Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan Birkaç aklıevvel, Ramazan’ın gün sayısını 28’e indirmeye kalkışmıştı

        BAŞLARKEN...

        Bu sayfada Ramazan boyunca her gün beraber olacağız. Sayfada önceki senelerde yaptığımız gibi bu sene de kültür ağırlıklı ve hoş vakit geçirtici konular yeralacak, ilginç olaylar anlatılacak, geleneksel yemeklerimizden değişik çeşniler verilecek, hat ve minyatür sanatımızın ustalarının eserlerinden örnekler sunulacak. Eski üstadların geçmişte yazdıklarından alıntılar da olacak ve elyazması eserlerin sayfalarında kalmış hoş hatıralar gün ışığına çıkartılacak...

        Eskiler, Ramazan hakkında birbirlerine temennide bulunurlarken “Kolay Ramazanlar” derlermiş ve temenninin en doğrusu da aslında buymuş... Herkese kolay Ramazanlar...

        Birkaç aklıevvel, Ramazan’ın gün sayısını 28’e indirmeye kalkışmıştı

        Ramazan’ın ne zaman başlayıp ne zaman sona ereceği eski asırlarda, şimdi olduğu gibi günler öncesinden belirlenemezdi. Astronomi bugünkü kadar gelişmediği için, Ramazan’ın başlangıcını tespit etmek için açıklık yerlere çıkılır, gökyüzüne bakılır ve yeni ayın doğuşu beklenirdi.

        UYANIKLAR HAREKETE GEÇTİ

        Ancak oruç tutmakta yahut Ramazan’ın şartlarını yerine getirmekte zorlanan bazı uyanıklar, zaman zaman “Ya tutarsa” diyerek garip girişimlerde bulunur, hatta Ramazan ayının gün sayısını azalttırmaya bile çalışırlardı. Böyle girişimlerin tarihlere geçen bir örneğini, İttihad ve Terakki’nin iktidarda bulunduğu 1910’da yaşamıştık. 1910 Ramazan’ının 28. günü, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin konağında enteresan bir tartışma olmuş, iftara gelen İstanbul Kadısı ile Fetva Emini, bir şahidin “Ramazan bitti, bir sonraki ayın hilâlini gördük” dediğini söylemişlerdi. İddianın doğru olması halinde Ramazan ayı bir gün kısalacak ve 28 güne inecekti. Hiddetlenen Şeyhülislâm, “Bu adamın şahadetini kabul etmeyin. Sonra tarih, beni Ramazan’ı 28’e indiren şeyhülislâm diye yazar” demiş ve ertesi gün oruç tutturmuştu.

        Şeyhülislam Musa Kasım Efendi

        RÜ’YET-İ HİLÂL UYGULAMASI

        Şeyhülislâm’ın dayanağı, “Rü’yet-i Hilâl” uygulamasıydı. O devirlerde Ramazan yahut dini bayramlar eski bir gelenek olan “Rü’yet-i Hilâl”le, yani hilâlin görülmesiyle başlardı. Osmanlı döneminde kullanılan Hicri takvime göre, yeni bir aya gökyüzünde yeni hilâlin görülmesi ile girilirdi. Ay’ın Dünya’nın çevresinde dolaşması 29.5 günde tamamlandığı için aylar bazen 29, bazen de 30 gün çekerdi. Ramazan’ın başlangıcı Şaban ayının son günlerinde belli olur, takvimleri hazırlamakla görevli müneccimler, Ramazan’ın ne zaman başlayacağını yetkililere haber verir fakat her zaman müneccimlerin dediği tarih esas alınmaz, hilâlin bizzat görülmesine çalışılırdı. Hazreti Muhammed’in, “Hilâli görünce oruca başlayın, onu tekrar görünce bayram yapın. Eğer hava kapalı ise içinde bulunduğunuz ayı otuz güne tamamlayın” diyen bir hadisi vardı. Ramazan, bu hadis doğrultusunda Bolu, Bursa ve Edirne gibi denizden yüksekliği fazla olan şehirlere gönderilen görevlilerin yahut halktan bazı kişilerin yeni hilâli gördüklerini haber vermesi ile başlardı. Hilâli tek kişinin görmesi yetmez, şahid de istenirdi. Hilâli görenler yanlarına en az iki şahit alıp mahkemeye gider, Ramazan hilâlini gördüklerini söylerlerdi.

        17. yüzyılda bir şeyhülislam

        ŞAHİTLER ÖDÜL ALIRDI

        Yetkililer durumu araştırır, hilâlin görüldüğü doğru çıkarsa haberi getirenler ve şahitler yüklü bir ödül alırlardı. Aynı sistem Ramazan’ın bitişinde de tekrarlanır, hilâl eğer 29. günde de görülmezse Ramazan 30 gün kabul edilir, bayram bir sonraki gün başlardı ve buna “tekmil-i selâsin” denirdi.

        Ramazan ayının başlangıcını, bitişini ve Kadir Gecesi’nin ne zaman olduğunu tespit etmek, İstanbul Kadısı’nın göreviydi. Kadının adamları minarelerden hilâli gözetlerler, gördüklerinde de şahitleriyle birlikte kadının huzurundaki mahkemeye çıkarlardı. Hilâli görenler, “Şu saatte gördüm. Bu gece Ramazan’ın başlangıcıdır, şahadet ederim” dedikten sonra, şahitlerin de ifadeleriyle durum kesinleşir ve Ramazan başlardı. Bütün bu işler gizlilik içinde yapılır, hiçbir bilgi dışarıya sızdırılmaz, Ramazan’ın başladığını halka duyuracak mahyacılar mahkemenin dışında beklerlerdi.

        17. asır Osmanlı sarayından iftar

        HALKIN GÖZÜ MİNARELERDE

        Hilâl görülüp Ramazan’ın başlangıcı tespit edildikten sonra, Başbakanlık vasıtasıyla padişahın onayı istenir, onay alınınca artık Ramazan’ın başlangıcının “hükm-i şer’î”, yani şeriatın emrettiği gibi tespit edildiği, halka duyurulurdu. Halk camilerin minarelerini gözetler, kandiller yandığı zaman Ramazan’ın başladığını anlardı. Şaban ayının sonunda herhangi bir hava muhalefeti yüzünden, eğer hilâl görülmez ise durum biraz karışırdı. Hilâlin görülemediği durumlarda, Ramazan’ın başladığı günü belirleme işi “Dârü’l-Hilâfetü’l-Aliyye”ye, yani Osmanlı Devleti’ne düşer, duyurunun yapılmasından sonra tüm camilerle mescitlerin minareleri mahyalarla aydınlatılırdı.

        AZ BİLİNEN MİNYATÜRLER

        Kanuni Sultan Süleyman'ın cenazesi

        SARAYLIK İFTARİYELER

        AHMET KETHÜDA YAHNİSİ

        MALZEMELER: Havuç, soğan, kereviz yaprağı, yerelması, kuzu inciği, ceviz ve zencefil

        Bol miktarda havuç baş kısımları kesilerek bol soğan, kereviz yaprağı ve az miktarda yerelmasıyla beraber pelteleşinceye kadar kaynatılır. Suyu bittikçe içine kaynar su ilâve edilir. Ayrı bir kapta önceden hafif pembeleştirilmiş kuzu inciğinin üzerinde tereyağı gezdirilir ve et az miktarda toz reyhanla yoğrulur. Pelte halindeki havuç etin üzerine dökülür, rendelenmiş bir miktar ceviz ilâvesiyle çok ince kıyılmış taze zencefil de konduktan sonra üzerine yeniden erimiş tereyağı gezdirilir ve orta ateşteki fırına konur. Pelteleşmiş havuçlar çıtırdayıncaya kadar pişirilir ve hemen servis edilir.

        HATTIN ÜSTADLARI

        Sultan İkinci Mahmud

        Şairliğinin ve müzisyenliğinin yanısıra hat sanatına da yakın bir ilgi gösteren İkinci Mahmud, zamanındaki diğer hattatları kıskandıracak derecede usta bir sanatkârdı. İlk yazı derslerini şehzadeliği sırasında Kebecizade Mehmed Vasfi’den aldı ve iki adet Kur’an yazdı. Öğrenmeye 1808’de tahta çıkmasından sonra da devam ederek çağının en büyük hattatı olan Mustafa Rakım ile çalıştı ve zor bir yazı olan “celi”de ilerleyerek hocasına yaklaştı. Hatta bu yüzden “Sultan Mahmud’un yazılarını onun adına Rakım yazıyor” diye söylentiler bile çıktı. Sultan Mahmud yazılarını varak altınla koyu zeminlere “mâlâkâri” denilen teknikle kabartma olarak yaptırır ve muhtelif abidelere, camilere ve mekânlara astırırdı. Celi yazı ile uğraşan Osmanlı padişahlarının en önemlisi olan Sultan Mahmud’un bugün elimizde altmıştan fazla levhası vardır. Hükümdarın bu yazısı, şimdi özel bir kolleksiyondadır.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ