Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem "Erdoğan bu işi çözer", leyla zanadan manifesto gibi çıkış, leyla zana, kürt sorunu, leyla zanadan başbakana destek

        1990'lı yıllardı ve Türkiye gergindi...

        3 Mart 1994 tarihinde ABD'de yaptığı bir konuşma nedeniyle TBMM Genel Kurulu'nda yapılan oylamada milletvekili arkadaşlarıyla beraber dokunulmazlığı kaldırıldı. Ertesi gün Türkiye hafızasına kazınan bir görüntüyle, Meclis bahçesinden polisler tarafından gözaltına alındılar.

        10 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 8 Haziran 2004 yılında serbest bırakıldı. Polislerin ensesinden bastırarak gözaltına alındığı Meclis'e, son seçimlerde Diyarbakır bağımsız milletvekili olarak tekrar geldi.

        Binlerce insanın hayatını kaybettiği ve sakat kaldığı, hatta isminin koyulması bile büyük tartışmalara neden olan sorunda kendi payına düşeni omuzlayan o minyon ve esmer kadının ismi Leyla zana.

        Kürt siyasetinin en etkili ve en kıdemli isimlerinden biri olan Leyla zana, son yaptığı çıkışla, sorunun çözümü için de önemli bir kapı aralamış oldu: "Ben Erdoğan'ın bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum. Yitirseydim giderdim, burada olmazdım"

        Leyla Zana'nın Hürriyet gazetesine verdiği röportaj, geçtiğimiz hafta CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun, Başbakan Erdoğan'la yaptığı zirveyle beraber esmeye başlayan umut gemisinin yelkenlerine, rüzgar dolduracak gibi duruyor.

        - 10 yıl kadar uzun bir süre hapis yattınız, 2004’te çıktınız, manzara neydi?

        O zaman 2004’te devlet tarafından uygulanan Kürtleri böl-yönet mantığı hâkimdi. Tahminimce Filistin modeli örnek alınmıştı. Bölünerek hareketin zayıflayacağını, hatta yok olacağını düşünen bazı çevreler büyük bir yanılgıyla karşılaştılar. Çünkü taban birdi. Haklı talepler birdi. Çekilen acılar birdi. Bu şartlar altında bir bölünme olmadığı gibi daha da güçlenen bir hareketle karşılaşıldı.

        Devlet bu işi eğer çözme kararlılığı gösterecekse ortak bakış açısını sürekli kılmalı. Yani sadece karşı tarafı bölme değil kendisinin de bölünmemesi, tüm kurumlarıyla, politikalarıyla kararlı tek bir duruş sergilemesi şart. Buna herkes, her şey dahil. Sermayesinden politikacısına Türkiye bu sorunu çözmede tek vücut olmayı bilmeli. Eğer tek söylem olsa, hükümetten hükümete değişen dengelerle günden güne söylemler değişmeseydi bu sorun çok rahat çözülürdü.

        "TÜRKİYE'DE ADAMI İÇERİ ATIYORLAR, ORADA UNUTUYORLAR"

        KCK deyip duruyorlar. Bu işin hikâye kısmı. Kim kendini ifade ettiyse, isyan ettiyse kendini içeride buldu. Benim tanıdığım onlarca insan var KCK’lı değiller ama içerideler. Türkiye’de adamı içeriye atıyorlar, orada unutuyorlar. Tamam bari suçluyorsun cezasını ver ama ceza da yok. Yargıçlar gereğini yapmıyor, hüküm yok. Yarın bu insanların hepsi AİHM’ye gitse, uzun tutukluluktan dolayı tazminat alsa bu paralar bu milletin, gariban vatandaşın cebinden, cebimizden çıkmayacak mı?

        "BU İŞİ BAŞBAKAN ERDOĞAN ÇÖZER"

        Bu işi isterse en güçlü durdurur. O güçlü kimdir, şimdiki hükümettir. O hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve bu sorunu da çözer. Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum. Yitirseydim giderdim, burada olmazdım. Şimdi hepimizin yapması gereken, hepimizin başbakanın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir.

        - Başbakan Erdoğan ile ilgili ilk yıllarda Güneydoğu’da kuvvetli bir siyasi beklenti vardı, sebebi neydi?

        Bir kere Başbakan’ın çözüme ilişkin önemli çıkışları vardı. Bu da üç noktada yoğunlaşıyordu. Birincisi Kürt halkının haklarının verilmesine dair onda bir iradenin bulunabileceği, ikincisi AB temelinde Batı’yla entegrasyon sürecinin hızlandırılmasının soruna olumlu katkısının olabileceği, üçüncüsü de Osmanlı’dan sonra inançlı kesimin baskı altında tutulmasının, haklarının verilmemesinin ne anlama geldiğini çok iyi bilen bir Tayyip Erdoğan’ın mağdurun halinden anlayan, psikolojisiyle bölgedeki taleplere de paralel bakış açısına sahip olabileceği beklentisi. Açıkça söyleyeyim bir barış projesi olarak yaklaşıldı o dönemde. Ben de onu destekledim. Avrupa’da, ABD’de, Türkiye’de dinlerarası diyalog, evrensel ilkeler demokrasi, özgürlük gibi çıkışları herkesin ilgisini çekmişti. Ne zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürdükleri türban kararına olumsuz cevap verildi, ondan sonra Avrupa’ya dair süreçte onlar da soğuyunca umutlar tükendi.

        - Peki Başbakan ile görüşmeyi düşünüyor musunuz?

        Tabii ki görüşmek isterim. Faydalı olacağına da inanıyorum ama mesele benim görüşüp görüşmemem değil. Bence ayda bir toplumun bu iş üzerine düşünen insanlarına kapısını açabilmeli, onlarla da görüşmeli.

        Bir kere terör ve Kürtler ifadesi bir arada anılmamalı. Bu herkesi biz terörist değiliz şeklinde bir tepkiye sevk ediyor. İki, Kürt kimliği anayasal güvenceye alınmalı. Üç, Kürt çocukları asimilasyondan çok mustarip. Bu nedenle eğitim hakkı verilmeli. Başbakan diyor ki asimilasyon yok. Ama anaokulunda bile var. Bugün bölgeye gidin, köylere bile anaokulu gelmiş. Ama eğitim Türkçe. Anneden kültürü öğrenmesi gereken çağda çocuğa Türkçe öğretiliyor, atomize ediliyor.

        - Peki PKK ne yapmalı?

        1999’da Abdullah Öcalan Türkiye’ye geldikten sonra aslında büyük fırsatlar yakalandı. 1984’ten 1999’a dek çok farklı ateşkesler uygulansa da 1999’da ilk kez sınırlar ötesine çekilindi ve bağımsız birleşik Kürdistan mücadelesi yerine Türkiye ile birleşik yaşam politikası hâkim oldu. Hatta bu da o dönemdeki dalgalanmaları beraberinde getirdi. O dönemden bu yana bu anlayış farklılığını görüyoruz. Benim bakış açım şöyle. Bence PKK da bugün bunu şöyle anlamalı: Bağımsız Kürdistan için o zaman ölenleri anlıyorum. Ama 1999’dan itibaren strateji değiştiyse Bağımsız Birleşik Kürdistan yerini, haklı talepleri elde ederek tamamen birlikte yaşama stratejisine bıraktıysa ve amaç yerel yönetimin güçlenmesi, demokratikleşme ise bu gençlerin ölmesini artık hiçbir vicdan kabul edemez. PKK da ona göre bu süreci yeniden değerlendirsin.

        - Kuzey Irak’taki ve Bağdat’taki aktörler nasıl bir rol oynuyor?

        Sayın Celal Talabani ve Mesut Barzani çok önemli isimlerdir. Ama Türkiye, bir çözüm iradesi, somut bir plan ortaya koyarsa iki isim de Türkiye’nin peşinden gelecektir. Türk devleti devasa bir mekanizmadır. Ancak hâlâ ne zaman olaylar olsa şahıslardan bahsediliyor. Provakatif eylemlerde olayların üzerine gidip gerçek sorumlular derhal bulunmalı. Bir sürü karanlık eylem, süreci dinamitledi. İki tarafı Silvan’da karşı karşıya getiren 5 esrarengiz kişi var, kimdi bunlar? Şunu demek çok kolay. Devletin Ergenekon’u yaptı. PKK’nın şahinleri yaptı. Asıl önemli olan bunu çözmek, bunları bulmak.

        - Örneğin Silvan... PKK da mı içindeki provokatörleri bulamıyor?

        Hayır, inanın bilmiyor. İki tarafta acılar yaşanınca kimse bir sonraki acının yaşanmaması için aklını başına toplayıp o anki yaşanan acının gerçeğinin ortaya çıkması için çaba sarf etmiyor.

        - Doğu ve Güneydoğu kökenli AKP ve BDP milletvekillerini karşılaştırır mısınız?

        Ak Parti’deki Kürt milletvekilleri duyguda Kürt, düşüncede Kürt değildir. BDP’dekiler ise düşüncede Kürt, duyguda değil. İkisi de olaya yarım yarım bakıyor. Yani düşüncede Kürt değil demekle Ak Parti milletvekilleri Kürtlerin geleceğine dair bir şey beslemiyor, düşünmüyor. BDP’liler ise geleceği düşünüyor ama Kürtlerin duygusuna uzak olduğu için çok mekanik kalıyor.

        - Bunu biraz daha açmak lazım.

        BDP’deki eksikliğin hissedilmesi çok önemli. Yani sadece BDP’li arkadaşlar sokak gösterilerine destek. Kamera karşısında sert ve güçlü mesajlar ya da cenaze törenlerinde halkla bir araya gelmenin haricinde kameralardan uzak sofralarda da insanlarımızla bir araya gelmeli, ekmeği paylaşmayı öğrenmeli. Tarladaki kadının terini silebilmeyi, emeğin ne olduğunu anlayabilmeyi, eşek sırtında eve su taşıyan teyzenin testisinden bir bardak su içmeyi bilmeli. BDP’nin dikkat edeceği bir önemli husus da kapalı kapılar ardında olumlu, Kürtlere yönelik kameralar önünde ise bunun tam tersi olan gerilim dilinden vazgeçmeli. Yani içeride başka, dışarıda başka konuşmamalı.

        "BAŞBAKAN CESARETLİ, EVHAPSİ OLABİLİR"

        İçeride düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde görüşlerini söylemekten başka bir şey yapmayan binlerce tutuklu var. Tüm bunlar ortadayken bu toplumsal karamsarlığı dağıtabilecek bir şeylerin yapılması lazım. Başbakan’da bu cesaret var. Mesela Öcalan İmralı’dan alınıp bazı kesimlerle temas edebileceği bir ev hapsine alınabilir. Türkiye Mandela’nın Güney Afrika’sı gibi olmasın. Öcalan’ın böyle bir ev hapsine taşınması, Başbakan’ın bu cesarete sahip bir kişi olarak bu adımı atması, inanın yüzde 80 ülkede mevcut iklimi değiştirir. Burada Öcalan’ın Türkiye’nin dinamiklerini anlaması için sadece kendi bildiklerini söylemesi değil, gelenleri de dinleyip bir sentez oluşturması önemli. 5 yıl daha niye bekleyelim? Bakın çocuklarımız ölüyor.

        - Bu süreçte medyanın rolü ne olmalı?

        Türkiye’nin geçmişinde medya çok sayıda iktidarı getirdi götürdü. Çoğu zaman gerilim sebebi oldu. Şimdi bir geçmişle hesaplaşma süreci olduğunu düşünüyorum. Bunun sonunda inşallah barışçı bir dil, bir bakış açısı egemen olur, ama medya tarafları incitecek tanımlamalardan kaçınmalı. Kürtleri irite edecek teslimiyet ifadesini kullanmamalıdır. Kürtlere akıl vermemeli ve onların yerine karar vermemeli. Bir cümle de müsaadenizle Hürriyet Gazetesi için söylemek istiyorum. Hürriyet kendine yakışan bir şekilde Hürriyetçi bir mantıkla logosunu artık değiştirmeli ve “Türkiye Türklerindir” yerine “Türkiye Türkiyelilerindir” deme büyüklüğünü göstermeli.

        - BDP’nin bu süreçte hiç mi yapacağı bir şey yok?

        BDP yeni anayasa sürecine mutlaka destek vermeli. BDP, Türkiye’de Kürtlerin de yararına olacak her şeyin içinde bulunmalı. Toplumun faydasına olan sadece kitlesel, bölgesel değil. Tüm Türkiye genelinde halk için bir şeyler yapabilmeyi gösterebilmeli. Kürtlerin haklı talepleri için mücadele veren BDP, yeri geldiğinde Karadeniz’deki çay üreticisi için de mücadele verse fena mı olur?

        - Kürt sorununa çözüm yolunda neredeyiz?

        Bir kere Kürt sorunu sözünü şiddetle reddediyorum. Ortada bir hak talebi meselesi vardır. Kürtler bu ülkede sorun değildir. Belki haklar sorunu vardır. Bugün en azından toplumda makul bir diyalog noktası bile var. Ama soruna Kürt sorunu diyerek başlarsak bu halkı başlı başına sorunmuş gibi algılanmanın önünü açarız. Bu da yanlış bir başlangıç.

        - CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü yönünde yaptığı çağrı ve Başbakan Erdoğan’la yaptığı görüşmeyi nasıl görüyorsunuz?

        Dünyanın hiçbir yerinde aslında böyle bir toplantı bu kadar ilgi çekmez ama bizde toplumun tüm kesimlerinde öyle bir umuda aç durum var ki bir diyalog, bir kıpırtı ortamı hareketlendiriyor. Biraz daha özgüven oluşmalı. Sistem bazen siyasetin önüne geçebiliyor. Bu hareketler sisteme kurban edilmemeli, cesur, özgüven dolu adımlar birlikte atılabilmeli.

        - Peki Türk ve Kürt politikacılar bu süreçte neler yapmalı?

        Türk politikacılar taktik davranmayı bırakmalı, stratejik bir tavır almalı. Tüm tartışmaların zemini Meclis olmalı. Herkes kısa, orta, uzun vadede yapacaklarını somut olarak ortaya koymalı, herkes bunu bilmeli. Kürt politikacılar ise olumsuz dilden vazgeçmeli yani toplumdaki umutları söndürmemeli. Mutlaka siyasal düzlemde birbirimizi eleştireceğiz hem de sert şekilde eleştireceğiz, ama son zamanlarda bu benim bizim tarafta da gördüğüm şekilde bir küfür dilini içermemeli. Siyasette küfür olmaz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ