Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem TBMM'nin açılışının 100. yılında 23 Nisan

        MUHARREM SARIKAYA

        Demokrasinin 100 yıllık yolculuğu

        Türkiye'de hep demokrasi ve egemenlik ile özdeş kılındı.

        O nedenledir ki başkan ve hatip kürsüsünün tam arkasına düşen duvarda, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” söylemi yer alır.

        Türkiye’de belki de coğrafyanın da dil etkisiyle Meclis diye anılır, parlamento ismi pek kullanılmaz.

        Oysa parlamento, İtalyanca konuşmak anlamına gelen “parlare” eyleminden türetilen “konuşulan yer” demektir.

        İngiltere’de krallar yeni vergi koymadan önce oranını belirlemek için halktan temsilcilerini, yani mebuslarını seçmesini ister, onlarla müzakere ettikten sonra görevlerine son verirmiş.

        Bir yıl içinde 3-4 kez mebus seçimine tanıklık edildiği olurmuş.

        Zamanla seçilenler kalıcı hale gelmiş, 13. yüzyıldan itibaren kıta Avrupasına yayılıp bugünlere kadar uzamış.

        Bu cepheden bakıldığında Türkiye Büyük Millet Meclisi için genç denilebilir.

        Ancak Anayasacılık hareketi olarak ele alındığında da yüzyıllık geçmişi ile Batı'nın birkaç yıl gerisinde olduğunu görürüz.

         23 Nisan'da çocuklar için her şey HT Çocuk sayfasında
        23 Nisan'da çocuklar için her şey HT Çocuk sayfasında Haberi Görüntüle

        DÖRT DÖNEMİ

        Meclisi dönemleri açısından ele alırsak, ilk dönemi topluluktan ulusa geçişi sağladığı milletleşme veya uluslaşma sürecidir.

        İkinci dönemi devletleşmedir.

        Bir sonraki adımı yapılanma veya kurumsallaşmadır.

        Sonrasında demokrasinin tüm kurum ve kurallarının oturtulduğu parlamenter demokratik dönemi gelir.

        DEMOKRASİYLE ÖZDEŞ

        Tüm dünyada olduğu gibi parlamentoların işlevleri de uyguladığı demokrasinin yöntemiyle belirlenir…

        Peki, bugün gelinen noktada Türkiye Büyük Millet Meclisi için nasıl bir tanım yapılabilir?

        Hebermas’tan yola çıkarak liberal demokrasi, cumhuriyetçi demokrasi ve müzakereci demokrasiler üzerinden mi tanım geliştirmeliyiz?

        Yoksa Joseph Alois Schumpeter’den feyz alıp, “prosedürel demokrasiyi” mi tartışmalıyız?

        Aslında MHP dışı muhalefet ikincisinin üzerinde duruyor, yani her şeyin prosedürünün yerine getirildiği ancak bir şey ifade etmediği kanısını her adımda işliyor.

        Yıllarını parlamento muhabirliğine vermiş biri olarak şunu belirteyim ki TBMM’yi var olan bir kurama oturtmak zor.

        Çünkü iktidar açısından bakıldığında sonuçta parlamento desteği eksik kalan hükümet...

        Bu özelliği TBMM’nin prosedürel olduğu iddiasını ortadan kaldırıyor.

        Hükümete kendisini ciddiye alması gerektiğini anımsatıyor.

        Hükümetin yakın zamanda çıkarmak istediği bazı kanunlardan destek bulamadığı için vazgeçtiğini hatırlamak yeterli.

        Müzakereci de diyemeyiz, çünkü son infaz düzenlemesinde de görüldüğü gibi herhangi bir müzakereye de ihtiyaç duymadı.

        Parlamenter demokrasi dememiz de mümkün değil; başkanlık sistemi uygulanıyor.

        BAHÇELİ’NİN DURUŞU

        Buradan yola çıkıldığında statükosu azaltılmış parlamentoya dayalı başkanlık sistemi diyebiliriz.

        Zaten adı da cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi…

        Cumhur İttifakı kapsamında AK Parti'nin Meclis'teki sayısal eksiğini tamamlayan MHP'nin tavrı birçok konuda belirleyici oluyor...

        Son infaz düzenlemesi bir yana, son günlerde TBMM’nin kuruluşunun 100. yılında düzenlenecek oturuma liderlerin katılımı konusunda yaşanan tartışmaya bakmak da yeterli.

        AK Partili TBMM Başkanı Şentop, koronavirüs riskini dikkate alarak liderlerin gelmediği, az katılımlı bir tören önerirken, MHP’nin de içinde yer aldığı muhalefet tam tersi tutum belirledi.

        MHP lideri Bahçeli bir adım daha atıp, “sağlık durumu elveren tüm milletvekillerinin bugünkü törene katılmasını” istedi.

        Muhalefetin diğer kesiminden gelen çağrılar da bu yöndeydi.

        Şurası açık ki muhalefet hep birlikte siyasal süreçlerin tüm kontrolünü hükümette bırakmayıp, parlamenter sistemin denetleyici işlerliğini dinamik tutmaya çalışıyor.

        DİNAMİZMİ SAĞLAM VE GÜÇLÜ

        Şurası açık ki 100. yılında TBMM’nin belki algıdaki etkisi azalmış olabilir ama hâlâ dinamizmini sağlam tutuyor.

        O nedenledir ki kararlarını aldığı, konuları müzakere edip sonuçlandırdığı Genel Kurul salonunda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazısı yerinde duruyor…

        İki kez gazi olmuş Meclis’in gücü de buradan geliyor…

        Geleceği de kuruluşunun armağan edildiği çocukların ellerinde duruyor…

        O çocukların muhteşem bir şarkısının linkini de aşağıya bırakıyorum…

        23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu olsun…

        Nice 100 yıllara...

        PROF. DR. KÜRŞAD ZORLU

        23 nisan bu yüzden özel...

        Bugün sıradan bir Nisan günü değil.

        23 Nisan…

        Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bir bayram ve 100 yıl sonra bir kez daha anlamaya çalıştığımız eşsiz bir mücadele ruhu…

        Ve bir egemenlik devrinden söz ediyoruz.

        Peki nasıl oluyor da egemenlik ya da hakimiyetin devri, çocukların bayramıyla buluşuyor.

        İşte bu bayramı farklı kılan en önemli özellik de budur. Yeni nesillerin ülkesine ve milletine karşı sorumluluklarını anlaması bakımından hayati bir önem taşımaktadır. Ben de bunu her fırsatta yazmayı, söylemeyi çok önemsiyorum.

        Daha da netleştirmek için egemenlik kavramının tarihsel gelişimine kısaca değinelim. İlk çağlardan itibaren iktidarın ya da onun kaynağının nereye dayandığı sorusu belirli bir değişim halinde cevap bulmuştur. Önce iktidarın Tanrıdan, gökyüzünden, kutsal bir haktan kaynaklandığına inanılmıştır. Eskiden Mısır’da Tanrı-Krallar vardı. Hükümdarın bir anlamda yeryüzü Tanrısı olduğuna inanılırdı. Sonra Tanrının kendisi değil onun oğlu olduğuna inanılmaya başlandı. Bir dönem Çin’de imparatora “göklerin oğlu” deniliyordu. Göktürkler döneminde de hükümdarın ya da kağanın Tanrı’dan kut alması gerektiğine inanılırdı. Gerçi o dönem “kurultay” adlı, meclis benzeri bir yapının varlığı Türk milletinin kendine özgü yönetim tarzına da bir işaretti.

        Orta Çağ’a gelindiğinde özellikle batıda kiliseler öne çıkar ve iktidarın kaynağının ilahi olduğu vurgulanır. Mutlak monarşiler bu dönemde kendisini hissettirir. Osmanlı’da da padişah “Allah’ın yeryüzündeki efendisidir.” Elbette Osmanlı’nın yönetim tarzının bilhassa 17. yüzyıla kadar batıdan çok daha üstün yanları vardır.

        18. yüzyılın sonlarına doğru bu dayanak zayıflamaya ve iktidarın meşruluk kaynağı yeryüzünde ve toplumun kendisinde aranmaya başlanır. Milli Egemenlik ve Halk Egemenliği teorileri de bu süreçte ortaya çıkar.

        Buna göre egemenliğin sahibi değişme eğilimindedir. Kralın ya da hükümdarın başındaki taç, artık milletin başına oturtulmaktadır. Günümüzde demokrasiyle idare edildiğini iddia eden yönetim sistemlerinde devleti yönetenlerin gücünü aldığı yegane kaynak milletin kendisidir. Millet kendi kendisini yönetemeyeceği için de temsilcileri eliyle bunu gerçekleştirir. Buna da temsili demokrasi denir.

        VERDİĞİ GÖREV

        23 Nisan 1920’de Türk milletinin iradesini temsil eden Büyük Millet Meclisi’nin kurtuluş savaşının şanlı mücadelesinin ardından açıldığı ve Türk milletinin egemenliğini ilan ettiği tarihtir. Atatürk o gün hakkında şöyle demektedir: “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”

        Yani Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla şu gerçek vurgulanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler bundan böyle yetkisini/gücünü milletten ve onun iradesinden alacak ve hiçbir iktidar bu iradeden üstün olamayacaktır. Bunun bir neticesi olarak “demokrasi”, “halkın kendisini yönetenleri özgürce belirleyebilmesi”, “milli iradeye saygı”, “seçimler”, “sandık” gibi kavramlar Türk siyaset ve yönetim alanının gündemindedir.

        İşte bu önem çerçevesinde Atatürk, 1921'de bayram olarak kutlanmasına karar verdiği bugünü 1929 yılında çocuklara armağan etmiştir. Böylelikle milletin iradesine, demokrasiye ve bağımsızlığına sahip çıkma sorumluluğunu yeni nesillerin omuzlarına yüklemiştir.

        *

        CAN BAYTAK

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ