Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Türkiye'de siyaset ve ticaret farksız

        Neden böyle bir kitap yazmak istediniz?

        Çünkü Türkiye'de kurumların tarihi yazılmıyor. Halbuki birçok kurumun tarihi olsaydı Türkiye'nin tarihi daha sağlam yazılırdı. Ben de THY'de yeterince uzun bir süre görev yaptım. Stratejileri, dinamikleri gözlemleme imkanı buldum. Bunu paylaşmak istedim.

        Kitapta değindiğim gibi bir de Türk Hava Yolları kanaatimce o dönemde bir müşterinin, bir yolcunun görebildiği alanlarda bir başarı elde etti. Şimdi geriye dönüp bakınca çok kolay bir şey gibi geliyor, halbuki çok zor bir mücadeleydi.

        Türkiye'de bu kuruma ilgi duyanlar bu dönüşümü daha çok benimle özdeşleştirdi ama büyük bir ekip vardı. Ekiple birlikte yaptığımız işlerin unutulmamasını istedim. O açıdan da kurumun hafızasının kayda geçmesi bence önemli; bir de yazmaktan zevk alıyorum.

        Bu altıncı kitabınız, yazmayı seviyorsunuz...

        Bir kere yazmayı bir zanaat olarak görüyorum ve büyük bir zevk alıyorum. Yazmak aynı zamanda okumayı ve araştırmayı getiriyor. Şimdi bir de zamanım daha da esnek, o yüzden vites artırıyorum diyebilirim.

        Siz profesyonelsiniz, benden daha iyi biliyorsunuz, yazmak ve araştırmak bir konuya takıldığınızda metodik olarak araştırma imkanı tanıyor. O da insana yeni bazı pencereler açıyor ve bu hoşuma gidiyor. Daha öncesine gidersek üniversitede bir ara yazar olmayı düşünüyordum ama edebiyatçı değil.

        Neden değil, edebiyatla aranız nasıl?

        Bir ara çok yakındık. Amerika'da okurken İngilizce yazıyordum. Dört yıl peş peşe kısa öykü yarışmasını kazandım.

        Neden vazgeçtiniz edebiyattan?

        Adamlar da biraz hayret etti. Hatta yaratıcı yazı dersleri bile aldım.

        Sonra ne oldu?

        Sonra hayat mücadelesi... Ekonomiye de meraklıydım. Ama yazmak iş hayatımda da son derece faydalı oldu. Yani yazıyı hep hayatın önemli bir parçası olarak gördüm.

        "Çocuk bezi pazarlıyordum"

        Ama o dönemde pazarlamaya ilgi duydunuz?

        Evet, Avrupa'ya geçtikten sonra Procter&Gamble'da çalışıyordum. Bana ilk verdikleri pazar Güney Pasifik'ti. Şirketin hesabına hayatta yaptığım ilk iş seyahatim de Tahiti ve Fiji adalarına gitmekti. Bundan çok zevk aldım; hem mesleğimi icra ediyorum hem öyle yerleri görüyorum hem de oralarda yaşayan insanların kültürlerini tanıyorum.

        Ondan sonraki işim Pampers'ı (çocuk bezi) Hong Kong ve Singapur'da tanıtmaktı. Ben klinikleri dolaşıp başhemşirelere ürünün nasıl kullanıldığını anlatıyordum. Sonra da annelere uygulayarak gösteriyordum.

        Ofis dışındaki hayatı daha mı çok seviyordunuz?

        Hâlâ çok seviyorum. Yani ben ofis dışında olmaktan, sokakta ve piyasada olmaktan çok zevk aldım hayatım boyunca. Düşünün, hem farklı ülkelere gidiyorsunuz hem de size maaş veriyorlar.

        Siz Cola-Cola'da yöneticilik yaparken çok seyahat ettiniz. İş-yaşam dengesini nasıl kurdunuz? O sırada evliydiniz değil mi?

        O günlerinde evli değildim ama eşimle tanışıyorduk. 27 yıldır evliyiz.

        Çocuklarınız da var, onca yıllık "mobil" hayatta ailenize ne kadar vakit ayırabildiniz?

        Eşim de seyahatten hoşlanır. Bir şekilde organize ediyorduk. Mesela ben 6,5 sene Viyana'da çalıştım, o buradaki işini bırakmadı. Bir hafta sonu o geliyordu, bir hafta sonu ben gidiyordum, yani hiç şikayet etmedik hayatımızdan.

        Kardeşiniz Can Kozlu başarılı bir müzisyen. Siz nasıl bir ailede yetiştiniz ve böyle iki zıt yöne doğru gittiniz?

        Babam bankada yöneticiydi. Çok disiplinli bir adamdı, ben belki o açıdan biraz daha babama benziyorum. Annem de müziğe çok meraklıydı. Can da sanıyorum annemden o müzik zevkini ve yeteneklerini kaptı.

        Yakın mısınız birbirinize?

        Çok yakınızdır, deniz ve yelken ortak noktalarımız.

        Sizin de bununla ilgilendiğinizi bilmiyordum.

        Aslında yarışçı olan Can, ben daha çok amatör olarak yapıyorum. Biz Kalamışlıyız. Deniz ve balıkla büyüdük. Çocuklukta kullandığımız tekne şimdi Koç Müzesi'nde; 100 yılı aşmış, asırlık bir teknedir. Bizim ortak bir teknemiz var. En son iki sene evvel Can, Can'ın oğlu Ali, ben ve oğlum Mehmet uzun seyahatler yaptık.

        Yelken dışında da düzenli spor yapıyor gibisiniz. Vücudunuza özen gösteriyorsunuz...

        Evet, hâlâ koşuyor ve ağırlık çalışıyorum.

        "Hangimiz daha Türküz, siz karar verin"

        Eşiniz Amerikalı, ara sıra burada yaşamaktan şikayet ediyor mu?

        Amerika doğumlu ama buraya geleli 30 seneyi geçti. Kızcağızı 30 sene önce getirdik. 2000 yılında ben Coca-Cola için Viyana'ya tayin oldum, çocuklar da Amerika'ya okumaya gitti ama eşim işini bırakmak istemedi ve burada kaldı. Hangimizin daha Türk olduğuna siz karar verin.

        İlk gördüğünüzde aşık olmuşsunuz, nerede tanıştınız?

        Onun evinde. Can bir gün, "Haluk'u ziyaret et, Amerikalı bir aileyle kalıyor" dedi. Ann'i orada gördüm. Hakikaten görüş o görüş.

        Peki çocuklarınız sizden hiç etkilenir mi?

        Aramız çok iyi, ikisi de arkadaşım gibidir. Ben hiçbir zaman onlara "Şunu yapın" demedim. Belli bir yaştan sonra zorlayıcı olmamaya ama yardımcı olmaya çalıştım. Tabii dolaylı olarak mutlaka etkilenmişlerdir benden.

        Robert Kolej sizin gençliğinizi nasıl etkiledi?

        Bir müdürümüz vardı mesela, bize çok cesaret verirdi. Vefat etmeden evvel bana hazırlık sınıfındayken yazdığım bir dilekçeyi çerçeveletip gönderdi. 58'de yazmışız. Ben orada diyorum ki, "Bir roket takımı kuracağız. Bize bir oda tahsis edin". Adam da tahsis etmiş, bunun yerine "Çağırın şu salağı, roket atmak da ona mı kalmış?" deyip iki tokat atabilirdi.

        Eğitim sadece kitaplarda okutulan bir şey değil, özellikle bir davranış tarzıdır. Temelinde özgüven ve merak uyandırmalı. Ben insanın genetik olarak meraklı doğduğuna inanıyorum.

        "Aslında siyasetle uğraşmak beni maddi-manevi bitirdi" demişsiniz.

        O kadar keskin mi söylemişim?

        Evet ama benimki daha çok sezgisel bir merak. Nedense sizin siyaset için fazla "steril" olduğunuzu düşünüyorum.

        Öncelikle, Allah'a şükür maddi-manevi bitirmedi. Hayat sürdü ama bir mutsuzluk dönemi de yaşadım çünkü bir işe yaramadığımı hissettim. Ben kamu hizmetinden bir şekilde zevk alıyorum, zaten almasaydım Türk Hava Yolları'nda onca sene çalışmazdım. Ama tabii siyaset aslında çok kutsal olacak bir şeyken...

        "Siyasetle ilgili hiçbir pişmanlığım yok"

        "Türkiye'de maalesef böyle yapılıyor" mu diyorsunuz?

        Bir kere biz muhalefetteydik. Ayrıca bizdeki Meclis sisteminde muhalefetin rolü çok sınırlı, bütün yasalar hükümetçe çıkarılıyor. Hangi parti iktidarda olursa olsun muhalefet Meclis'te çok ciddiye alınmıyor. O açıdan Türkiye'de muhalefet milletvekili olmak kolay değil. Yasaların üretilmesinde milletvekillerinin rolleri de sınırlı. Eğer siz de çok aktif bir hayata alışmışsanız siyasetten biraz sıkılabiliyorsunuz.

        Prensip itibarıyla hayata bakışınız Meclis'teki milletvekilleriyle örtüşmemiş olabilir mi sizce?

        Meclis biraz ticaret gibiydi, o açıdan siyaseti yadırgamadım. Türkiye'de ticaret yaptığım için gördüm ki Türkiye'nin coğrafyasında ticaretle siyaset o kadar da farklı değil. Ayrıca bence Türkiye'nin dokusunu oldukça iyi yansıtan bir meclisti. Meclis'te her türlü insan var, herkesin birbirine saygı duyması lazım.

        Çok da saygı duyulmuyor, her gün izliyoruz. Tam da bunu söylemeye çalışıyorum.

        Bir miktar karşıtlık, gerginlik demokrasi için önemli ama burada fikirlerin çatışması bir müddet sonra kişilerin çatışmasına dönüyor. Onu da zamanla öğreneceğiz.

        Peki, netice itibarıyla pişman mısınız?

        Hayır, siyasetle ilgili hiçbir pişmanlığım yok. Pek çok deneyim ve dost kazandım.

        Eminim düşman da kazanmışsınızdır.

        Çok değil. Yani siz içinizden birilerine düşmanlık hissetmezseniz insanlar da size karşı düşmanlık hissetmiyor. Demokraside herkesin bizim gibi düşünemeyeceğini kabullenmemiz lazım. Yoksa zaten uzlaşmaya falan ihtiyaç yok, hepimiz aynı kumaştan olurduk.

        Siz bugünlerde Türkiye'de yaşanan karamsarlıkla ilgili ne düşünüyorsunuz?

        Ben bu geçirdiğimiz dönemin Türkiye'yi ve demokrasimizi olgunlaştırdığına inanıyorum. Bugünlerden muhakkak dersler çıkarılacaktır.

        "Özal'ın çizdiği çerçeveye bugün hâlâ inanıyorum"

        Çoğunluk sizin kadar ümitli değil.

        Ciddi bir parlamento krizi sürecinde Türkiye, seçim kararı alarak krizin enerjisini boşalttı. En iyi hakem olan seçmene de hızla hücum etti. Bu fena değil. Yani ülkemizde uzayan bir parlamento krizi, çirkin pazarlıklar vs. olmadı.

        Ayrıca bu yaşanırken aynı zamanda demokrasinin çok önemli parçası olan sivil toplum örgütlerinin de bir hareketlilik var. Türkiye tarihinde görülmemiş çapta mitingler oldu ve bunların hepsi sükunet içinde geçti. Bunlar fena şeyler değil.

        ANAP sizinle görüşüyor mu?

        Yok canım, ayrıca ANAP'ın adı unutuldu, bizim adımız hayli hayli unutulmuştur.

        Gençler sizden "Özal'ın prenslerinden birisiydi" diye söz ediyor. Bundan rahatsızlık duyuyor musunuz?

        Hayır, netice itibarıyla ben Özal'ın tanıdığı fırsat sayesinde bürokrasi hizmeti yapma imkanı buldum. O zaten beni Meclis'e taşıdı ama daha da önemlisi ben o dönemde Turgut Özal'ın çizdiği yön ve çerçeveye inanıyordum, bugün hâlâ inanıyorum. Hiçbir rahatsızlığım yok. Bence o zaman Özal da, Özal'la çalışanlar da memlekete çok iyi hizmet etti.

        "Herkes bir şeyler önerebilir ama kararları bir kişi alır"

        "Ekiple birlikte yaptığımız işlerin unutulmamasını istedim. Kurumun hafızasının kayda geçmesi önemli; bir de yazmaktan zevk alıyorum"

        Teknolojiyle aranız nasıl? Kitabınızda Özal'la yeni teknolojiler üzerine sık sık sohbet ettiğinizi yazmışsınız.

        O dönem Türkiye ihracata yeni açılıyordu. 1980'li yılların başlarında ben Komili'deyken Türkiye'ye ilk defa Macintosh'u getirdim. Düşünün cep telefonu yok, internet yok. Pat diye masaüstü bir bilgisayar çıktı... Turgut bey o yenilikten etkilendi ve hemen kullandı.

        Son 25 yıl içinde hayata bakışınızda radikal değişiklikler oldu mu?

        Ben iş hayatında birkaç kompartımana girdim. Önce bir Türk şirketini yönettim sonra bir kamu şirketi ondan sonra da uluslararası bir şirket... Sonuncusu benim için bir yenilikti; kendimi geliştirmemi hem mecbur hem de mümkün kıldı.

        Hepimizin önyargıları vardır muhakkak. Etnik olur, dinsel olur ama "Benim hiç önyargım yok" diyen insana ben inanmam. Önyargılarınız ve inançlarınız sizindir ama ekip olarak çalışırken böyle bir lüksünüz yok.

        Siz duygularınızı göstermekten ürküyor musunuz?

        Hayır, hatta bazen çok duygusal olduğumu söylerler.

        Duygusal olmakla neyi kastediyorsunuz?

        Şimdi bunu yazmayın da söyleyeyim, ben çok ağlarım mesela.

        İstemezseniz yazmam tabii ama ne sakıncası var ağlamanın?

        Tamam yazabilirsiniz, o zaman şöyle söyleyeyim, duygusallığın tanımını sordunuz. Evet, gözlerim hemen yaşarır.

        İş hayatında bu özelliğinizi saklıyor musunuz?

        İş hayatında objektif olmanız gerekir ama bu duygusal olunmaz manasına gelmiyor.

        "Üretmediğim bir hayatı katiyen düşünmüyorum"

        Kitabınızda THY döneminizde Semra hanımın onun istemediği bir atamayı yapmadığınız için sizi Cumhurbaşkanı'na şikayet ettiğini söylemişsiniz. Ama sanırım sonra özür dilemiş.

        Evet, ona benzer bir şey oldu. Gönül koymadı yani.

        Peki, yöneticilik yaparken tarafsız olabiliyor musunuz?

        Olmaya çalıştım ama mutlaka birilerinin hakkını yemişizdir. Hatalarımı biliyorum ben. Benim karar modelimde her şey konuşulur ancak hep beraber karar almaya inanmam. Herkes önerebilir ama bir kişi kararları alır.

        Hatalarınızla kolay yüzleşir misiniz?

        Pat diye herkesin gözü önünde itiraf etmem ama ben her hatamdan bir şey öğrendim, ikincisi de o hatadan sonra çabuk toparlandım. Belli bir oranda hata yapacaksınız. Yoksa zaten ürkek, suya sabuna dokunmayan bir kişilik olursunuz.

        Neden emekli olmayı tercih ettiniz?

        Ben hâlâ değişik projelerde çalışıyorum aslında. Böyle katı bir geçiş, üretmediğim bir hayatı katiyen düşünmüyorum.

        Niye "katiyen", boşlukta olmak sizi ürkütüyor mu?

        Hayır, ben 60 yaşındayım. Allah sağlık verdiği sürece insan üretmeye çalışmalı.

        Evde oturup sadece kitap da yazabilirsiniz.

        Onu zaten yapıyorum. O açıdan ben kendimi şanslı görüyorum. Hayatta hiç bastırıp bekleyeyim de sonra emekli olunca yaparım gibi bir sorunum olmadı. Denize merakım vardı, zaman buldukça çıktım. Kitap yazmaya merakım vardı, zaman buldukça onu yaptım. Allah'a şükür, zaten işim beni dünyanın bir sürü ülkesine götürdü. Daha ne olsun?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ