Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Müzik İlham Gencer, sahnede 20 yaşında gibi

        BEGÜM ÇELİKKOL

        HABERTURK.COM MAGAZİN SERVİSİ

        begumcelikkol@haberturk.com

        https://twitter.com/MAGAZINHT

        Taksim'deki Elite World Otel'de buluşacaktık. Açıkçasını söyleyeyim canlı bir tarihle buluşacağım için heyecanlıydım. Otelin içindeki Jazz Company'de otururken birden geliverdi. Pembe ceketi, kravatı ve dinçliğiyle yaklaştı ve elimi öptü... Hiç 87 yaşında gibi değildi... Dinç, dinamik... Bir o kadar da mütevazı. Sanki Türkiye'de popüler müziği başlatan o değil, sanki Ajda Pekkan, Cem Karaca, Ayten Alpman, Barış Manço, Emel Sayın gibi isimleri ilk kez sahneye çıkaran o değil... O kadar sıcak ve içten... Ayten Alpman'ın konusu geçiyor, gözleri doluyor ve espriyi patlatıyor: Hocasıydım, kocası oldum... İlham Gencer işte... Başladık sohbete...

        Sizi tanıyabilir miyiz?

        1925 doğumluyum. Ailem beni 1934 yılına kadar, İlham Osman ismiyle çağırdı. Soyadı Kanunu'ndan sonra babam Gencer soyadını aldı ve bugünlere geldik. Annem ve babam ben üç aylıkken ayrıldı. Annem Almanya'da eğitim görmüş bir hanımdı. Çocuklara piyano dersi verirdi. Sanıyorum sanatçı ruhumu ondan aldım... Çocukluğunuza dair ilginç bir anınız var İlham Bey. Mustafa Kemal Atatürk'ün cenazesiyle ilgili.. 1938... Atatürk'ün ölümü. Dedemden, onun cenazesine beni de götürmesi için rica etmiştim. Dolmabahçe Sarayı'ndaki törene gittik ve bir anda dedemin elinden kurtuldum. Ne olduğunu anlamadım. Top arabasını çeken atların altında kaldım ve yaralandım. Gözlerimi açtığımda Teşvikiye Sağlık Yurdu'ndaydım. Bir buçuk ay da tedavi gördüm. Sonasında bu olaya çoğu kişi inanmadı ama arşivler tarandı ve bu olayın başıma geldiği anlaşıldı.

        Müzik ilgisi nasıl başladı?

        Şişli Terakki Okulu'na başladım. Sonrasında Kabataş Erkek Lisesi'ne kaydımı yaptırdım. Okulda Almanca'yı çok iyi öğrendim. Bu arada annemden aldığım derslerle piyanoyu ilerlettim. Orta ve lisede bu çalışmalar beni müziğe hazırladı. Bu arada ilk bestemi de beş yaşında yaptım.

        Sizin de okulda takıldığınız dersler var mıydı?

        Olmaz mı? Felsefe hocam. Çirkin bir kadındı. Uyurdum derslerde. Kafama cetvelle vuruyordu, dersten atıyordu. Belge verdiler sonra. İnatçıyım. Lise mezunu olmak istiyordum. Hatta hukuk okumak istedim. Hukuka girmedim ama bir davada avukat olmadan kendi kendimi beraat ettirdim.

        Piyanonuza epey ücret ödemiştiniz değil mi?

        Aynen öyle. Bir müzayede vardı 1953'te. "Steinway" konser piyanosunu gördüm. Müzayedeye Koç ve Sabancılar da katılmıştı. Ve ben piyanoya tam otuz bin lira verdim! O zamanlar bu paraya üç yalı alınırdı.

        Sonrasında peki?

        24 yaşındayken TRT İstanbul Radyosu'nda canlı yayında "İlham Gencer'le Cumartesi Geceleri" diye 20 dakikalık bir şov programı yapıyordum. Bu arada Tea Room isimli bir kulüpte de çalışmaya başlamıştım. Sonrasında askere gittim. 1950'de Kervansaray'da dans gösterileri yapan Amerikalı zenci şarkıcı Eartha Kitt'le tanıştım. Ona Üsküdar şarkısını öğrettim ve bu sayede bu şarkı dünyaca tanındı.

        Peki ya Ayten Alpman...

        Acısı çok taze... Önce hocası oldum sonra da kocası... 1953 yılında evlendik. Lisedeydim o da talebeydi. Bir gün Nişantaşı'nda yürürken gördüm onu ve peşine takıldım. Piyanoda ses denemesi yaptık ve yeteneğini gördüm. Birlikte çalışmaya başladık. Evlendik. Kısa bir süre sonra hamile kaldı. İlham dünyaya geldi. Kısa süre sonra da Ayşe'ye hamile kaldı. O sırada Borivaj Gazinosu'nda program yapıyorum. Bu mekân pek çok önemli kişinin uğrak yeri oldu.

        Size "Çatı Kulüp" desek...

        Şişli'de Site Sineması'nın bulunduğu binanın en üst katındaydı. Artık birikimlerimi bir çatı altında toplamam gerekiyordu. Türkiye'nin bir tür özel konservatuarıydı. Ajda Pekkan'ı, Cem Karaca'yı, Barış Manço'yu, Emel Sayın'ı, Metin Ersoy'u, Füsun Önal'ı ve Fikret Kızılok'u burada sahneye çıkardım.

        Ajda Pekkan?

        Evet... Çok güzel bir kızdı, hâlen öyle. Annesi getirmişti. Piyanoyla denedik. Başarılıydı. Ve sahneye çıktı. Şimdi de mesleğini sürdürüyor. Ayten öldüğünde ilk arayanlardandı. Ağlıyordu. Bir çekime girecekmiş. Gelemeyeceğini söyledi cenazeye...

        Bir de Türkan Şoray var...

        Evet. Onu da annesi getirdi. Fakat yeteneği yoktu. Annesine söyledim, yeteneği olmadığını ve gönderdim. Bana ilk başta kızdılar. Ama iyi ki de kızdılar bakın şimdi Türk Sineması'nın Sultan'ı oldu. Çatı Kulüp'e dönelim mi tekrar? Site Sineması'nda film önceleri kısa bir şov yapıyordum. Her gece Çatı'da program saat 22:00'de başlıyordu. Ayten Alpman'ın muhteşem yorumu... Düşünebiliyor musunuz ne güzel bir ortam?

        Ayten Hanım'la ayrıldınız sonrasında..

        Evet, 1960 yılında ayrıldık. Bir daha evlilik düşünmüyordum. 1963 yılında Türker İnanoğlu'nun oyuncuları Çatı'ya gelmişti. Aralarında Ege Güzeli Necla Öyke de vardı. İlerleyen saatlerde ona ilgim artmıştı. Telefonumu verdim ilerleyen günlerde beni aradı. İlk konuşmamızda çok utandığımı anımsıyorum. Bir anda ona evlenme teklif ettim. Ve evlendik. 1965 yılında da Bora doğdu.

        Linç olayı var yaşadığınız...

        27 Nisan'dı. Bugünün tarihi de 27 Nisan... O zamanlar basında çıkan haberlerim oluyordu. Gündemdeydim. Bazı çevreler rahatsız oluyordu. Ben de Milliyetçi'yim. O dönemde Çatı'da işler iyi gitmiyordu. Personel sayısını azaltmıştık. 27 Nisan 1966 yılında personelin sigorta primlerini yatırmak için Beyoğlu'ndaki reklam ofisinden çıkmış Taksim Meydanı'na yürümüştüm. Bir grup da Taksim Meydanı'nda toplanmıştı, protesto gösterileri için. O sırada Milli Gençlik Teşkilatı'nın üyeleri mikrofonla, "Hükümet ülkede özgürlükleri kısıtlıyor. Polis kırmızı ceket giyen Jazz sanatçılarımı komünist diye tutukluyor, bunlara nasıl katlanıyorsunuz?" diye sesleniyordu. Tesadüfen oradan geçerken bunu duydum ve "Yalan söylüyorsun" diye bağırıp kürsüye koştum. Mikrofonu elime aldım ve konuşmaya başladım. Ortam iyice gerildi. "Ben müzisyenlerime kırmızı ceket giydiriyorum. Allah'a şükür aramızda tutuklanan yok dedim ve ortalık karıştı. Bana ilk yumruk Coşkun Arıcı'dan geldi. Kalabalığın ortasına itildim. Polis, güç bela beni kurtardı. Sonra kalabalığın arasından bana destek verenlerle ayrıldım. İstanabul Milletvekili Tekin Erer, cesaretimden dolayı sonrasında bana mektup gönderdi.

        Çatı'da işler ne durumdaydı bu arada?

        Gazinoların rakibi olmuştu. Ama bir yandan da sevilmiyoduk. Büyük vergiler ödemiştim. Fakat bir yandan da hedef haline gelmiştik. Sanatseverler destek verse de olmadı. Tahliye edildi. Tahliyeyi engellemek için bir gün bir bidon benzin aldım. Ve çatıya çıktım. "Yedi sene en çok vergiyi ödedim, turizme katkıda bulundum. Kabileti olan gençleri müziğe kazandırdım. Bunu yapmamalısınız, haketmedim" diye bağırıyordum. Herkes binanın önüne toplanmıştı. Kızım Ayşe de o kalabalığın içindeydi. Kalabalıktakiler "O kişi İlham Gencer" diyormuş. Ayşe de bunu duyunca polislere kızım olduğunu söylemiş. Yanıma çıktı. "Ne olur babacığım bizi düşün, seni çok seviyorum" diyordu. Onun sesini duyunca, evladım, eylemden vazgeçip indim. Ve Çatı da kapandı. Sonrasında Necla İzmir'e gitmeyi önerdi. Gittik, onun ailesinin yanında kaldık. Ama İstanbul'u özlüyordum. Sonunda dönmeye karar verdik. İstanbul'a İşçi müzisyen olarak dönecektim. Bebek Gazinosu'nda olacaktım. Ama bu işte 1969'a kadar sürdü. Yeni işe başlamadan önce İzmir'de eşimin ailesine teşekkür etmek için İzmir'e gidecektim gene.

        Sanırım burada Alparslan Türkeş'le tanıştınız...

        Evet... Havalimanında Alparslan Türkeş ile tanıştım. Alparslan Bey havalimanında yanıma geldi. Beni dinliyormuş ve beğeniyormuş. "Müzisyen kişiliğinizle büyük işler yaptınız. Bunlar ileride mutlak fark edilecektir. Siz müzik yaparken kültür ve sanat yönünden de Türk Milleti'ni yüceltecek değerlere sahipsiniz" demişti. Bu sözler çok hoşuma gitmişti. Beni sonrasında Alsancak'taki Ülkü Ocakları Binası'na davet etti. Bu arada heyecanlıydım. Çünkü Necla Hanım "Bozkurtların Başbuğları" diye bir şiir yazmıştı ben de bestelemiştim. Bu marşı Türkeş'e armağan etmek istiyorum. Çok beğenildi.

        Bu marşın okunduğu ilginç bir gün vardı sanırım anlatır mısınız?

        1978 yılında rahmetli Alparslan Türkeş'in liderliğinde Ankara'da yürüyüş yapmıştık. Bir ucu Keçiören'de bir ucu Kızılay'daydı. 800 bin kişi katılmıştı. Yukarıda helikopterler dolaşıyordu. Dönemin İçişleri Bakanı, "Ne oldu bunlar geri döndüler mi?" diye odasında dört dönmüş endişeden Orada 800 bin kişiye ben ilk defa "Ya Allah, bismillah Allahu ekber" diyerek gençliğe ben sundum bu sözleri.

        "Aylardan Ağustos, günlerden Cuma, Gün doğmadan evvel iklim-i Rum'a, (Rum toprakları) Bozkurtlar ordusu geçti hücuma. Yeni bir şevk ile gürledi gökler; Ya Allah! Bismillah! Allahu ekber!"

        Yemin ediyorum Keçiören'e kadar Ankara'yı inletmişti gençler. Ama hepsi yerinde ve zamanında gereklidir. Her olur olmadık yerde söylenmemelidir. Bu haykırış o zaman çok gerekliydi.

        "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş" nasıl çıktı?

        1961 yılında "Çatı Kulübü"nde Lübnan asıllı Fransız şarkıcı Bob Azzam'ın o yıl dünyada meşhur ettiği "C'est écrit dans le Ciel" adlı şarkıyı Fecri Ebcioğlu'nun yazdığı eğlenceli sözlerle Türkçe olarak seslendirdi. Bu parça Türkçe söylenmiş ilk pop şarkısıydı. O zamana kadar Türkiye'de pop şarkılar Türk şarkıcılar tarafından orijinal dillerinde yani İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve İtalyanca söyleniyordu. Artık "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş" adını alan bu şarkı ilk olarak 78 devirli taşplak formatında, daha sonra da 45'lik vinil plak olarak yayınlandıktan sonra ülke çapında büyük bir ilgiyle karşılandı ve bu tür şarkıların devamı çığ gibi geldi.

        Şu anda Pop Müzik var mı?

        5 yaşından beri müzisyenim. Pop diye bir şey yok. Popüler Müzik var. Jazz var, Opera var, Klasik Müzik var. Pop yok. Arabesk müzik gibi sonradan çıkmıştır. Arabesk Arap müziğinden türemiştir. Bak Bir Varmış Bir Yokmuş mesela, "Pop Müzik" diyorlar ama değil. Her şeyt kavram karmaşası Türkiye'de. Atatürk diyor ki, "Efendiler... Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hattâ cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat zanaatçı olamazsınız". Sanatçı olmaz. Müzisyen olur, gitarist olur ama sanatçı değil...

        Şu anda kimi beğenirsiniz?

        Sertab Erener... Çok beğeniyorum. Çok güzel... Jazz müzikçiler var. İçlerinde İpeğim var. İpek Dinç. Şu an birlikte sahne alıyoruz. Böyle bir şey olamaz. The Marmara'da çıkıyor, televizyon haberciliği yapıyor, Kimya bitirdi.

        Fazıl Say'ı nasıl buluyorsunuz?

        Çok başarılı. O çocuğun üzerine çok geliyorlar. Kim bizi yurtdışında temsil etti bu kadar?

        Peki siz nasıl bu kadar dinç kalıyorsunuz?

        Sigara içmiyorum. Daha önceleri Malazgirt Marşı ile ip atlardım. Şimdi de yüzüyorum Les Ottomans Otel'de. Bir de Kedi Sporu var. Sabah kalkınca gerinirim yatakta. Bir de göz egzersizlerim vardır. Her gün 10 dakika yaparım. Kafamı oynatmadan gözlerimi sağa sola, yukarı aşağı oynatırım. Bir de günde bir öğün yemek yerim. Kiloma dikkat ederim.

        Sohbetimiz sona erdi, İlham Bey Jazz Company'de solisti İpek Dinç'le sahneye çıktı. Sahne performansı o kadar iyi ki, 30 yaşımdan utandığımı söyleyebilirim. Hani biz sürekli "Yorgunum", "Akşam olsa da uyusak" diyoruz ya, o da tam tersi! "Akşam olsa da sahne olsa, müzik olsa" diyenlerden... Gencer sahnedeyken biz de can yoldaşı, S. Sami Coşkun'la konuşmaya başladık. Coşkun, İlham Bey'le uzun zamandır tanışıyor ve onun biyografisinin olduğu Bozkurt İlham Gencer isimli kitabı yazdı. O kitabı imzalarken, ben çoktan İlham Bey'in piyanosunun sesine kaptırmıştım kendimi

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ