Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Politika Cumhurbaşkanlığı Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum: Türkiye'de ortak paydamız yurtsever demokrasi olmalı

        Cumhurbaşkanlığı Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum, Habertürk'te Eren Eğilmez'in sorularını yanıtladı. Uçum, Türkiye'nin dünyada etkili bir aktör olması gerektiğini vurgulayarak şöyle konuştu:

        Bizim toplumsal davranış kültürü olarak Türkiye'yi, kendimizi koruma meselesinde yurtseverlik ortak paydasında biraraya gelmemiz gerekiyor. Dünya iletişim, ekonomi açısından bütünleşiyor. Ülkeler kendi içinde kendi koruma refleksiyle hareket etmeye çalışıyor. ABD uluslararası toplumun bütün zeminlerinden çekilmiş gibi. ABD çıkarına ise bu ilişkiyi sürdüreceğim dedi. Niye bu gelişmeler oluyor? Niye İngiltere Brexit yapıyor? Küresel dünyada etkili olabilmenin yolu kendi devletini çok güçlü kılmaktan geçiyor. Ne kadar güçlü olursan hem bölgede hem küresel seviyede başat aktör olma imkanın artıyor. Yerel ile evrensel çatışabilir ama evrenselin ne olduğuna bağlı. Evrensel tanımında bir anlaşalım. Yerelden bağımsız evrensel yoktur. Kendinden evrensel diye bir alan yoktur. Dünyada evrensel dediğimiz ağırlıklı olarak Batıcıdır. Çin'de evrensel çatışma dediğimizde Çin'le Batıcı değerlerle çatışmadan bahsediyoruz. Başka bir evrensel gelişebilir. Bizim önce genel kabul olan evrensel meselesini bir kenara koyup, insanlığın yeni bir evrensel tanımına ihtiyacı olduğunu tanımını yapmamız lazım. Evrensellik referansı da krizdedir.

        "SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZIN DİKKAT ÇEKTİĞİ HUSUS"

        Uçum'un konuşmalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

        Zaman zaman Cumhurbaşkanımız gerek Türkiye ve gerekse dünyanın geleceği nokta için zaman zaman vizyoner düşüncelerini ortaya koyar. Türkiye 21. yüzyılda misyoner bir devlet olmayı da önüne koydu. Bir devlet aklıyla dünyaya bakmak, büyük devlet iddiasıyla dünyaya bakmak çok başka bir şey. Sayın Cumhurbaşkanımızın 'dünyanın yeniden radikal yapılanması' dediğinde bu yapılanma bizim teslim olacağımız değil tam tersine teşhisi bizim yaptığımız radikal yapılanmadan bahsediyoruz. 1917 devrimiyle birlikte egemenliği ve hükümranlığa karşı bir itiraz var ama onun ürettiği bir otoriter sistem var. Her ne kadar iki kutuplu dünyadan söz edilse de halen Batı merkezli bir dünya var. Bu aynı zamanda ekonomik, ideolojik, kültürel ve değer sistematiğine ilişkin bir tanımdır. Meseleyi uluslararası egemenlik sonra küresel boyutta egemenlik bir savaş üzerinden ele alıyorum. Klasik sömürgecilik Batı'nın kendi ihtiyaçlarını karşılamasıyla coğrafyaları işgal etme hem insan hem de doğal kaynaklarını kullanma üzerine ortaya çıktı.

        REKLAM

        "TÜRKİYE, ÇİN VE RUSYA BAŞKA DİNAMİKLER ÜRETİYOR"

        Ondan sonra yeni sömürgecilik gelişti. Kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi, uluslararası sermayenin finans üzerinden başka yöntemlerle, ekonomik, parasal süreçlerle başka ülkelerin değerlerini sömürmesine geçildi. Ondan sonra küresel sömürgecilik ortaya çıktı. Burası yine Batı. Çin, Türkiye'de klasik sömürgeciliğin bir parçası olamıyor, ekonomik olarak güçleniyor ama olamıyor. Teorik olarak kapitalizmin yasaları devam ettiği sürece, daha fazla kazanç elde etmek onları küresel sömürceliğe itebilir. Dominat olan küresel sömürgeci olan Batı'dır. Savaştan beslenen Batı'dır. Batı küresel sömürgeciliği sürdürürken bir yandan ABD gibi kendi içini güçlendirmeye çalışan bir yandan siyasi pratik ortaya koyarken öte yandan İngiltere merkezinde olabilir, ABD kökenli olabilir finans sistemi bütün dünyayı kazanç elde edeceği oyun alanına çevirmeye çalışıyor. Bunlara karşı direnen Rusya, Çin ve Türkiye başka dinamikler üretiyor. Geçmişte bizim farkında olmadan son 300 yıllık tarihte yaşanan büyük, köklü değişimlerin biz artık içindeyiz. Bunun teşhisini biz yapıyoruz. Dünya sadece reel gerçeklik üzerinden değil aynı zamanda iletişimin gücü, elektroniğin gücü, ulaşımın gücü, mobilizasyonun yüksek seviyelere ulaşması sebebiyle hem desanan, network güç odakları, alternatif güç alanları ve savaşları ortaya çıkıyor.

        "DEMOKRATİK BATI ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALARA DESTEK VERİYOR"

        Dünyanın yeniden yapılanması uluslararası devletler ilişkisinden tanımlayamazsınız. Artık birey toplum, birey dünyayı değiştirecek bir yeniden yapılanmadan söz ediyoruz. Bu bir nesnellik, mühendislik değil. Yeniden yapılanma süreci dünyanın yeniden bir yapılanma ihtiyacı var. Dünya aslında altüst oluyor. Rutin dışında bir dönemde. 1990'lı yıllardan sonra bir süre 'tarihin sonu' dendi, 'kapitalizm aşılamaz, liberalizm aşılamaz siyasal sistem' dendi ama olmadı. Dünyanın olağan olarak yaşadığı dönemler olağandışı dönemlere göre daha az. Şimdi bu olağandışı dönem dünyanın normalleşmesi olarak algılanıyor ve tuhaf bir tablo ortaya çıkıyor. Şimdi hiçbir şeyin gizlenmeden yapıldığı güç savaşları ortaya çıkıyor. Herkesin üzerinde mutabık kalabileceği tek bir değer kalmadı. Bu reel süreçler dünyada radikal bir yapılanma sürecini ortaya çıkıyor. Demokrasiye en fazla sahip çıkan Batı kendi çıkarına olduğu zaman antidemokratik uygulamalara destek veriyor. Örneğin Mısır. Örneğin Mursi'nin 20 dakika kıvranarak can vermesine tepkisizliği gibi. BM Güvenlik Konseyi'ne gidiyordun mahkum ediliyordu veya kınanıyordu, meşruiyeti tartışılıyordu. Artık bunların meşruiyeti sorgulanmıyor bile. Mesela seyahat özgürlüğü açısından Avrupa'nın yaptığına, mültecilerle ilgili yaptığına bakın. Trump'ın yaptığına bakın. Böyle bir süreçte açık güç savaşlarının yürütüldüğünü, hukukun, değerlerin, normların enstrümanlaştırıldığı, kendi çıkarına zarar veriyorsa kategorik olarak karşı çıkıldığı bir süreçten söz ediyoruz.

        REKLAM

        "ARTIK İKİ KUTUP ÜRETİLEMEZ! ÇİN BAŞKA TÜRKİYE BAŞKA BİR KUTUPTUR"

        Geçmişte çok az aktörün içinde olduğu ve belirleyici olmaya çalıştığı, mesela 20. yüzyılın başını düşünelim. 2. Dünya Savaşı'na baktığında dört beş aktörü geçmez. Şimdi yeniden yapılanma sürecinde aktör sayısı arttı. Çok aktörlü bir güç savaşları içerisindeyiz. Artık iki kutup üretilemez. Çin başka bir kutup, Rusya başka bir kutup, Türkiye başka kutup, Avrupa, ABD başka kutup. Latin Amerika'dan başka bir şey çıkacak, Afrika'dan başka bir şey çıkacak. Önümüzdeki 20 yıl aslında böyle bir şey. Artık iki, üç kutuplu dünya ekonomik ve siyasal sistem kurmak mümkün değil artık. Burada niye Türkiye merkezdir meselesine gelince. Küresel dünyanın merkezi klasik dünyadır. Avrupa, Asya ve Afrika'dan oluşan üçlü, eski dünyadır. Dünyanın yeni kıtalarına yayılmanın merkezi de burasıdır.

        "TÜRKİYE DÜNYADAKİ YENİDEN YAPILANMANIN MERKEZİNDE"

        REKLAM

        Dünyadaki herşeyle kendimiz arasında bağ kurmak sadece öznel bir durum değil. Bunun nesnelliği var. Anadolu dünyanın merkezi. Anadolu'dan çıkan fikriyata, müktesabata, değerlere, kültürel formuna bakın dünyayla Anadolu arasında bağ kurabilirsin. Medeniyetlerin neredeyse tamamen kökeni. Anadolu insanlığın köken coğrafyasıdır. Anadolu'da yaşayan toplum insanlığın bütün tarih bilincine de sahip. Tarihe karışmış medeniyetlerin bütün müktesabatı da bizde. Anadolu insanı İngiltere'ye bir başbakan seçilir onunla bir bağ kurabilir. Fransa'yla, Latin Amerika'yla, İspanya ile bağ kurabilir. Kökeninde bir nesnelliğinin olduğunu bilmek lazım. İnsanlığın kültür merkezi olarak Anadolu zaten dünyanın merkezidir. Küresel dünyanın coğrafi ve güç merkezlerine baktığında klasik dünyadır. Burada öne çıkan Avrupa'dır, İngiltere'dir sonra ABD katılmıştır. Klasik dünyanın merkezi Ortadoğu başat rolü oynamaktadır. Ortadoğu'nun yeniden yapılanması meselesi 21. yüzyılda radikal yapılanma sürecindeki merkez konumundaki coğrafyadır. Peki Ortadoğu'nun merkezi neresi? Türkiye. Coğrafi özellikleri sebebiyle bu zaten. Dünyadaki temel gerilimlerin coğrafi alanı Ortadoğu. Diğerleri hep Ortadoğu çevresinde gerçekleşen çatışma ve güç savaşları alanları. Türkiye bu yeniden yapılanmanın merkezinde. Ortadoğu'nun yeniden yapılanması Türkiye'nin coğrafi bütünlüğünü de ilgilendiren bir yapılanma meselesidir. O zaman Türkiye bu işin merkezindedir.

        "TÜRKİYE'DE DEVLETLE SERMAYE İLİŞKİSİ 'HEP İŞBİRLİĞİ' İLİŞKİSİDİR"

        Türkiye sadece pozitif anlamda değil negatif anlamda da bir şeyler yaşayabileceği merkezdir. Sayın Cumhurbaşkanımız en az hasarlı çıkacağız diyor. Demek ki bu süreci iyi okuyacağız, hasar almayacağız, hatta daha güçlü çıkacağız. Türkiye klasik anlamda bir kapitalist ülke olarak gelişmedi. Biz kapitalist yoldan kalkınmayı seçtiğimizde İktisat Kongresi vs. gibi, aslında neden de o değildir. Bir Sovyet modeli vardı aradan 6 yıl geçmişti, oradaki süreç bize uymuyordu. Biz sermaye birikimi üzerinden yürümedik, devlet zenginleri üzerinden yürüdük. Aydınıyla beraber devlet zengini tipolojisini de üretti. Türkiye'nin kapitalizm içindeki yerini farklı bir pozisyonda geliştirdiği için ben bunu avantaj olarak görüyorum. Bunu ekonomistler başka türlü değerlendirebilir. Bir sermaye rekabeti üzerinden anlatılır. 80'li yıllarda Özal'lı yıllarla serbest piyasanın kurallarını daha fazla uygulamaya başladık. Anadolu sermayesi oluştu. Devletle sermayeyle ilişkimiz sermayenin kontrolüne geçmedi, hep işbirliği ilişkisiydi bu. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra devlet zenginlerini besleyen devlet kaynaklarıdır. Orada nesnel bir sermaye birikimi ortaya çıkmıyor. 80 sonrası Anadolu sermayesi mal ve hizmet üretimi üzerinden gelişti. Devlet serbest piyasa için oyun alanları açıyor. Burada doğal olarak biriken bir sermaye var. Sonra o devlet zengini olanlar da bu oyun alanına giriyor ve doğal sermaye birikimini oluşturuyorlar.

        "IMF'YE BAĞLI OLSAYDIK DÖVİZLİ SÖZLEŞMELERDEN TL SÖZLEŞMELERİNE GEÇEMEZDİK"

        REKLAM

        Şimdi varolan teşvik herkes için. Dolayısıyla imtiyazlı bir şey ortaya çıkmıyor. Burada ilginç olan nokta şu bizim yerli sermaye uluslararası ilişkileri de olsa hiçbir zaman devleti kontrol altına alabilecek ilişki seviyesine çıkaramadı. Burada uluslararası para fonu, IMF üzerinden bir uluslararası sermayenin kontrolü vardı. Bizim IMF ile anlaşmamız 2013'de son parayı ödedikten sonra yeni anlaşmayı kabul etmed ik. Derecelendirme kuruluşlarıyla ilişkileri gerekirse bunları doğru bulmuyoruz dedik. Bizim devletin ne ulusal ne de uluslararası sermaye açısından ilişki biçimi kontrol ilişkisi olmaktan çıktı ve tamamen işbirliği ilişkisi haline döndü. Dünyada bu örneğe sahip büyük ülke diyebileceğimiz iki ülke var. Biri Çin ama siyasal sistemi totaliter rejimi. Öbürü de Rusya, siyasal sistemi otoriter. Demokratik sistemden inadına vazgeçmeyen ve değiştirmeye çalışmayan bir Türkiye var. Türkiye'de sermaye yürütmenin bütün kurumlarıyla muhatap. Sermaye grupları, hükümetin bakanlıkları, kurulları ile düzenli ilişkisi var, sürecin yönetimine katkı yapmaya çalışıyor. Fakat baktığımızda işbirliği sistematiği üzerinden gidiyor. Eskiden IMF'nin istediği yönetmelik çıkarılırdı, onların istediği kanun çıkarılırdı. IMF'nin ihtiyaçlarına uygun devlet pratiği ortaya çıkıyordu. Ülkesel ihtiyaçları gözönüne alan bir şey değildi. Biz IMF'ye bağlı olsaydık dövizli sözleşmelerden TL sözleşmelerine geçemezdik. Bu bizim ülkesel çıkarlarımızın gereğiydi, bazı sermaye grupların aleyhindeydi.

        "HERŞEYİN SERBEST OLDUĞU SİSTEME DEMOKRASİ GÖZÜYLE BAKMIYORUZ"

        Değerler ve çıkarlar çatışmasında artık en üst çıkarı gözeten bir hükümet ve devlet pratiğine geçtik. İşbirliğinden kastım bu. Bu Batı için sıkıntıdır. Batı kendi demokrasiler açısından kimi tehdit görürler. Mesela Çin'i görmezler, totaliter sistemdir. Rusya'yı görmezler, otoriter sistemdir. Batı için kim tehdit olabilir. Demokrasi kapasitesiyle, küresel sisteme kafa tutan bir ülke tehdit olabilir. Dolayısıyla bu Türkiye'dir. Türkiye'nin demokrasisi Batı'ya göre gelişiyor. Batı'nın Türkiye'den istediği libaraizm, demokrasi değil. Batı Türkiye'de herşeyin serbest olduğu düzen olduğunu istiyor. O düzende kendisini temsil edecek aktörleri korumak istiyor. Biz herşeyin serbest olduğu bir anlayışa demokrasi gözüyle bakmıyoruz diyoruz. yurtsever demokrasiyi söylüyoruz. Milli iradeyi hayata geçirmek için her türlü adımları attık, atıyoruz. Ülkenin bütünlüğünün tehdit altında olacağı bir demokrasi anlayışını kabul etmiyoruz ve çünkü bunu demokrasi olarak görmüyoruz.

        "SARIKLI BİR DEMOKRAT OLABİLECEĞİ GİBİ SEKÜLER FAŞİST DE OLABİLİR"

        REKLAM

        Demokratik sistemler ülke sınırları içindedir. Demokrasi nedir diye sorduğumuzda bunun tanımında anlaşmak lazım. Demokrasi konusunda Batıcı tanımın dominant ve ezber biçimde kabul edilmesi sıkıntıdır. Demokrasi bir siyasal sistemin işleyiş biçimidir. Demokrasi yaşam tarzı değildir, Batı'nın bir formu değildir. Demokrasi sekülerizmin bir parçası değildir. Ya da demokrat olmak seküler olmayı zorunlu kılmaz, inanç değerleriyle mesafeli olmayı zorunlu kılmaz. Sarıklı bir demokrat olabileceği gibi seküler bir faşist olabilir. Sarıklı bir faşist olabileceği gibi son derece inanç değerlerine mesafeli demokrat insan olabilir. Demokrasi nötrdür. Yaşam tarzından, değerlerden bağımsız nötr işleyiş ilkesidir. Siyasal sistemin işleyişi halkın iradesine dayanıyorsa orası demokrasidir, bunu destekliyorsan sen de demokratsın. Hükümetin kuruluşu ve yenilenmesi halkın iradesiyle olmalı. Meclis, yargı halkın iradesine dayanmalı. Bazen doğrudan halk seçer, bazen halkın seçtiklerine seçtirirsin. Her ülkenin devletinin kendine karşı sorumluluğu nedir? Ülkesinin bütünlüğünü korumak, çıkarlarını gözetmek, vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamaktır. Her siyasal sistem demokratik işleyişe tabi olabilir. Fakat o devletler demokrasi içerisinde hareket etmelerine rağmen toplumsal, ülkesel, toplumsal çıkarlarına bir tehdit gördüklerine buna karşı önlem almalıdırlar. Demokrasinin işleyişi meselesinde herşeyin serbest olduğu meselesi liberalizmin alternatifi olarak yurtsever demokrasi kavramı var.

        "YURTSEVERLİĞİN BİRİNCİ ŞARTI SİYASAL VE TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUMAKTIR"

        Her kavramı somut kavramından koparırsanız yabancılaştırırsınız, istismar edebilirsiniz. Her rasyonel insanın belli bir somut durumda takınacağı tutumun ülkesel mi, grup mu, bireysel mi çıkar olabileceğini ayırt edebilmek lazım. Sarı Yelekliler olayı Fransa'da hakikaten demokratik tepki midir, manipülatif midir? Devletin onlara gösterdiği tepki var, hukuka aykırılıklar var. Görüştüğümüz Fransızlar 'Ben bu konuda iç eleştiri yapabilirim ama bunları sizinle paylaşmam' diyor. Birtakım hukuki olmayan durumları ifade ediyor ama ben bunları iç mercilerime yazacağım ama sizinle paylaşmam, diyor. Buradaki de yurtsever tutumdur. Günümüzde sanki bir çelişkiymiş gibi gözüken durum, 21. yüzyıl aynı zamanda yurtseverliğin güçlendiği, küreselleşmenin egemen olduğu yüzyıldır. İçerikte mutabakat sağlandıktan sonra adlandırmayı önemsemiyorum. Milliyetçiler o konuda benimle mutabık kalıyorsa bir fark görmem. Ama milliyetçilik ırkçılığa, bölgeciliğe, etnik kesime, ayrılıkçılığı körüklüyorsa yurtseverlikle ilgisi yoktur. Yurtseverliğin birinci şartı ülkenin siyasal bütünlüğünü, toprak bütünlüğünü korumaktan yanadır. Yoksa milliyetçi, vatansever adlandırmalar içerikte aynı olmak kaynaklandırmakta eş anlamlı olabilir. Ben kendimi yurtsever, MHP'li milliyetçi olarak tanımlayabilir, bir başkası vatansever olarak tanımlayabilir ama mutabık kalınabiliyorsa mesele yoktur.

        REKLAM

        "TÜRKİYE ALEYHİNE KONUŞMAK DEMOKRATLIĞIN KRİTERİ OLARAK KABUL EDİLİYOR"

        Biz Türkiye'de sendikal bir sürece sahibiz. Uluslararası yatırım yapan bir firma var. Bir sendika grev kararı alıyor. Sonra anlaşamadıkları için bunu uluslararası firmanın merkezine şikayet ediyor. O merkez de Türkiye'de sendikal haklar ihlal ediliyor deyip yatırım yapmaktan vazgeçiyor. Sen orada şu andaki koşullar içerisinde Türkiye'ye ilişkin bu sorunu Türkiye sorunu anlatmak sorun olarak anlatmak zorunda değilsin. Bu seninle o aktör arasında bir sorun olarak anlatılmalı. Sen Türkiye'yi şikayet eden bir durumla anlatıyorsun. Tersini yaparak bunu yapmak da mümkün. Jenerik bir ülkesel çıkar tanımını çok genel şeyde yapabilirsin. Ama her somut meselede o ayrımı yapmak zorundasın. Refleks olarak bizde ideolojik biçimde içselleştirilmiş bazı çevrelerde ülke aleyhinde konuşmak, Türkiye'yi eleştirmekten kurtulmak lazım. Bu bir ideolojik virüs, körleşme. Türkiye yurttaşı başka yerde Türkiye aleyhinde konuşmayı demokratlığın bir kriteri olarak kabul ediyor, böyle bir şey yok. Bizim bir noktada mutabakat sağlayıp, yurtseverlik konseptinde, Türkiye fikrinde mutabakat sağlayıp, dışarıda yapacağımız eleştirileri Türkiye fikrine zarar vermeden yapmamız gerekiyor. Burada asıl mesele ortak Türkiye'ye sahip olma anlayışımızdır. Ben 30 senedir uluslararası toplumla çalışırım. Bizim ülkemizin insanları kadar oturulan masada ağzını açtığında, kendi iç muhalifliğini daha fazla öne çıkararak ne Alman, Fransız, Amerikalı, Kanadalı gördüm.

        "İNSANLIĞIN YENİ BİR EVRENSELLİK TANIMINA İHTİYACI VAR"

        Bizim toplumsal davranış kültürü olarak Türkiye'yi, kendimizi koruma meselesinde yurtseverlik ortak paydasında biraraya gelmemiz gerekiyor. Dünya iletişim, ekonomi açısından bütünleşiyor. Ülkeler kendi içinde kendi koruma refleksiyle hareket etmeye çalışıyor. ABD uluslararası toplumun bütün zeminlerinden çekilmiş gibi. ABD çıkarına ise bu ilişkiyi sürdüreceğim dedi. Niye bu gelişmeler oluyor? Niye İngiltere Brexit yapıyor? Küresel dünyada etkili olabilmenin yolu kendi devletini çok güçlü kılmaktan geçiyor. Ne kadar güçlü olursan hem bölgede hem küresel seviyede başat aktör olma imkanın artıyor. Yerel ile evrensel çatışabilir ama evrenselin ne olduğuna bağlı. Evrensel tanımında bir anlaşalım. Yerelden bağımsız evrensel yoktur. Kendinden evrensel diye bir alan yoktur. Dünyada evrensel dediğimiz ağırlıklı olarak Batıcıdır. Çin'de evrensel çatışma dediğimizde Çin'le Batıcı değerlerle çatışmadan bahsediyoruz. Başka bir evrensel gelişebilir. Bizim önce genel kabul olan evrensel meselesini bir kenara koyup, insanlığın yeni bir evrensel tanımına ihtiyacı olduğunu tanımını yapmamız lazım. Evrensellik referansı da krizdedir.

        "DEMOKRATİK BLOKLAŞMA, KUTUPLAŞMANIN EN ÖNEMLİ ENGELİDİR"

        REKLAM

        Bloklaşma herkesi merkeze yaklaştırıyor. Bugün Türkiye'de merkez siyaset yapmak muhafazakarları, sekülerleri, kıyıyı, Anadolu'yu, sünniyi, aleviyi, gayrimüslimi dikkate almak gerekir. Siyasetin dili de merkeze uygun bir dile dönüşecek. Hiçbir zaman daha marjinal, muhalif grupların olmaması sözkonusu olamaz. Ama ağırlıklı merkezde kuşatıcı bir dil olacak. Aktörler de merkezin benimseyebileceği şekilde bir dil kullanacak. Sistem kutuplaşmayı engelleyen noktaya geldi. Demokratik bloklaşma kutuplaşmayı tasfiye eder. Yeni sistem demokratik bloklaşma sistemidir. Demokratik bloklaşma kutuplaşmanın en önemli engelidir.

        "TÜRKİYE 360 DERECE DÜNYAYI EKSEN ALAN BİR POZİSYONDADIR"

        Dünya 5'ten büyüktürle Türkiye BM'nin yapısını tartışmaya açtı, AB'nin yeniden tartışmasını gündeme açtı, Müslüman dünyanın durumunu her ortamda dile getiriyor. Siyasi yapılar üzerinden, ekonomik güç alanları üzerinden dünya farklılıkları var. Türkiye mutlak surette Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde doğuya da dönse, batıya da dönse, kuzeye de gitse, güneye de gitse Türkiye 360 derece politika geliştiriyor. AB devam edecekse bunu yeniden yapılandırma üzerine kurmalı. Kural, kurum bürokrasisine batmış bir AB'ye üye olmamızın bir anlamı yok. İngiltere Brexit'i tartışıyor. Biz Avrupa açısından yeni bir birlik inşa etmeliyiz, BM'de yeni bir birlik inşa etmeliyiz. Herkesin referans alabileceği, konu Ortadoğu olunca, Batı olunca, Türkiye, Rusya olunca değişmeyecek bir referanslar üretmeliyiz. 21. yüzyıl hem kapitalizmi, uluslararıs kuruluşlarını, hukuk yapılarını değiştirmek zorunda olduğu bir yüzyıl. Türkiye böyle bir fikri müktesabatı masa başı oturarak entelektüel çalışmayla oluşturmadı. Türkiye'nin bu işin sorumluluğunu üstlenmesi demek belirleyici güç olacağı anlamına gelmiyor. Bu fikrin esası burada oluşuyor. Ortadoğu'da her yaşanandan etkilenen bir ülkenin yurttaşısın. Avrupa'yla ilişkilerin var. ABD'yle müttefiksin. Suriye'de ciddi problemlerin var. Bu tarafta Rusya, öte tarafta Çin var. Türkiye 360 derece dünyayı eksen alan bir pozisyon elde ediyor.

        "TÜRKİYE MUTABAKATINI SAĞLADIKTAN SONRA BU TARTIŞMALARI YAPABİLMELİYİZ"

        REKLAM

        Hukuk sorunları, demokrasi krizleri Batı dünyasında da var. Hak ve özgürlükler açısından farklı seviyelerde tartışmayı en gelişkin ülkelerde de görüyoruz. Dünyadan kaynaklanan sorunlar ülkesel süreçlere de etkiliyor. Önemli olan bu tartışmaların çerçevesinin ortaya konulması. Türkiye ortak paydası konusunda biz mutabakatımızı sağladıktan sonra bu tartışmaları yapalım ve geliştirelim. Sinerji oluşturalım. Gerçeğin tekeli herhangi bir siyasi mecradadır diyebilir miyiz? Gerçek de çok parçalı bir biçimde herkesin algısı, kavrayışıyla birleştirilebilecek bir şeydir. Mesele Türkiye'nin kendi süreçleri açısından yetkinleştirme meselesi olmaktan çıkıyor Türkiye zayıflatacak bir tartışmaya dönüşüyor.

        "TÜRKİYE 15 TEMMUZ'DA KENDİ AYDINLANMASI VE REFORMUNU YAŞAMIŞTIR"

        Dünyada güçlü devlet doktrinine sahip ülkeler var. ABD'nin var. Obama geldiğinde sistem değişecek dendi, değişti mi? İngiltere'de, Fransa'da var. Doktrinini takip etmek için önemli mutabakatlar var. Rusya kendine göre bir doktrin oluşturdu. Çin'in zaten var, parti devlet düzeni içerisinde. Geçmişte Osmanlı kendine göre bir imparatorluk doktrini uygulamış, son döneminde sıkıntı yaşamış. Hakikaten Türkiye ortak paydası üzerinden herkesin mutabakat sağlaması mümkün, bu sürdürülebilir bir şey. Benim söylemek istediğim tek ses olsun, herkes tek fikir olsun değil. Yıkıcı eleştiriden yapıcı eleştiriye, çatışmacı rekabetten geliştirici rekabete geçiş için imkanlar sağlayacağız. 15 Temmuz'dan sonra Türkiye bunun nesnel koşullarını oluşturuyor. 15 Temmuz'da herkesin başına taş düştü. Türkiye'nin başına bir şey gelseydi hiçbirimiz kazanamayacaktı. Tam aksine bir faşist çete kazanacaktı. Bunun yarattığı bir psikolojik değişim var. Türkiye'ye yönelik döviz maniplasyonu yapıldı mı? Birlikte üstesinden geldik. Şu andaki Türkiye'nin ekonomisinin düzelmesi meselesinde genel olarak bir memnuniyet var. Türkiye adım adım önümüzdeki dönemde Türkiye fikrini oluşturacak. Türkiye kendi aydınlanmasını, reformunu yaşadı. Onun için 15 Temmuz milli demokratik ve hak devrimidir.

        "TÜRKİYE EGEMEN DEĞİL DÜNYADA SAYGIN BİR AKTÖR OLMAK İSTİYOR"

        Bizim bugün atacağımız adımlar birlikte kazanabileceğimiz yolları ne kadar çok ülkeyle geliştirebilirsek atarız. Rusya ile uçak düşme olayından sonra büyük krizler yaşanacağımız bekleniyordu ama şu an güçlü bir ittifak kurmuş durumdayız. Çin'le ilişkilerimiz var. ABD ile ilişkilerimiz var. Biz uluslararası toplumda insanlığa, mazlum milletlere karşı bir pratik üretiyoruz. Türkiye, Türkiye fikrini inşa ediyor. Ulaslararası alanda kendine uygun rolü yapılandırmaya çalışıyor. Türkiye dünyanın saygın bir aktörü olmak istiyor, egemen olmak istemiyor. Çatışmacı güç, emperyal güç olmak istiyor. Tam tersine eşit haklı, eşit seviyeli uluslararası toplumun üyesi olmak istiyor. Türkiye bu konuda doğru okumalar yapıyor. Toplumun tamamının bu doğru okumaya iştirak etmesi lazım. Sosyal kesimlerin, entelektüellerin, medyanın buna iştirak etmesi lazım. Eleştiri bu vizyon üzerinden olmalı.

        "BİZİM ÜLKE LİDERLİĞİ KONSEPTİNE İHTİYACIMIZ VAR"

        Yeni tip emperyalizme ve küresel faşizme karşı olmak lazım. Yeni bir dünya düzeni talep etmek lazım. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan beri iki lider çıktı biri kurucu lider Atatürk diğeri Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bunlar yaptıklarıyla ülke liderliğini hayata geçirdiler. İleride başka birisi gelip bu şekilde liderlik yapabilir. Bizim ülke liderliği konseptine ihtiyacımız var. Bundan sonra seçilen her Cumhurbaşkanı ülkenin çıkarları, devletin güçlü şekilde devam edebilmesi için ülke liderliği konseptine uygun davranmalıdır. ABD'nin hakikaten ülkesel liderlik konsepti vardır. Seçilenin o konsepti temsil etmesinden bahsediyorum. Bugün Suriye'ye yönelik güvenlik koridor meselesi. Sen siyasi açıdan eleştirebilirsin ama eğer ülke liderlik konsepti oluşmuşsa, bu ülke liderliği eylem planını harekete geçirmeyi uygun görmüşse sen artık o liderlik konseptine uygun davranacaksın, içeride ona muhalif olanlar da destek verecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a herkes destek versin demiyorum. Ama Obama ABD'nin çıkarlarıyla ilgili bir şey yaptığında hiçbir kurum, kuruluş, muhalif parti kalkıp bütünsel olarak onun karşısında yer almıyor. Bu Obama'nın yaptığı demiyorlar ABD için yapılan diyorlar.

        "PARTİLİ CUMHURBAŞKANI OLMASIN DEMEK DEMOKRATİK SİYASAL SİSTEM OLMASIN DEMEKTİR"

        ABD'de ülke liderliği yaklaşımına uygun hareket edenler seçilen başkanlar. Fransa'da, İngiltere'de öyle. Başkanlık sistemlerinde Cumhnurbaşkanının Başkan olması, hükümet olması demek. Cumhurbaşkanı eski modeldeki gibi kabinenin bir parçası veya gözetici pozisyonunda değil, doğrudan hükümet. Mesele hangi rolü, hangi sorumluluğu üstleniyorsa o sorumluluğun gereklerine uygun davranabilmektir. Bir Cumhurbaşkanı kendi siyasi kimliğin gereklerini öne çıkararak bir devlet politikası geliştirirse o eleştirilir. Hakikaten doğru değildir, bunun hesabını seçimde verir. Ancak 'gel seni tarafsız yapalım' olmaz. Hizmetlerde ve temsilde tarafsız olunur. Partili Cumhurbaşkanı olmasın demek demokratik siyasal sistem olmasın demektir. Bağımsız bir aday olsa bile bir siyasi programla gelmeycek mi? O çok kimlikli bir fonksiyonlar bütünlüğünü her mecrada gereğini getirmesiyle ilgilidir. Öbür türlü sınırlandırılmış demokrasiden söz edersiniz.

        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ