Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Küllerinden doğan lider Bülent Ecevit

        Roşan KARAKAŞ

        Doğum yeri: İstanbul

        Doğum tarihi: 28 Mayıs 1925

        Annesi: Ressam Nazlı Ecevit

        Babası: Kastamonu Eski Milletvekili Dr. Fahri Ecevit

        EĞİTİM HAYATI:

        1936-1938 Ankara Erkek Lisesi

        1938-1946 İstanbul Robert Koleji

        1944-1946 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü

        EVLİLİK:

        1946 yılında, aynı okuldan sınıf arkadaşı Rahşan Ecevit (Aral) ile evlendi.

        ÇALIŞMA HAYATI:

        1944: Üniversiteye devam ederken bir yandan da Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde İngilizce çevirmeni olarak çalışma yaşamına girdi.

        1946: Evlendiği yıl okulu yarım bırakarak Londra Basın Ateşeliği'nde görev aldı.

        1950: Ankara'ya dönerek Ulus Gazetesi'nde sanat eleştirmenliği, fıkra yazarlığı ve çevirmenlik yaptı.

        1952: Ulus Gazetesi kapanınca 'Yeni Ulus' ve Halkçı gazetelerinde yazmayı sürdürdü.

        1954: ABD'ye giderek 3 ay Winston Salem Journal gazetesinde çalıştı.

        1957: Rockefeller bursuyla ikinci kez Amerika'ya gitti. Harvard Üniversitesi'nde 8 ay Ortadoğu tarihi ve sosyal psikoloji üzerine çalıştı ve aynı yıl yurda döndü.

        POLİTİKA HAYATI:

        1957: İlk kez Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi. 2,3,4,5 ve 19. dönemde Zonguldak, 11. dönemde Ankara Milletvekili olarak parlamentoda görev yaptı.

        1961: Çalışma Bakanı oldu

        1966: CHP'de başlayan Demokratik Sol Harekete önderlik etti ve CHP Genel Sekreterliği'ne seçildi.

        1971: Partisinin askeri yönetim tarafından oluşturulan hükümete katkıda bulunmasına karşı çıkarak genel sekreterlikten istifa etti.

        1972: 14 Mayıs'taki kurultayda İnönü'nün karşısına aday olarak çıktı ve CHP Genel Başkanlığı'na seçildi.

        1973: Genel seçimlerden sonra hükümeti kurmakla görevlendirildi. Milli Selamet Partisi ile koalisyon hükümeti kurarak 1974 yılında Başbakanlık koltuğuna oturdu. Başbakanlık döneminde Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştirdi.

        1974-1977: İki parti arasında pürüzler çıktı. Ecevit yeni bir hükümet kuramadı ve siyasi hayatına ana muhalefet partisi lideri olarak devam etti. 1977 yılındaki genel seçimlerden sonra yine hükümeti kurmakla görevlendirildi. Azınlık hükümeti kurdu ancak güvenoyu alamadı.

        1978-1979: AP, MSP ve MHP'den oluşan Cephe Hükümeti'nin gensoru ile düşürülmesinden sonra Ecevit bu kez Bağımsızlar ve DP ile ortaklık hükümeti kurdu ancak milletvekili ara seçimlerinde önemli oranda oy kaybına uğrayınca istifa etti.

        1980- 1987: 12 Eylül askeri müdahalesiyle milletvekilliği sona erdi ve gözaltına alındı. Süleyman Demirel'le birlikte bir süre Hamzakoy'da kaldı. 1982 yılında yabancı basın-yayın organlarına verdiği demeçler yüzünden iki kez tutuklandı. 82 Anayasası 'yla 10 yıl siyaset yasağı getirildiği için 1983 yılında yerine eşi Rahşan Ecevit DSP Genel Başkanı oldu.

        DSP:

        1987: Siyaset yasağı kalkınca DSP'nin Genel Başkanlı görevini devraldı. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde DSP barajı aşamadı ve milletvekili çıkaramadı. Ecevit DSP Genel Başkanlığı'ndan ve politikadan çekildiğini açıkladı.

        1989: Yeniden partisinin başına geçti.

        1991-1997: Genel seçimlerde DSP'nin yüzde 11 oy alarak 7 milletvekili kazanmasıyla 11 yıl aradan sonra yeniden Meclis'e girdi. 1995 seçimlerinde partisi bu kez 75 milletvekili ile Meclis'te yerini aldı.

        1997- 1999: Ecevit, Necmettin Erbakan'ın 1997 yılında istifa etmesi üzerine hükümeti kurmakla görevlendirilen Mesut Yılmaz'la ANASOL-D hükümetinde Başbakan yardımcılığı yaptı. Koalisyon CHP'nin verdiği gensoruyla 1998 yılında düşürülünce dönemin Cumhurbaşkanı Demirel hükümeti kurma görevini Ecevit'e verdi. Ecevit azınlık hükümeti konusunda DYP'den destek alamayınca görevi iade etti. Hükümeti kurma görevi bu kez Muğla Bağımsız Milletvekili, Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez'e veriliyordu ki Çiller "Ecevit'in vereceği azınlık hükümetine destek verceğini açıkladı. Ecevit, 11 Ocak 1999'da Türkiye Cumhuriyeti'nin 56. hükümetini kurdu.

        1999-2002: 18 Nisan 1999'da yapılan erken genel seçimler sonucu oluşturulan DSP-MHP-ANAP'ın oluşurduğu 57. Hükümette de 5. kez başbakanlık görevini üstlendi.

        SİYASETTE BİR ÖMÜR (1954 - 2002)

        Meral ASLANKAYA

        Ocak 1954: Ulus gazetesinde çalışırken, CHP'nin malvarlığına el konulması ve Ulus gazetesinin kapatılmasına ilişkin hazırlanan kanun teklifine tepki duyarak CHP Çankaya Gençlik Ocağı'na üye oldu.

        27 Ekim 1957: CHP Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi.

        12 Ocak 1959: İsmet İnönü'nün listesinden CHP Parti Meclisi'ne seçildi.

        18 Ekim 1966: CHP'nin 18. Kurultayı toplandı. Kurultay'ın parlayan yıldızı Ecevit'ti. İnönü, çok genç bulduğu için itiraz ettiği Bülent Ecevit'in genel sekreterliğine onay verdi. Ecevit, artık ikinci adamdı.

        21 Mart 1971: 12 Mart muhtırasından sonra, İnönü'nün Erim hükümetine destek kararı vermesi üzerine genel sekreterlikten istifa etti. İstifa, aynı zamanda İnönü-Ecevit çatışmasının da başlangıcı olacaktı.

        14 Mayıs 1972: İnönü'nün parti içi mücadeleyi kaybedince genel başkanlıktan istifa etmesi üzerine, Bülent Ecevit CHP genel başkanı seçildi.

        4 Kasım 1972: Ecevit, Melen hükümetinden çekilme kararını açıkladı.

        5 Kasım 1972: İnönü'nün Ecevit'in kararına tepkisi 49 yıllık partisinden istifa şeklinde oldu.

        6 Nisan 1973: CHP, Asker cumhurbaşkanı geleneğini kırmak için cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmama kararı almış, CHP ile ordunun karşı karşıya geldiği bu süreç, Fahri Korutürk'ün Çankaya'ya çıkmasıyla sona erdi.

        14 Ekim 1973: CHP, yüzde 33.3'lük oy oranıyla 185 milletvekili çıkardı. CHP, tarihinde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla iktidar adayı oldu.

        6 Şubat 1974: Ecevit'in başbakanlığındaki CHP-MSP koalisyonu kuruldu.

        18 Eylül 1974: Ecevit, hükümetten istifa etti.

        28 Haziran 1974: Tüzük kurultayında Ecevit'i genel başkanlığa taşıyan 'demokratik sol' kavramı parti programına alındı.

        8 Mart 1976: 1. MC hükümetine karşı silik muhalefet yapmakla ve kendi içine dönük olmakla suçlanan CHP'de parti içi mücadele sonucu, Deniz Baykal ve dört arkadaşı yönetim kurulundan istifa etti.

        29 Mayıs 1977: Ecevitler seçim gezisi için bulundukları Çiğli Havaalanında suikasta uğrar. Ecevitler'in zarar görmeden atlattığı suikast girişiminde, CHP İzmir İl Başkanı Mehmet İsvan ağır yaralanır. Suikast CHP'li oldukları idida edilen iki gence yüklenmeye çalışılsa da bunun saçmalığı karşısında gençler salıverilir. Ancak, hemen ardından Ecevit iktidara geldiği halde bu olayın üzerindeki esrar perdesini hiç bir zaman aralayamaz.

        2 Haziran 1977: Başbakan Süleyman Demirel, Ecevit'i ertesi günkü mitingde suikasta uğrayacağı konusunda mektupla uyardı.

        3 Haziran 1977: Ecevit, suikast uyarısına rağmen mitinge katıldı.

        5 Haziran 1977: CHP yüzde 41.4 oy oranıyla seçimlerden birinci parti olarak çıktı.

        21 Haziran 1977: Ecevit'in kurduğu azınlık hükümeti Meclis'ten güven oyu alamadı. Ardından hızla 2. MC hükümeti kuruldu.

        11 Aralık 1977: Referandum niteliğindeki yerel seçimlerde CHP ezici bir üstünlük sağlayarak 1. parti olarak çıktı.

        hükümeti 17 Ocak 1978: Üçüncü Ecevit hükümeti Meclis'ten güven oyu aldı.

        24 Mayıs 1979: Ecevit son kez CHP genel başkanlığına seçildi. 12 Eylül darbesiyle kapatılacak olan CHP kurultayı bir daha 12 yıl sonra ancak Ecevit'siz toplanabilecekti.

        14 Ekim 1979: İç çatışmalarla boğuşan CHP'nin 18 aylık iktidarından sonra yapılan ara seçimlerde, parti geleneksel oy oranına geriledi.

        16 Ekim 1979: Ecevit, hükümetten istifa etti.

        12 Eylül 1980: Gece saat 03:00'te evinden alınan Ecevit, Rahşan Ecevit'le birlikte Hamzakoy'a 'TSK'nın misafiri' olarak götürüldü.

        25 Eylül 1980: Hamzakoy'da bitmeyecek ve yayımlanmayacak olan 'Demokrasi neden yenik düştü' başlıklı kitabını yazmaya başladı.

        11 Ekim 1980: Hamzakoy'daki 'zoraki misafirlikleri' sona erdi.

        28 Ekim 1980: MGK Genel Sekreteri Orgeneral Haydar Saltık, yabancı gazetecilerle yaptığı toplantıda, siyasilerin zamanı gelince siyaset yapabileceklerine dair mesajlar verdi.

        29 Ekim 1980: MGK, yanlış anlamaların önüne geçmek için yayınladığı bildiride "Bay Demirel ve Bay Ecevit bir daha partilerinin başına geçemeyecektir" denilerek Ecevit, Demirel, Erbakan ve Türkeş'e siyasi yasak konulduğu resmen açıklandı.

        30 Ekim 1980: CHP genel başkanlığından istifa etti.

        15 Eylül 1981: Siyasi partiler kapatıldı.

        21 şubat 1981: Sade vatandaş olarak, kamuoyunun karşısına bu kez, 'Arayış' isimli derginin yayın danışmanı olarak çıktı.

        3 Aralık 1981: Ecevit'e konuşma ve yazı yasağı getiren MGK'nın 52. numaralı bildirisine muhalefetten cezaevine girdi.

        2 Şubat 1982: Cezaevinden çıktı. "Cezaevindeki yalnızlığa içerlemedim de, mahkemelerdeki tenhalık üzücüydü" dedi.

        10 Nisan 1982: Danimarkalı gazeteci Jan Stage'nin Ecevit'le görüşmesinedn sonra Politiken gazetesine yazdığı makaleden ötürü Ankara'da Askeri Dil Okulu'nda gözaltına alındı.

        12 Nisan 1982: Ankara 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, Ecevit'i serbest bıraktı. Ancak, Danimarka televizyonuna bir başka demeci nedeniyle yeniden gözaltına alınarak tutuklandı.

        3 Haziran 1982: İlk duruşmada beraat etti ve tahliye oldu.

        15 Ekim 1982: Hollanda televizyonuna ve Der Spiegel dergisine verdiği demeçlerden ötürü aldığı 3 ay 27 günlük cezasını tamamlayarak cezaevinden çıktı.

        27 Ekim 1983: Türk-İş'in eski genel başkanlarından Halil Tunç, Dr. Sedat Akman ve işadamı Murteza Çelikel, kamuoyuna DSP'nin kurulacağını açıkladı.

        18 Nisan 1984: Siyasi yasağı süren Ecevit, gariresmi il temsilcileri toplantısında, "Köşeme çekilmeyeceğim, yasaklı olduğum için partinin genel başkanı olamasam da hareketin ve partinin liderliğini üstleniyorum" dedi.

        14 Kasım 1985: DSP'nin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı'na verildi.

        23 Kasım 1985: 1. Kurucular Kurulu'nda, Rahşan Ecevit genel başkan seçildi.

        18 Mayıs 1986: DSP'nin ikinci kurucular kurulu toplantısında 'doğal genel başkanımız' davetiyle ilk kez kürsüden konuştu.

        28 Eylül 1986: Milletvekili ara seçimlerinde DSP, seçim sandığındaki ilk sınavında Meclis dışı kaldı.

        29 Aralık 1986: SODEP-Halkçı Parti birleşmesinden sonra partiden kopan milletvekillerinin kurduğu 'hülle partisi' HP kendini feshederek DSP'ye katıldı. Böylece DSP, 25 milletvekiliyle Meclis'e girmiş oldu.

        6 Eylül 1987: Anayasa'nın geçici 4. maddesi referanduma götürüldü, yüzde 49.74 'evet' oyuyla siyasi yasaklar kaldırıldı.

        13 Eylül 1987: 6. DSP Kurucular Kurulu'nda genel başkan seçildi.

        29 Kasım 1987: Yasakların hemen ardından yapılan baskın seçimde, DSP Meclis dışı kaldı.

        30 Kasım 1987: Siyasetten çekilme kararını açıkladı.

        2 Aralık 1987: İstifalarını genel merkeze verdi. Ancak baskılar üzerine kongreye kadar kararını askıya aldı.

        7 Mart 1988: 1. Olağan Büyük Kurultay'da genel başkanlıktan ayrıldı. Yerine Necdet Karababa seçildi.

        5 Ocak 1989: Bir yıl sonra yeniden DSP'nin başına geçti.

        11 Kasım 1989: Erdal İnönü'nün birleşme çağrılarına Ecevit, "Özal'a Çankaya'ya kadar taşıyan SHP'yi ben bile kurtaramam" diye yanıt verdi.

        3 Haziran 1990: DSP, yerel ara seçimlerinde yüzde 5 oy aldı.

        19 Ağustos 1990: 13 beldede yapılan yere ara seçimin mutlak galibi DSP, yüzde 32.7'lik oranla en yakın rakibinden iki kat fazla oy aldı.

        20 Ekim 1991: 12 Eylül'den sonra ilk kez Zonguldak Milletvekili olarak Meclis'e girdi.

        9 Eylül 1992: CHP'nin açılış kurultayı yapıldı, Ecevit yoktu...

        27 Mart 1994: Seçimlerde Refah Partisi'nin oy patlaması yapması üzerine "Laik cumhuriyet içimize salınan Truva atlarının tehdidi altındadır" diyerek yeni mücadelesinin de hedefini gösterdi.

        21 Kasım 1996: Ani bir kararla Danimarka'ya gitti. 'Gecikmiş balayı'ndayız açıklamasına karşın Ecevit'in sağlık sorunları nedeniyle yurt dışına gittiğine inanıldı.

        9 Şubat 1997: 4 Şubat'ta Sincan'da tankların yaptığı geçit resminden sonra, RP dışındaki tüm partilere 'güç birliği' çağrısında bulunarak, bir teknokrat hükümeti kurulmasını önerdi.

        30 Haziran 1997: CHP'nin dışarıdan desteğiyle ANAP-DSP ve DTP hükümeti kuruldu.

        7 Aralık 1997: Ecevit siyasetteki 40. yılını kutladı.

        25 Kasım 1998: Mesut Yılmaz'ın Başkanlığındaki ANAP-DSP-DTP hükümeti Çakıcı ve Türkbank kasetleri nedeniyle gensoruyla düşürüldü.

        11 Ocak 1999: Ecevit, 56. DSP azınlık hükümetini kurdu.

        18 Nisan 1999: DSP, seçimlerden 21.71 oy oranıyla birinci parti olarak çıktı.

        2 Mayıs 1999: Milletvekili yemin törenine türbanıyla gelen Refah Partili Merve Kavakçı'nın Meclis'ten atılmasını isteyen Ecevit, kürsüden "Bu hanıma haddini bildirin" çağrısı yaptı.

        7 Mayıs 1999: Ecevit, 57. hükümeti kurmakla görevlendirildi.

        8 Mayıs 1999: Koalisyon arayışları çerçevesinde MHP lideri olmak üzere tüm liderlerle görüştü.

        15 Mayıs 1999: Rahşan Ecevit, koalisyonun en güçlü adayı MHP'ye yönelik sert açıklamalarda bulundu.

        17 Mayıs 1999: Bahçeli, Rahşan Ecevit'in açıklamaları için istediği özür gelmeyince ikinci tur görüşmeler için verdiği randevuyu iptal etti.

        22 Mayıs 1999:Devreye giren Demirel ve Yılmaz'ın çabalarıyla Bahçeli, koalisyon ortağı olmayı kabul etti.

        28 Mayıs 1999: 57. DSP-MHP-ANAP hükümeti kuruldu.

        29 Eylül 1999: ABD gezisine çıkmadan önce Esenboğa havaalanıda basın açıklaması yapan Ecevit'in "30 Ağustos Zafer Bayramı'nda yurtdışında olacağım" sözleri şok yarattı.

        Nisan 2000: Hindistan gezisi dönüşünde resmi açıklamalara göre ağır gribal bir enfeksiyon nedeniyle beş gün evinden çıkmadı.

        2 Temmuz 2001: Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde uzun süren bir kontrolden geçti. Kulaklarında bir sorun olduğu ve kulaklığının yenilendiği açıklandı.

        5 Temmuz 2001: Öldüğü haberleri kulaktan kulağa yayılınca Ecevit bir TV kanalında canlı yayına katılıp, ekonomiyle ilgili bilgi verdi.

        28 Şubat 2002: Ecevit, sağlığıyla ilgili spekülasyonlara, partisinin grup toplantısında yanıt verdi. "Bazı çevreler sağlığımla ilgili spekülasyon yapmaktan özel zevk alıyor" dedi.

        4 Mayıs 2002: Partisinin grup toplantısına katılan Ecevit, aniden rahatsızlanarak Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne kaldırıldı.

        5 Mayıs 2002: 26 saat süren gözetimin ardından hastaneden taburcu edildi ve birkaç gün istirahat edeceği açıklandı.

        7 Mayıs 2002: Bahçeli ve Yılmaz, hükümet senaryolarına karşı yaptıkları açıklamalarda 'protokole sadığız' dediler.

        8 Mayıs 2002: Sezer'le haftalık olağan görüşmesi bu kez Ecevit'in evinde yapıldı. Sezer, 33 dakika süren ziyaretinin ardından Ecevit'in çok yi olduğunu açıkladı.

        Karaoğlan Efsanesi

        Hazırlayan: Sevgi ÖZÇELİK

        "Ecevit" denilince aklınıza ilk gelen kelimeyi sorsak, ama hiç düşünmeyecek ve hemen, o anda zihninizde beliriveren ilk şeyi söyleyeceksiniz desek, nasıl cevaplar alırdık? Bu, cevabı hem kolay hem de zor, çetrefil bir soru... Bir kere, bu soruyu sorduğunuz zaman dilimi ve kime sorduğunuz önemli... Soruyu 1940'larda Robert Kolej'de okuyan bir öğrenciye sorduğunuzda cevabı "Bizim Eco" olacaktır. Çünkü kolej yıllarında Ecevit okulun ilk zamanlarındaki çekingenliğinden bir parça sıyrılmış, yakın arkadaşları tarafından "Eco" diye çağrılmaya başlamıştır. Peki ya zamanda bir sıçrama yaparak 1940'lardan 2002'ye gelsek, soru yine Ecevit olsa ve bunu bir gazeteciye sorsak? Hiç şüphe yok ki, muhtemel cevaplardan biri "hasta" olacaktır... Ecevit'in zamandaki bu iki nokta arasında yürüdüğü yol boyunca yaşadığı değişimler, zihnimizde yol açtığı çağrışımları da değiştirmiş, çeşitlendirmiştir.

        Klasik -belki de klişe- tabirle Türkiye'nin siyasi hayatına damgasını vuran Ecevit, ülkenin kaderinde rol oynayacak aktörlerden biri olarak sahneye çıktığı 1957'den beri toplumun farklı kesimleri tarafından çok çeşitli ifadelerle tanımlandı: "Halkçı Ecevit", "Karaoğlan", "Bir Bölen", "Kıbrıs Fatihi", "Romantik", "Mütevazi"... Bu liste uzayıp gidebilir ancak bu yazının sınırlarını onun "sosyolojik" olarak algılanışı belirlemektedir. Toplum için ne ifade ettiğine bakarken de amacımız siyasi kimliğini değil, kişi olarak ve temsil ettiği değerler bakımından nasıl algılandığını yansıtmak olacaktır.

        NEDEN KARAOĞLAN?

        Ecevit için kullanılan ve belki de en akılda kalan tanımlamalardan biridir Karaoğlan... 1973 seçimlerinde CHP'nin seçim kampanyası sırasında ortaya çıkan Karaoğlan'ın hikayesi "Ecevit Olayı" kitabında ( yazarı Kayhan Sağlamer) şöyle anlatılır: Sivas'ın Yıldızeli ilçesinde elinde bastonu iki büklüm bir nine CHP'nin seçim otobüsüne yanaşır. Başında beyaz örtüsü, ayağında lastik pabuçları olan yaşlı kadın "Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan'ı görmek istiyom" diye sorar ama gazeteciler pek yüz vermez, "İşte orada" diye CHP ilçe merkezini gösterirler. Nine, sessiz ve buruk bir şekilde uzaklaşır. Karaoğlan lakabını önce öenmsemeyen gazeteciler sonra kadının Ecevit'i kastettiğini anlar, birbirlerine anlatırlar. CHP'liler de bu lakabı benimser, seçim kampanyalarının bir parçası olarak kullanmaya başlar. Artık Bülent Ecevit tüm Türkiye'de Karaoğlan olarak anılmaya başlamıştır. Ecevit de kaynağı halk olan bu lakabını çok sever, benimser...

        Türkiye'de 1970'lerde siyasette bugünkünden farklı olarak kesin sınırlar vardır. İnsanlar politik görüşlerini tıpkı futbol takımı tutar gibi yansıtır, destekledikleri politikacıların posterlerini evlerinin, dükkanlarının duvarlarına asarak "sağcı mı solcu mu" olduklarını gösterir. Ecevit'in Karaoğlan posterleri de o dönemde CHP taraftarlarının duvarlarını süsler. Halk türkülerinde hikayeleri anlatılan kahramanların isimleri andıran "Karaoğlan" lakabıyla Ecevit, halka onlara yakın olduğunu hatta onlardan biri olduğunu bir çırpıda anlatmanın kolay yolunu bulmuş gibidir. Nitekim halk Karaoğlan'ı tuttuğunu sandıkta gösterir ve CHP seçimlerden yüzde 33.3 oy oranıyla birinci parti olarak çıkar. Aslında Ecevit'in halkçı kimliği 1963'te Çalışma Bakanı olarak görev aldığı sıralarda şekillenmeye başlar. Halkın önemli bir bölümünü oluşturan işçilere, özgür sendika hakkı, grevli, toplu sözleşmeli sendikacılık yapma hakkını veren yasalara imza atan Ecevit, halktan yana olduğu mesajını ilk olarak bu icraatlarıyla verir.

        KIBRIS FATİHİ

        Ecevit'in yaşlı bir kadından aldığı Karaoğlan ismi, bir yıl sonra başbakanlığı döneminde yaşanan Kıbrıs olayıyla pekişir, Karaoğlan'a bir de Kıbrıs Fatihi eklenir. CHP tek başına iktidar olamadığı için Erbakan'lı MSP'yle koalisyon hükümeti kurar ve Karaoğlan başbakan olur. 1974 yılının Temmuz'unda Kıbrıs'ta Enosis idealinin temsilcisi Sampson'un yönetime gelmesi üzerine Ecevit, Türkiye'nin Kıbrıs'taki çıkarlarını korumak için harekete geçeceğini açıklar. Başbakan, ülkenin bu konudaki tutumunu anlatmak için İngiltere'ye gider ancak İngilizler Türkiye'nin ortak müdahale teklifini reddeder.

        ABD gelişmeler üzerine devreye girer ve dışişleri bakanlığı temsilcisini Ankara'ya gönderir. Görüşmelerde Türkiye müdahale kararında ısrarlı olduğunu vurgular. Ve sonunda 20 Temmuz 1974'te tarihi Kıbrıs Çıkarması yapılır. Halkın büyük desteğiyle gerçekleşen harekatla ilgili olarak radyoda konuşan Ecevit, amaçlarının savaş değil barış olduğunu söyler ve yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek üzere Ada'ya gittiklerini belirtir. Harekat sırasında Rumlar Ecevit'i "Sessiz Kurt" olarak tanımlayarak sakin ve barışcıl görünen Ecevit'in kararlılığına adeta övgüyle karışık bir gönderme yaparlar.

        İngiltere ve ABD'nin harekat yapmama konusunda ikna edemediği Ecevit, tarihi bir karara imza atarak, artık Karaoğlan'ın yanısıra Kıbrıs Fatihi, Mücahit Ecevit olarak da anılmaya başlar. Bu kez "Ecevitçi" evlerin başköşesinde Türk bayraklı Karaoğlan posterleri vardır. MSP ile anlaşmazlıklar yaşayan Ecevit, Kıbrıs zaferiyle esmeye başlayan olumlu rüzgarı kullanmak için erken seçime gitmek ister ve rakipleri tarafından "Kıbrıs'ı sandığa taşımak"la suçlanır.

        KUYRUKLAR VE ECEVİT

        "Umudumuz Karaoğlan" sloganlarıyla hükümeti kuran Ecevit, 1974'ün sonbaharında istifa eder. İstifa sonrasında pek çok siyasi gelişme yaşanır ve partiler bir türlü istikrarlı bir hükümet kurmayı beceremez. Artık muhalafette olan Ecevit'in arkasına aldığı Kıbrıs rüzgarı pek de uzun soluklu olmaz. Ecevit muhalefetteyken Demirel'in liderliğinde kurulan 1. Milliyetçi Cephe (MC) hükümetine ağır eleştiriler yöneltir. Demirel'in ve hükümetinin "cephe" ismini seçerek kavgadan yola çıktığını söyler. 1977 seçimlerinde CHP birinci parti olur ama yine hükümeti kuracak sayıya ulaşamaz.

        Ecevit sonunda bir azınlık hükümeti kurmayı başarır ama halk huzursuz ve tedirgindir. Ecevit'in ikinci kez başbakan olduğu dönemde sağ-sol gruplar arasında yaşanan çatışmaların artmasının yanısıra ülkede ekonomik sıkıntılar iyiden iyiye kendini göstermeye başlar. Benzin sıkıntısı, bakkalların önünde uzayıp giden yağ, şeker kuyrukları Karaoğlan umudunu boşa çıkarmış gibidir. Halk arasında bugün de zaman zaman dile getirilen "Ecevit ne zaman başa geçse ülke kötüye gidiyor" söylentisi yayılmaya başlar. Şüphesiz o günün kötü koşullarından tek başına Ecevit sorumlu değildir ama bu, vatandaşın Ecevit ile kuyruklar arasında bu türden bir ilişki kurmasına engel olmaz. "Halkçı Ecevit" halkın şikayet ettiği isimlerin başında gelir. Bugün 80 sonrasında doğan kuşaklara masal gibi gelen kuyruklar dönemi Ecevit'le (aslında biraz Demirel'le de...) özdeşleşir.

        TEK ADAM

        Sonunda 12 Eylül olur. Burada uzun uzun anlatmaya gerek olmayan gelişmelerden sonra Ecevit artık yasaklı bir siyasi figür olarak DSP'nin temellerini atmaya başlar. Tabii eşi Rahşan'la birlikte... Darbe sonrası "misafir edildikleri" Hamzakoy'da Ecevit'ler herşeye sıfırdan başlamaya karar verirler. Ve bugün bile Ecevit'ten sonra neler olacağına dair net bir senaryonun ortaya konamadığı Demokratik Sol Parti'yi kurmak için tek başlarına yola koyulurlar. DSP'nin kuruluş dilekçesi Rahşan Ecevit tarafından 14 Kasım 1985'te verilir. Siyasi yasaklar kalkıp Bülen Ecevit genel başkan olduğunda Rahşan baştan beri yürüttüğü parti işlerine devam eder. Kendi aralarında "hükümet işleri Bülent'in, parti Rahşan'ın" şeklinde yaptıkları işbölümü değişmeden sürüp gider.

        Ecevit'ler partinin amblemi olarak gök mavisi zemin üzerinde beyaz güvercini seçerler. Barışın simgesi olan beyaz güvercin, Ecevit'in en başından beri taşıdığı insancıl, barışcıl kişilik özelliklerinin de simgesi olur. 1970'li yıllarda giydiği uçuk mavi gömleğiyle meydanlarda kendisini umut olarak gören halka seslenen Ecevit'in yeni partisinin rengi o günlere özlemin bir ifadesidir sanki... O dönemde halk arasında "Ecevit mavisi" olarak anılan gök mavi, 1980'lerin ortasında Türk siyasetinin yeni renkleri arasına girer.

        Ecevit'ler, kuruluşundan bugüne DSP'nin yönetiminde tek söz sahibidir. Ecevit CHP tecrübesinden sonra partideki hakimiyetin eşi ve kendisinde olduğunun altını çizmek için parti kuruluşunda CHP'deki isimlerden uzak durmaya çalışır, yeni isimlerle yola çıkar.

        ROMANTİK ŞÖVALYE

        DSP Eylül 1986'daki ara seçimlerde ilk sınavını verir. Ecevit o dönemde yaptığı bir konuşmada "Beni tek başına romantik şövalye gibi görenler, gelip de şu meydanda görsünler" diyerek, kendisini solu bölmekle ve hayaller peşinde koşmakla suçlayan çevrelere cevap verir. Ecevit bir yandan da artık eski arkadaşlarıyla yollarını ayırdığının altını çizer.

        Ecevit'in o zaman seçtiği yalnızlık onun kişiliğinin de en önemli özelliklerinden biri olur. Etrafında gerçekten yakın kimsenin olmayışı bir yönüyle eleştirilir belki ama ailesine, yakınlarına çıkar sağlayan politikacılardan yakınan halk, "Ecevit yemez, kimseye de yedirmez" diye formüle ettiği dürüstlüğünü hep takdir eder.

        BİR BÖLEN ECEVİT

        Ecevit 1986'daki ara seçimlerden beklediği sonucu alamaz. Seçim sonrası solu bölmekle suçlanan DSP'nin genel başkanı Rahşan Ecevit, diğer sol partilerle birleşmeyi reddeder. Kamuoyunda aile partisi görüntüsü giderek yerleşen DSP'de bazı muhalif sesler parti içinde demokrasi olmadığından yakınmaya başlar. Muhaliflerden Celal Kürkoğlu "Ecevit tanrı değildir. Tanrısal yetkileri de yoktur. Yaptıkları hatadır, hesabını halkımıza ve yargı organlarına verecektir" diyerek Ecevit'in mutlak hakimiyet surlarında gedikler açmaya çalışır.

        Kamuoyunda ses getiren bu çaba Ecevit'leri pek fazla etkilemez. 1987'deki referandumla siyasi yasağı kalkan Ecevit DSP'nin genel başkanı olur.

        MÜTEVAZİLİK VE SADELİĞİN SEMBOLÜ

        Belki de bu noktada artık Ecevit'in genel başkanlığı döneminde Türkiye'de yaşanan siyasi gelişmeleri, seçimleri, solda birlik tarışmalarını, kurduğu koalisyon hükümetlerini, başbakanlığını bir kenara bırakarak onun bir insan olarak ve temsil ettiği değerler açısından nasıl göründüğüne değinmek yerinde olur.

        Ecevit'in eşiyle birlikte sürdürdüğü günlük hayat tek kelimeyle "sade"dir. 1970'li yıllarda seçim kampanyaları için Anadolu'yu gezen Bülent Ecevit'in yanında parti işlerine koşturan sade giyimli, makyajsız kadını görenler, onun bir parti liderinin eşi olduğuna inanmakta güçlük çeker. Başlangıçta şaşırılan hatta yadırganan bu sadelik zamanla onları en sert şekilde eleştirenlerin bile takdir ettiği olumlu bir özellik olarak algılanır. Siyasetçi-yolsuzluk ilişkisine sıkça rastlanan ülkemizde bir parti lideri ve eşinin siyasi yaşama nasıl başladılarsa öyle sürdürmeyi başarmaları sık sık dile getirilen bir farklılık olarak göze çarpar.

        Ecevit'in sadeliği giyim tarzında da kendini gösterir. Kışın hiç vazgeçmediği kasketi, tıpkı gök mavisi gömleği gibi Ecevit'in alamet-i farikalarından biri olur. Ecevit kasketi, gençliğini 70'lerde yaşamış kuşağın bir bölümünün gardırobunda yerini alır. Ecevit'in adını verdiği

        bir başka şey de bıyık şeklidir. 70'li yıllardan beri değişmeyen "Ecevit bıyığı" stili o dönemde yine pek çok genç tarafından taklit edilir.

        Tatillerini Ankara'da geçiren, başbakanlığı sırasında yerli makam arabasına binmekte ısrar eden (bu yüzden de bazen eleştirilen), yazılarını daktilosunda yazmaktan vazgeçmeyen ve bilgisayarla hiç tanışmayan, kendisini en sert şekilde eleştirenlere bile nezaket kuralları dışına çıkmadan yanıt veren biridir Ecevit'tir...

        Siyasetçiye çoğu zaman yüklenen "baba" imajı Ecevit için geçerli değildir. Bunun çocuk sahibi olmayışıyla da pek ilgisi yoktur, nitekim Demirel de çocuksuz bir liderdir ama yoktur ama "baba" denilince akla ilk onun adı gelir. Ecevit ise daha farklı bir yerde durur vatandaşın gözünde, en çok bağlanıldığı dönem olan 70'lerde aileden biri değil de Karaoğlan kimliğiyle ve bir tür "kahraman" olarak karşımıza çıkar. Tekrar umut olmaya çalıştığı 1980'lerde, 90'larda ise kahramanlıktan uzaktır artık ama aileden biri olmaya da yakın değildir. Hem zaten onun bir ailesi vardır : Rahşan.

        Eşi Rahşan, Ecevit'in hayatındaki en önemli isimdir. Uzun bir yolu birlikte yürüyen ikili, her zaman birbirlerini tamamlayan, uyumlu bir çift olarak görünür. Parti ve ev işlerini kimseye bırakmayan Rahşan Hanım'ın Ecevit'in üzerinde çok büyük etkisi olduğu aşikardır hatta bu etki zaman zaman aslında her konuda son kararı Rahşan Hanım'ın verdiği izlenimini bile yaratır. Kendilerini ülkelerine adadıklarını her fırsatta dile getiren çiftin birbirlerine de özel bir düşkünlükleri vardır. Ecevit hapse girdiği yıllarda, umutsuzluğa kapılan Rahşan Hanım'ı mektup ve şiirleriyle cesaretlendirir. Rahşan Hanım da özellikle son bir iki yıldır artan Ecevit'in sağlık durumuyla ilgili eleştirileri göğüsler, "ona çok iyi baktığını" söyler.

        HASTA ECEVİT

        Ecevit'in siyasi hayatı, son dönemde giderek artan sağlık problemleri nedeniyle tartışılır hale gelir ve "artık çekilmeli" diyen sesler çoğalır. "Ülkenin içinde bulunduğu koşullar gereği çekilemem" diyen Ecevit aslında geçmişte siyaset dışı hayata duyduğu özlemi dile getiren ilginç bir şiire imzasını atmıştır. 1964 tarihli eşi Rahşan'a yazdığı "Yapamadığımız" adlı şiirde, "evrenin derdini kapını dışında bırakmanın, Rahşan Hanım yün örerken karşısında polisiye roman okumanın" özlemini anlatır. O dönemdeki dileği "vaktinde ve rahat uyuyabilmektir" ancak geçen yıllar Ecevit'e bu özlemi unutturmuş, yoğun siyaset gündemi de rahat uykulara pek izin vermemiştir.

        ŞİİR TUTKUSU

        Nazan MENGÜ

        Ecevit'i büyüleyen heykel Romanyalı sanatçı Constantin Brancusi'nin Ecevit'i büyülüyen Boşluktaki Kuş adlı heykeli. Ecevit, Brancusi'yi " Doğanın özüne varmış bir sanatçı "olarak nitelendiriyor.

        Bu bölüm, Faruk Bildirici'nin "Kuzum Bülent, Ecevit'e Aileden Mektuplar" adlı kitabı, Doğan Hızlan'ın 15 Şubat 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan "Rahşan çiçek suluyor ben şiir yazıyorum" başlıklı söyleşisi ve Hürriyet arşivinin yanı sıra internet ortamındaki Bülent Ecevit ile ilgili kaynaklardan derlenmiştir.

        I. BÖLÜM

        ECEVİT'İN YÜKSELİŞİ

        Derleyen: Meral ASLANKAYA

        Ecevit, CHP'ye kaydolduktan kısa bir süre sonra ABD'ye uçmaya hazırlanıyordu. Yerel bir gazete 'misafir kalem' olarak Ecevit'i davet etmişti. Orada bulunduğu sürede ırkçılık karşıtı yazılarını bin bir güçlükle yayınlatmış, Türkiye üzerine konferanslar vermişti. Dönüşünde Ulus'un vefat eden yazı işleri müdürü Cemal Sağlam'ın koltuğuna oturdu. 1957 yılının başında bir kez daha ABD'ye gitti. Rockefeller Bursu ile Harvard Üniversitesi'nin Sosyal Psikoloji ve Ortadoğu Tarihi kurslarına devam ediyordu. Eşi Rahşan bu kez yanındaydı.

        KİMDİR BU BÜLENT, HELE BİR DURSUN

        Türkiye'deki gelişmeleri yakından izleyen Ecevit, erken seçimin ilan edilmesiyle, "gazeteme daha faydalı olabilirim umuduyla" Türkiye'ye dönmeye karar vermişti. Ancak, ABD'deyken CHP Genel Sekreteri Kamil Kırıkoğlu'na gönderdiği kart sayesinde, vekil olacağını ise henüz hesaplamıyordu. Kamil Kırıkoğlu, Bülent'in kartını eşine teslim etmiş ve "Seçim sırasında hatırlat" demişti.

        Kırıkoğlu'nun önerisini, CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek de destekleyince İsmet Paşa'nın "Kimdir bu Bülent, hele bir dursun" itirazlarına rağmen, Ecevit milletvekili listesine girmişti. DP'nin gerileyerek de olsa zaferle çıktığı 1957 seçimlerinde, Ecevit de Ankara Milletvekili olarak Meclis'e girdi.

        Bir yandan da Ulus gazetesindeki yazılarını sürdüren Ecevit, 1958 yılı başında kurulan Partide genel sekreterliğe bağlı araştırmalar yapacak büroda görev aldı.

        12 Ocak 1959 günü toplanan CHP 14. Olağan Kurultayı'nda Parti Meclisi'ne giren isimler arasında Bülent Ecevit de vardı.

        DARBE SONRASI KURUCU MECLİS'TE

        27 Mayıs 1960 sabahı Türkiye tank sesleriyle uyandı. Ecevit, o sabah İsmet İnönü'nün evindeydi. Kendi ifadesine göre Paşa, o sabah olan bitenden huzursuzdu. Ecevit ise 27 Mayıs'ı bir 'halk hareketi' olarak görüyordu.

        İlerleyen günlerde darbenin ardından ülkeyi yönetin Milli Birlik komitesi ile CHP arasında "ülke ve kültür birliği projesi" nedeniyle bir tartışma yaşandı. MBK, projenin uygulanmasını istiyordu, CHP Parti Meclisi ise buna karşı bir kampanya açmaya karar verdi. Ulus gazetesi de kampanyada yer aldı, görev Ecevit'indi.

        Kampanya meyvesini verdi, 13 Kasım'da Milli Birlik Komitesi'nin dağıtıldığını ve yeni bir komitenin oluşturulduğunu duyuruyordu. Ecevit'in eleştirdiği aralarında Alpaslan Türkeş'in de bulunduğu "radikal kanat" görevlerinden uzaklaştırılmıştı.

        Yeniden şekillenen MBK, Meclis'in oluşturulmasına karar verdi. İlk toplantısını 6 Ocak 1961'de yapan Kurucu Meclis'in görevi yeni Anayasa'yı yapmaktı. Ecevit de aralarındaydı. Anayasa, darbenin birinci yıldönümünde kabul edildi. 12 Haziran'da da siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verildi. Seçimler 15 Ekim 1961'de yapılacaktı.

        EN GENÇ BAKAN

        Siyasi parti liderleri 31 Ağustos'ta askerlerin gözetiminde biraya geldiler ve 27 Mayıs'ın amaçlarını sorgulamayacakları, Atatürk reformlarını koruyacakları, İslam'ı siyasi amaçlarla istismar etmeyecekleri ve Yassıada Mahkemeleri'nin kararlarını seçim propagandası yapmayacaklarına söz verdiler.

        15 Eylül'de Yassıada Mahkemesi kararları açıklandı: Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilecekti. Karar, 16 ve 17 Eylül'de infaz edildi.

        Böylesi bir ortamda girilen 1961 milletvekili seçimlerinde hiçbir parti tek başına iktidar olacak kadar oy alamadı. Oyların yüzde 36.7'sini alan CHP, Adalet Partisi ile koalisyon kurdu. İnönü başbakanlığındaki hükümette, Ecevit Çalışma Bakanlığı'na getirildi. Bakanlık koltuğundaki Ecevit, 36 yaşındaydı.

        20 Kasım 1961'de kurulan koalisyon hükümeti, 1 Haziran 1962'ye kadar işbaşında kaldı. Yaklaşık bir ay süren kriz döneminde, aralarında Ecevit'in de olduğu çoğunluk, CHP'nin hükümette yer almasına karşı çıkıyordu. Ancak İnönü, 25 Haziran'da CKMP ve YTP'yle birlikte hükümeti kurdu. Ecevit yine Çalışma Bakanı koltuğuna oturdu.

        16 Kasım 1963'te yapılan ara seçimlerden Adalet Partisi birinci parti olarak çıktı. Seçimde oy kaybına uğrayan CKMP ve YTP hükümetten çekildi. Bu gelişmeler sırasında Başkan J.F. Kenedy'nin ölümü nedeniyle ABD'de bulunan İnönü, yurda döndükten sonra 2 Aralık'ta istifasını verdi. AP hükümeti kuramayınca görev yeniden İnönü'nün oldu. Diğer partilerle yaptığı görüşmeler sonuçsuz kalınca İnönü, bağımsızların desteğiyle 25 Aralık'ta üçüncü koalisyon hükümetin kurdu. Ecevit üçüncü kez Çalışma Bakanı'ydı.

        CHP ARTIK SOSYAL DEMOKRAT

        Parti içindeki muhalefetin güçlenmesine neden olan bu gelişmeler, aynı zamanda CHP'nin 1960'lar Türkiyesi'nde sarsılarak değişmesinin de zeminini oluşturuyordu. Değişim, parti içinde muhalefet, giderek hizip hareketleri, ihraçlar, toplu istifalar olarak baş gösteririyordu.

        Dışarıda ise 1961 Anayası'nın sağladığı 'özgürlük' ortamının da etkisiyle yoksul kesimlerin ekonomik ve sosyal hak talepleri; TİP'in somut önerilerinin yaygın bir şekilde taban bulması; Amerika'ya duyulan güvenin sarsılması, CHP'yi saf belirlemeye zorluyordu.

        1965'lere gelindiğinde CHP ile 'sosyal demokrat' kavramı yan yana ifade edilir olmuştu. 1965 genel seçimlerinin hemen öncesinde 29 Temmuz 1965'te Genel Başkan İsmet İnönü, CHP'nin çizgisinin 'ortanın solu' olduğunu ilk kez dillendiriyordu. İnönü, "CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923'deki harap ülkede devletçilik nasıl tek, eşi ve yardımcısı olmayan bir kalkınma çaresi idiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur" diyordu. Artık CHP'li yöneticiler, 'sosyal adalet', 'devrimcilik', 'devletçilik' kavramlarını sıkça kullanır olmuşlardı. Bir dönemeci geçen ve artık 'ortanın solu' olan CHP, 1965 seçimleri için hazırlanan bildirgelerde, "ekonomik bağımsızlık, dış ticaret, petrol, madenler, yabancı sermaye" konularında beklenmedik cesarette politikalar savunmaktadır.

        ORTANIN SOLU MOSKOVA YOLU

        Ancak muhalefet CHP'deki değişimi sessizce izlemekle yetinmeyecektir. Sağ partiler, CHP'nin aşırı solcu, komünist olduğu yolundaki propagandalar ve 'ortanın solu Moskova yolu' gibi sloganlarla bir kampanyaya girişmiş, İnönü de 'ortanın solu'nu anlattığı konuşmalarında dolaylı olarak bunlara yanıt vermiştir:

        "Devlet de, Anayasa da, CHP de ortanın solundadır... Okuduğum CHP seçim bildirgesi değildir, Anayasa'dır."

        CHP, ürkek, çekingen 'ortanın solu' anlayışıyla girdiği 1965 seçimlerinde tam anlamıyla hezimete uğradı. DP'nin mirasını sahiplenen AP, seçimlerden açık ara bir zaferle çıkıyor, Türkiye'de yeni bir dönem başlıyordu. Batı basının manşetleri durumu çok iyi özetliyordu: "Menderes hayaletinin zaferi", "Millet hala DP'ye sadık".

        'ORTANIN SOLU' GÜNAH KEÇİSİ

        'Ortanın solu' kavramı parti içinde günah keçisi ilan edildi. İnönü ve Ecevit farklı yorumlarla bu kavramı dillendirmekte ısrar etseler de sistemli saldırılar karşısında, partide Ecevit dışında hiçbir parti yöneticisi bu kavramı ağzına alamaz oldu. 'Ortanın solu'nu savunmakta ısrar eden Bülent Ecevit, saldırıların boy hedefiydi artık. Ciddi fikir çatışmalarına, ayrılıklarına sahne olan CHP'de ilk kez 'ortanın solunda olanlar, olmayanlar", "sağcılar-solcular" ayrımı yapılır olmuştu. Bu dönem, Ecevit'i Genel Sekreterliğe götürecek yolu da açan gelişmelere gebeydi.

        18 Ekim 1966'da toplanan Kurultay, tekmeli, yumruklu, kıyasıya bir söz düellosuna sahne olmuş, alkışlanan adam ise Ecevit olmuştu.

        YA HEP YA HİÇ

        Genel Sekreterliğin en güçlü adayı Bülent Ecevit'tir. Ancak, İnönü bu fikre sıcak bakmıyordu. Ecevit, yıllar sonra Cumhuriyet gazetesinde şöyle anlatacaktı:

        "Çetin bir mücadeleden sonra, küçük bir farkla da olsa 18. Kurultay'ı kazandık, 1966 güzünde... Fakat İnönü ona rağmen, bu mücadeleyi kazanan ekibin adayı olarak, benim Genel Sekreterliğimi erken buluyordu. Sayın Kemal Satır'ın Genel Sekreter olmasını istiyordu. Ben, gerçi, bu hareketin önderliği mücadelesine kendime rağmen sürüklenmiştim. Fakat, bir kez görevi kabul ettikten sonra, onun bütün sorumluluğunu yüklenmek ve o görevi sonuna kadar götürmek isterim. Bu durumda, bana güvenen, umut bağlayan arkadaşlarımın, beni uyarmalarına, bana ısrarda bulunmalarına gerek kalmadan yeni Parti Meclisi toplantısından önceki gece yarısı, Rahmetli İnönü'ye gittim. Ve, kendisine Genel Sekreterlikten başka görev kabul edemeyeceğimi söyledim. Öyle zannediyorum ki, İnönü, benden ilk defa karşılaştığı bu davranış karşısında itiraz edemedi."

        ECEVİT İKİNCİ ADAM

        Ecevit'in CHP'de ikinci adamlığının tescillenmesi, parti içindeki ideolojik mücadelenin de alttan alta yürütülmesini beraberinde getirdi. 1969 seçimlerinde yüzde 46.6 oy oranıyla galip gelen AP'nin karşısında, yüzde 27.4 oy oranıyla CHP yine hezimete uğramıştı. Seçim sonuçları artık, parti içindeki mücadelenin iyice su yüzüne çıkmasına neden oldu. Artık parti içi mücadele alevlenmiş ve açıktan yürütülür olmuştu. Demirel hükümeti yönetimindeki ülke ise hızla 12 Mart'a doğru yol alıyordu. Bir yandan parti içi muhalefetle mücadele yürüten Ecevit, bir yandan da yaklaşan darbeyi sezmiş ve 20. Kurultay'ı izleyen günlerde 1970 Ağustosu'nda şunları söylemişti:

        12 MART YANILGISI

        "Türkiye'de bir dikta tehlikesi vardır ve bu ancak ordudan gelebilir. Bu, örneğin Yunanistan'daki gibi, yabancıların oyunu olur. Demokratik rejimde bile çok güçlü olan ekonomik çevreler, askeri diktada, daha da güçlenirler. Bir askeri müdahale mümkün gözükmektedir. Fakat, bu, ancak egemen zümrelerin yararına olur."

        Ecevit'in öngördüğü darbe 12 Mart 1971'de gelir. Toplumun çoğunluğu tarafından Demirel hükümetine karşı, dolayısıyla solcu-ilerici olarak algılanan Muhtıra, pek çok yanılgıyı aynı zamanda da ayrışmayı beraberinde getirecekti. Muhtıranın ardından Demirel Hükümeti istifa etmiş, darbeden birkaç gün sonra istifa ettirilerek 'tarafsızlaştırılan' Nihat Erim, asker tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Bu, parti içi çatışmalarda bardağı taşıran son damlaydı.

        GENEL SEKRETER KALAMAM

        21 Mart'taki CHP grubunda hükümete katılıp katılmama konusu konuşulacaktır. Daha 10 yıl önce, "Nihat, müşkül anında ülkeyi terk edecek karakterdedir" diyen İnönü, Erim hükümetine katılmak ve desteklemek gerektiğini savunuyordu, Ecevit ise böyle bir karar alınırsa istifa edeceğini duyurmuştu. Ecevit, yönetiminde bir gün önce yapılan MYK toplantısında hükümete katılmama, güven oylamasında CHP'li parlamenterleri serbest bırakma kararı alınmıştı ama İnönü, hükümete destek için gruptan bağlayıcı karar istiyordu. Artık ipler kopmuştu. Ecevit, İnönü'ye istifa mektubunu gönderdi.

        "Sayın İsmet İnönü

        CHP Genel Başkanı

        Sayın Genel Başkanım,

        Demokratik rejim için ve CHP için çok hayati saydığım bir konuda görüş ayrılığına düşmüş bulunuyoruz.

        Bu kadar önemli bir konuda sizin görüşünüze katılmadan Genel Sekreterlik görevini yürütmeye hakkım olamazdı.

        Onun için CHP Genel Sekreterliği'nden ayrılıyorum.

        Bugüne kadar, eşsiz önderliğinizle bana yol gösterdiniz, değeri biçilmez desteğinizle bana güç kattınız.

        Size sonsuz şükran ve minnet duygularımı yaşadıkça içimde taşıyacağım.

        Yürekten saygılarımı sunarım.

        Bülent Ecevit"

        Ecevit ve Merkez Yönetim Kurulu'nun gerekçeli istifasından sonra İnönü, 21 Mart akşamı toplanan CHP ortak grubunda Erim'i öven ve hükümete bakan verileceğini duyuran bir konuşma yaptı. İnönü'nün "Aksi halde kumandanlar idareye el koyacaklarını söylüyorlar..." diye biten konuşması beklenen etkiyi yapmış, gruptan Erim hükümetine destek kararı çıkmıştı. Ancak Parti Meclisi'nde Ecevit'in tartışmasız üstünlüğü sürüyordu.

        BIRAKIN GİTSİN

        İnönü, Ecevit'in 'ruhi ve hissi nedenlerle istifa ettiğini' iddia etmiş, 'bırakın gitsin' demişti. 25 Mart 1971'de örgüte gönderdiği bir genelgede de "Parti içindeki bunalımın bittiğini ilan ediyorum" diyordu.

        Nitekim Ecevit de "Paşam ben sizin karşınıza çıkmak için değil, sizin karşınızdan çekilmek için istifa ettim" demişti ama, Ecevit'e rağmen 'Milli Şef'e karşı gemiler yakılmıştı bir kere, geri dönüş yoktu...

        Erim Hükümeti'nin kuruluşundan itibaren yapılan CHP kongrelerinin çoğunluğunu Ecevitçiler kazanmıştı. Bunun anlamı, Parti Meclisi'nde kaba hesapla en az 230 Ecevitçi delegenin oy kullanması demekti. İnönü'ye ise Ecevitçilerin politikalarının parti politikasına dönüşmesine seyirci kalmak düşüyordu. Ama İnönü, bunun yerine tüzük dışına çıkmayı göze aldı. Nüfuzunu kullanarak bu il örgütlerini feshettirmeyi ve partilerin kadın ve gençlik kollarının oy hakkını kaldıran yasa değişikliğine destek vermeyi tercih etti.

        İnönü'ye yanıt parti içinden geldi; Ecevit'in istifasından sonra, İnönü'ye rağmen Genel Sekreterlik görevine getirilen ve Ecevitçiliğiyle tanınan Şeref Bakşık'ın istifası 'parti içi savaş'ın da resmi ilanı gibiydi.

        GEÇİCİ ATEŞKES...

        Artık mücadelenin açıktan yürütülmesi gereken günler gelmiştir. İnönü'ye göre, "İnönü'ye saygı perdesi oyunların üzerine düşürülmüştür. Ecevit'in ihtilafı İnönü'yledir. Bu perdenin kaldırılması ve oyunun örtüsüz oynanması zamanı gelmiştir." İnönü'nü bu çağrısından sonra Ecevit, "Perdeyi Kaldırıyorum" başlıklı bir broşür yazmaya girişir.

        Ancak bu sırada dışarıdan CHP'ye yönelen bir tehdit, bir süre için kılıçların kınlarına sokulmasına neden olacaktır. Ankara sıkıyönetim savcısı Baki Tuğ, DEV-GENÇ iddianamesinde CHP'yi ağır bir dille suçlamış, parti için soruşturma açılması için girişim başlatmıştır. İddianamede, "solun üçüncü sızma yolu da CHP'nin araladığı ortanın solu kapısıdır" denilmektedir.

        Bir süreliğine tek yumruk olan CHP'den bu iddialara çok sert yanıt gelecek, savcıların bu tavrı "tecavüz" olarak nitelenecektir.

        İnönü ile Ecevit'i yakınlaştıran bir diğer olay ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarıdır. İdamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak isteyen İnönü, ret cevabı alınca Parti Meclisi'nden medet umar. İnönü, bu sırada Ecevit'e "Yanımda olacaksın, bu meseleyi birlikte çözeceğiz, aramızdaki bütün anlaşmazlık ve dargınlıkları kaldırıyorum" diyecektir. Ecevitçilerin ağırlığındaki PM, İnönü'ye 'evet' der ve idamların önlenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne CHP olarak başvurulur.

        ECEVİT'İN ELİNDE OYUNCAK OLDUNUZ

        İnönü sözünü tutar, "Merkez Yönetim Kurulu'yla olan anlaşmazlığımı çözümlenmiş sayıyorum" diyerek bu durumu partiye de deklare eder. Ancak bu yumuşama havası kısa sürecektir.

        O güne kadar il ve ilçe kongrelerini her türlü engellemeye karşın birer birer kazanan Ecevitçiler giderek güçlenmektedir, eğer Hazirandaki olağan kongre beklenecek olursa, Ecevitçiler partiyi kesin ve tartışmasız ele geçirecektir. İnönü, "5. Olağanüstü Kurultay'ın, 5 Mayıs 1972 günü ve 20. Kurultay delegeleriyle toplanacağını" ilan eder. İnönü, "Kurultay'ı tüzüğe göre toplayacağım. Kurultay'ı kimlerin yöneteceğini de tek tek kendim belirleyeceğim. Amacınızı seziyorum. Ecevit'in elinde oyuncak haline geldiniz. Size güvenim olmadığını daha önce söylemiştim. Bu Kurultay'da çıkacağım, eski yeni bütün şikayetlerimi anlatacağım. Siz genel başkanınıza karşısınız. Bu meseleyi burada kapanmış sayıyorum dediğim zaman herşeyi bitti zannettiniz. Neler yaptığınızı teker teker Kurultay'da söyleceğim. Yumuşak olmaya çalıştım ama, size anlatamadım" diyordu.

        İNÖNÜ ELDEN GİDİYOR...

        CHP'li delegeler, 5 Mayıs 1972 sabahına büyük bir gerilim içinde uyanmıştır. Beş gün önce Kızıldere baskını yapılmış, arkasından bir uçak Sofya'ya kaçırılmış, bir gün önce de Jandarma Genel Komutanı bir suikast sonucu yaralanmıştır. Ordu teyakkuzdadır. Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamı an meselesidir. Ülkedeki gerilim, Kurultay salonundaki delegeleri de etkilemişti...

        İnönü'nün kalp krizi geçirdiği haberi bomba gibi düşer Kongre salonuna... Kurultay bir gün ertelenmiştir...

        Öğleye doğru büyük bir gazetenin birinci sayfasında İnönü'nün hasta yatağındaki fotoğrafı sekiz sütuna manşettir. 'İnönü elden gidiyor' havasını besleyen son vuruş, ertesi günü İnönü'nün doktor ve hemşireler arasında kurultay salonuna girmesiyle sahnelenir. Sonradan ortaya çıkar ki İnönü'nün o fotoğrafı çok önceleri, uyurken çekilmiştir...

        YA BEN YA BÜLENT

        Açılış konuşması için kürsüye gelen İnönü, son kozunu oynuyordu, açıkça "ya ben ya Bülent" demekten çekinmeyecekti.

        Karşılıklı tehditlerle, meydan okumalarla süren Kongre'de söz, en çok tartışılan adama, Ecevit'te geldiğinde soluklar tutulur. Eski Genel Sekreter'in İnönü'ye yanıtı şöyledir:

        "Aslında sorun, CHP'yi eski yörüngesine veya yeni yörüngesine oturtma sorunun da ötesindedir. Hatta sorun 'ya ben, ya Bülent' sorununun da ötesindedir. Tekrar söylüyorum, asıl öncelikle ölçülmesi gereken şudur: CHP'de buyruk mu işleyecek, hukuk mu işleyecektir? Buna karar vereceğiz. (...) Daha açık söylüyorum, vereceğiniz karar şudur: Demokratik bir partinin kanunlara saygılı özgür üyeleri mi olacağız, kapıkulları mı olacağız. Karar sizindir."

        Parti Meclisi, 507'ye karşı 709 oyla Kurultay'dan güvenoyu alacaktır. Tercih, Bülent Ecevit'ten yanadır.

        İNÖNÜ DÖNEMİNİN SONU

        İnönü'ye istifa yolu görünmüştür. İstifa mektubu son derece soğuk ve kısadır:

        "CHP Merkez Yönetim Kurulu Başkanlığı'na,

        CHP Beşinci Olağanüstü Kurultayı'nın 7 Mayıs 1972 toplantısında verdiği karar sonucu olarak, CHP Genel Başkanlığından çekildim.

        Tüzüğün 28. maddesinin gerektirdiği işlemin kurulunuzca yapılması için saygılarımla arz ederim.

        İsmet İnönü"

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ