Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Unvana, statüye değil fikrin gücüne bakarım

        Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Armağan Çağlayan'ın youtube yayınında soruları yanıtladı. Siyasetin devlet adamlığı tarafında görev aldığını belirten Kalın, siyasetle ilgisinin eskilere dayandığını söyledi. Kalın şöyle konuştu: aslında o ilgi Farabi'nin “Erdemli Şehir (El Medinetü'l Fazıla)” ilk okuduğumda başladı bende. Eflatun'dan 'İdeal Devlet' kavramını alan Farabi, o kavramı kendi dönemi, 10. yüzyılın içerisinde çok başka bir zemine taşıdı ve o günden itibaren siyasetin amacı erdemli toplumu inşa etmek. Onun temelinde de adalete, düzene dayalı bir fikir var. Bir varlık tasavvuru bir medeniyet anlayışı var. Bunu nasıl hayata geçirebiliriz? Benim siyasete ilgimi yönlendiren temel mesele oldu.

        Akademik hayatın içinden geldiğini belirten Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, bir soru üzerine kamuoyunun pek bilmediği 'profesör' unvanına sahip olduğunu açıklayarak şöyle konuştu: Ben kullanmıyorum. Buraya da bütün unvanlarımı bir kenara bırakarak geldim. İnsan kendisi olarak var olmalı. Unvanlar ona eklenen eski tabirle arazlardır. Aslolan cevherdir, insanın kendisidir. Falanca unvanlar vesaire elbette takdir edilmek anlamında önemlidir. Bunları hiçbir zaman statü belirleyen unvanlar olarak görmedim. Bunlar mesleki unvanlardır. Bir yerde başhekim olursunuz, o sizin oradaki görevinizi tanımlar. Aslında akademide de profesörlük, akademik değil idari bir unvandır. Asıl akademik unvan doktor olmaktır. Yani doktoranızı yaptığınızda siz o alanda ehil, ders vermeye icazetli kişi haline gelmişsiniz demektir.

        Kalın'ın, Armağan Çağlayan'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

        "NİYETİM O ÇALIŞMAYI TAMAMLAYIP AKADEMİYE DÖNMEKTİ"

        ARMAĞAN ÇAĞLAYAN: Siz Cumhurbaşkanı Sözcüsü olmadan önce de siyasetin içinde miydiniz? Yoksa biz sizi böyle tanıdık, siz önceden de mi içindeydiniz?

        REKLAM

        KALIN: Akademik hayatın içinden geliyorum. Benim üniversitedeki hedefim hoca olmak, ilmi çalışmalar yapmaktı. Hamdolsun onu bir noktaya getirdim. O çalışmalar devam ederken 2004 yılının sonuydu. Akademik izin için Türkiye'ye gelmiştim. Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakan'dı. Benden bir düşünce kuruluşu kurmamı istedi. Ben de arkadaşlarla birlikte SETA Vakfı'nı kurdum. Yaklaşık 5 yıl oranın genel koordinatörlüğünü yaptım. Aslında niyetim o çalışmayı tamamlayıp üniversiteye dönmekti. Nasip böyleymiş, 2009 senesinde Başbakan Baş müşaviri olarak göreve başladım. O günden beri de resmi olarak Başbakan Başmüşavirliği, müsteşar yardımcılığı, Cumhurbaşkanı Genel Sekreter Yardımcılığı, sözcülük vesaire böyle devam etti. 11 yıldır fiilen resmi görevdeyim.

        "SİYASETE OLAN KİŞİSEL İLGİM ÇOK DAHA ESKİYE GİDİYOR"

        ÇAĞLAYAN: Kendinizi siyasetin içinde olarak tanımlıyor musunuz İbrahim Bey?

        KALIN: Siyaset ilgisiz kalabileceğimiz bir alan değil. Ama ben işin daha çok devlet yönetimi tarafındayım. Devlet adamlığı tarafında görev aldım atanmış bir bürokrat olarak. Siyaseti, sokak siyaseti, parti siyaseti anlamında yapan birisi değilim. Oradan gelmedim. Ama Cumhurbaşkanımızın açtığı yolda... Tabii ki ben bir siyasi atama olduğum için doğal olarak siyasetle çok yakın bir görev tanımım itibariyle ilişkim var. Ama tabii ki benim siyasetle kendi kişisel ilgim çok daha eskiye gidiyor. Aslında o ilgi, ben Farabi'nin “Erdemli Şehir (El Medinetü'l Fazıla)” ilk okuduğumda başladı bende. Eflatun'dan 'İdeal Devlet' kavramını alan Farabi, o kavramı kendi dönemi, 10. yüzyılın içerisinde çok başka bir zemine taşıdı ve o günden itibaren siyasetin amacı erdemli toplumu inşa etmek. Onun temelinde de adalete, düzene dayalı bir fikir var. Bir varlık tasavvuru bir medeniyet anlayışı var. Bunu nasıl hayata geçirebiliriz? Benim siyasete ilgimi yönlendiren temel mesele oldu.

        REKLAM

        ÇAĞLAYAN: Akademide hangi konuda çalıştınız?

        "SEVMEK İLE BİLMEYİ BİR ARAYA GETİREN GÜZEL UĞRAŞ"

        KALIN: İstanbul Tarih mezunuyum. Tarih okudum. Tarih okurken de felsefeye ilgim çok yoğundu. Daha sonra yüksek lisans ve doktorama felsefede yaptım. Mukayeseli felsefe alanında doktora çalışmalarımı tamamladım. Uzmanlık alanımı da İslâm felsefesinde yaptım. Özellikle İbn-i Sina sonrası felsefe. Doktora tezimi de 17. yüzyılda yaşamış Molla Sadrâ adlı bir filozof var. Onun varlık ve bilgi teorisi üzerine çalıştım, biraz spesifik bir konu. Tabii her doktora çalışmasında literatüre bir katkı yapmanız beklenir. Dolayısıyla konunun biraz spesifik olması gerekiyor. Fakat Sadrâ bana hem geleneği hem kendi dönemini hem de bugünün felsefesini daha iyi anlamam için çok önemli kapılar açtı. Halen de okumaya devam ediyorum. Felsefeye ilgim de kelimenin etimolojisiyle yakından ilgili; felsefe biliyorsunuz hikmet sevgisi demek. Yani 'sevmek' ile 'bilme'yi bir araya getiren bir uğraş. Bu bana çok cazip geldi. İnsanın yeryüzündeki serüvenini anlamlandıran bir çaba olarak göründü. Bilmek, bildiğini sevmek, severek bilmek... Bu ilişki bir hikmetin peşinde koşmanın anlamını biraz daha açık hale getirdi bana. Ve ben felsefe okurken de, tarih okurken de, siyasetle ilgilenirken de, bunların hep böyle çok geçişken olduğunu, çok interdisipliner okunması ve anlaşılması gerektiğini hep gördüm. Bunun da kişisel hayatımda, kariyerimde, mesleki hayatımda, eserlerimde, diğer çalışmalarımda çok faydasını gördüm. O yüzden hem kendi arkadaşlarıma hem gençlere kendilerini çok yönlü yetiştirmelerini tavsiye ediyorum. Mühendis de olsanız, sosyal bilimlerde de çalışsanız, doktor da olsanız, kendinizi edebiyat, tarih, felsefede, sosyolojide mutlaka yetiştirin, farklı şeyler okuyun, farklı alanlarda kendinizi geliştirin diyorum.

        REKLAM

        ÇAĞLAYAN: Doçent olmadınız değil mi?

        KALIN: Profesör oldum. Daha önce doçenttim tabi... Ancak ben bu unvanları pek kullanmıyorum.

        "ASLOLAN UNVANLAR DEĞİL FİKRİNİZİN İKNA GÜCÜDÜR"

        ÇAĞLAYAN: Genel olarak öğretim üyeleri bu unvanları kullanırlar da. Siz hiç kullanmıyorsunuz. İlk defa duydum profesör olduğunuzu...

        KALIN: Ben kullanmıyorum. Buraya da bütün unvanlarımı bir kenara bırakarak geldim. İnsan kendisi olarak var olmalı. Unvanlar ona eklenen eski tabirle arazlardır. Aslolan cevherdir, insanın kendisidir. Falanca unvanlar vesaire elbette takdir edilmek anlamında önemlidir. Bunları hiçbir zaman statü belirleyen unvanlar olarak görmedim. Bunlar mesleki unvanlardır. Bir yerde başhekim olursunuz, o sizin oradaki görevinizi tanımlar. Aslında akademide de profesörlük, akademik değil idari bir unvandır. Asıl akademik unvan doktor olmaktır. Yani doktoranızı yaptığınızda siz o alanda ehil, ders vermeye icazetli kişi haline gelmişsiniz demektir. Doçentlik, profesörlük ve diğer unvanlar bana sorarsanız kullanmaktan çok hoşlanmadığım, insanın asıl kimliğini, birikimini, kendisini biraz perdeleyen, gölgeleyen şeyler gibi geliyor bana. Çünkü ben hep şuna inandım; fikrin gücü ikna kabiliyetindedir. Statü dayatırsanız, orada fikir tartışması ve zenginliği olmaz. 'Ben falancayım, falanca unvanla konuşuyorum' dediğinizde statü dayatıyorsunuz, fikir üretmiyorsunuz. O bana çok yabancılaştırıcı bir şey olarak geldi. Onun yerine iki insan olarak konuşuyoruz. Unvanlardan statülerden bağımsız olarak. Sizin fikrinizin ikna gücünüz varsa beni ikna ediyorsa, statünüzden bağımsız olarak o fikir benim için önemlidir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ