Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Öne Çıkanlar Devrim Yakut'tan son dakika Rasim Öztekin mesajı: Gözyaşlarını tutamadı
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Pandemi sürecinde fazladan oluşan boş zamanlarını üretime çevirdi.

        Devrim Yakut...

        Ömrü tiyatro sahnelerinde, film ve dizi setlerinde geçtiği için en büyük hayalini gerçekleştirmeye bir türlü vakit bulamamıştı. Tabiri caizse emeline dünyanın durmak zorunda kaldığı bir zamanda ulaştı.

        'Aklımın Aynalı Çarşısı'...

        Devrim Yakut, 14 öyküden oluşan ilk kitabı 'Aklımın Aynalı Çarşısı'nı şöyle tanımlıyor; Hayatıma giren, seven, anlatan, dinleyen, giden, ihanet eden, yalan söyleyen, nefret eden, mucizeleriyle gönendiren, kandıran, engelleyen, yol açan, sarıp sarmalayan, iyileştiren, öğreten, gösteren, kılavuz olan, ayna olan herkes... 'Aklımın Aynalı Çarşısı' sizlersiniz. Bin teşekkür hepinize.

        Devrim Yakut, Habertürk HT Stüdyo'da Mehmet Çalışkan ile yaptığı röportajda 'Aklımın Aynalı Çarşısı'nın ortaya çıkış hikâyesini anlattı. Yakut'u yazarlığa yönlendiren kişi, "Senin tatlı bir kalemin var, neden yazmıyorsun?" diyen Yılmaz Erdoğan olmuş. Yakut, kitabın yayımcısı Küsurat Yayınları'nın sahibi Büşra Aksak'ın da tavsiyesiyle bilgisayarın başına oturmuş.

        Röportaj sırasında konu Rasim Öztekin'e geldiğinde Devrim Yakut, kaybından büyük üzüntü duyduğu yakın arkadaşıyla olan anılarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı.

        'YA TIRNAKLARIMI YİYİP DEPRESYONA GİRECEKTİM YA DA HAYALİMİN PEŞİNDE KOŞACAKTIM'

        Yeni bir heyecanınız var... 'Aklımın Aynalı Çarşısı' adlı kitabınız yayımlandı. Daha önce hep yazmayı düşünüyordunuz ama sanıyorum zaman bulamıyordunuz? Yazma sürecinden söz eder misiniz?

        Evet, kitap yazmak gerçekten zaman ayrılması gereken bir şeymiş. Geçen sene tam bu zamanlar eve kapandık. Hepimiz ilk şoku atlattıktan sonra fark ettik ki bu mesele biraz uzayacak. Ben de hayatımda ilk defa o kadar boştum. Bundan 4 - 5 sene önce bir sohbet sırasında Yılmaz Erdoğan bana "Senin tatlı bir kalemin var, neden yazmıyorsun?" diye sormuştu. Ben de "Nasıl yazacağım? O başka bir disiplin" demiştim. O da "Bak bu şöyle bir şey; her sabah bunun başına oturacaksın, bazen bir cümle, bazen bir kelime, bazen hiçbir şey, bazen 30 sayfa" diye cevap vermişti. O sözler kulağımda kalmış. Çünkü yazmayı çok istiyordum. Bu cümleden hareketle dedim ki; "İki yolu var. Ya tırnaklarımı yiyip depresyona gireceğim ya da ilk defa bu kadar boşken bir hayalimin peşinden koşacağım." Hakikaten oturdum ve kalkamadım. Günde sekiz saat mesaiyle, sanki sevgiliye kavuşmuşum gibi öyle büyük bir heyecanla iki buçuk ayın sonunda 14 öykülük bir kitap çıktı. Ham hali tabii. Sonra Gizemler (Yayınevinin editörleri) onunla çok uğraştılar.

        REKLAM

        'BİRAZ HİKÂYE AVCISI BİRİYİM'

        14 öykü daha önce zihninizde şekillenmiş miydi yoksa bilgisayarın başına oturduğunuzda mı ortaya çıktı?

        Bilgisayarın başına oturdum ve sadece şöyle bir yol haritası çıkardım; bir sürü hikâye birikmiş bende. Çocukluğumdan beri biraz hikâye avcısı biriyim. Örneğin; siz bana spesifik bir hikâye anlatın, yirmi yıl sonra karşılaşalım. ben onu unutmuyorum. Çok şehir değiştirmekten, çok turne yapmaktan, fazla yer dolaşmaktan dolayı kendi tanık olduğum çok hikâye var. Onlardan en spesifik olanlarını, bir zamanlar aklımın arkasına atıp "Ben bunu yazsam ya da biri yazsa ne güzel olur" dediklerimin listesini çıkardım ama hakikaten içlerinde ne olacağını bilmiyordum.

        'ONLARI TEK BAŞIMA YAŞAMADIM'

        Şahit olduğunuz ya da birebir yaşadıklarınız da var değil mi?

        Evet, tabii birebir yaşadıklarım da var. Tabii ki hepsini birebir yazmadım, kurguladım. Çünkü onları tek başıma yaşamadım, başka birileri de vardı. Kimseyi incitmemek ve üzmemek için o hikâyelerle kurguyu birleştirdim.

        'DOLMA YAPARKEN AKLIMA GELDİ'

        'Aklımın Aynalı Çarşısı'nın adı nasıl oluştu?

        Kitabı yazma sürecinde en zorlandığım konu ismiydi. Çünkü sinemada da romanda da öyküde de ismin kitabı anlatmasını çok seviyorum. Genelde öykücüler, öykü kitabının içindeki bir öykünün adını veriyorlar, hepsi için söylemiyorum ama genel eğilim o yönde oluyor. Ya öyle bir şey yapacaktım ya da bağımsız bir şey. Ben bağımsız olmasını istiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı, isminin içinde ayna kelimesi mutlaka olmalıydı. Ayna benim için çok önemli ve güçlü bir metafor. Öykülerimin pek çoğunda da kullandım. Onlarca isim yazdım, sildim. Bir gün mutfakta yemek yaparken birdenbire aklıma 'Aklımın Aynalı Çarşısı' geldi. Hemen Büşra'yı (Aksak) aradım. "Büşra aklıma böyle bir şey geldi, ne dersin?" dedim. Bu arada mutfakta biber dolması yapıyorum, ellerimle doldurduğum için "Çabuk gel, şuraya 'Aklımın Aynalı Çarşısı' yaz" diye kocama seslendim. Unuturum diye çok korkuyordum. Büşra ve bütün editör arkadaşlarımız da onayladı. Genelde ilk isimler çok rağbet görmezmiş ama "Bu böyle iyi tınladı" dediler. Ben de bir daha başka bir isim düşünmedim. 'Ruhumun Aynalı Çarşısı da olabilirdi ama 'Aklımın Aynalı Çarşısı' daha iyi tınladı, öyle oldu.

        'ÇOK PİŞMANIM'

        Bu zamana kadar yazmamış olmaktan dolayı pişman mısınız?

        Çok pişmanım. Bendeki duygusu şu oldu; eğer yirmi yaşımda yazmaya başlasaydım kesinlikle oyunculuk falan yapmazdım. O kadar özgür ve beni mutlu eden bir alanmış. Ben biraz evcimen, çocukluğumdan beri kendine ait bir dünyası olmasını seven biriyim. Yazmak o kadar benlik bir şeymiş ki bütün dünyayla bağım kesildi. Kocam benden nefret etti. "Kendine gel artık" diye... Dolayısıyla oyunculuk gibi sosyal bir alana yönelmeyebilirmişim. Bu iyi mi yoksa kötü mü olurdu? Bilemiyorum.

        'BÖYLE HİKÂYELER YAZAMAZDIM'

        Bence hayırlısı olmuş. Hem oyunculuk yapıyorsunuz hem de yazarlığı da deneyimlemiş oldunuz. Bundan sonra yazmayı düşünüyorsunuzdur mutlaka...

        Belki de yirmi yaşımdayken böyle hikâyeler yazamazdım. Çünkü benimki biraz tecrübeyle de ilgili. Bilmiyorum, benim için bilinmez bir alan. Bundan sonra da yazmayı düşünmez miyim? Hâlâ yazıyorum. O şiddette değil ama... İlk kitapta heyecanım çok yüksekti. Öyküleri yazdım yazdım editöre yolladım. Yazdım, üstünden geçmeden yolladım. Şimdi diyorum ki "Bekle, acele etme". Çünkü dem aldıkça, tekrar baktıkça hataları görebiliyorsun.

        'SALONDA DEHŞET İÇİNDE BANA BAKIYORDU'

        Onun sonu yok. Her baktığınızda daha iyisini yazabileceğinizi düşünürsünüz... Yazmak sizde nasıl bir ufuk açtı?

        Muhakkak yok ama basit hataları atladığımı görüyorum. Şimdi biraz daha dem alarak yazayım, acelesi yok. Çünkü sanki arkamdan biri koşturuyormuş gibi yazdım. Kitabı okuyanlar görecekler. İlk öykünün adı "Firuz Ağa'nın Firuzanı"... Bundan 3 yıl öncesine kadar Cihangir'de oturuyordum. Bir gün sokakta evime doğru yürürken şöyle bir fotoğraf gördüm; bir adam bodrum katında bir yere öfkeyle bir şeyler söylüyordu. Yanından geçerken "kime ne söylüyor, neden bu kadar öfkeli?" diye gayri ihtiyari baktım. Bir bodrum katında, bembeyaz saçları uzamış, yer yatağında yatan yaşlı bir kadın var, pencerenin önünde de genç ve çok güzel bir kadın daha var. Ona "haydi artık kızım çalışman lazım" diyen genç bir adam gördüm. Hiçbirini tanımıyorum ama oradan evime doğru giderken; "Allah Allah Cihangirde ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum, benim görmediğim ne kadar çok dünya var" dedim. Kafamı bir çevirdim eski İtalyan mimarisi Firuzan apartmanı. Birden bire içime şöyle bir his geldi; bir film çekilse de adı "Firuz Ağa'nın Firuzanı' olsa ve o film bodrum katındaki dairenin içinde başlasa. Orayı ilk gördüğümüzde çok yoksul, şehir merkezine uzak mahallelerden biri zannetsek sonra kamera bir dışarı çıksa ve görsek ki orası Cihangir'in göbeği... Ne kadar kontrast bir şey olur diye senelerdir kafamda duruyordu. Öykünün adı belliydi ama ne yazacağımı bilmiyordum. Bilgisayarın başına oturdum ve birden bire ortaya bir göç hikâyesi çıktı. O ara nasıl oldu? İnanın bunları bilmiyorum. Her yazarda mı böyle oluyor? Her yazan kişide muhakkak öyle bir taraf vardır. Özellikle öykü ve romanda, yazmak bahsinin tılsımlı bir tarafı olduğunu zannediyorum. Beni aldı ve bambaşka bir yere götürdü. Kimse beni deli zannetmesin ama öyküyü okuduklarında görecekler; orada bir göçe tabii olan adamın birçok hüzünlü anı var ve ben oraya bir türkü düşünüyordum. Birden bire zihnime Selanik türküsü geldi. Belki 30 - 40 kere dinlemişimdir. Şuradan anlatayım; ben hep erken, eşimse geç uyanır. Eşim uyandı ve salonda dehşet içinde bana bakıyordu, "Devrim ne oldu? Biri mi ölmüş?" dedi. Çünkü o türküyü dinledikçe ağlıyor ağladıkça da dinliyordum. Belki herkeste böyle oluyordur belki de ben oyuncu olduğum için fazla özdeşlik kuruyorumdur. Bu, galiba mesleki bir refleks. Dolayısıyla benim için dışarıdan bakanın "delirmiş bu" diyebileceği enteresan bir süreç oldu. Kendi çocukluğumla ve geçmişimle de karşılaştığım zamanlar, çok şifalı alanlar oldu. Benim için enteresan bir süreçti ama tekrar yaşamayı çok istiyorum.

        'O ATEŞLEYİCİ GÜCÜ YILMAZ VERDİ'

        Yazma sürecinde veya sonrasında Yılmaz Erdoğan ile konuşabildiniz mi?

        Konuştuk ama o kadar başı kalabalıktı ki... 'Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?' filminin ilk okuma provasıydı. Kim bilir kimlere neler söylediği için o hatırlamıyor ama şimdi kitabı ona yollarken bunu oraya yazacağım. Gerçekten bana o ateşleyici gücü Yılmaz verdi.

        'O BENİM HADDİMİ AŞAR'

        'Aklımın Aynalı Çarşısı'nın okuyucularınızın hayatına nasıl bir farkındalık katmasını umarsınız?

        Ummak diyemem çünkü o benim haddimi aşan bir şey olur. Şöyle söyleyebilirim; kitaba biraz kalbimi koydum. Kalbimi ellerine vereceğim. Ancak öyle tarif edebiliyorum. İnşallah okuyanların kalbine dokunur. Hiçbiri öyle yüksek hikâyeler değil aslında. Son derece hepimizin aşina olabileceği hikâyeler... Dolayısıyla kalplerinde bir yere temas ederse kendimi çok mutlu addedeceğim.

        'ONA ELBETTE 'HAYIR' DEMEM'

        Hikâyeleri film senaryosu haline dönüştürmeyi düşünüyor musunuz?

        Yok ben onu yapmam ama biri bundan ilham alarak bir şey yapmak isterse ona elbette "hayır" demem. Senaryo yazmak başka bir disiplin. Ben şimdi böyle söyleyip seneye bu zaman senaryomu konuşuyor olabilirim. Çünkü kitabı yazmadan bir sene önce gittiğim bütün röportajlarda; "Ben yazamam ki yazamadığım için Bihter yazdı, beraber oynadık" demiştim. Yazmayı çok istediğim ama beceremediğimi düşündüğüm için böyle söylüyordum.

        'BURASI BANA ÇOK ÖZGÜR GELİYOR'

        Biz sizi seneye senarist, sonraki seneye ise yönetmen olarak da görürüz... Kariyerinizin bu döneminde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

        Eyvahlar olsun, ne büyük konuştuysam... Ama galiba onu istemiyorum. Senaryo başka bir şey, çok teknik. Burası bana çok özgür geliyor. Ama birileri yaparsa ne âlâ sorun yok. Kendimi iyi hissediyorum. Daha ayakları yere basan, daha ne istemediğini bilen biriyim. Bu durumu çok önemsiyorum. Hep ne istediğimizi biliyoruz ama bizim yaşlarımızda istemediklerimizi bilmek ve idrak etmek çok kıymetli. Artık her konuda ne yapmak istemediğimi bildiğim bir yaş ve tecrübedeyim ve bu beni iyi ve güçlü hissettiriyor.

        'TABİİ Kİ MERAK EDİYORUM'

        'Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?'de rol aldınız. Gösterimi pandemiden dolayı biraz gecikse de önümüzdeki günlerde izleyicilerle buluşacak. Ne düşünüyorsunuz?

        Ben yaşadığı her şeyi kabullenme refleksine sahip biriyim. "Bir film çektik, bu ne zaman gösterilecek?" diyemem, içim öyle söylemiyor. Çünkü hepimizin bilgisinin ve fikrinin dışında bir şey gelişti. Pandemiden dolayı ülkede o kadar çok sorun yaşayan insan var ki... Ben "filmim gecikti, kendimi seyretmek istiyorum" gibi bir yerden bakmaya biraz ara diyorum. Tabii ki merak ediyorum. Oyun olarak oynandığında çok büyük kitlelere hitap etmiş, çok fazla insan tarafından izlenmiş, artık replikleri ezbere bilinen, klasik denilebilecek bir hikâyeyi filme çekmek büyük bir sorumluluk.

        'ÇALIŞMAK İÇİN Mİ YAŞIYORUZ YOKSA YAŞAMAK İÇİN Mİ ÇALIŞIYORUZ?'

        Pandeminin size edindirdiği en önemli öğreti ne oldu?

        Sabır... Benim çok sabırlı bir insan olduğum söylenemez. İki ucu vardır; bir hedefe kitlendiysem sabırsızım. Öbür türlü sabredebiliyorum. Pandemi bana daha sakin olmayı öğretti. Ben aynı anda 4 - 5 işi birden halletmeye çalışırım. Evde de öyleyim. Mesela yemek yaparken mutlaka müzik dinlemeliyim, aynı anda öbür odada bir şeyle ilgilenip sonra tekrar yemeğin başına dönmeliyim. Dışarıdan çok belli etmem ama biraz öyle bir ritmim vardır. Pandemi hepimizi durdurdu, durmayı, sakin olmayı öğretti. Daha kendime bakmamı, ölümün çok yakınımızda gezmesi nedeniyle hayattaki önceliklerin neler olduğuna biraz daha bakmamı sağladı. 'Çalışmak için mi yaşıyoruz yoksa yaşamak için mi çalışıyoruz?' gibi soruları biraz daha değerlendirmeme neden oldu. Bu süreçte öğrendiklerimi unutmamaya dua ediyorum. Yoksa hepimiz bir şeyler tecrübe ettik ama biz hızla unutan yaratıklarız.

        'KOCAMAN TEK BAŞINA BİR DÜNYAYDI'

        Rasim Öztekin'i kaybettik. Çok yakın arkadaşınızdı. Kendisi için neler söylemek istersiniz?

        Rasim tek başına kocaman bir dünyaydı. Cüssesiyle, hayata karşı takındığı tavırla, hayattan zevk alma şekliyle, yaşama biçimiyle, eşiyle ve arkadaşlarıyla kurduğu ilişkiyle... En son 'Baba Parası'nda beraberdik. Filmin yarısı gece geçiyor. Hiç unutmuyorum; sabah 4'e karşı mezarlık sahnemiz vardı. Gerçek bir mezarlıkta bir mezar kazıldı. Biz de içindeyiz. Rahatsızlıkları olduğu için inemiyordu, taburede oturuyordu. Ona çok da ihtimam gösterirdik. Birden bana "Devrim, ben burada ne geziyorum? Benim bütün arkadaşlarım paşa, milletvekili, bakan oldu. Ben sabahın 4'ünde bu mezarlıkta ne geziyorum?" dedi. Çok gülmüştük. Sonra yine o filmin çekimleri sırasında bir gün Esracığım ile evlilik yıl dönümleriydi. Ortalığı birbirine kattı, çiçek yollamış bir de elinde götürmek istiyor. Rasim'in kaybı çok üzücü. Her ölüm gençtir ama Çünkü Rasim çok gençti. Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm. Rasim gibilerden çok yok. Bir tanecik Rasim vardı. İnşallah gittiği yer nur olsun, Esra'ya, Pelin'e ve bütün sevdiklerine Allah sabır versin. Bizim için gerçekten çok büyük bir kayıp.

        'GELİRİ VAKFA BAĞIŞLANACAK'

        Röportajın son sözü olarak neler söylemek istersiniz?

        Çok heyecanlıyım. Bu kitabın kalplere dokunmasını çok istiyorum. Bir de şunu söylemeliyim; isim veremeyeceğim ama bu kitabın bana ait geliri olduğu gibi bir vakfa bağışlanacaktır. Onların ricası nedeniyle vakfın ismini veremiyorum, bir ticari meseleye dahil olmak istemiyorlar. O yüzden bu kitabı alacak herkes çok hayırlı da bir şeye vesile olacak. Bunu da buradan söylemiş olayım belki bir ateşleyici güç olur. O geri dönüşleri ve eleştirileri alabileceğim günü büyük bir heyecanla bekliyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ