür. Gizli tanık ifadesi üzerinden hürriyeti tahdit eden işlemlere başvurmak gelişmiş hukuk standartları açısından pek övünülecek bir durum değil. Üstelik çok yakın zamanda Büyükada tutuklamalarında görüldüğü gibi, sonu hiçbir yere varmayan ve insanları boşu boşuna mağdur eden tutuklamalar, soruşturma süreçleri de yaşandı bu ülkede ve parlak notlar düşülmedi Türk yargısının yakın tarihine.

        Ancak yine iddianameye şöyle bir bakmış herkes, Brunson’ın ‘ilişki ağı’nın sıradan ve masum tebliğ faaliyetine indirgenemeyeceğini de görür. Gizli tanık ifadeleri doğru ise, ‘Ramazan’ kod adlı FETÖ mensubu ile sıradışı bir periyodda görüşmelerin yanısıra, çoğu ABD donanmasında ya da NATO’ya bağlı birliklerde görev yapmış emekli ya da muvazzaf askerle sıkı temaslar, gizliliğine önem verilmiş kapalı yazışmalar, Güneydoğu’ya, Kobani’ye ve Kuzey Irak’a ziyaretler, özellikle Kürt gençleri üzerine yoğunlaşmış Hıristiyanlaştırma faaliyetleri gibi; bir ‘tasarım’a hizmet edildiğini düşündürten aktiviteler sözkonusu.

        Brunson’ı sınırdışı etmek elbette bir çözüm olabilirdi, ama Türk yargısının da eldeki bulgulara dayanarak sözkonusu ilişki ağı üzerinde yoğunlaşma hakkı var ve bu hakkın tehdit yoluyla bertaraf edilemeyeceği de ortada.

        EVANJELİST OYLARI

        Gelgelelim, kasımda seçim var ve Trump, Brunson üzerinden fena halde hassaslaşmış evanjelistlerin oylarına muhtaç. Kudüs ile ilgili hamleler de dahil olmak üzere, Trump’ın evanjelist ve siyonist ajandası olan kitlenin ağzına avuç avuç bal sürmeyi ihmal etmediğini de biliyoruz. Neden? Sıkı bir evanjelist olduğu, Armegeddon’a filan inandığı, bölgenin bu kehanetlere göre dizayn edilmesine baş koyduğu için değil elbette. Buna inananların oylarına ve desteklerine ihtiyaç duyduğu için.

        Zaten böyledir; kehanetler, onlara inananlar ve ‘inananlardan faydalanmak için inanıyormuş gibi yapanlar’ sayesinde gerçekleşir. Trump’ın hangi gruba girdiği açıktır diye düşünüyorum.

        Özetle, Trump’ın da, ABD Senatosu'nun da motivasyonu batınî sebepler değil. Ticaret savaşları ile gerilen, dolar hakimiyetini tehdit eden yeni dünya düzeni arayışları.

        ZAMANLAMA FAKTÖRÜ: TAM DA BRICS ZİRVESİ SÜRERKEN…

        ABD tarafından Türkiye’ye yönelen tehditlerin zamanlamasının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BRICS zirvesi nedeniyle Güney Afrika’da olduğu zaman dilimine denk gelmesi tesadüf değil. BRICS dediğimizde dünya nüfusunun % 47’sini oluşturan ve kurulduğundan bu yana üyelerinin dünya ekonomisindeki paylarını yüzde 12'den yüzde 23'e çıkartmış bir ülkeler topluluğundan bahsediyoruz. O zirvede bütün Afrika’ya hitabeden ve ‘Beyaz - Hıristiyan sömürgeciliğinden’ bahsederek ‘kıtanın kaderini değiştirme’ teklifi yapan Müslüman-beyaz Erdoğan’ı görüyoruz.

        Bütün bunların üzerine bir de, zirve sırasında Çin’in Türkiye’ye vereceği 3.6 milyar dolarlık kredinin haberi geliyor. Trump ve avanesinin bu bilgiyi daha önce elde etmiş ve ‘diplomasi hak getire stayla’ ağızlarına ve akıllarına ilk geleni yapmış/söylemiş olmaları gayet mümkün görünüyor. Zira ABD artık eski ABD değil. Daha önceleri, başka devletleri dolambaçlı yollardan taciz etse de uluslararsı kamuoyu önünde küçük düşürmemeye çalışan ve dolayısıyla o ülkeleri kazanma niyetini de hep masada tutan bir ABD vardı. Ama Trump’la beraber ‘moral üstünlük de pahalı, ittifakları korumak da pahalı, nezaket de pahalı’ diyen ve başka ülkelerin egemenlik haklarına ve onurlarına saygıyı dert etmez olmuş bir ABD yönetimi fazına geçildi. O kadar, ki bu yönetim tarzı kendi kendilerini de rahatsız ediyor.

        PENTAGON: ÇOK DA ŞEY ETMEYİN

        Tam da bu nedenle, ABD başkanından ve ekibinden gelen bu tür çıkışlar eskisi gibi sonuç doğurucu güçte olmuyor. Örnek mi? Pentagon'un, Trump’ın Türkiye’ye yaptığı tehditleri desteklememesi. Savunma Bakanı Jim Mattis, ABD Başkanı Donald Trump'ın Türkiye'ye yönelik yaptırım tehdidinin iki ülke arasındaki askeri ilişkileri etkilemediğini, Türkiye ile yakın çalışmaya devam ettiklerini belirtti. Zira Mattis biliyor ki, yol uzun, kuzey Suriye’de sahada Türk askerleri ile beraberler.

        Hiç kuşkusuz ABD’nin Türkiye’ye karşı takındığı tutumun Türkiye için oldukça tatsız yanları var. İbrahim Kalın haklı. "ABD yönetiminin, Türkiye'nin güvenlik endişelerini anlaması durumunda bu ilişkiyi kurtarmak ve ileri götürmek hala mümkün olabilir." Yani ilişkileri kurtarma amaçlı bir aklın hep devrede olması gerekiyor. Ama bu gereklilik sadece Türkiye için değil, ABD için de geçerli. Zira Türkiye, köprülerin atılacağı bir ülke değil, köprünün bizzat kendisi. Türkiye’yi kaybeden, bölgeyi kaybeder, en hafifinden çok zor duruma düşer.

        Diğer Yazılar