Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Televizyon Aslı Şafak, Habertürk HT Stüdyo'da Aslı Şafak’la İşin Aslı'yı anlattı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Aslı Şafak…

        Ekonomi gazeteciliği yaparken ülkemizin üst düzey siyasileriyle ve ekonominin nabzını tutanlarla defalarca röportaj yaptı.

        Savaş bölgelerinden, deprem olan yerlerden, Türkiye ve yurt dışında gelişen önemli olayların merkezinden canlı yayınlarda ekrana çıktı.

        Aslı Şafak’la İşin Aslı…

        Aslı Şafak’ın Bloomberg HT’de ülkemizin her kesiminden kişiyi ağırladığı, temalarıyla hayatlarımıza farkındalık katan, iyi insan olmanın altını çizdiği program.

        Bloomberg HT ekranlarının yapımcılığını BBO Yapım’ın üstlendiği vazgeçilmez programı “Aslı Şafak’la İşin Aslı” 5’inci yayın mevsiminde izleyicisiyle yeniden buluşuyor.

        Aslı Şafak birbirinden değerli konukları ve ufuk açan sohbetiyle daha öncekilerde olduğu gibi 5’inci yayın mevsiminde de yapılmayanı yapacak, sorulmayanı soracak. Konuşulmayanı konuşup olaylara bambaşka bir perspektiften bakacak...

        ‘Aslı Şafak’la İşin Aslı’nın 5’inci yayın mevsimine başlıyorsun. Hayırlı olsun. Ekonomi gazeteciliği ve TV programcılığı kariyerin boyunca cumhurbaşkanlarıyla, başbakanlarla, bakanlarla, milletvekilleriyle, röportajlar, programlar yaptın. Kaç kişiyle röportaj, kaç kişiyle program yapmışsındır?

        Hiç bilmiyorum. Ekonomi muhabiri olarak Ankara’da başladım sonra Bulvar’da ve Tercüman’da çalıştım. Daha sonra TRT’ye geçtim, orada Avrupa Birliği programları yaptım. Hem çok gençtim hem de prime time’daydım. O zamanlardaki cürete bak. Sonrasında sabah kuşağı yaptım, yıllarca haber kuşağı yaptım. Sonra Londra var, depreme gittim, Bosna Hersek savaşına gittim, Hakkari-Yüksekova civarlarında çalıştım. Çok fazla canlı yayın yaptım, seçimler, seçim gezileri, seçim yayınları yaptım. O sebeple hiç hatırlamıyorum. Bizim yaşımıza gelenler ve bu kadar deneyimi olanlar kitap yazar, sürekli anılarını anlatır ya ben hatırlamıyorum, işin kötüsü o.

        REKLAM

        Önemli olanları not almadın mı?

        Var tabii. Ben de travma bırakanlar var. Eşref Bitlis’in ölümünde yaşadıklarım, Saraybosna’da çocukları taşırken yaşadıklarım, Güneydoğu’daki askerlerimiz, şehitlerimiz, o kadınlar, çocuklar… Olmaz olur mu? Depremde ölü çıkardık. O kadar çok var ki ama insan beyni çok yaşayınca, bunları çok görünce, sende de oluyor mu bilmiyorum, günlük hayatın dertleri travmatik bir etki bırakmıyor. O anda sinirlensen de üzülsen de “Aman geçip gidiyor” diyorsun. Bunları yaşadıkça daha güçleniyorsun, güçlendikçe de toplumdan ayrışıyorsun. Çünkü herkes her şeyi o kadar dert ediyor ki sen derdin tasan yokmuş gibi görünüyorsun. O anda yaşadığın her neyse; bu canlı yayın krizi, kendi ekibinle bir kriz, konuklarla kriz olabilir. O anda tek bir derdin oluyor, o da ne olursa olsun sorunu sakin bir şekilde çözmek. Onu aslında geçmişte yaşadıkların belirliyor. O savaşın ortasında, terörün ortasında, depremde yaşadığın şeyler belirliyor. Çok rahat kriz çözebiliyorsun. Sonra yine cazgır cazgır bağırıyorsun ama o anda o krizi çözmeye odaklanıyorsun. İşte bunlar belki de tecrübelerden geçiyor.

        Bu kadar bilgi, deneyim, tecrübe hayatını nasıl yönlendiriyor?

        Mesela Bloomberg HT’de ekonomi yaparken böyle değildim, daha keskindim. Burada insanları tanımaya, anlamaya çalışıyorum. Ne oluyor biliyor musun? Bir gece evvelinde oturuyorum, konuğuna göre bir hafta öncesinden de çalıştığım oluyor. Bir gece evvelinden oturuyorum ve o konuğu anlamaya çalışıyorum. Hayat hikâyesine bakıyorum; mesela babası devlet memuru olanlar, öğretmen olanlar, subay ya da polis olanlar tayin nedeniyle ülkeyi dolaşıyor. Bu çocuk gittiği her yerde sonradan gelen çocuk olduğu için her okulda adapte olması ve kendini o insanlara sevdirmesi gerekiyor. Onaylanma. Bu çocuğun yapısıyla, daha rahat ve aynı evde büyümüş çocuğun yapısı aynı olmuyor. İkisinden de belki oyuncu ya da yazar çıkıyor ama ikisinin torbasında getirdikleri ve kişilik özellikleri aynı olmuyor. Öyle değerlendiriyorum, onların çocukluklarına iniyorum ve gerçekten içimde bunu hissediyorum, üzülüyorum. İsim vermeyeceğim, çok ünlü bir konuğumuz 12 yaşında ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ kitabını bitirmiş. “Bu kız çocuğu 12 yaşında bunu kendi kendine yapmış olamaz” dedim, anne ya da baba; ailede bir narsist var, zorlamış çocuğu, hakikaten ortaya babada böyle bir yapı çıktı ve program bambaşka bir yere gitti. O program Twitter’da TT oldu. Çünkü babadaki o baskı kıza yansıyor. Ben onlarla uyuyorum, konuklarımla yatıyorum. Onları düşünerek uyuyorum. Bazen de sadece bilgisi için çağırdığım konuklar oluyor, Selçuk Şirin geldiğinde önceki gece Selçuk Şirin’in bilgileriyle uyuyorum. Ama diğerini tanımak için çağırdığımda gerçekten onunla uyuduğum zaman olayın içine giriyorum ve o da bu kadar kendisine değer veren bu kadar içine giren bu kadar onu anlamaya çabalayan birini karşısında gördüğünde o da onun karşılığını veriyor, değer buluyor. Değer bulduğu zaman ben çok mutlu oluyorum, o zaman birbirimizin içinden geçiyoruz. O da benim içime giriyor. Demet Akbağ’da da böyle olmuştu. Ben Demet Akbağ’ı hiç tanımıyordum, o beni hiç tanımıyordu. Geldi ve giderken “Bu kadar geç geldiğim için beni affet. Sana bir haksızlık etmişim, haksızlığım da geç gelmem olmuş” dedi. İnsanlar, kendilerini gözüne bakarak dinleyen insanlara aç. Öyle birini bulduklarında kendileri olarak kendilerini ortaya koyabiliyorlar. Dinlemek çok değerli. Bu toplumda insanlar, kendilerini dinleyecek insanlara aç.

        REKLAM

        Sence neden böyle?

        Dünyadaki bu döneme ait. Narsisizm çok insanda gelişti. Narsisitlik yani kişilik bozukluğu olan, kendini beğenme değil, o hepimizde var, kişilik bozukluğu olana eğilim çok arttı. Bir de gizli narsisizm var.

        Bu sence sosyal medyanın sağladığı kendini ifade etme ortamının daha fazla olmasından mı kaynaklanıyordur?

        O da var, yalnızlaşma da var, kadın - erkek ilişkilerinin sığlaşması var. Kadınların itibarsızlaşması var, adamların peşinden koşmaları var. Sen sana kötü davranan birinin peşinden neden koşuyorsun? Ezik misin? Ne yapıyorsun? Bir kendine gel. Bunların hepsi var, bu beni çok üzüyor, bununla gelen yalnızlaşma, onunla o geceyi geçirdiği için değerli zannedilmek… İnşaatlarda mihenk taşı vardır ya biz mihenk taşımızı kaybettik. İtibarlı olma, doğru olma, doğru olanı yapma, insani halini kaybettik, daha insansı olmayı kaybettik.

        Sosyal medyanın getirilerinden biri de başkalarının yaşamına çok fazla öykünmek. Mihenk taşının yitip gitmesinde bunun da etkili olduğunu düşünüyorum.

        Bir şey itiraf edeyim mi? Ben kendi bireyselliğim anlamında kendimi çok iyileştirmeye ve yetiştirmeye çalışıyorum, iyi bir insan olmak için kendimce çok emek harcıyorum. Fakat güçlü olduğumu düşünüyorum. Çünkü zaten bütün bu yaşadığın gazetecilik güçlü bir karakter de gerektirir, sen çok iyi bilirsin. Ama buna rağmen geçen bayramda bir yere gitmedim, evdeydim, kendi kendimleydim. Bir bunalıma girdim, “ben yalnızım, kimse beni sevmiyor, ben yalnız öleceğim, kedim beni yiyecek, kimsenin haberi olmayacak, herkes aileleriyle, çoluğuyla çocuğuyla, arkadaşlarıyla ne kadar mutlu” duygusuna kapıldım. Instagram yüzünden bu duyguya kapıldım. 4 gün boyunca “Allah’ım şu bayram geçsin, daha da tatil istemiyorum” dedim.

        REKLAM

        Bu durum biraz bayram psikolojisinden dolayıdır.

        Instagram’dan dolayı, çatladım ortadan, bildiğin haset yani. Kolay değil bakma sen, aslında hepimizi bir yerinden, o eksik tarafımızdan yakalıyor, onaylanma halimizi, görülme isteğimizi yakalıyor. Güçlüysen bir yere kadar dur diyorsun ama değilsen durum bu.

        Bu yayın mevsiminin teması zeytin ağacı. Bu fikir nasıl oluştu?

        Şafak Bakkalbaşıoğlu ve Mahperi Uçar… Şahane iki yapımcıyla çalışıyorum, BBO yapım. Bu arada ben 1996 - 1997 yıllarında Okan Bayülgen’i yaparken Şafak hoca için “Ben bu adamla çalışmak istiyorum” diyordum. Düşünsene hayat sana kaç yıl sonra getiriyor, 21 yıl sonra Şafak hocayla çalışmaya başladım. Şafak hocanın fikriydi bu. Geçen yılki temamız oyuncaktı, o da Şafak hocanın fikriydi, ondan önceki yıl bisiklet ölümleri ve ağaçlardı, geçen yılki çocuk travmaları ve çocuk haklarıydı, oyuncakla yaptık, bu yıl da zeytin ağacı.

        Stüdyodaki Zeytin Ağacı panosuna konuklar dileklerini yazacak.
        Stüdyodaki Zeytin Ağacı panosuna konuklar dileklerini yazacak.
        REKLAM

        Oyuncak temasında konukların getirdiği oyuncaklar ne oldu?

        % 40'ını Hendek Kadın Açık Cezaevindeki anneleriyle kalan çocuklara, % 60’ı ise Diyarbakır Ergani’ye gitti. Yusuf öğretmen vasıtasıyla oraya gönderdik, sağ olsun, buradan teşekkürler. Oyuncaklar yerlerini buldu, çocuklar da çok mutlular. Geçen yıl ben neyi fark ettim biliyor musun? Bizim konuklar deliriyordu. Örneğin Bülent Ortaçgil “Ben hula-hoop çevirmek istiyorum” dedi ve çevirdi. İnsana o stüdyo öyle bir şey veriyor ki.

        Belli bir yaşın üzerindeki insanlar hem çocukluk günlerini daha çok özler hem de onların çocukluk zamanlarında oyuncak öyle bol olmayınca içlerinde ukde kalmıştır.

        Tabii. Hepsi delirdiler, hakikaten çok mutlu oldular, onun için çocukları düşünemiyorum, bizim gelen konuklar çıldırdı çocuklar iyice çıldırdı. Ne kadar mutlu ettiler, o gözlerindeki ışıklar, ona sarılmaları, öyle bir anda “İyi ki ben varım, iyi ki bu işi yapıyorum, iyi ki bu duyguyu yaşadım, iyi ki hayat bana bunu yaşattı.” diyorsun. Yaptığın şey o kadar değerli hissettiriyor ki sana. Zaten 40 yaşından sonra biliyorsun Sinan Canan söylemişti bunu, insanı hayatta en mutlu eden şey yardım edebilme duygusuymuş, daha mutlusu yok.

        ‘Hediye alan mı daha mutlu olur yoksa hediye veren mi?’ sorusunda cevabın “veren daha mutlu olur” olmasındaki gibi.

        Veren daha mutludur. Ben bunu bisikletli ölümlerinde de gördüm, geçen yıl çocuklarda da gördüm, ondan önce Batman Üniversitesi’nde kütüphane yaptığımızda da gördüm, bu çok değerli bir şey. Bu yıl da temamız zeytin ağacı ama bu sefer farklı çünkü biz veriyoruz. Küçük küçük fidanlarımız var ve her konuğumuza “Gidin, dikin, sana ödev veriyorum” diye fidan veriyoruz.

        REKLAM

        Dikimleri sonrasını kontrol edecek misiniz?

        Edeceğiz tabii ki. Sosyal medyada paylaşmak zorundalar. Yakalarına yapışırım. Zeytin ağacı ne kadar kutsal bir şey. Ne yapacak? Stüdyodan çıkıp çöpe mi atacaklar? Öldürürüm. Öyle bir dünya yok. Ne yapıyorsa bunu bize de gösterecek. Bu bir görev. Biz de görevimizi yapıyoruz. Bu katma değerli bir iş. Sen de bunu çok yaşıyorsun, sana röportaj veren ünlüler, bana geliyorsa bu bir kolektif bilinçtir. Karşına geçip “Sevgili sunucu, sor bakalım sorunu ben de cevaplayayım” gibi bir dünya yok. Sen orada benimle bir bütün olacaksın ve oraya birlikte hizmet edeceğiz. Sen bana not vermiyorsun, birlikte o programı en güzel şekliyle tamamlayacağız, senin de görevin var, al bu da görevlerinden biri, o zeytin ağacını en güzel yerde değerlendireceksin. Haydi bakalım.

        Elbette dikeceklerdir.

        Bugüne kadar hep böyleydik, “bize kitap getireceksin” dedik, getirttik, “TEMA’ya orman için bağış yapacaksın” dedik yaptılar. Şimdi de diyoruz ki “biz sana veriyoruz sen gidip bunu dikeceksin.”

        Yoğun oldukları için yardımcılarına diktirirlerse, kabul eder misin?

        Bu insanlar sürekli çok meşguller, dünyayı kurtarıyorlar da ne bu?

        Yoğun oldukları için söyledim.

        Sen de ben de bu hayatı yaşıyoruz, biz yaşıyoruz bu hayatı Mehmetçiğim. Bir gün Bodrum’da bir gün Çeşme’deyiz.

        Herkes çok yoğun gibi görünüyor. Acaba gerçekten yoğunlar mı yoksa zamanı iyi kullanamıyorlar mı?

        Reklamını öyle yapıyor. Öyle dediğinde havalı oluyor. Tabii ki gerçekten çok yoğun oldukları dönemleri oluyor, olmaz mı? Ama bu tabii ki 7/24 hayata yayılan bir yoğunluk değil.

        REKLAM

        Bodrum, Çeşme derken ünlüler neden her yaz aynı iskeleden aynı denize atlar. Olanakları varken neden Türkiye’nin başka bölgelerini de keşfetmek istemezler. Örneğin doğa tatili. Tarih tatili gibi… Brezilya’daki Dünya Kupası sırasında televizyondan Ibrahimović’i gördüm, seyircilerin arasında maç izliyordu. İsveç de o sene Dünya Kupasına katılamamıştı. Adama soruyorlar, “Ne yapıyorsunuz?” diye, “Bu benim işim ve işimin en yüksek mertebesindeki bir organizasyonda ben olmalıyım. Futbolcu olarak bulunamıyorsam seyirci olarak bulunmalıyım” dedi. O sıralarda da her sene aynı iskeleden denize atlayan iki futbolcunun fotoğrafları geldi. Bir yazı yazdım; “Koca Ibrahimović gidiyor Brezilya’da maç izliyor, siz her yıl aynı iskeleden aynı denize atlıyorsunuz. Neden Brezilya’ya gidip maç izlemiyorsunuz? İşte o adam bundan dolayı Ibrahimović oluyor.

        REKLAM

        Çok haklısın. Oyuncular yaz tatillerinde kendi meslekleriyle ilgili kendilerini geliştirmek için ABD’ye gidip workshop’lara falan katılıyorlar, aslında benzer bir şey senin söylediğin. Bu böyle bir şey, müzisyenlerin yurt dışına gidip başka konserleri izlemeleri gibi değil mi? Bak sana ekonomist olarak yanıt vereyim mi? Aslında bir insanın entelektüel kapasitesini ve hayattaki duruşunu o insanın parasını nasıl harcadığı belirler. Harcama görgüsü vardır, tüketim görgüsü. Sen kazandığın parayla kendine yatırım yaparak, sermayeye yani dükkânına onu ekleyerek, o konsere gidip, o workshop’a gidip, maça gidip yapabilirsin ya da başka türlü bir şeyle altına falanca markanın bilmem neyini giyerek başka türlü bir yatırım yapabilirsin. Paranı nasıl harcadığın, tatilini nasıl yaptığın, nerelerde, nasıl eğlendiğin aslında senin hayattaki kaliteni belirliyor.

        Aynen öyle. O yazıdan sonra aradılar, “Biz dinlenmeyecek miyiz? Biz tatil yapmayacak mıyız?” dediler. Ibrahimović o sezon 38 maçta oynamış, sizin ikinizin oynadığınız toplam maç sayısı 11, ayrıca o adam sizden 9 yaş büyük” dedim. İşte mesleğine saygı. Adam, “Benim mesleğimin en yüksek ölçüdeki organizasyonunda nasıl olmam?” diyor. Mantalite bu işte, o yüzden Ibrahimović, Ronaldo, Messi oluyorlar.

        ‘Aslı Şafak’la İşin Aslı’na dönelim, bugüne kadar yaklaşık 900 programda 1500’ten fazla konuk ağırlamışsındır. Konuklarından edindiğin en önemli öğreti ne oldu?

        Yeni başlamıştım, 2-3 ay olmuştu, programa Cansel Elçin geldi. Ben de Cansel Elçin’e ilk çıktığı ‘Hatırla Sevgili’den beri çok hayrandım. İlk kez tanışıyoruz. Geldi, konuştuk. “Program nasıl gidiyor?” dedi. “Bilmiyorum, emin değilim” dedim. Cansel bana dedi ki; “Sen buraya canlı yayınlardan, ekonomi programlarından geldin, stüdyodasın, bant yayın yapıyorsun, karşında konuk var. Sen karşındaki konuğun egosuna kendini hapsolmuş hissediyorsundur.” O kadar doğru ki. Anlatamadığım şeyi Cansel bana söyledi. “Biraz sabret, geçecek” dedi. Onun o cümlesi bana o kadar şey kattı ki. Cansel’in dediği şeye baktım ve doğruydu. Sonrasında geçti ve kendimi bulmaya başladım. Benim en önemli öğretim şu; birincisi, insanı dinlemek. İkincisi de onu anlamaya çalışmak, yargılamadan, “Bu da ukalanın tekiymiş.” demeden, yargılamadan anlamaya çalışmak, gerçekten neden öyle davrandığını anlamaya çalışmak. Ben bir de hayatlarını çalıştığım için onların o çocukluk hallerine karşı büyük bir şefkat geliştiriyorum. Bunun dışında kendimle ilgili öğrendiğim en önemli şey; hangi koşullarda işini yaptığının hiç önemi yok. Sen, sen olduğun ve içindeki seni ortaya çıkarabildiğin sürece ve inandığın sürece her koşulda bu işi yaparsın diyebilmek. Kendimin bu programda dişi tarafını keşfettim, ekonomideki o eril taraftan buradaki dişi tarafımı keşfettim. Bu programda daha kadın olmayı öğrendim ama bu yanlış anlaşılmasın. Daha içimdeki şefkatli ve anlayışa yönelik tarafı çıkarmayı öğrendim. Konukları anlamayı öğrendim, çok şey öğrendim. Ben bu programda, 4 yılda çok değiştim biliyor musun? İçimden yeni bir ben çıktı.

        REKLAM

        ‘Aslı Şafak’la İşin Aslı’nın yayınlandığı saate bakarsak çok fazla rakibin var ve onların arasında yer alabilmenin alameti farikalarından biri de bence bu.

        Bir arkadaşım bana başlarken “Yanlış yapıyorsun, bu kadar dizinin arasında saat 20.00’de. Bir de prime-time’ da kadın yok ki, olmaz. Sen neden çıkıyorsun?” dedi. Ben de “Haklısın, çok mantıklı bir yerden bakıyorsun ama ya benim hikâyemde olması varsa ya bu benim hikâyemse ve ben bunun olması üzerinden hayatıma devam edeceksem, bunu denemeye değmez mi? belki benim hikâyem bunu oldurmak olacak” dedim. İşe öyle girdim.

        Bir de konuklarına bakacak olursak, yıllardır röportaj vermeyen, bir yayına katılmayan sanatçılar var, onlar geldi.

        Çoğunda da kendileri isteyerek geldiler. Bizim "Gelmez” dediğimiz konuklar, “O mu gelmek istiyor? İnanamıyorum” dediğimiz konuklar geldi. Sen bu duyguyu çok iyi bilirsin, bizim meslekte, “Kızım ya helal olsun, seni kim tanır ki bu camiada, bak oldu” dediğim zamanlar çok oldu.

        REKLAM

        Gelmek istiyorlar. Çünkü farklı bir ortam, farklı bir program, farklı bir sohbet olduğu için katılmak istiyorlar. Klişe program yapmıyorsun, o anda ne hissediyorsan onu konuşuyorsun.

        Onlar da ne hissediyorsa onu konuşuyoruz. Ben konuğun içine giriyorum, o da benim içime giriyor.

        Bu yüzden geliyorlar.

        Sende de aynı şey var, gel biz seninle ortak bir çalışma yapalım. Bizim bininci programa Tarkan’ı getirelim. Sen röportajını yap ben de programımı yapayım. Ne dersin?

        Çok iyi olur ama röportajlara, programlara sıcak bakmıyor.

        Ne yapsak da Tarkan gelse? Yakışmaz mı bize? Sen kendi mecran için yaparsın ben kendi mecram için yaparım.

        Tarkan, mutlaka gelmelisiniz. Siz Aslı Hanım’ı, Aslı Hanım sizi hak ediyor.

        Bu arada konuk koordinatörüme de “Eğer Tarkan’ı getirirsen bin dolar vereceğim” dedim. Tarkan, bak benim için değil emekçinin hakkı için.

        Tarkan’ın dışında ille de "gelsin, konuşalım" dediğin birisi var mı?

        Çok tanımak istediklerim var, tanımak istediğim derken ben o işi profesyonellikte bırakıyorum, özel hayatım için demiyorum. Çok tanımak istediklerim var ama şu da bana gelsin dediğim inan yok. Çok sevdiğim sanatçılar var, ağırlamayı çok istediklerim var. Ben hayata çok inanıyorum, mesele birini oraya getirmek değil ki çünkü sen ne yaparsan yap gelenle yapmıyorsun. Sen ne yaparsan yap o gelen sana sadece değer katar ama sen yıllar içinde istediğin kadar kendini yetiştirmemiş ol Tarkan gelsin, ne olacak? Sen Tarkan’ı mundar ettikten sonra ne olacak? Hiç önemi yok biliyor musun? Ben artık bu konuda çok netim, anladım, gelen konuğun kim olduğunun çok bir önemi yok. Sen onunla bir bütün olarak ortaya ne çıkarabiliyorsun önemli olan o. Bu arada benim de önemim yok. Sen gelenle ortaya ne çıkarıyorsan o çıkan şey önemli.

        REKLAM

        O sohbette insanın hayatına dokunabilmek, zihninde umut oluşturabilmek, yaşama sevinci oluşturabilmek önemli.

        İzleyicilerin kalbine dokunmak, ağlatmak, güldürmek, düşündürmek… Adı her neyse artık.

        Hayatının bu döneminde kendini nasıl hissediyorsun?

        Çok iyi, mutlu, insanlara dokunabilen, iyilik yapabilen, sosyal medyadan da onu yapabiliyorum, çok şükür o etkiye kavuştum. Buna devam etmek, daha çok iyilik yapma şansının bana verilmesi, ben artık zenginliğin yanı sıra hayattan bunları istiyorum.

        Çok paran olsa ne yapacaksın?

        Ne yapacağımı ne yapacaksın sen? Bir zam yapılsın, çok para verilsin, ben ondan sonra yapacak bir şey bulurum.

        REKLAM

        Büyük bir hayalin vardır.

        Benim hayalim ne biliyor musun? Ben 2010’da Türkiye’ye bunun için geldim. Bunun parayla alakası yok ama güçle alakası var. Ben bir köy kurmak istiyorum, bunun için geldim buraya, yavaş yavaş ona doğru ilerliyorum. İçinde kimsesiz çocukların, sokak hayvanlarının ve istenmeyen yaşlıların olduğu, birbirlerinin velisi oldukları, birbirlerinden sorumlu oldukları birlikte yaşadıkları bir şey istiyorum.Örneğin köydeki çocuklar için nedir biliyor musun? O çocuklar, yaşlılara bakacak, şefkat gösterecek, onlarla hayatı öğrenecekler. Ben böyle bir şey yapmak istiyorum, hayalim bu. İkincisi de Londra’da bir evim olsun istiyorum. Türkiye-Londra hattında yaşamak istiyorum. Bu artan sterlin fiyatlarıyla hayalim benden koşarak uzaklaşıyor, onun için çok para istiyorum. O da olsun, gideyim geleyim, kitaplarımı yazmak için çekileyim. Hem orası hem burası birlikte bir yaşam kurayım, köyüm olsun. Bugüne kadar ağırladığım bütün sanatçı dostlarım, sizler, gelin hep beraber orada o çocuklara o yaşlılara dokunalım, uğrayın, bunu istiyorum. Ben bu programı bunun için yapıyorum. Hayalim bu ama mutluluğu ben böyle seviyorum, etrafımda insanların olmasını ve dokunabilmeyi seviyorum. Kendi özelimde kaçabileceğim bir yer olsun, sevdiğim operalar var, opera tarihi, sanat tarihi çalışırım, kaçarım, orada tiyatro, opera izlerim. Ben o senin söylediğin tiptenim.

        Aslında bunlar çok büyük hayaller değil.

        Öyle mi diyorsun? Bir milyon izleyici olsa, herkes bana bir pound verse, bir milyon pounda ben zaten evimi alırım. İşin şakası kendimle ilgili istediğim bu, hepsini beraber yaşamak istiyorum. Bence yaşayacağım. Bugüne kadar gerçekleşmeyen hiçbir hayalim olmadı. İstediğim programı yapıyorum, Londra’da hayal ettiğim hayatı burada yaşıyorum, istediğim gibiyim, istediğim yapımcıyla çalışıyorum, mutluyum, huzurluyum, çok sevdiğim bir ekibim var, gençlerden oluşuyor, genç kadınlardan ve erkeklerden oluşuyor. Onlar her şeyi yapıyorlar, kamera önündeler, kamera arkasındalar, çay getiriyorlar, konuk karşılıyorlar ama ekrana da çıkıyorlar.

        Çalışmak çok güzeldir, bir de iyi ekiple çalışmak daha da güzeldir, sabah kalkar kalkmaz bir an önce banyo yapıp işe gitmek için koşturursunuz ya; öyle bir şevk veriyor.

        Banyo dedin de bir de küvetim olsun istiyorum. Duşa kabinden nefret ediyorum, küvetli ev istiyorum. Bu da başka bir hayalim. Biz neler konuşuyoruz şu anda Mehmet?

        REKLAM

        Evet, nerelere geldik?

        İşte ben bu kafayı çok seviyorum. Ne konuştuğunun hiç önemi yok, konuşabiliyoruz ve gülüyoruz, bitti.

        Ben de kutuplara gitmek istiyorum. Kutuplara düzenlenen gezilerden birkaç tane belgesel izledim. Canım çok çekti.

        Onu mu istiyorsun. Ne kadar vakte ihtiyacın var? Bir hafta yeterli mi?

        Tabii. Bir de Sibirya Ekspresine binmek istiyorum.

        Ben de. Peki bunu yapabilmen için ne kadar para gerekiyor? Yıllar önce baktığımda kutup gezisinin bir haftası 60 bin TL’ydi. 100 bin TL de sen ona. Bak 100 bin kişi bir lira verse olur.

        O Sibirya Ekspresine bir gün bineceğim.

        Sibirya Ekspresine binen bir arkadaşım var, çok güzel bir şey. Benim de Orient Express hayalim var. Londra-Venedik hattında yapıyor. 36 saat sürüyor. Sonra 2 gün Venedik’te kalıyorsun, toplam bir tur ama çok pahalı. Ama çok istiyorum çünkü ben Agatha Christie hayranıyım, çocukluğumdan beri çok severim dolayısıyla onu çok istiyorum.

        REKLAM

        İnşallah herkes hayallerini gerçekleştirir. Teşekkür ederim, ayağına sağlık.

        Ne demek, ben teşekkür ederim, senin konuğun olmaktan onur duydum.

        5’inci sezon tekrar hayırlı olsun. İnşallah 10’uncu sezonda da konuşacağız…

        Öyle mi diyorsun? Benim için şöyle bir dilekte bulunur musun? 6’ncı sezondan sonra sana şahane zamlar yapılsın. Dileklerin bu olsun. Genel müdürüme buradan sevgiyle sesleniyorum. 10’uncu sezonu zengin bir kadın olarak yapayım, lütfen. Ben her programda “Bana zam yapın” diye sesleniyorum ama bu mecradan da sesleneyim.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ