Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Martin Scorsese’nin en iyi 10 filmi
        1

        10. KÖSTEBEK (2006)
        (The Departed)

        2002 tarihli “Internal Affairs” (Mou gaan dou) adlı Hong Kong filminin Hollywood tarafından yapılan bu yeniden çevrimi, en iyi film dahil 4 Oscar kazandı. Akademi’nin Scorsese’ye ilk kez verdiği En İyi Yönetmen Oscarı da bunlardan biriydi. Film, birbirlerini açığa çıkarmaya çalışan iki köstebeğin hikâyesini anlatır. Birisi (Leonardo DiCaprio) Boston'daki İrlanda mafyasının içine sızan ve şefi (Mark Wahlberg) dışında teşkilatta kimsenin tanımadığı genç bir polistir. Diğeri (Matt Damon), mafya patronu Costello (Jack Nicholson) tarafından yıllar öncesinden polis teşkilatının içine yerleştirilmiştir. Hem polis teşkilatı hem suç örgütü içlerindeki köstebeğin farkındadır. Belirli bir noktadan sonra ikisinin de amacı birbirlerini açığa çıkarmaktır. Scorsese’nin anlatım ustalığıyla nefes nefese seyredilen ve orijinalinden hiç aşağı kalmayan bir film.

        2

        9. NEW YORK ÇETELERİ (2002)
        (Gangs of New York)

        Scorsese’nin 20 yıl boyunca geliştirmeye çalıştığı proje, New York şehrinin Vahşi Batı’da geçen western filmlerinin gölgesinde kalan kanlı tarihinden bir sayfa açıyor. 1863 yılında, New York’un bir bölümü çetelerin denetimindedir. Gündüz gözüyle, herkesin önünde devlet görevlilerini dahi öldürmekten çekinmeyen Kasap Bill (Daniel Day-Lewis), başta İrlandalılar olmak üzere Katolik göçmenlere karşı acımasızdır ve kendini kanunların üstünde görür. Babası Bill tarafından öldürülen Amsterdam (Leonardo DiCaprio), yasaların işlemediği şehirde intikam almak için harekete geçer. Herbert Asbury’nin 1927 tarihli romanından filme uyarlanan ‘New York Çeteleri’, 10 dalda Oscar’a aday olmuş ve gösterime girdiği yılın en iyilerinden biri olarak gösterilmişti.

        3

        8. DOLUNAY KATİLLERİ (2023)
        (Killers of The Flower Moon)

        Scorsese’nin, David Grann’ın 2017’de yayımlanan aynı adlı kitabından Eric Roth ile birlikte sinemaya uyarladığı film, 1920’li yıllarda Oklahoma’da yaşanan ve Kuzey Amerika kıtasının yerli halklarından Osage’ları hedef alan seri cinayetleri konu alıyor. Film dışardan bakıldığında, görsel olarak epik bir western izlenimi veriyor. Temelinde ise politik alt metinlerin ağır bastığı sağlam ve realist bir dönem filmi... ‘Dolunay Katilleri’, yaklaşık 100 yıl önce ABD’de yaşanan olayları öyle bir ele alıyor ki Avrupa’nın sömürgeci zihniyetinin anatomisini çıkarıyor. 21. Yüzyıl’da beyaz sömürgecilerin Yeryüzü’nün birçok bölgesinde gerçekleştirdiği servet transferi ve soykırımın arkasındaki mantığı görebiliyorsunuz. Karakterleri, anlatımı ve oyuncularının performanslarıyla Scorsese’nin olgunluk döneminin en iyi örneklerinden biri.

        4

        7. MEAN STREETS (1973)

        Hem Martin Scorsese’nin hem Robert De Niro’nun kariyerindeki dönüm noktalarından biri… Filmin ana karakteri, Harvey Keitel’ın canlandırdığı Charlie’dir. New York’ta Küçük İtalya diye bilinen bölgenin sokaklarında mafya patronu amcasının yanında çalışır. Başka dertleri vardır ama film ilerledikçe yakın arkadaşı Johnny Boy’un (Robert De Niro) hayatının en büyük sorunu haline geldiğini görürüz. Johnny, kimsenin sözünü dinlemeyen, borçlarını ödemeyen, sürekli sorun çıkaran, gözü yükseklerde biridir. Johnny’nin yakında ‘biletinin kesileceği’ni anlayan Charlie onu korumak için elinden geleni yapar. Ama Johnny, Charlie’nin uyarılarına kulak asmaz. Scorsese’nin iyi bildiği bir çevreyi anlattığı film, sonraki yıllarda vereceği başyapıtlarından izler taşır.

        5

        6. THE IRISHMAN (2019)

        Scorsese, suç dünyası içinde yolları kesişen üç adamın hikâyesini ABD'nin yakın tarihine damga vuran olaylar eşliğinde anlatıyor. Bir yandan, Kennedy'nin başkan olmasından Nixon'ın Watergate skandalı sonrası istifasına kadar uzayan tarihi süreçte mafyayla siyasi iktidar arasındaki ilişkileri izliyoruz. Diğer yandan, üç sıkı dostun arkadaşlıklarının seyrini... Bufalino ailesinin ağır abilerinden Russ (Joe Pesci), dönemin ünlü sendika lideri Hoffa (Al Pacino) ve maharetli tetikçi Frank Sheeran (Robert De Niro), o kadar yakınlar ki aileleriyle birlikte kaynaşıp neredeyse akraba olmuş durumdalar. Ama bir parçası oldukları suç dünyasında güç ve iktidar, dostluk dahil diğer bütün değerlerin üstünde... “The Irishman”in farkı, aynı değerleri yaşlılık yılları üzerinden yeniden sorgulaması... ‘Artık mafya üzerine yeni ne söyleyebilir veya anlatabilir?’ diye düşündüğümüz bir dönemde Scorsese, bir kez daha sinema tarihinin en iyi organize suç filmlerinden birine imza atıyor.

        6

        5. MASUMİYET YAŞI (1993)
        (The Age of Innocence)

        Edith Wharton’un 1920 yılında yayımlanan romanından uyarlanan film, 19. yüzyıl New York’unda geçen bir “yüksek sosyete hikâyesi” anlatıyor. Scorsese, senaryosunu Jay Cocks ile birlikte yazdığı filmde, 1870’li yılların New York’unu ve dönemin üst sınıfının yaşam tarzını hayranlık uyandıran tutkulu bir özenle getiriyor karşımıza. Daniel Day-Lewis, varlıklı bir ailenin oğlu olan Newland Archer’ı canlandırıyor. Archer nişanlısı May Welland’ın (Winona Ryder) kuzeni Ellen Olenska’ya (Michelle Pfeiffer) âşık olunca duygusal hayatı sarsılıyor. Scorsese’nin, bir Visconti filmi tadında çektiği bu yasak aşk hikâyesi, En İyi Kostüm Tasarımı dalında Oscar kazandı.

        7

        4. AFTER HOURS (1985)

        Paramount, yıllardır üstüne çalıştığı ‘The Last Temptation of Christ’ projesini abandone etmese Scorsese belki de bu filmi hiçbir zaman çekmeyecekti. Başroldeki Griffin Dunne dahil olmak üzere yapımcılar başka yönetmenlerle görüşürken Scorsese, Joseph Minion imzalı senaryoyu okuyup çok beğenince tüm planlar değişti. Proje, tümüyle Scorsese’ye teslim edildi. Film, New York’ta sıkıcı bir işte çalışan beyaz yakalı Paul Hackett’in (Dunne) akşam saatlerinde kafede kitap okurken Marcy Franklin (Rosanna Arguette) ile tanışması ve sonrasında gelişen olayları anlatıyordu. Marcy ile yakınlaşmak istemesiyle başlayan gece, peş peşe gelen tersliklerin ardından Paul’ün Soho semtinde sıkışıp kaldığı bir kabusa dönüşüyordu. Yıllar içinde bir kült filme dönüşen bu kara komedi örneği, Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü kazandı.

        8

        3. SIKI DOSTLAR (1990)
        (Goodfellas)

        ABD'nin en acımasız, en kanlı mafya örgütlerinden birinin gerçek hikâyesi... Film, Brooklyn'li İrlanda kökenli Henry Hill'in (Ray Liotta) mahalledeki İtalyan mafyası içindeki yükselişini anlatırken bizi onun tanıklıklarıyla baş başa bırakıyor. Başlangıçta her şey yolunda gidiyor. Suç dünyası onu “tatlı hayat”la tanıştırıyor. Ama bir süre sonra paranoya her şeye hâkim oluyor… Scorsese, mafyaya çok daha gerçekçi bir şekilde yaklaşıyor, eli silahlı gangsterlerin romantize edilemeyecek kadar arızalı, şiddet müptelası karakterler olduğunun altını özenle çiziyor. Scorsese'nin hareketli kamerası, Thelma Schoonmaker'in ritmik kurgusu, görsel anlamda mükemmel bir dönem atmosferiyle buluşuyor. Kuşkusuz Robert De Niro (James Conway) ve Joe Pesci'nin (Tony DeVito) de adını anmamız gerekiyor.

        9

        2. TAXI DRIVER (1976)

        Scorsese’nin Paul Schrader’ın senaryosundan çektiği film, Vietnam Savaşı’ndan dönen ve New York’ta taksi şoförü olarak çalışmaya başlayan Travis Bickle’ın hikâyesini anlatır. Beğendiği kızla birlikte olamayan Bickle, ilk hedefine döner. Amacı New York’u temizlemektir ve temizliğe bir politikacıyla başlamak ister. Ayrıca genç yaşta sokaklara düşen bir kızı (Jodie Foster) kurtarmak için onun sırtından para kazanan adamı (Harvey Keitel) öldürmeye karar verir. O yıllarda Robert De Niro’nun canlandırdığı Travis Bickle’ın sinema tarihinde çok fazla bir benzeri yoktu. İyi ya da kötü adam değildi. Bundan çok daha fazlasıydı. Bir sosyopat olmasına karşılık kendini hep iyilerin yanında gören ve silahla kahraman olunabileceğine inanan biriydi. ‘Taksi Şoförü’ bugün bir modern klasik olarak kabul ediliyor. De Niro’nun Travis Bickle yorumu ise sinema tarihinin en iyi oyunculuk performansları arasında yer alıyor.

        10

        1. KIZGIN BOĞA (1980)
        (Raging Bull)

        Ortasıklet dünya şampiyonu Jake LaMotta’nın ringlerdeki yükseliş ve düşüş hikâyesi... LaMotta ringde boksörlerle, gerçek hayattaysa kendi ruhuyla dövüşür. Kompleksleri, özgüvensizliği ve kıskançlığı nedeniyle evliliğinde bir türlü huzur bulamaz; profesyonel hayatını çıkmaza sokar. Karısını bezdirir, en büyük yardımcısı olan kardeşini hayatından uzaklaştırır. Ringde dövüşürken artık kendisine hiçbir inancı kalmamıştır. Kendi yıkımını kendi hazırlar... Scorsese’nin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen siyah beyaz filmde Robert De Niro, unutulmaz bir performans çıkarıyor. Tüm zamanların en iyi spor filmlerinden biri... Scorsese’in, ‘boks filmi çekmek istemediğini’ söyleyerek birkaç yıl boyunca bu projeden uzak durduğunu ama sonra De Niro’nun ısrarlarına dayanamayarak yönetmenliği kabul ettiğini belirtelim. ‘Kızgın Boğa’ bugün hem Scorsese’nin hem de De Niro’nun en iyi filmlerinden biri olarak kabul ediliyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ