Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar istanbulun sesleri, Emily FELDMAN, istanbul gürültüsü, Moda’dan Mecidiyeköy’e şehrin frekansları

        Emily FELDMAN /HT PAZAR

        Dünyanın başka hiçbir yerinde İstanbul’da olduğu gibi kedi ve kuş çığlıkları duyamazsınız. Kentte duymaktan kaçamayacağınız birçok gürültü garip bir şekilde kulağa hoş geliyor. İstanbul’un sesini sadece benim hoş bulmadığımı destekleyecek bir araştırma da var; ama inşaat ve trafik gürültüsü hariç

        Erkek arkadaşım, İstanbul’daki dairemize taşındığımızda şehrin çok gürültü olmasından yakınarak duvarları halı kaplatmayı önerdi. Bu korkunç fikir tüylerimi diken diken etmişti. O ise şehrin hırçın gürültüsünü kontrol altına almadıkça burada yaşayamayacağımız konusunda kararlıydı. Hatta bir seferinde bana gözlerimi kapatıp sadece dinlememi söyledi; duvarları baştan başa halı kaplatmanın o kadar da delice bir şey olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu: Üst kattan gelen topuk tıkırtısı, boğuk konuşmalar, öksürüp aksırmalar ve komşumuzun gitarıyla beceriksizce tıngırdattığı bir Beatles şarkısından tutun da dışarıdan gelen helikopter seslerine, geveze kuşlara ve duvarlarımıza dalga dalga vuran motosiklet vızırtılarına kadar işitmediğim ses kalmadı.

        İSTANBUL’DA SESLER DAHA EVCİL

        Ama bunlar sadece şehrin sesleriydi, duvarlarımızı halıyla kaplatmak gibi çılgınca bir fikir için yeterli bahane de sayılmazdı. Erkek arkadaşıma, “Kentte rahatsız edici ses otoritesi olabilecek biri varsa o benim” diyerek karşı çıktım. Zira çok kısa bir süre önce New York’tan taşındım. Ve oradaki gürültüden hakkıyla bahsedebilsem, bu yazıyı okuyanların okuduklarını anlaması bile mümkün olmazdı... Metrodan özellikle iğrendiğimi söyleyebilirim. Tren geçerken rayları o kadar zangırdatırdı ki yaşadığım iki apartman dairesi de dahil bütün sokak sallanırdı. Metro istasyonundaysa bu korkunç ses tünellerden kartopu gibi büyüyerek gelirdi. Bir karikatürist bu sesin şiddetini anlatmak istese, herhalde yaklaşan trenin ses dalgalarıyla istasyonda bekleyenlerin teker teker öldüğü bir sahne çizerdi. Gerçi dışarıda da durum pek farklı değildi; metronun sesi araba kornalarına, homurdanan kamyonlara, dumanı tüten mazgal fonunda ta ta ta çalışan matkaplara ve kimsenin dinlemekten hoşnut olmayacağı ses sistemlerine karışarak arka fonda bir kakofoni oluşturmaya devam ediyordu. Bununla karşılaştırıldığında, İstanbul’un sesleri tam bir cümbüş. Tabii ki gürültü var, hatta hoş olmayan sesler de... Fakat New York’a göre İstanbul’daki seslerin daha evcilleşmiş ve yumuşak bir tarafı olduğu aşikâr. Bunun sebebi, şehirlerin nasıl kurulduğuyla çok alakalı. Mesela Manhattan’ın büyük bir bölümü birbiriyle kesişen sokaklar üzerine kurulu. Aslında her sokak aynı zamanda işlek bir cadde. İşleri daha da kötüleştiren ise caddelerin üzerinde sıra sıra gökdelenlerin dikilmesi. Bu gökdelenler şehrin içinde adeta devasa surlar oluşturarak bütün sesleri şehrin içine hapsediyor. İstanbul’un merkezindeyse binalar daha alçak, bol bol da ara sokak var. Aslında tarihi dokudan dolayı döne kıvrıla ilerleyen sayısız küçük sokak ve merdiven de trafiğin gürültüsüne karşı bir kalkan işlevi görüyor.

        DELİKANLI KARGALAR

        İnşaat gürültüsü dışında, İstanbul’da kaçamayacağınız birçok ses garip bir şekilde hoş, en azından pozitif olarak nitelendirilebilir. Dünyanın başka hiçbir yerinde İstanbul’da olduğu gibi kedi ve kuş çığlıkları duymadım. Hatta bir gün, arkadaşlarından birini avlamaya çalışmış bir kediyle “delikanlı” kargalar arasında gürültülü bir kavgaya bile şahit oldum. Ancak bir belgesel kanalında izlenecek türden bir olayı şehrin tam ortasında görmek büyüleyiciydi. Şu ya da bu biçimde her gün hayvanların seslerini duymak, insan yapımı bir şehirde insan yapımı binalara gitmek için kullandığımız insan yapımı araçların ve bilgisayarların dışında da bir dünya olduğunu hatırlatıyor insana. Bazen hayvanların sesleri o kadar gülünç oluyor ki, bana daha büyük bir dünyanın varlığını unutturan sorumluluklardan ve son teslim tarihlerinden silkelenerek kendime gelmemi sağlıyor. Boğaz’daki vapurların sesleri de aynı duyguyu uyandırıyor bende. Dünyanın her yerinde olduğu gibi İstanbul’un dik binalarla kaplı kıyılarında yankılanan vapur sesleri de, yaşadığımız stres ve karmaşadan insanı alan romantik bir tat veriyor. Sokak satıcılarının haykırışları, pencerelerden içeri dolan sesler ve sokakta oynayan çocuk cıvıltılarının yanı sıra bütün insan sesleri bize türdeşlerimiz arasında yaşadığımızı hatırlatıyor.

        TÜRKLER SESSİZ

        Bağırış çağırış normalde can sıkıcı olabilir. Ama ben İstanbul’da insan seslerinden nadiren rahatsız olduğumu fark ettim. Galiba sebebini de biliyorum: Türkler insan içine çıktığında diğer milletlere nazaran pek geveze değiller. Bunu özellikle uçaklarda ve toplu taşım araçlarında anladım. ABD’de ve Karayipler’de, yolcular özellikle de zor bir inişten sonra alkış tutar. Türkiye’de midemi alt üst eden bazı zor uçuşlar yaşadım; fakat sağ salim indikten sonra herhangi bir kutlama veya sevinç çığlığı atanını duymadım. (Gerçi editörüm, “Biz sarsmadan inmeyi başarınca alkışlarız” diye müdahale etti ama itirazım var. Zor havada iniş takdiri daha fazla hak etmez mi?) Aynı zamanda, toplu ulaşım araçlarında Amerika’da bulaşıcı bir hastalık haline gelmiş kaba davranışlara da burada rastlamadım. Genellikle yeni yetmeler ya otobüste ve trende herkese duyurmaya çalışırcasına müziği sonuna kadar açar ya da video oyunlarını en üst perdeden sesle oynarlar. Kimse korkudan bir şey diyemediği için de meydan başkalarının rahatını bozmaya hazır ergen çetelere veya onların yetişkin versiyonlarına kalır. Feribotlarda ve sokaklarda akordeon tınıları, metroda gitar ve saz çalanlar, arabalardan dışarı taşan hasret dolu şarkılar ve daha bin bir çeşit ses, hoş hatta melankolik bir film müziği gibi... Uzun lafın kısası, şikâyet etmeyin ey İstanbullular beterin beteri de var.

        Moda’dan Mecidiyeköy’e şehrin frekansları

        İstanbul’un kadim seslerini sadece ben hoş bulmuyorum. Mesela Jean-Jacques Rousseau, insan sesi frekansına benzeyen seslerin pozitif olarak algılandığıyla ilgili bir teori geliştirmiş. Teoriye göre, müzik ve doğadaki sesler gibi insan seslerinin frekansı da sevdiğimiz sesler kategorisine giriyor. Ne çok düzenli ne de çok mekanik... Ne çeşmeden damlayan suyun sesi gibi sinir bozucu ne de beklenmedik sert bir fırtına gibi rahatsız edici.

        İtalyan mimar Danile Volante de Rousseau’nun teorisinden yola çıkarak İstanbul’daki sesler üzerine kapsamlı bir araştırma yaptı. Araştırmasında ses frekanslarını ölçerek çarpık kentleşme üzerinde çalıştı. İstanbul’da sekiz bölgeye odaklanan mimar, Moda gibi doğa seslerinin trafik ve inşaat gürültüsünde boğulmadığı bölgelerde daha hoş frekanslar üretildiği sonucuna vardı.

        Ancak Volante, Mecidiyeköy’ün bitmek tükenmek bilmeyen trafiği nedeniyle en kötü ses frekansına sahip olduğunu, hatta çalışmaları sırasında bu yüzden şiddetli baş ağrıları yaşadığını söylüyor. Eyüp gibi değişim halindeki mahalleler de matkap ve araç seslerinden doğa ve insan seslerini kaybetmekte. Volante, İstanbul’un Tarihi Yarımada’sı başta olmak üzere “tarihi frekanslarının” çarpık kentleşmenin getirdiği yapay seslere kurban gitmesinden endişeli.

        Kentte trafiğin yoğun olduğu saatlerde ana yollardaki sesler ve inşaat gürültüleri; sadece kenar mahallelerde değil şehir içinde de insanların konuşmaları, müzik ve doğanın yerini almaya başlıyor. “İstanbul’da sessizliğe ulaşabileceğiniz bir yer bulmak gittikçe zorlaşıyor” diyor Volante. O, şehirlerin kocaman birer Mecidiyeköy’e dönüşmeden büyüyebileceği kanısında. Alçak binalarla boş alanların buna yardımcı olabileceğini ekliyor.

        Neyse ki Cihangir civarında, yani Volante’nin de onayladığı üzere şehrin daha sessiz bir bölgesinde oturuyorum. Bu yüzden şimdilik duvarları halıyla kaplatmak için hiçbir neden yokmuş gibi görünüyor. Erkek arkadaşımla orta yol bulduk ve bir ses sistemi aldık. Böylelikle, öksürük nöbeti gibi “negatif sesler”den, komşularımızın “pozitif sesler” olarak algılayacağını umduğumuz müzikle kurtulabileceğimizi düşünüyoruz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ