Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Benzerleşmenin dayanılmaz ağırlığı: Öteki nerede?

        Ötekiliğin Sonu mu Geliyor? Byung-Chul Han'ın “Ötekini Kovmak: Günümüzde Toplum, Algı ve İletişim” adlı kitabı, "öteki" kavramının anlamını ve toplumsal ilişkilerdeki yerini sorgulayıp küreselleşme sürecinin “ötekiliği” nasıl etkilediğini ele alıyor. Bu kitap, bireylerin ve toplumların ötekine nasıl yaklaştığını, üretim/tüketim ve sosyal ilişkileri nasıl dönüştürdüğünü anlatıyor.

        “ÖTEKİ”, “KENDİLİK” VE “AYNILIK”

        Han’a göre "öteki" kavramı; yabancı olanı, kişinin alışık olduğundan farklı olanı ve onun alışkanlıklarının ve anlayışlarının dışında kalan varlıkları, kişileri, fikirleri hatta kültürü anlatıyor.

        Kitap, “öteki”nin var olduğu zamanların sona erdiğini vurguluyor, bildiklerimizi tersine çeviriyor: “Bugün ötekinin negatifliği yerini aynının pozitifliğine bırakıyor. Aynının aşırı çoğalması, toplumsal gövdeyi etkileyen patolojik değişikliklere neden oluyor. Bünyeyi hasta eden şey, mahrumiyet ve yasaklama değil, aşırı iletişim ve aşırı tüketim; bastırma ve olumsuzlama değil, he şeye izin verme ve her şeyi olumlamadır. Zamanımızın patolojik alameti bastırma değil, depresyondur. Yıkıcı baskı ötekiden değil, içten gelir.”

        Düşünürün, “Yıkıcı baskı ötekiden değil, içten gelir” söylemini “otantikliğin baskısı” ifadesiyle anlamamız mümkün. Ona göre otantiklik, “benliğin” neoliberal üretim biçimi. Herkes kendi üreticisine dönüşüyor, kendini üreterek performe ediyor. Kendini sürekli ötekilerle kıyaslıyor. Bu kıyaslama mantığı ise başkalığı “aynı”lığa dönüştürüyor: “İçsel baskı olarak depresyon, kendine yönelik saldırganlık sergileyen özellikler geliştirir. Depresif başarı/performans öznesi adeta kendilik tarafından yıpratılır veya bunaltılır. Yıkıcı olan yalnızca ötekinin şiddeti değildir. Ötekinin kovuluşu tamamen farklı bir yıkım sürecini harekete geçirir, öz-yıkım.”

        “Kendi-olmak sadece özgür-olmak demek değildir. Kendilik aynı zamanda sorumluluk ve yüktür. Kendilik, kendi-ile-yüklü-olmak demektir” diyor Han… Kitap, ekonomik sistem eleştirisi üzerinden “kendi olma yorgunluğu”na değiniyor. Yükü azamileştirmenin nihai amacı, “üretkenliği azami kılmaktır” temasını işliyor: “Depresyon bu modern kendilik ontolojisinin patojenik bir gelişimi olarak anlaşılabilir.”

        “Bugün Herkes’i niteleyen ‘her biri diğeri gibi’ şeklindeki tek biçimlilik geçerli değil. Bu tek biçimlilik yerini, görüş ve seçeneklerin çeşitliliğine bırakmıştır. Çeşitlilik yalnızca sistemle uyumlu farklılıklara izin verir. Tüketilebilir hale getirilmiş bir ötekiliği temsil eder.” diyor Han: “Çeşitlilik ve seçim, gerçekte var olmayan bir ötekilik yanılsaması yaratır.”

        GÜNÜMÜZÜN KAYGISI

        Han, günümüzün kaygısını diğer kaygılardan ayırıyor. Günümüzün kaygısı farklı nedenlere dayanıyor. Günümüzün öznesi, başarısız olma kaygısı, geride bırakılma kaygısı, bir hata yapma ve yanlış karar verme kaygısı, beklentileri karşılayamama kaygısı gibi yaygın kaygılarla karşı karşıya kalıyor.

        Oysaki “kaygı” kavramı filozof Heidegger ve birçok filozof için varoluşsal bir temele sahip. Bu “kaygı”, insanın kendi özgürlüğünü ve varoluşsal imkanlarını anlamasını sağlıyor. Geçiciliğini fark etmesine, sonlu-varlık olduğunu anlamaya başlamasına yardımcı oluyor. Deneyimlenen ise “hiçliğin” kendisi oluyor. “Olumsuzluk, hiçliğin uçurumsuluğu bugün bize yabancıdır, çünkü bir mağaza olarak dünya, var olanlarla tıka basa doludur.” diyor Han…

        REKLAM

        YABANCILAŞMA VE DENEYİMSİZLİK

        Han, “Bugün post- Marksist bir zamanda yaşıyoruz. Neoliberal rejimde sömürü artık yabancılaşma ve kendi gerçekleşmesinin/edimselleşmesinin yitimi olarak değil, aksine özgürlük, kendini gerçekleştirme ve kendini optimize etme olarak vuku bulur.” diyor. Düşünüre göre bu olgu bir özgürlük yanılsaması olarak karşımızda duruyor. Artık emek ilişkilerindeki yabancılaşmadan bahsedemiyoruz. Kendini gerçekleştirme sürecinin bir tahakkümünden söz edebiliyoruz. “Aşırılık” ve “hız” egemen. Adorno’nun dediği gibi “Sadece abartılan gerçektir.”

        Yazar sadece ekonomi eleştirisi üzerinden “yabancılaşma” nosyonunu açıklamaya çalışmıyor. Sosyal ilişkilerde hoşnutsuzluk krizi ve bize sunulana sorgulamadan uyum gösterme psikolojisinin de etkilerini mercek altına alıyor.

        “İnsanların narsist yalnızlaşması, ötekinin araçsallaştırılması ve topyekun rekabet, hoşnutluk iklimini yok eder” diyor Han: “Bugün, yeni bir yabancılaşma biçimi ortaya çıkmaktadır. Artık söz konusu olan dünyaya ya da emeğe yabancılaşma değil, yıkıcı bir kendine-yabancılaşma yani kendi kendinden yabancılaşmadır.”

        Düşünüre göre yabancılaşma ve aynılaşma kavramları aynı anlamda olmasa da karşılıklı olarak birbirlerini besler nitelikte. Han, toplumların homojen oluşunu dijital araçlara, iletişimsizliğe ve benzerlerimizi aramak için çaba harcamamıza bağlıyor. Ona göre insan hiçbir deneyim yaşamdan her yere seyahat edebiliyor. Bir şeyi kavramadan her ey hakkında malumat edinebilir. Bilgiye erişmeden enformasyon ve veri biriktirebiliyor. İnternette arkadaş ve takipçi topluyor ama bir başkasıyla karşılaşmıyor. Serüven peşinde koşabiliyor ama “aynı”nın içinde kalıyor. Ona göre bu durum aynı zamanda bizi duyarsızlaştırıyor. İletişimsizlik ve dijitalin gürültüsünden ötekinin sesini duyamaz hale geliyoruz.

        “Dijital araçlarla herkesin birbirine bağlanması ve iletişime geçmesi başkalarıyla yüz yüze karşılaştırmayı kolaylaştırmaz. Aksine, yabancıları ve başkaları geçip, onun yerine aynı ve benzer düşünen insanları bulmaya hizmet eder ve deneyim ufkumuzun daha da daralmasına sebep olur.”

        Kitap bu düşünceler ekseninde ötekiyle olan ilişkileri; panoptikon (gözetim altında tutma), banoptikon (dışlama yoluyla denetleme), korku toplumu, nefret toplumu, küresel aynılık sistemi, “Like kültürü”, “Like topluluğu” gibi kavramlar aracılığıyla detaylı bir şekilde anlatıyor.

        DİNLEMENİN ERDEMİ

        Peki Han ne öneriyor? Dinlemeyi… Ona göre “dinlemek” edilgen bir eylem değil, ötekini, “öteki”liğinde onaylamaya kulak vermek. Çünkü ötekini konuşmaya davet ediyor, onu “ötekiliğine” ve “başkalığına” bırakıyor. Öteki özgürce konuşuyor. Han bu durumda dinlemeyi “şifa dağıtıcı” olarak adlandırıyor.

        “Dinleme sanatı, bir nefes alma sanatı olarak gerçekleşir. Ötekinin misafirperver kabul edilişi, ötekini özümseyen, ancak onu misafir eden ve koruyan bir nefes almadır. Dinleyici kendini boşaltır. Hiç kims olur. Bu boşluğu nezaketini meydana getirir.” diyor Han…

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ