Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Sinema tarihinin unutulmaz yemek buluşmaları
        1

        OYUNUN KURALI (1939)
        (La regle du jeu)

        Aslında tam anlamıyla “akşam yemeği” öyküsü sayılmaz; daha çok bir “hafta sonu buluşması” filmi. Ama neredeyse bütün “arkadaş buluşması”, “akşam yemeği” ve “hafta sonu partisi” filmlerinin öncüsü olarak listede yer alması gerektiği kesin. Fransız yönetmen Jean Renoir, bugün büyük bir klasik olarak kabul edilen filminde ikiyüzlülüğü, yalanı, sahteliği ve cinsel açgözlülüğü yaşam biçimi haline getirmiş aristokrasi ve burjuvaziyi eleştiriyor.

        2

        AND THEN THERE WERE NONE (1945)

        Agatha Christie’nin Türkiye’de “10 Küçük Zenci” olarak da bilinen romanı sinemaya birkaç kez uyarlandı. Usta Fransız sinemacı Rene Clair’in yönettiği film, genelde en iyisi olarak kabul edilir. Benzer birçok polisiye filmin öncüsü bile sayılabilir. Birbirini hiç tanımayan 8 kişi, bir adaya davet edilir. Ev sahibi ortada yoktur. Akşam yemeğinde ilk cinayet işlenir. Herkesin şüphelendiği kişi, ikinci cinayetin kurbanıdır. Film İngiltere’de ‘Ten Little Indians’ adıyla gösterime girmişti.

        3

        ÖLÜM KARARI (1948)
        (Rope)

        New York’ta aynı dairede yaşayan iki genç, “Yeteneksiz kişilerin yaşama hakkı yoktur” fikrinden yola çıkarak kendilerinden aşağı gördükleri arkadaşlarını iple boğup öldürür, cesedi de salonun ortasındaki antika sandığa yerleştirirler. Cinayetten sonra düzenledikleri partiye katılan felsefe hocaları davranışlarından kuşkulanana kadar mükemmel bir cinayet işlediklerini düşünürler. Yönetmen Alfred Hitchcock tiyatro oyunundan uyarlanan filmi, yaklaşık 10 dakikalık uzun planlarla çekerek zaman – mekân birliği duygusunu güçlendiriyor.

        4

        YOK EDİCİ MELEK (1962)
        (El angel exterminador)

        İspanyol yönetmen Luis Bunuel’in sürgün yıllarında Meksika’da çektiği film, “gerçeküstü sinema”nın başyapıtları arasında kabul edilir. Zengin çiftin verdiği akşam yemeğine katılan davetliler, görünür hiçbir neden olmamasına rağmen evden dışarıya çıkamaz ve içeride hapis hayatı yaşamaya başlar... Klostrofobi duygusunun seyirciyi ağır ağır sardığı, kâbusu andıran film, alttan alta İspanya’da Franco rejimini destekleyen burjuvaziyi eleştirir.

        5

        BEKLENMEYEN MİSAFİR (1967)
        (Guess Who’s Coming to Dinner)

        San Francisco’lu Drayton çifti, kızlarının akşam yemeğine yanında getireceği damat adayını heyecan içinde beklerken karşılarına Afrika kökenli bir Amerikalı çıkar. Tıp doktoru damat adayıyla geçirdikleri akşam yemeği, yıllarca ırk ayrımcılığına karşı, hoşgörülü ve önyargısız olduklarını iddia eden Drayton çifti için bir tür sınav gibidir. Sözde değil özdeki liberalliğin sınırlarını arayan ilk filmlerden biri ama günümüzde “beyazlar gibi mükemmel” olma fikrini işlemesi nedeniyle eleştirildiğini belirtelim.

        6

        BURJUVAZİNİN GİZLİ ÇEKİCİLİĞİ (1972)
        (Le charme discret de la bourgeoisie)

        Olaylar belki tek bir akşam yemeğinin çevresinde dönmüyor ama hikâye, bir türlü gerçekleşemeyen bir akşam yemeğiyle ilgili... Her seferinde biraz daha ileri gitseler de yemek hep kesintiye uğruyor, ağız tadıyla yemeklerini bitiremiyorlar. Sinema tarihinin en iyilerinden biri olarak gösterilen filmde İspanyol yönetmen Luis Bunuel, açlık içgüdüsüyle en derin korkuların iç içe geçmesini radikal bir politik eleştiriyle birleştiriyor.

        7

        22 NUMARADA CİNAYET (1976)
        (Murder by Death)

        Dünyaca ünlü beş dedektif, sadık yardımcılarıyla birlikte esrarengiz bir akşam yemeğine davet edilir. Uşak kör, aşçı sağır ve dilsizdir... Ev sahibi, evde bir cinayet işleneceğini ve katili bulanın 1 milyon dolar kazanacağını açıklar. Senaryosunu Neil Simon’un yazdığı, Robert Moore’un yönettiği film, Agatha Christie’nin “10 Küçük Zenci” adlı romanından esinlenen bir “Katil kim?” parodisi... Sadece türün klişeleriyle değil, dedektif tiplemeleriyle de ince ince dalga geçen matrak bir polisiye...

        8

        SALAKLAR SOFRASI (1998)
        (Le diner des cons)

        Francis Veber’in kendi tiyatro oyunundan sinemaya uyarladığı film, Parisli bir grup arkadaşın gelenek haline getirdikleri bir akşam yemeği buluşması üzerine kurulu. Bu yemekte ‘salak’ olarak niteledikleri saf insanlarla dalga geçmeyi eğlence olarak kabul eden ve kendilerini onlardan üstün gören bu erkekler grubunun son kurbanlarından biri, François Pignon isimli bir maliye memurudur. Yemeğe Pignon ile katılmaya karar veren yayıncı Pierre Brochant, en salak konuğu getirene verilecek ödülü kazanacağına emindir. Ama işler hiç de tahmin ettiği gibi ilerlemez. Kimin salak kimin akıllı olduğunu kestirmenin mümkün olmadığı bir olaylar dizisi yaşanır. 2010 ABD yapımı ‘Dinner for Schmucks’ dahil farklı dillerde 4 yeniden çevirimi yapılan filme konu olan oyun, Türkiye’de iki kez sahnelendi.

        9

        ŞÖLEN (1998)
        (Festen)

        Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in Dogma 95 kurallarına uygun olarak çektiği film, babalarının 60. yaş günü partisi için toplanan büyük bir ailenin hikâyesi... Akşam yemeği sırasında en büyük oğul, yaptığı konuşmada babasını cinsel tacizle suçlar. Kurbanlar da bir süre önce intihar etmiş olan ikiz kardeşiyle kendisidir... Konuşmanın ardından gecenin ilerleyen saatlerinde sırlar açığa çıkmaya başlar, aile mensupları arasındaki gerilim karşılıklı suçlamalarla tırmanır.

        10

        GOSFORD PARK (2001)

        İlk bakışta, aynı mekânda birçok karakteri buluşturan Agatha Christie usulü klasik bir polisiyeyi andırıyor. Olaylar, akşam yemeği sonrası gümüş bir bıçağın kaybolmasıyla başlıyor. 1932’de İngiltere’deki bir kır evinde verilen kalabalık av parti sırasında işlenen cinayet sonrasında olup bitenler, klasik polisiyelerden farklı gelişiyor. Yönetmen Robert Altman, “Katil kim” sorusundan ziyade karakterler ve durumlarla ilgileniyor; türe kendi yorumunu getiriyor. Film ilerledikçe Altman’ın Agatha Christie polisiyeleri ile Jean Renoir’ın ‘Oyunun Kuralı’ arasında gidip gelen ve aynı zamanda sınıflar arası ilişkilere odaklanan bir film çektiğini daha iyi anlıyoruz.

        11

        PARALEL EVREN (2013)
        (Coherence)

        Sekiz arkadaş akşam yemeği için evde buluşur. Önce cep telefonları bozulur, sonra elektrikler kesilir. Civarda ışıkları yanan tek eve gönderdikleri iki kişi geri geldiğinde her şey daha da tuhaflaşır. Arkadaşlar arasında gerilimler, çatışmalar ve hesaplaşmalar sürerken olayların paralel evrenlerle olan ilişkisi açığa çıkar. Aslında eve girip çıkanların çoğu artık aynı insan değildir. Yönetmen James Ward Byrkitz, bilimkurguyla dramı başarıyla birleştiriyor.

        12

        PERFECT STRANGERS (2016)
        (Perfetti sconosciuti)

        Paolo Genovese’nin yönettiği İtalyan yapımı filmde, bir arkadaş grubu akşam yemeği için buluşur. Çiftler arasındaki ufak tefek gerilimler ya da eski arkadaşların atışması dışında her şey yolunda giderken içlerinden biri akıllı telefonları ortaya koymayı önerir. Gelen her mesaj paylaşılacak, aramalar sırasında hoparlör açık kalacaktır. Sırlar, yalanlar, ortaya çıkar; itiraflar peş peşe gelir. İkiyüzlülükler ve sahte hayatlar üzerine karamsar ama eğlenceli bir film. Film öylesine beğenilmişti ki Türkiye dahil bazı ülkelerde yeniden çevrimleri yapıldı. Bizde ‘Cebimdeki Yabancı’ (2018) adlı BKM yapımı versiyonu Serra Yılmaz yönetti.

        13

        THE PARTY (2017)

        Hükümete bakan olarak atanacak Janet’in yakın arkadaşlarını davet ettiği kutlama yemeği, sürpriz hamilelik haberiyle neşelenir, ölümcül hastalık açıklamasıyla kedere boğulur. Gecenin beklenmedik itirafı sonrasında ise tokatlar, yumruklar konuşur. Hatta silah çekilir... Toplumda önemli konumlara gelmiş iyi eğitimli, hali vakti yerinde insanlar, zaafları ve hırsları uğruna hayatlarını bir yalanlar komedisine çevirmiştir. İngiliz yönetmen Sally Potter’den eğlenceli bir kara komedi.

        14

        THE HUMANS (2021)

        Stephen Karam’ın kendi yazdığı aynı adlı tiyatro oyunundan uyarladığı film Şükran Günü yemeğinde, aile arasında geçiyor. Belki göze çarpan belirgin bir sorun yok ama baba Erik Blake’de (Richard Jenkins) eve girer girmez fark ettiğimiz bir tedirginlik var. Erik’in kızı Brigid ile sevgilisi Richard’ın New York’ta henüz yeni tuttuğu iki katlı bir apartman dairesindeyiz. İçeride bir masa, birkaç sandalye dışında çok fazla eşya yok. Film ilerledikçe, Erik mutsuz ve sorunlu bir ana karakter olarak diğer aile üyelerinin arasından sivriliyor. Dahası kızının yaşayacağı apartman dairesinin onu giderek daha çok rahatsız ettiğini hissediyoruz. Tüm filmin temelde korkular ve kaygılar üzerine olduğu söylenebilir. Şükran Günü gibi aile buluşmalarında amaç olumsuz duyguları en azından bir süreliğine ortadan kaldırmak ve moral tazelemektir. Ama Blake ailesi için tam tersi oluyor. Bir noktadan sonra sorunlarını birbirlerinden saklayamaz hale geliyorlar.

        15

        THE MENU (2022)

        Efsane şef Slowik’in (Ralph Fiennes) dış dünyadan izole bir adada hizmet veren Hawthorne adlı restoranında geçiyor film. 12 kişi için özel akşam yemeği düzenleyen Slowik, her zaman olduğu gibi fiks menüyle çıkıyor müşterilerinin karşısına… Önce o gece için restorana davet edilen insanları, sonra Slowik ve ekibini tanıyoruz. Çalışanlarını askeri disiplinle yöneten Slowik, davetlilere karşı olan davranışlarında kibarlık ve resmiyetten vazgeçmiyor ama kısa sürede öyle şeyler yapmaya başlıyor ki yemek çığırından çıkıyor. Özgün hikâyesi ve sağlam alt metinleriyle akıllarda kalmaya aday ‘The Menu’ delilik, öfke ve isyanın kesiştiği bir gerilim komedi örneği.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ