Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Unutulmaz yol filmleri
        1

        BİR GECEDE OLDU (1934)
        (It Happened One Night)

        İstemediği evlilikten kaçan şımarık zengin kızıyla (Claudette Colbert) haber peşinde koşan işsiz muhabirin (Clark Gable) yolculuk öyküsü, bugün birçok sinema tarihçisi tarafından “romantik komedi türünün öncüsü” olarak kabul ediliyor. Çatışma ve zıtlaşmadan doğan durum komedisinin romantik aşk hikâyesine zemin hazırlaması tam da bu filmle başladı. Capra gibi büyük bir ustanın elinden çıkan “Bir Gecede Oldu”, bugün en az kendisi kadar ünlü sahneleriyle de hatırlanıyor. Claudette Colbert'in eteğini sıyırarak otostop yapması ve çiftin geceyi geçirdikleri yerlerde aralarına perde çekmeleri, daha sonra belki de yüzlerce filmde kullanıldı. Aradan geçen onca seneye rağmen hâlâ aynı ilgiyle seyredilen bir film.

        2

        EASY RIDER (1969)

        Bir yol filmi klasiği olmasının yanı sıra 1968 ruhunu ve onun “derin Amerika'daki” yansımalarını en iyi anlatan filmlerden biri olarak kabul edilir. İki genç hippi, Güney California'da sattıkları esrardan kazandıkları parayla motorsikletleriyle yola çıkarlar... Kıyıdaki şehirlerden uzaklaşıp kıtanın içlerine doğru yol aldıkça bağnazlık ve tutuculuğun giderek daha da arttığını görürler. Gittikleri yerlerde özgür ruhlu insanlarla da tanışırlar ama çoğunluk, hippilere ve 1968 ruhuna karşı öfke doludur... 1960'ların ünlü oyuncularından Dennis Hopper, yazıp yönettiği bu ilk filmde başrolü Peter Fonda ile paylaşıyor...

        3

        DUEL (1971)

        Satış uzmanı David (Dennis Weaver), otomobiliyle çıktığı iş yolculuğu sırasında ıssız çöl yolunda önüne çıkan tankeri sollar. Onun için sıradan bir sollamadır bu… Ama arkasındaki kamyon sürücüsü için öyle değildir. David, karşısına canı sıkılan ve oyun isteyen birinin çıktığını düşünür önce ama bir süre sonra işin rengi değişir; aralarındaki kaçıp kovalamaca bir ölüm kalım oyununa dönüşür. Richard Matheson’un kendi kısa öyküsünden senaryo haline getirdiği ‘Duel’, Steven Spielberg tarafından bir televizyon filmi olarak çekilir. Ama ulaştığı başarı üzerine ek çekimlerle 90 dakikalık bir sinema filmine dönüştürülür ve ABD dışında birçok ülkede gösterime girer. Sayısız filme esin veren ve popüler kültürde derin iz bırakan ‘Duel’ bugün bir klasik olarak kabul ediliyor.

        4

        ZAMANIN AKIŞINDA (1976)
        (Im Lauf der Zeit – Kings of Road)

        Evliliği sona eren mutsuz bir adam (Hanns Zischler), taşradaki sinema salonlarını dolaşan bir projeksiyon makinesi tamircisine (Rüdiger Vogler) eşlik eder. İki adam çok konuşmadan ağırlıklı olarak Batı ve Doğu Almanya’yı ayıran sınır bölgesinde yolculuk eder; çevrelerini ve birbirlerini gözlemlerler. Bu arada biz de onların gerçek sorunlarının ne olduğunu düşünürüz. Hüzünlü bir atmosferde geçen, hem kadınlarla ne yapacağını hem de onlarsız mutlu olmayı bilmeyen erkekler üzerine, Alman yönetmen Wim Wenders’in imzasını taşıyan 175 dakikalık siyah beyaz bir klasik…

        5

        ÇILGIN (1977)
        (Smokey and the Bandit)

        1970'li yılların en popüler Amerikan filmlerinden biri... İki devam filminin yanı sıra öyküsü ve tarzıyla daha sonra birçok başka filme de esin kaynağı oldu. Çılgın ve matrak bir kaçıp kovalamaca hikâyesiyle romantik komediyi birleştiren filmde, Reynolds Güneyli kamyon şoförü Bandit'i canlandırır. O ve arkadaşı Cledus, bir kamyon dolusu birayı en kısa sürede teslim etmek üzere yola çıkarlar. Yolda, düğünden kaçan bir gelini (Sally Field) de yanlarına alırlar. Ancak damadın babası bir şeriftir ve kaçak gelinini yakalamaya kararlıdır. Takip sahneleriyle öne çıkan, Hal Needham’ın yönettiği bir aksiyon ve yol filmi.

        6

        PARIS, TEXAS (1984)

        Yalnız erkeklerin hikâyesini anlatmakta üstüne olmayan Alman yönetmen Wim Wenders bu kez Orta Amerika'nın düzlüklerinde elinde su bidonuyla dolaşan, sessiz ve yorgun Travis Henderson’ın (Harry Dean Stanton) peşine düşüyor ve onun aracılığıyla bize Amerika'ya özgü, hüzünlü bir parçalanmış aile hikâyesi anlatıyor. Travis, kardeşi Walt ile başladığı yolculuğun ardından küçük oğluyla buluşur ve eşi Jane’i (Nastassia Kinski) arar. Onunkisi yıkılmış hayalleri yeniden toparlamaya yönelik bir yolculuktur. Bir Avrupalının Amerika'da çekebileceği en güzel yol filmlerinden biri.

        7

        UÇAKLAR, TRENLER VE OTOMOBİLLER (1987)
        (Planes, Trains and Automobiles)

        New York’taki iş toplantısı uzayan yönetici Neal Page’in (Steve Martin) tek hedefi, Şükran Günü Yemeği için Chicago’daki evine yetişmek, eşi, çocukları ve ailesiyle olmaktır. Ne var ki, taksi bulmak için çıktığı caddede başlayan terslikler bir türlü peşini bırakmaz. Kar fırtınası nedeniyle uçuşlar ertelenince onun için her şey daha da zorlaşır. Bütün bu süreçte, perde halkaları satan pazarlamacı Del Griffith (John Candy) ile kaderi sürekli kesişir. Neal başlangıçta soğuk ve uzak davrandığı, bir an önce kurtulmak istediği Del Griffith ile yol arkadaşı olmak zorunda kalır. Normal koşullarda asla arkadaş olmayacak çok farklı iki insanı tersliklerle dolu bir yolculukta buluşturan ‘Planes, Trains and Automobiles’, iyi bir komedi olmasının yanı sıra aynı zamanda sağlam bir karakter dramı.

        8

        GECE YARISI AV (1988)
        (Midnight Run)

        George Gallo’nun harika senaryosundan yönetmen Martin Brest’in çektiği ‘Gece Yarısı Av’, sinemalarda iyi iş yapmasının yanı sıra 1990’lı yılların ilk yarısında video kulüplerinin kült filmlerinden biri olmuştu. Kefalet süresi dolmasına rağmen adalete teslim olmayan zanlıları yakalayıp getirmekle görevli olan ‘kelle avcısı’ Jack Walsh (Robert De Niro), mafyanın kara kutusu ‘Dük’ lakaplı muhasebeci Jonathan Mardukas’ı (Charles Grodin) yakalamayı başarır. Ama asıl zor olan onu New York’tan Los Angeles’a götürmektir. Üstelik peşinde mafya tetikçilerinin yanı sıra FBI ve başka ‘kelle avcıları’ da vardır. Son derece iyi yazılmış karakterleri ve akıcı öyküsüyle durum komedisini zirveye taşıyan harika bir yol filmi. Sadece De Niro ve Charles Grodin değil, bütün kadro çok başarılı.

        9

        YAĞMUR ADAM (1988)
        (Rain Man)

        1980’li yılların para ve kariyer düşkünü hırslı yuppie’lerinden biri olan Charlie Babbitt (Tom Cruise) yıllardır görmediği babasının, mirasının önemli bir bölümünü abisi Raymond’a (Dustin Hoffman) bıraktığını öğrendiğinde çok öfkelenir. O güne kadar varlığının farkında dahi olmadığı abisini görmek için bakım evine gittiğinde onun özel biri olduğunu öğrenir. Başlangıçta tek hedefi mirastan payını almaktır ama birlikte çıktığı yolculuk boyunca birçok şey keşfedecek, çocukluğunun Yağmur Adam’ıyla yeniden tanışacaktır. Her ikisi için de zor yolculuktur. Charlie, otistik Raymond'a nasıl ulaşması gerektiğini bilemez. Onunla iletişim kurmakta zorlanır. Raymond, dışarıdan bakıldığında sayılardan, hesaplamalardan oluşan kendi dünyasında yaşar. Charlie'ye karşı kayıtsız gibi görünür. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Kardeş sevgisi her ikisi için de çok önemlidir... 80’lerin en popüler ve duygusal filmlerinden biri olan “Yağmur Adam”, 8 dalda aday olduğu Oscar ödüllerini, en iyi film, yönetmen, senaryo ve erkek oyuncu dallarında kazanmıştı.

        10

        THELMA & LOUISE (1991)

        Eşinin maddi-manevi baskılarından bunalan ev kadını Thelma (Geena Davis) ile garson Louise (Susan Sarandon), her şeyi boşverip yola çıkarlar. Amaçları, birlikte özgürce vakit geçirmektir. Louise, Thelma’ya tecavüze yeltenen bir erkeği öldürür. Polisin ve sistemin onları asla anlamayacağını bilirler. Sonuçta, onları sorgulayacak olanlar da erkektir ve sistem, erkek egemenliği üzerine inşa edilmiştir. Tacizin, baskının, aşağılamanın hiç bitmediği bir dünyadan bıkmışlardır. İki kadının yolculuğu otorite karşıtı, feminist bir isyana dönüşür... Callie Khouri’nin senaryosundan çekilen film, eğlenceli olduğu kadar politik boyut da taşıyor. Ridley Scott’un yönettiği “Thelma ve Louise” kadın dostluğu öykülerine odaklanan Amerikan filmleri için öncü niteliğindeydi. Bugün de modern bir klasik olarak anılıyor.

        11

        MOTORSİKLET GÜNLÜKLERİ (2004)
        (The Motorcycle Diaries)

        Bütün dünyanın tanıdığı efsane Che Guevara’nın Marksist gerilla olmadan önce gençlik yıllarında çıktığı bir yolculuğun öyküsü… 23 yaşında bir tıp öğrencisi olan Ernesto, 1952 yılında fakülteden yakın arkadaşı Alberto Granada ile birlikte külüstür bir motorsikletle Güney Amerika turuna çıkar. İki gencin niyeti eğlenmek ve macera yaşamaktır ama yolculuk ilerledikçe Güney Amerika’daki adaletsizliklere, yoksulluğa ve sömürüye tanık olurlar. Her ikisi için de değişim kaçınılmazdır. Başrollerinde Gael Garcia Bernal ve Rodrigo de la Serna’nın oynadığı, Brezilyalı Walter Salles’in yönettiği film, Guevera’nın günküklerinden sinemaya uyarlandı.

        12

        ZOMBIELAND (2009)

        Deli dana hastalığı olarak başlayıp ABD’yi zombiler ülkesi haline getiren salgından enfekte olmadan kurtulanlardan biridir kolej öğrencisi Columbus (Jesse Eisenberg)… Yüksek paranoyası ve zekâsıyla hayatta kalan Columbus’un yolu, yegâne amacı çörek yemek olan sert erkek Tallahassee (Woody Harrelson) ile kesişir. Zıt karakterli bu ikiliye daha sonra Emma Stone ile Abigail Breslin’in oynadığı iki kız kardeş katılır. Hedefleri zombilerin olmadığı huzurlu bir yuva bulmaktır. Bu yolculuk öyküsünde kara mizah kadar duygusallığa da yer var. Ama tüm bunlar filmin şiddet dozunun düşük olduğu anlamına gelmemeli. Rhett Reese ve Paul Wernick’in yazdığı, Ruben Fleischer’in yönettiği ‘Zombieland’, ABD’de en çok seyirci toplayan zombi filmlerinden biri oldu.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ