Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Eski İstanbul'un zarafeti

        Sürprizi, heyecanı, gizemi bitmeyen İstanbul belirli tarihlerde önemli dönüşümler yaşadı. Bunlardan biri 1950’lerdir. Tek Parti devrinin bitişi, Demokrat Parti’nin iktidarıyla başlayan 1950’ler sosyal alanda da olumlu/ olumsuz İstanbul’u çok değiştirdi. II. Dünya Savaşı’nın etkilerinin azaldığı bu dönemde Amerikan yardımı, komünizm karşıtlığı da diğer belirleyiciler oldu. HT Cumartesi'nden Kürşad Oğuz'un haberi...

        Günlük hayattan modaya, yeme alışkanlığından eğlenceye İstanbul yeni bir evreye girdi. Başta, nüfusu fırladı. İşgücü talebi, Balkan göçmenleri ve daha iyi yaşam için Anadolu’dan gelenlerle 1950’nin başında 980 bin olan nüfus 1955’te 1 milyon 260 binin üstüne çıktı.

        Güven Gürkan Öztan ve Serdar Korucu “Tutku, Değişim ve Zarafet - 1950’li Yıllarda İstanbul”da bu dönüşüm sürecinde kentte yaşananları anlatıyor. Gazete haberlerinden de faydalanmış ikili. İyi de yapmışlar çünkü böylece kitap, yaşayan bir İstanbul anlatısına dönüşmüş.

        BEKÇİLER AŞK AVINDA

        Kitap, “İstanbul’da yaz”la başlıyor. Florya, Yeşilköy, Kalamış, Bebek gibi sayfiyelerin revaçta olduğu yıllar... Mesela 1954 yazında sayfiyeye gidenlerin sayısı 400 bini buldu. Yoğunluk bazı sorunlara yol açtı. Bira karaborsaya düştü, üzerine soğutma ücreti alındı. Bisiklet sayısı 200 bin oldu. Ehliyet uygulamasına geçildi ama kimse umursamadı. Sayfiyelere akın, özel otomobil ve ev sayısını artırdı. Mecburen yeni vapurlar sipariş edildi. İtalya’da yapılan Paşabahçe bunlardan biri. 1952 Ekimi’ndeki ilk seferinde 18 mil süratiyle büyük sükse yaptı. Ardından Fenerbahçe ve Dolmabahçe geldi. Mesai sonrasıAdalar’a gitmek kolaylaştığı için ev fiyatları arttı. Bu arada devlet sevenleri unutmadı. Bekçiler işi gücü bırakıp sayfiye yerlerinde aşık avına çıktı. Çiftleri öpüşürken yakalamak en sevdikleri işlerdendi.

        ‘ARTIK MABET DEĞİL MÜZE’

        “İstanbul’da eğlence ve sanat” o yıllarda çok renkli ve canlıydı. Dans, bale kursları açıldı. Taksim Belediye, Tepebaşı Cumhuriyet, Kristal, Caddebostan, Bebek Belediye, Küçük Çiftlik gazinolarında düzenlenen matineler, aileleri ve gece çıkamayan kadınları eğlence hayatına kattı. Zeki Müren 1955’te Küçük Çiftlik’te Zeki Müren oldu. Selahattin Pınar, Perihan Altındağ, Belkıs Özener, Behiye Aksoy gözde sanatçılardı. Çoğu, inşası yolsuzluk iddialarıyla dolu Tepebaşı Gazinosu’nda isim yaptı önce. Metin Ersoy, Calipso kralı oldu. Orhan Boran’ın “Ayaküstü Gırgır” şovu Türkiye’nin ilk stand-up’ıydı. Türkiye güzeli Günseli Başar 1952’de Avrupa Güzeli seçildi. Yarışmaya tek parça mayoyla katılınca “Bikini giymeyecek kadar çekingen ve mahcup” sayıldı. Onun mahcubiyeti alkışlanırken İstanbul’a gelen bir başka güzel izdiham yarattı: 1950’lerin seks sembolü “Miss Italy” Silvina Pampadini onuruna Park Otel’de düzenlenen suareye Menderes de geldi. Ayasofya’da verdiği poz çok konuşuldu ama hoş görüldü. “Onun ayakkabılı olduğunu görerek bir mabede saygısızlıkta bulunduğunu zannetmeyiniz çünkü bu resim, artık bir mabetten ziyade bir müze olan Ayasofya’da çekilmiştir” yazdı gazeteler. Hilton’un büyük bir şaşaa ile açıldığını, Kristal Gazinosu’nun şaşaalı öyküsünün ise İsmet İnönü gazinoda bir konuşma yaptıktan sonra DP’nin binayı yıktırmasıyla sona erdiğini ekleyelim.

        PIRASAYLA LİKÖR İÇENLER

        1950’lerde İstanbul’da “Nadir zevkler, özel lezzetler” özellikle Beyoğlu civarında gelişti. Ekrem Yeğen, Hacı Salih; Münir Nurettin’den Yahya Kemal’e birçok ismin yemek yediği Degüstasyon gözde mekânlardandı. Ağa Camii karşısında mayonezli, turşulu sandviç yapan Atlantik, bugünkü fast-food’un İstanbul’daki ilk temsilcisiydi. Dönemin “içkiye düşman” valisi-belediye başkanı Fahrettin Kerim Gökay, meyhanelerin azaltılması konusunda kararlıydı. 1953 baharında 286 meyhanenin ismi Valiliğe bildirilmişti.

        1950’lerin başında Tekel şarap kalitesini yükseltmek için bir dizi önlem aldı. Rakının tadı zaten yerindeydi. Ancak 1959’da çıkacağı müjdelenen Türk Viskisi, hüsranla neticelendi. Buna karşın 1950’ler, evlerde misafirlere sunulan likörün yılıydı. 1957’de tüketim yüzde 40, 1958’de yüzde 30 arttı. Hatta Tekel Vekili, “Köylüler bile pırasayla likör içiyor” demişti, biraz da abartarak.

        MONROE ÖZENTİSİ

        Savaş bitince “Şıklık ve güzellik” 1950’lerde yeniden tutku oldu. Moda elbiseleri gören İstanbullu hanımlar terzilere koştu. Kimi Audrey Hepburn olmak istedi, kimi Grace Kelly, Brigitte Bardot... Ama Marilyn Monroe güzellik ikonu olarak liste başıydı. 1953 tarihli “Niagara” gösterime girdiğinde bedeni saran süveterler, kloş etekler popülerleşti; saçlar papatya suyu ve oksijenle açıldı. Siyasetçiler arasında Menderes’in stilinin etkili olduğu muhakkak. Terzisi Kemal Milaslı başbakana özel takımlar tasarlıyordu. DP’li siyasetçiler de kendi terzilerinden benzer kıyafetler istiyordu. Ancak dar ceket ve dik yakalı, uzun manşetli gömlekler herkese yakışmıyordu.

        ABD etkisiyle tüketimde gözle görülür değişim yaşandı. Bir kuşak Marshall yardımları eşliğinde süt tozu içmeyi, “sarı peynir” yemeyi öğrendi. Bu on yılın mutfaktaki sembolü margarindi. “Bitkisel yağ sektörünün” popüler ürünleri Vita ve Sana, zeytinyağı ve tereyağının yerini aldı. Sadece ucuz olduğu için değil, lezzeti ve pratikliğiyle makarna da baş tacı edildi.

        Hayatımıza Migros girdi. Aksi sanılsa da çayın yaygınlaşması ancak 1950’lerde oldu. O da kahve yokluğundan! Ekonomik kriz sonrasında kahve ithalatı azalınca çayın yıldızı parladı.

        SANKİ KADINLA MÜCADELE

        Gelelim İstanbul’un karanlık yüzüne... Kadına şiddet ve tacizde tahrik indirimi rezaleti, o dönem de saldırganın cezasını hafifletiyordu: “Samatya’da Necati, 17 yaşındaki Rum kızı Anna’yı evlenme teklifini kabul etmediği için öldürür. Katilin kız kardeşi, Anna’nın başlangıçta din ve isim değiştirerek ağabeyiyle evlenmeye razı olduğunu ileri sürer. Katil önce 24 yıla mahkûm olur, Anna’nın tahrik ettiği ileri sürülerek ceza 15 yıla indirilir.”

        Fuhuşla mücadele emniyetin önceliğiydi. Ama kadını aşağılayıcı bir zihniyetle. Randevuevinde iki kez basılan kadınların saçının kesilmesi kararlaştırıldı. Metres hayatı yaşayan kadınlar fişlenirken, evli erkekler sadece zinayla suçlandı. Fuhuş sektörünün önemli ismi “Lüks Nermin”in onca yıldan sonra tutuklanması ise acı tesadüf sonucu oldu. İddiaya göre Türkiye ziyaretinde bir “güzellik” yapmak isteyen dışişleri memurları, Lüks Nermin’in kızlarından birini Endonezya Başkanı Sukarno’ya götürür. Bedeli, bel soğukluğudur. Fatura da Lüks Nermin’e kesilir.

        1951’de polisin Beyoğlu’nda yaptığı kumar baskınında başka bir ünlüye rastlandı: Necip Fazıl Kısakürek. Kendini, “Kumarhaneye gözlem için geldim, amacım kumar aleyhine yazmaktı” diye izah etti.

        TARİH, İMARA KURBAN GİTTİ

        Menderes’in en büyük hayali, İstanbul’un yeniden inşasıydı. Hatta 8 yıl şehri yöneten Gökay’ın, Menderes kendini imar faaliyetlerine verince görevi bırakmak zorunda kaldığı söylenir. O dönemde tarihi binalar, kiliseler, camiler imar iştahının kurbanı oldu. Kitabın geri kalanında bu imar faaliyetleri de anlatılıyor. Daha çok siyaset var son bölümlerde. Yunan kralının ziyareti, Ayasofya tartışmaları, 500. yılında ilk Fetih filmi ve kutlamaları, komünizm suçlamaları, işçi hareketleri... 6-7 Eylül saldırıları da bu bölümde yoğun biçimde işleniyor.

        YILBAŞI PARTİLERİ

        1950’lerde İstanbul’un eski ve yeni zenginleri Müslüman çoğunluğun aksine yeni yılı kutlamayı prestij olarak gördü. İlk yeni yılında Hilton’da şampanya ve viskinin su gibi aktığı eğlencelere 1200 kişi katıldı ve Hilton 160 bin TL kazandı.

        BİLİYOR MUYDUNUZ? 1950’LERDE...

        İstanbul’da telefon numaraları 5 haneliydi.

        Gelen sirkler yaşlı hayvanları bıraktığı için Gülhane Parkı’nda bir hayvanat bahçesi oluştu.

        İş kazaları arttı, işçi hastaneleri inşa edildi.

        Su sorunu başlamıştı. Bir manşet: Anadolu yakası Kerbela’nın Türkiye Şubesi.

        En çok izlenen oyunlardan biri Anne Frank’tı.

        Rakı ince bellide içilirdi.

        Zeki Müren Beyoğlu’nda bijuteri açtı ama yürütemedi.

        6 Mayıs 1955’te balıkhaneye 120 ton balık geldi! Tüketilemez diye bir kısmı denize döküldü.

        Markiz’in sahibi Ohanyan 1957’de fahiş fiyata pasta ve su satmaktan tutuklandı.

        Kervansaray’da çıkan “Siyah İnci” Josephine Baker, sonradan siyah mücadenin simge isimlerinden oldu.

        İKİ TAVSİYE

        Farklı dönemlerden resim ve tablolar arasında Dan Brown’ın Robert Langdon’u gibi bağlantılar kuran bir görsel hazine mi; insandoğa ilişkisini tarihin merkezine koyup anlamaya çalışan ödüllü bir kitap mı? Kararı siz vereceksiniz ama bence ikisi de.

        Doğa ve İktidar Joachim Radkau İş Kültür

        Resmin Tarihi David HockneyMartin Gayford YKY

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ