Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Mehmet Uçum Cumhuriyet Tarihinde İki 14 Mayıs Paneli'nde konuştu

        Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu işbirliğinde Demokrasi ve Özgürlükler Adasındaki Adnan Menderes Kongre Merkezinde, "Cumhuriyet Tarihinde İki 14 Mayıs" başlıklı panel düzenlendi.

        Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Uçum, buradaki konuşmasında şu mesajları verdi:

        "14 MAYIS TARİHİ BİR ÖNEME SAHİP"

        Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda 14 Mayıs 1950 seçimi, tarihi bir öneme sahiptir. Türkiye siyasal hayatında bürokratik iradeye karşı millî iradeyi temsil eden toplumsal kesimlerin çevreden merkeze yürüyüşünde ilk güçlü ve niteliksel adım 14 Mayıs 1950’de atıldı. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Terakkiperver (1924-25) ve Serbest Fırka (1930) girişimleri her ne kadar başarısız olsa da çevrenin merkezi etkileyecek güçlü taleplere sahip olduğunu göstermişti.

        REKLAM

        "TEMSİLİ DEMOKRASİNİN ESASI"

        Aslında Demokrat Parti, içinden çıktığı CHP’nin “elitist siyaset tarzı”ndan ve “öncü siyaset tezi”nden etkilenmiş bir partiydi. Elitist siyaset kadro politikasını, öncü siyaset ise program politikasını belirleyen kavramlar olarak görülebilir. Bu realitede siyasetin temsil alanında seçkinler yer alır. Siyasi programlar da halkın talep ve ihtiyaçlarına değil halka sunulan tezlere dayanır. Böylece siyasi seçkinler; siyaseti yapan ve siyasi program üreten bir grup olarak halkla ayrışır. Halkın rolü sadece tercih ettikleri seçkinlere ve tezlerine destek vermekle sınırlandırılmış olur. Demokratik siyaset alanı halk ve siyaset seçkinleri şeklinde ikiye bölünür. Demokrasinin bu tarzına “tez demokrasisi” denebilir. Temsili demokrasinin esasını da zaten “tez demokrasisi” oluşturur.

        Bununla birlikte Demokrat Parti CHP’den önemli bir noktada farklıydı. CHP halkı formatlamaya çalışan bir siyaset/siyasi mühendislik anlayışına sahipti. Demokrat Parti ise halkı değerleriyle kabul eden ve anlamak isteyen bir siyaset tarzı geliştirmeye çalışıyordu. Bu nedenle Terakkiperver ve Serbest Fırka tecrübelerini de gözeten Demokrat Parti, Türkiye’nin sessiz çoğunluğunun hakiki ihtiyaçlarının ve taleplerinin hayati önemdeki bir kısmını kendi tez siyasetinin parçası haline getirmeyi başarmıştı.

        "DEMOKRATİKLEŞMENİN BAŞLANGICI"

        Bu başarının bir sonucu olarak Adnan Menderes ve arkadaşları 14 Mayıs 1950’de “Yeter! Söz Milletindir” diyerek tarihi bir dönüşümün yolunu açtı. Bu dönüşümün başlıca özellikleri neydi? İlk olarak şu söylenebilir: 14 Mayıs 1950 seçimi Türkiye siyasal sisteminde demokratikleşme sürecinin resmi bir aşamaya geçişini sağladı. Yani 14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte demokrasi, toplumsal ve siyasi bir talep olmayı aşarak hukuken uygulamaya geçen bir kural gücüne ulaştı. Gerçi demokratikleşme çabasında uygulamaya geçiş işaretleri olarak 1945’den itibaren çok partili siyasal hayata adım atılması ve 1946’da ilk çok partili seçim yapılması da gösterilebilir. Ancak özellikle 46 seçimlerinin “açık oy, gizli tasnifle” yapılması demokrasiye geçiş konusunda ne kadar zorlu süreçlerin yaşanacağının delili olmuştu. Bu nedenle ilk kez “gizli oy açık tasnifle” yapılan 14 Mayıs 1950 seçimi Türkiye’de demokratikleşme sürecinin resmen başlattı, denebilir.

        REKLAM

        "DEĞERLERİNİ YAŞAMA İHTİYACI"

        Başka bir anlatımla Türkiye Demokrasisi için resmi bir başlangıç tarihi tayin etmek gerekirse buna en yakışan tarih 14 Mayıs 1950’dir. Çünkü Türkiye’de demokrasinin kural olarak kabulü 14 Mayıs 1950 seçimidir. Bu tarihte hem asgari demokratik standartlara uygun bir seçim yapıldı hem de seçim yoluyla hükümet değişti. 14 Mayıs 1950 seçimi Türkiye’de demokrasi talebini öne çıkaran ana damarın ne olduğunu da gösterdi. Elbette ekonomik konular, halkın siyasal tercihlerini oluşturmasında her zaman önemli bir faktördür. Ancak bizdeki demokrasi talebinde ekonomik faktörlerden ziyade halkın sahip olduğu değerlerle kendini özgürce ifade etme ihtiyacı hep daha üstün bir yere sahip oldu. 14 Mayıs 1950’de ve 1960 darbesiyle önü kesilinceye kadar geçen sürede Demokrat Partiyi iktidar yapan belirleyici olgu halkın inancını, geleneklerini, varoluşunun esası gördüğü değerlerini serbestçe yaşama ihtiyacıydı.

        "DEMOKRASİYE YAKLAŞIM"

        Yani Türkiye demokrasi mücadelesinde esas olan halkın kendini özgürce ifade etme ihtiyacıdır. Bu tespit demokrasi talebinde ve demokrasinin işleyişinde ekonomik koşullarla diğer faktörlerin önemsiz olduğu manasına asla gelmez. Ama Türkiye toplumunun demokrasi yaklaşımını batı toplumlarının demokrasi yaklaşımlarından nitelik olarak ayıran bir gerçeğe işaret eder. Batı toplumlarında liberal demokrasinin gelişiminde refahın, ekonomik zenginliğin belirleyici rolü olduğu tartışmasızdır. Batının liberal demokrasilerinin sömürgeciliğin zulmüyle batıya aktarılan servetler üzerine kurulduğu bir hakikattir. Böyle olduğu için bugün batıda ortaya çıkan demokrasi krizinde, demokratik sistemin aşınmasında, refah toplumundan ve sosyal devlet anlayışından hızla geriye gidişin payı belirleyicidir. Batı toplumları ekonomik güvencelerini yitirdikçe demokrasiye olan güvenleri kayboluyor, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslam düşmanlığı artıyor. Otoriter ve totaliter siyasal eğilimler güçleniyor.

        REKLAM

        "OY HAKKINI ETKİLİ KULLANAN SEÇMEN"

        Bizde ise demokrasinin güvencesi ekonomik refah değil halkın kendini ifade etme imkanlarını koruma ve geliştirme ihtiyacıdır. 14 Mayıs 1950’nin ortaya çıkardığı ve bugün halen geçerliliğini sürdüren temel bir özellik de budur. Ayrıca 14 Mayıs 1950 seçimi Türkiye Toplumunun demokratik seçimleri ve oy gücünü müthiş bir beceriyle kullanma özelliğinin sonuç alıcı şekilde hayata geçtiği ilk seçimdir. Gerçekten de Türkiye seçmeni dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir şekilde oy hakkını siyasal sistemi yönlendirmek için çok etkili kullanan bir seçmendir. Türkiye seçmeni oyuyla geri çekilen, oyuyla hamle yapan, oyuyla sistem değiştiren ve oyuyla tüm siyasal dinamiklere yön veren bir yetkinliğe sahiptir. Demokratik ülkelerde seçmenin oy vermesi sadece demokratik bir hakkın, demokratik katılım imkanının kullanılmasından ibarettir. Oysa Türkiye’de seçmen oy gücünü egemenliğin doğrudan kullanımı olarak görüyor. Bu nedenle Türkiye seçmeni her seçimde bir egemenlik iradesi ortaya koyacak şekilde oylarını veriyor. İşte 14 Mayıs 1950 seçimi Türkiye seçmenin oy yoluyla egemenliği doğrudan kullanma iradesini gösterdiği ilk seçimdir.

        "İKİ BÜYÜK DÖNÜŞÜME İMZA"

        Türkiye seçmeni demokrasi tarihimizde 14 Mayıs 1950 seçimlerindeki Adnan Menderes tercihinden sonra 1983’te Turgut Özal ve 2002’de Recep Tayyip Erdoğan seçimleriyle iki büyük dönüşüme daha imza atmıştır. Adnan Menderes, “Yeter! Söz Milletindir”, Turgut Özal, “Devlet Millet İçindir”, şiarlarıyla yola çıkarak Türkiye’yi yeni aşamalara taşıdılar. Recep Tayyip Erdoğan ise hem kurucu ülke liderimiz Atatürk’ün Tam Bağımsız Türkiye hedefine ulaşmak hem de millet ve devlet buluşmasını eksiksiz sağlamak için çıktığı yolda devrimci bir dönüşümün mimarı oldu.

        Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyet’imizin ilk yüzyılının son çeyreği içinde belirleyici olan demokrasi ve kalkınma atılımını, anti-emperyalist bir yaklaşımla, milli ve toplumsal bakış açısına dayanan ortak akılla, ortak iradeyle, ortak vicdanla gerçekleştiren liderdir. Son yirmi yıllık büyük liderliğiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan artık Türkiye’nin yirmi birinci yüzyıldaki Ülke Lideri oldu.

        REKLAM

        "CUMHURBAŞKANI'NIN SİYASET TARZI"

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de temsil siyaseti yerine sosyolojik siyaseti hayata geçirerek, siyaset tarzında radikal bir değişiklik yaptı. Bunun en önemli sonuçlarından birisi “tez demokrasisi” yerine “talep demokrasisinin” öne çıkmasıdır. Tez demokrasisi, ağırlıklı olarak “halk için en iyi olanın” siyasi elitler tarafından geliştirilip teze dönüştürülerek halka sunulması ve desteğinin alınmaya çalışılmasıdır. Sonucu itibariyle “öncü” bir siyaset tarzına dayanır.

        Oysa talep demokrasisi, halkın talep ve ihtiyaçları üzerinden üretilen programların siyasal sistemi etkilemesine dayanır. Sonucu itibariyle sosyolojik siyaset tarzını, halka dayalı siyaseti gerekli kılar. Öncü siyaset değil sözcülük siyaseti belirleyici olur. Öncülük değil “sözcülük” öne çıkar. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan temsili liderlik yerine ilişkili olduğu sosyolojinin doğrudan sesi hatta uzvu gibi bir liderlik yaptığı için liderlik tipolojisini kökten değiştirdi.

        Bu nedenle Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğini “Doğrudan/Organik Siyasi Liderlik” olarak adlandırmak isabetli olur ve bunun yeni bir liderlik tipi olduğunu tespit etmek gerekir. Tabi doğrudan liderliğin kitlelerle ilişkide yarattığı en önemli sonuçlardan biri de “lidere tam güven” duygusudur. Bu güven sosyal kesimlerde liderin perspektifine olan inancı çok güçlendiriyor. Böyle olunca da kitleler bazı durumlarda tam emin olmasalar da ya da farklı düşünseler de liderin yaklaşımlarını benimsiyor ve destek veriyor. Toplum risk alacaksa da “güven duyduğu liderle” risk alıyor. Maceraya girmiyor.

        REKLAM

        Bu yönüyle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinin diğer özelliği öne çıkıyor, ona da “dönüştürücü liderlik” demek uygun olur. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset yapma ve liderlik tarzındaki bu özellikler ülkemizde talep demokrasisini güçlendiren bir rol oynamıştır.

        Tam da bu noktada bir başkanlık modeli olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin doğrudan demokratik meşruiyete dayanmasının ve yüzde elliden fazla oyla cumhurbaşkanın seçilmesinin sosyolojik siyasete ve doğrudan liderliğe en uygun hükümet modeli olduğuna dikkat etmek gerekir. Yani demokratik meşruiyet seviyesi en yüksek liderlik ve siyaset tarzının, doğrudan demokratik meşruiyete dayanan başkanlık modeline en uygun liderlik ve siyaset tarzı olduğu rahatlıkla söylenebilir.

        "73 YIL SONRA YİNE 14 MAYIS"

        Milletimiz 73 yıl sonra yine bir 14 Mayıs günü sandık başına gidiyor. Adnan Menderes 14 Mayıs 1950'de 'Yeter söz milletin' demiş ve sandıktan büyük bir zaferle çıkmıştı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ise 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak seçimlerde 'Evet, söz de karar da gelecek de milletindir' diyerek ve Tam Bağımsız Türkiye hedefine güçlü adımlar atarak aziz milletimizin desteğine bir kez daha talip oldu.

        REKLAM

        14 Mayıs 2023 seçimlerinin özellikle Türkiye İktidarından yana olanlar ile Mandacı/Himayeci-Batıcı İktidar arayışında olanların bir yarışı olacağı da iyice anlaşılmış durumda. Küresel emperyalizmin projelerine aparat olanlarla Tam Bağımsız Türkiye’den yana olanların iyice ayrıştığı bir ortamda yapılacak 14 Mayıs 2023 seçimlerinin tarihi önemi giderek daha net görülüyor.

        Ayrıca 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra oluşacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden, 40 yıla yaklaşan bir süre boyunca mücadelesi verilen, hasreti çekilen ve kaçınılmaz ihtiyaç olan Yeni Anayasayı ülkemize kazandırmasının en büyük toplumsal ve siyasi beklentilerden biri olacağını şimdiden öngörmek gerekir.

        Görüldüğü üzere demokrasi geçmişimiz bakımından anlamlı bir yıl dönümünde gerçekleşecek 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde, Cumhuriyet Tarihinde İki 14 Mayıs başlığıyla yapılan bugünkü çalışmanın fikri değerinin çok yüksek olduğunu söylemek isterim. Bu çalışmanın hafızaların yenilenmesine katkısı olacağına eminiz. Ayrıca inanıyoruz ki bu çalışma gelecek perspektifi açısından da ciddi bir fayda sağlayacaktır.

        İki 14 Mayıs açısından bir karşılaştırma yapmak gerekirse şunları not edebiliriz: İlk 14 Mayıs demokrasi yürüyüşünü başlattı. İkinci 14 Mayıs büyük demokrasi yürüyüşünde yeni bir aşamaya geçiş olacak. İlk 14 Mayıs milli egemenliğe halkın sahip çıkması için büyük bir hamleydi. İkinci 14 Mayıs milli egemenliğin halka ait olduğunun nihai tescili olacak. İlk 14 Mayıs milletin devlete yakınlaşma hamlesiydi. İkinci 14 Mayıs millet ve devlet bütünleşmesinin zirvesi olacak.

        Son olarak değinmek isterim ki bu seçimler yakın tarihimizde demokrasimize ve milli iradeye yapılan saldırılara, darbelere, darbe girişimlerine özellikle 15 Temmuz 2016’daki gerici-faşist kalkışmaya dair bir muhasebe özelliği de taşıyor. Bu bağlamda bu çalışmanın 2007 yılında e-muhtıra diye adlandırılan müdahalenin yıldönümü olan 27 Nisan gibi anlamlı bir günde yapılmasının önemine de dikkat çekmek gerekir.Kitap olarak basılması da planlanan Cumhuriyet Tarihinde İki 14 Mayıs toplantımızın tarih bilincimize ve fikri müktesebatımıza katkısı olmasını diliyoruz.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ