Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi The School Of Life bilgi üniversitesi, Alain de Botton, santralistanbul, Hayat Okulu, porno

        KÜRŞAD OĞUZ / HT CUMARTESİ

        koguz@haberturk.com

        Londra’da 70 bin katılımcıya ulaşan The School of Life (Hayat Okulu); Melbourne, Paris, Amsterdam ve Belgrad’ın ardından 14 Ekim’de İstanbul’da açılıyor. Bilgi Üniversitesi’nin hayata geçirdiği The School of Life İstanbul, santralistanbul’u kendine mekân seçti. Kayıtlar da başladı. Bu okul, yazar-felsefeci Alain de Botton’un Londra’da başlattığı girişimin meyvesi. Sel Yayıncılık’ın yayımladığı “Hayat Okulu” serisi de bu sürecin ürünüydü. Türkiye’de “Aşk Üzerine,” ‘Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir,” “Öp ve Anlat” gibi kitaplarıyla tanınan 45 yaşındaki Botton’la en son “Ateistler İçin Din” kitabıyla ilgili konuşmuştuk. Bu söyleşide de dini, çok üzerinde durduğu mutluluğu, yaşamın anlamını ve tabii kurduğu okulun İstanbul macerasını ele aldık.

        ■ School of Life’ın (SOL) Türkiye macerası nasıl gelişti?

        Dünyadaki SOL’lar franchise şeklinde işliyor, İstanbul’daki de öyle olacak. 1, 1.5 yıl önce Bilgi Üniversitesi’nden gelip SOL’u açıp açamayacaklarını sordular. Çok profesyonel bir ekipti. Böyle bir okul açmanın siyasi zorluklarını biliyorlardı. Heyecanlılardı ve yapmak istediklerinin farkındalardı. O gün çalışmaya başladık. 14 Ekim’de açılıyor. Hocaları İstanbul’daki ekip ayarladı.

        ■ Siz ders verecek misiniz?

        Hayır, ben sadece açılışta konuşma yapacağım. Ben öğretmen değilim. Londra’da da ders vermiyorum. SOL’u ben başlattım ama onun çok ötesine geçti. Her şeyi yazan, yapan, öğreten ben değilim. Pek çok bakış açısını kullanıyoruz, sadece benimkini değil. Bu, dünya vizyonu veren bir ev. İnsan psikolojisini temel alıyor. İyileştirici yönü de var.

        ■ Hayatta neler yaparsak daha mutlu olacağımızı anlatan bir okul mu?

        Mutluluk biraz koruma duygusuyla yaklaştığımız bir kelime. Biz ‘Tamamen mutlu bir hayat olabilir’ diyen bir Amerikan işletmesi değil. Acı ve ıstırabın hayatın parçası olduğunu düşünüyoruz ve büyük sorulara sihirli cevaplar olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla alaycı bir biçimde mutluluk sözü vermiyoruz. Hayatımız boyunca bize acı verebilecek psikolojik, sosyolojik ve politik büyük meselelere daha yüksek anlama kapasitesiyle yaklaşmayı sağlıyoruz. Bunlara cevap vermek değil anlamak peşindeyiz ki bu da meselenin yarısından fazlası demek. Elbette evde kalıp kitap okuyabilir veya internette sörf de yapabilirsiniz, ama bizim sunduğumuz farklı bir deneyim. Bir hoca var, arayışta olan başka insanlar var. Fikir alışverişi, keşif, heyecan, mutluluk ve mutsuzluğun olduğu sınıflar bunlar. Ve bunları toplu bir şekilde yapıyoruz.

        ■ SOL’un bir self help (kendi kendine yardım) kuruluşu olduğunu, tamamen kişisel mutluluğu hedef aldığını düşünenler var...

        Self help kitapları bizi ilgilendiriyor. Ama bir nüans var. O kitapların çoğunluğu gerçekten gülünç. Amerikan tarzı mutluluk hedefiyle alaycı cevaplar veriyorlar. Biz bunu yapmıyoruz. Sanat, kültür, psikoloji gibi alanların sağaltım işlevi görebileceğine inanıyoruz. Bu da bütün sorunlarınızın çözüleceği anlamına gelmiyor. Mesela Marcel Proust, bana gerçekten yardımcı olmuş bir self help yazarı. Veya Tolstoy, Camus... Self help dediğimizde aklımıza neden Heidegger gelmiyor? Alman filozofu hayat hakkında bize pek çok şey öğretti. Bu kavramını yeniden inşa etmeyi deniyoruz. Self help aptal olmak demek değildir. Yeryüzünde cennet vaat eden Amerikan eserleri değildir. Madam Bovary, Wim Wenders’in filmleri öyledir. Biz SOL’da bunları ele alıyoruz.

        ■ Bazılarına göre modern hayatı belirleyen üç şey var: Din, para, seks. İnsan bunlarda aradığını bularak mı mutlu olur?

        Biz SOL’da bunlara “aşk, iş ve siyaset” diyoruz. Belki din de eklenebilir ama biliyorsunuz İngiltere çok laik bir ülke ve din günlük yaşamın parçası değil. Elbette İstanbul’daki SOL farklı olacak; Londra’yı İstanbul’a taşımayacağız. Türk entelektüel ve sanatçılarla İstanbul’da idare edilen ve oraya göre tasarlanan yerel bir SOL olacak. Ama haklısınız, “din, para, seks” herkesin en büyük problemi. Bunları öğretiyoruz zaten.

        ■ Modern insanın yaşamında hangisi daha önemli ve öncelikli sizce?

        Değişiyor. Dediğim gibi din, İngiltere gibi Avrupa’nın pek çok ülkesinde çok önemli değil, insan yaşamının büyük parçası değil. Onlarda aşk ve para önemli.

        ■ SOL’u nasıl yerelleştireceksiniz?

        Türkiye bu Avrupa ülkelerinden farklı... Buna İstanbul’daki ekip karar verecek. İngiltere ve Avustralya programlarında Türkiye’ye uymayan şeyleri çıkardılar, boşlukları doldurdular. Hem evrensel hem yerel bir program olacak.

        ‘İNSAN DURUP DURURKEN CİHATÇI OLMAZ’

        ■ Bir araştırma, 2014 yazının en kötüsü olduğunu, dünyada hiç bu kadar insan ölmediğini söylüyor. Bu kadar ölüm, kaos varken nasıl mutlu olabiliriz?

        Durun! Umutlu olmak için de pek çok sebep var. 5 yaş altı çocuklarda ölüm oranı düşüyor. Teknolojide, sağlıkta çok olumlu gelişmeler var. Bazı ülkelerde demokrasi ilerliyor... Ama medya dikkatimizi sürekli sorunlara çekiyor. Belki sorunlar, mutlu hikâyelere oranla daha çok sattırdığı için. Umutsuzlar için hep sebep vardır ama biz hep umutlu olmak için sebep aramalıyız. Hayatta her akşam uyumak ve her sabah uyanmak, gözlerimizi güzel şeylere açmak için gücümüz var. Modern insan, televizyon ve internette her dakika bir felaket görüyor. Pek çok sıkıntı, umutsuzluk, iflas, intihar var. Bunlar modernitenin getirdiği sorunlar. Köyleri terk edip büyük şehirlere geldik. Endüstri, teknoloji her yanımızda. Evet bu bize daha zengin bir hayat verdi ama beraberinde de pek çok sorun getirdi. SOL işte bu sorunlara odaklanıyor.

        ■ El Kaide’den sonra şimdi de IŞİD var. Yüzlerce Avrupalı Hıristiyan Ortadoğu’ya gidip ‘cihada’ katılıyor. İngiliz, İngiliz’in kafasını kesti. Bir Hıristiyan’ı cihatçıya çeviren sorun nedir Batı’da?

        Bu insan psikolojisini anlamayı gerektiren bir durum. Soruyu şöyle de sorabiliriz: Nasıl oluyor da bir baba kendi çocuğunu öldürebiliyor? Veya bir kadın sevgilisini nasıl bıçaklayabiliyor? Gazetelerde her gün böyle onlarca haber okuyoruz ve ‘Bu nasıl olur’ diye soruyoruz kendimize. İnsanın çok soylu bir varlık, sağduyulu, hassas olduğu fikri hep kafamızda ama insanoğlu çok karanlık yanları olan bir varlık aynı zamanda. Hatta belki ‘Neden insanlar birbirini öldürüyor’ diye değil de, ‘Nasıl oluyor da insanların büyük çoğunluğu birbirini öldürmüyor’ diye sormalıyız. İnsan, öldürücü bir yaratık. Bunun sebebini hâlâ çok iyi anlayamadık. Bu, siyasi olduğu kadar psikolojik de bir sorun. Öldürenin ailesine, okulda şiddet görüp görmediğine de bakmamız lazım. İnsan durup dururken bir cihatçıya dönüşmez; arkasında mutlaka uzun bir hikâye vardır. Bir insan nasıl ölüm makinesine dönüşebilir? Bunu iyi incelememiz lazım.

        Bazıları bunu “İslamcı terör” olarak tanımlıyor. Siz ne diyorsunuz?

        Bizim ülkelerimizde bazılarının yaptığı gibi ‘İslamcılık ve terör birbiriyle bağlantılı’ demek, bir Müslümanın o ya da bu şekilde terörle bağlantılı olduğunu düşünmek çok tehlikeli. Dünyanın her yerinde Müslümanlar var. Koca bir dini terörün sebebi olarak göstermek delilik. Ama şu söylenebilir; cihatçıların Kuran’ı anlama ve dine yaklaşım sorunları var. Onlar yaptıklarını meşrulaştırmak istiyorlar ve Kuran’ı buna alet ediyorlar. Yapmak istediklerini bu dinden önce de veya dinsiz de yaparlardı. Din onlara bir kılıf sağlıyor. Her dinde, Hıristiyanlık’ta da fanatikler var. Naziler de siyasi fanatiklerdi. Her Müslüman gördüğümüzde onun bir fanatik olduğu düşüncesine kapılırsak veya birileri bizi bu yola iterse, bu toplumumuz için büyük bir felaket olur.

        ■ Laik aşırılık da var mı sizce?

        Evet, buna inanıyorum. Şimdilik ölümcül değil ama mesela Richard Dawkins var. Çok agresif bir laiklik anlayışı var, özellikle de Hıristiyanlığa saldırıyor. Elbette fiziksel şiddette bulunmuyor ama gerekçeleri şiddet dolu.

        ■ “Ateistler İçin Din’ kitabınızla ilgili konuştuğumuzda ‘İslam’ı sonraki kitabımda inceleyeceğim’ demiştiniz. Başladınız mı?

        Başka kitaplarımda İslam’dan bahsettim. O kitabımda Yahudilik, Hıristiyanlık ve Budizm vardı, İslam yoktu. Bir gün sadece İslam dünyasına bakacağım.

        ‘Özgürlükler Türkiye’yi yıkmaz büyütür’

        ■ Bu bağlamda Türkiye’yi nereye oturtuyorsunuz? Londra’daki Türk öğrencileriniz size ne söylüyor?

        Türkiye’nin muhafazakârlaştığını mı? Pek çok Türk arkadaşım, Fransız, İngiliz arkadaşlarımdan farksız. Modern dünyaya aitler. Türkiye’deki politik gerçekliğin kendi yaşamlarını yansıtmadığını söylüyorlar bana. O siyasi sistem onların bazı umutlarını, özgürlük taleplerini tanımıyor. 10 yıl önce Türkiye’nin başka yöne gittiğini, yaşananların çok can sıkıcı olduğunu düşündüklerini görüyorum.

        ■ Umutsuzlar mı, endişeliler mi?

        Umutsuz değiller. Büyük bir iyimserlik, sağduyu ve enerjileri var. Şöyle düşünüyorlar: Belki siyasi yapı iyi değil ama hayat bu, devam edeceğiz, yapabileceklerimizi yapacağız, olmazsa başka yerde veya başka zaman yaparız. Buna bir tür pragmatizm diyebiliriz. Yani büyük siyasi sorunlar karşısında bir melankoli var ama aynı zamanda gerçekçiler. Umutsuzluk içinde ağlayarak duramayacaklarını biliyorlar. “Yaşamımıza devam edeceğiz ve bu durum yavaş yavaş değişecek” duygusu var.

        ■ Bir kesim, bu hükümetin ülkeyi muhafazakârlaştırıp dindarlaştırdığını düşünüyor. Siz Londra’dan ne görüyorsunuz?

        Ben birlikte yaşamamız gerektiğini düşünüyorum. Laik arkadaşlarım da, dindar arkadaşlarım da “Artık tahammül edemiyorum” diyor. Bu felâkettir, sivil savaşa yol açar. İskoçya’da halkın yarısı ayrılmak istedi. İngilizlerin kötü olduğunu, artık onlarla yaşayamayacaklarını düşündüler. Anlaşamadığımız her seferinde ayrılacaksak bunun sonu yok, yürütemeyiz. Ülkeleri daha kaça böleceğiz? Hadi laikler şu tarafa, dinciler şu tarafa... Birlikte yaşamak, çok kültürlü toplumlar olmak için çaba harcamalıyız. Bu, toplumda herkesle anlaşacağımız anlamına gelmiyor ama saygı göstereceğiz. Her ailede, sokakta farklılıklar var ama birlikte yaşayacağız. Modern dünyada, tamamen benim gibi düşünen küçük gruplar halinde yaşamak istemem büyük bir tehlikedir.

        ■ Türkiye’yi takip ettiğinize göre size Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı sorsam, ne söylersiniz?

        Sadece ve sadece toplumda bazı özgürlükler garanti altına alınırsa, Türkiye daha güçlü olabilir, ismi dünyada çok daha parlayabilir, prestiji artabilir. Bu devleti yıkmaya çalışmak, değerleri ortadan kaldırmak anlamına gelmez. Ama Kanada, ABD, İngiltere’de olduğu gibi bir özgürlük seviyesi, herkesin saygı duyduğu yasalar olmalı. Bunlar mükemmel toplumlar değil ama sıradan vatandaşın bazı hak ve özgürlükleri var ve bunlar garanti altında. Yargının modernizasyonu, basına özgürlük, ülkeyi yıkmayacaktır. Aksine Türkiye’nin gücünü artıracaktır.

        ■ Aile kökenleriniz İzmir’e uzanıyor. Bugün İzmir, laikliğin ve Kemalizm’in kalesi gibi görülüyor Türkiye’de. Siz ne dersiniz?

        Atatürk hakkında ne biliyorsunuz? Ailem Akdeniz’in pek çok farklı bölgesinde yaşadı. İzmir, Yunanistan, İskenderiye’de bulundular. Çok kültürlü yapının son yüzyıllarda Amerikan toplumunda keşfedildiği sanılır ama öyle değil. Yüzyıllar boyunca Akdeniz’de bu vardı, ama maalesef unutuyoruz. Babam Arapça konuşuyordu, Mısırlı, İsrailli arkadaşları vardı. Bu hoşgörü gittikçe azalıyor ve evrensel düşünce yok oluyor. Zamanımızın trajedisi bu. Sorunuza gelirsek; Modern Türkiye çok karmaşık ve mükemmel bir yaratım. Elbette her şey güllük gülistanlık olmadı ama dinin günlük hayatta sonuna kadar yaşandığı, siyasette olmadığı bir toplum fikri Türkiye’ye çok yardımcı oldu. Din de siyasete karışmayarak yerini ve gücünü buldu. Bu, modern Türkiye fikriyatında müthiş bir keşifti. Bu dersin unutulmaması lâzım çünkü çok önemli.

        ‘Ateistim ama din beni çok ilgilendiriyor’

        ■ Siz Yahudi’ydiniz ama şimdi ateistsiniz değil mi?

        Aynen öyle. Yahudi bir aileden geliyorum ama onlar da ateist oldu. Dini inancım yok ama din beni çok ilgilendiriyor.

        ■ Bugünün İsrail’ini sorsam size. Birkaç ay önce Filistin’de yaklaşık 2000 kişi öldü...

        Bu iki taraf için de trajedi. Elbette Filistinliler için daha büyük bir trajedi ama İsrailliler için de öyle. Çünkü hiçbir toplum kalbinde bir yerlerde acı çekmeden başka toplumdan masum insanları öldürmez. Dünyanın geri kalanı gibi ben de bu toprakların bölünmesi taraftarıyım. Filistinlilere özgürlükleri verilmeli. Yahudiler ve Filistinliler ülkeyi paylaşmalı. Bill Clinton’ın, pek çok İsrail başbakanının kabul ettiği bu basit gerçeklik nasıl oluyor da hayata geçirilemiyor? Orada ciddi bir yıkım var. İsrail’in politikalarını değiştirmesi ve bölgenin acilen barışa kavuşması lazım.

        Açılışı Botton yapacak

        The School of Life, “daha iyi yaşam” vaat eden kültürel bir girişim. Yaşamı felsefe, edebiyat, psikanaliz ve sanatla zenginleştirmeyi amaçlıyor. “Potansiyelimizi nasıl gerçekleştiririz?” “Aşkı nasıl zinde tutarız?” “Nasıl fark yaratırız?” “Nasıl yaratıcı oluruz?” gibi sorulara cevap arıyor. Türkiye’den ve dünyadan yazar, sanatçı ve düşünürler konuşacak, ders verecek The School of Life Istanbul’da. Aralarında Mehmet Emin Adanalı, Pelin Batu, Sami Bugay, Ayşem Burhanoğlu, Zeynep Çatay, Zeynep Evgin Eryılmaz, Alper Hasanoğlu, M. Serdar Kuzuloğlu, Elvan Omay, Murat Paker, Bülent Somay, Ece Temelkuran, Pelin Turgut, Yankı Yazgan, Serra Yılmaz gibi psikoloji, tiyatro, tasarım, medya ve farklı alanlardan tanınmış isimler var. Atölyeler ve etkinlikler santralistanbul’da ve kentin farklı mekânlarında olacak. Açılış 13 Ekim’de Alain de Botton’un yapacağı konuşmayla yapılacak.

        “School of Life’da yeni şeyler keşfedecek, eski bilgeliği bulacak, yeni arkadaşlar edineceksiniz. Londra’dan geliyoruz ama aynı zamanda sizin İstanbul için ordayız. Sizin istediğiniz okulu sizin sorunlarınız için kuruyoruz. Çok eğleneceğiz.”

        ‘Kendinizden büyük bir şeye inanın’

        ■ Bilmek mi mutluluktur, bilmemek mi?

        Her şekilde mutlu ya da mutsuz olabiliriz. Düşünmezsek mutlu oluruz fikri basit. Vahşiler mutlu muydu? Sanmıyorum. Her zaman sorunlarımız olur ve düşünmek bize çok yardım eder. Sorunu çözmesek de ne olduğunu, nereden geldiğini, ne kadar sürebileceğini anlarız. Ben düşünmek taraftarıyım.

        ■ Mutlu olmak için inançlı olmak gerekir mi?

        Kesinlikle hayır. Kendinden daha büyük bir şeye inanmak lazım evet. Sadece kendine inanıyorsan orada bir sorun vardır ama daha büyük bir şeye inanırsan bunun ille de Tanrı olması gerekmez. Ülkene, çocuklarına, işine inanabilirsin.

        ■ Siz neye inanıyorsunuz?

        Bilgiye, akla, edebiyata, sanata, bilgelik fikrine inanıyorum.

        ■ Asıl mutluluk ruh ve beden uyumu değil mi? Mutluluk arayışındaki modern insan bedenine, güzelliğine çok fazla önem vermiyor mu?

        Kesinlikle öyle. Denge çok güzel bir kelime. Sadece kendi ruhsal dünyalarında yaşayan insanlar var; görünüşlerine önem vermeyen filozoflar mesela. Uzun sakalları, kötü kokuları, değiştirmedikleri kıyafetleri var. Yaşamda değiller ama beyinlerinde yaşıyorlar. Madalyonun diğer tarafında güzellikten, estetikten başka şey düşünmeyenler var. Hayat ruh ve bedenin ikisinin de taleplerini karşılamaktır. Vücudumuzu unutursak komik hale geliriz. Aynı şekilde sadece vücudumuzu düşünürsek de saçmalamış oluruz.

        ■ Her mutluluk başkasının mutsuzluğu değil mi?

        Diyelim âşık oldunuz, sevgilinizi terk ettiniz, yeni aşkınızla berabersiniz. Siz mutlusunuz ama eski sevgiliniz çok mutsuz... Başkalarının mutsuzluğuna bağlı olan mutluluk türleri olsa da her durumda böyle değil. Elbette edepsiz olmamalıyız. Ama ‘Beni mutlu eden her şey başkasını mutsuz ediyor’ diye de düşünmemeliyiz. Kimseyi rahatsız etmeden büyük mutluluklar yaşayabilirsiniz. School of Life size bunu verecek. Daha fazla mutluluk veya daha az mutsuzluk bulacaksınız orada.

        ■ Mutlu görünen insanların en az yarısı antidepresan kullanıyor. Siz antidepresan olarak ne vereceksiniz bu okulda?

        Dünyanın en etkili antidepresanı kültür; edebiyat, psikoloji, felsefe... Kitaplar, fikirler, sanat eserleri, müzik. Antidepresan çok şey var kültürün içinde. Ama onlara böyle yaklaşmalıyız. Müzeye çok entelektüel bir şeymiş gibi gitmemek lazım. Hocalar, akademisyenler bunun böyle olduğunu anlatmalılar. Kültürün entelektüel haplar olduğu söylenmeli bize çünkü öyle.

        ‘Porno çok felsefi bir alan’

        ■ Hayat Okulu kitaplarından birinde “Yepyeni bir pornografi türü üretmek zorundayız” diyorsunuz. Nasıl bir şey bu?

        Teknoloji sayesinde artık pornografiye ulaşmak çok kolay ve herkes bunu yapıyor. Ama kadına ve erkeğe saygısı olmayan, onursuz pornografik ürünler bunlar. Ben ‘Erkek ve kadının alçaltılmadığı bir erotik hayat olamaz mı’ diye sordum kendime. Aklı ve onuru pornografiye sokabiliriz. Neden seks insanoğlunun hep olumsuz taraflarıyla anılsın? Sevdiğimiz şeyleri yani aklı, onuru sevdiğimiz diğer şeylerle yani aşkla seksle bağlantılandırmak mümkün. Ama bazı insanlar da pornografiden tamamen korkuyor. Bu bir gizeme dönüşüyor. Saklanarak izliyoruz pornoyu çünkü Rusya’da gangsterler dünyasındaymışız hissi veriyor bize. Pornografi aslında çok felsefi bir alan. Pornografiye aklı başında yaklaşım, başarılı bir yaşamın da göstergesidir. Ve bu modern yaşamın da önemli sorularından biridir.

        ■ İstanbul’daki School of Life’da seks üzerine ders de olacak mı?

        Bilmiyorum. Londra’da yapıyoruz ama Türkiye’de yapacaklar mı bilmiyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ