Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema İstanbul Film Festivali’nde görmek istediğim 10 film
        1

        KIZIL GÖKYÜZÜ
        (Roter Himmel)

        Son yılların öne çıkan Alman yönetmeni Christian Petzold’u ‘Barbara’, ‘Transit’ ve ‘Undine’ gibi filmleriyle tanıyoruz. Geçtiğimiz Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan ‘Kızıl Gökyüzü’, Petzold’un doğal elementleri konu alan üçlemesinin ikinci halkası… Film, Baltık Denizi kıyısında, orman kenarında küçük bir tatil evine giden dört genç arkadaşın hikâyesini anlatıyor. Aralarındaki ikisinin arkadaşlığı daha eskidir. Orman, kuraklığın ve uzun süredir yağmayan yağmurun sıkıntısını yaşar. Bir süre sonra evde de sıkıntılar başlar. Şehvet ve aşkın tetiklediği sorunlar peş peşe gelir. Berlin Film Festivali’ni takip eden film eleştirmenlerinin en beğendiği filmlerden biri.

        2

        SUÇ BENDE
        (Mon Crime)

        Fransız sinemasının usta yönetmenlerinden François Ozon’un yeni filmi, 1935 yılında Fransa’da geçen polisiye bir komedi. Genç ve güzel olduğu kadar parasız ve yeteneksiz bir oyuncu olan Madeleine Verdier (Nadia Tereszkiewicz), ünlü bir yapımcıyı öldürmekle suçlanır. Madeleine kendisi gibi işsiz ve genç olan avukat arkadaşı Pauline (Rebecca Marder) ile birlikte durumu lehine çevirmeye çalışır; kendisini ‘toplum kurbanı’ olarak sunar. İkisi birlikte çevrelerindeki erkeklerin saflık ve aptallıklarından yararlanmayı ihmal etmezler. Fransız sinemasının simge aktrislerinden Isabelle Huppert’in de rol aldığı ‘Suç Bende’, 8 Mart’ta gösterime girdiği Fransa’da eleştirmenlerden çok olumlu tepkiler aldı ve Amerikalı usta yönetmen Ernst Lubitsch’in filmleriyle karşılaştırıldı.

        3

        HAYATIN TÜM ACILARI VE GÜZELLİKLERİ
        (All the Beauty and the Bloodshed)

        Geçtiğimiz yılın en çok konuşulan ve öne çıkan belgesellerinden biriydi. Venedik’te Altın Aslan’ı almasının ardından başta BAFTA ve Oscar olmak üzere, yılın en iyi belgeseli kategorisinde birçok ödüle aday gösterildi. 2015’te ‘Citizenfour’ ile en iyi belgesel Oscar’ını kazanan yönetmen Laura Poitras, 20. Yüzyıl’ın en tanınmış, en tartışmalı fotoğrafçılarından Nan Goldin’in hikâyesini anlatıyor. Film, Goldin’i sadece fotoğraflarıyla, röportajlarıyla değil; yakın çevresiyle ilişkileri ve bir ilaç şirketine karşı yürüttüğü mücadeleyle karşımıza getiriyor. Goldin, içindeki bir madde nedeniyle kendisinin de bağımlı olduğunu iddia ederek ilacın üreticisi ve şirketin sahiplerini 400 bin kişinin ölümüne neden olmakla suçlamıştı.

        4

        SAINT OMER

        Belgeselcilikten gelen Alice Diop, ilk uzun konulu filmiyle Venedik’te Jüri Büyük Ödülü’nün yanı sıra Geleceğin Aslanı ödülünü kazandı. Diop, daha sonra Fransa’da aldığı Jean Vigo, Louis-Delluc ve en iyi ilk film Cesar’ı gibi önemli ödüllerle dikkat çekti. Tüm bunlar bir yana ‘Saint Omer’, ABD ve Fransa’da eleştirmenlerin beğendiği ve yüksek notlar verdiği bir film oldu. Film, Saint Omer şehrinde görülen bir davayı izleyen genç romancı Rama’nın öyküsünü anlatıyor. Rama, 15 aylık kızını plajda gelgite bırakarak ölümüne neden olmakla suçlanan Afrika kökenli genç bir kadının duruşmasını takip ediyor. Amacı mitolojik referanslardan yola çıkan bir hikâye yazmak. Ama yargılama süreci onu hiç tahmin etmediği noktalara sürüklüyor, kendi değer yargılarını sorgulamasına neden oluyor. Belgesel kökenlerinden kopmayan ve gerçek duruşma tutanaklarını yeniden canlandıran Diop, ABD’de de önemli ödüllere aday gösterildi.

        5

        PULLUK
        (Le grand chariot)

        Geçtiğimiz şubat ayında düzenlenen Berlin Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazanan ‘Pulluk’, 75 yaşındaki usta Fransız yönetmen Philippe Garrel’in imzasını taşıyor. Garrel, oyuncu olmadan kuklacılık yapan babası Maurice Garrel’e anlamlı bir selam gönderdiği filmde gerçek hayattaki üç çocuğuna rol veriyor ve onları üç kardeş olarak karşımıza getiriyor. Kardeşlerden biri oyuncu ve yönetmen olarak tanıdığımız Louis Garrel… Film, adını dört yıldızdan oluşan bir takımyıldızdan alan kukla tiyatrosunun öyküsünü anlatıyor. Üç kardeşin görev aldığı aile kumpanyasının başında baba var. Büyükanne ise kuklaları yapıyor. Babanın bir gösteri sonrası ani ölümünün ardından kardeşler, gelecekte ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlar. Festivalin tanıtım bültenine göre Garrel, ‘aşkı, dostluğu, aileyi, kederi ve zamanı, ayrıca geleneklerin silinmeye başladığı bir dünyada acıyla zorlanan sanatçıları inceliyor.’

        6

        HIRÇIN
        (Scrapper)

        Bu yıl Sundance Film Festivali’nde ‘Dünya Sineması Dram’ bölümünde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan ‘Hırçın’, yönetmenliğe 15 yaşında yaşadığı mahalledeki rap’çilerin sıfır bütçeli video kliplerini çekerek başlayan 1994 doğumlu Charlotte Regan’ın ilk uzun konulu filmi. Senaryoyu da yazan Regan’ın ana karakteri, 12 yaşındaki özgür ruhlu kız çocuğu Georgie... Annesinin ölümünün ardından Georgie, Londra’daki evlerinde tek başına kendi hayal dünyasında yaşar. Arkadaşı Ali’nin varlığıyla kendini yalnız hissetmez, kimseye ihtiyaç duymadığını düşünür. Aniden babası olduğunu iddia eden tanımadığı bir adam ortaya çıkar ve onu gerçeklerle yüzleşmeye zorlar. Festivalin açılış filmi olan ‘Hırçın’, basın bülteninde ‘canlı, sıcak, neşeli, esprili, yaratıcı, tatlı, duygusal bir baba-kız hikâyesi’ olarak tanımlanıyor.

        7

        TOTEM
        (Tótem)

        Meksikalı yönetmen Lila Avilés, 2018 yapımı ilk uzun filmi ‘Oda Hizmetçisi’ (La Camarista) ile ödüller kazanmış, eleştirmenlerin dikkatini çekmişti. Filmi de İstanbul dahil birçok festivalde seyircilerle buluşmuştu. Avilés, 2023 Berlin Film Festivali’nde açılan ikinci uzun filminde kalabalık bir Meksikalı aileye odaklanıyor. Ana karakter ise 7 yaşındaki hayat dolu ve mutlu kız çocuğu Sol… Olaylar, büyükbabanın evinde Sol’un babası için düzenlenecek sürpriz doğum günü partisinin hazırlıkları sırasında geçiyor. Gün ilerledikçe ailenin dirlik ve düzeni sarsılıyor; Sol yavaş yavaş neyle karşı karşıya kaldığını anlıyor. ABD’li eleştirmenlerden yüksek notlar alan film, Berlin’de Ekümenik Jüri Ödülü’nü kazandı.

        8

        INFINITY POOL

        Babası David Cronenberg’in öncülüğünü yaptığı biyolojik korku türünde filmler çeken Brandon Cronenberg’in 2012’de çektiği ‘Antiviral’ pek beğenilmemiş ve çok ses getirmemişti. 2020 tarihli ‘Possessor’ ise birçok soruşturmada, vizyona girdiği yılın en iyi korku filmlerinden biri olarak gösterildi. Başrollerinde Alexander Skarsgård ve Mia Goth’un oynadığı ‘Infinity Pool’ ise dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nin en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Senaryosunu da Brandon Cronenberg’in yazdığı film, James ile Em Foster çiftinin tatil yapmaya geldikleri adada yaşadıkları tuhaf ve gizemli olayları anlatıyor. Başlangıçta her şey mükemmeldir. Fakat tanıştıkları esrarengiz kadın ve başlarına gelen kaza sonrasında tatilleri dehşet dolu bir deneyime dönüşür. Genel beğeni kriterlerine pek uymayan ve seyri zor filmleri bir araya getiren Mayınlı Bölge bölümünde gösterildiğinin altını çizelim. Festival bülteninde cinsellik/şiddet içeren sahnelerin yanı sıra ışık efektlerinin de bazı seyirciler için rahatsız edici olabileceği belirtiliyor.

        9

        HERKES JEANNE’I SEVİYOR
        (Tout le monde aime Jeanne)

        1987 doğumlu Fransız yönetmen Céline Devaux’nun ilk uzun filmi, Cannes’da Eleştirmenlerin Haftası’na seçilme başarısını gösterdi ve özellikle Fransız eleştirmenlerin çok sevdiği bir film oldu. Depresyona giren ve borç içinde yüzen Jeanne, bir yıl önce kaybettiği annesinden kalan evi satmak üzere Lizbon’a gitmeye karar verir. Havalimanında beklerken liseden sınıf arkadaşı Jean ile karşılaşır. Farklı bir romantik komedi olarak değerlendirilen film için Céline Devaux şöyle diyor: ‘Depresyon hakkında bir komedi yazmak, iyi hissetmediğimizde içimizden geçen tüm zehirli düşüncelerden bahsetmek istedim. Bunları neşeyle tasvir etmenin bir yolunu bulmalıydım.’ Anti-Depresan bölümünde gösterilen film, ağır ve yorucu filmler arasında ferah bir nefes almak isteyenler için ideal bir seçim olabilir.

        10

        ELEKTRİKLİ DÜŞLERİM
        (Tengo sueños eléctricos)

        Locarno, San Sebastian ve Selanik gibi Avrupa’nın prestijli festivallerinde en iyi film, yönetmen ve oyuncu kategorilerinde ödüller kazanan ‘Elektrikli Düşlerim’, Belçika’da yaşayan Kosta Rikalı yönetmen Valentina Maurel’in ilk uzun sinema filmi. 16 yaşındaki Eva’nın duygusal portresine odaklanan ‘Elektrikli Düşlerim’, özgün görsel dünyasıyla dikkat çeken bir film. Eva, annesi ve kız kardeşiyle kalmak yerine evi terk eden babasıyla yaşamak ister. Büyüme sancıları yaşayan Eva, farklı gözlerle bakmaya başladığı dünyada dengesini bulmaya çalışır. Yönetmen Maurel, filmi için şöyle diyor: ‘Film bir büyüme öyküsü anlatmıyor. Eva yetişkinliğe adım atan bir yeniyetme değil, etrafında kimsenin yetişkin olmadığını fark eden bir genç olarak kendi yolunu çiziyor’.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ