Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam İşkencecisiyle oturup çay içen adam

        Kürt işadamı Selim Dindar İstanbul Bakırköy'deki Cizreliler Derneği’nde otururken yandaki kahvenin sahibi içeri daldı. Peşinden gelen silahlı kişi dernektekilere kahve sahibini vermelerini istedi. Ret yanıtı alınca içeriyi kurşun yağmuruna tuttu. Yaralanan 6 kişi arasında Dindar da vardı. Vücuduna 7 kurşun isabet eden Dindar yaşamını yitirdi.

        Türkiye, Mehmet Selim Dindar'ı geçen yıl Gazete HABERTÜRK'te Balçiçek Pamir'e verdiği röportajla tanımıştı.1981’de tutuklanan ve 3 yıl Diyarbakır Cezaevi’nde kalan Dindar, Pamir'e bugün bile halen tartışılan Diyarbakır Cezaevi günlerini tüm dehşetiyle anlatmıştı. Dindar'ın, "Bir daha dünyaya gelsem Kürt olmak istemezdim. Kürt’ün kaderi cezaevi, dayak, işkence ve ölüm müdür?" serzenişinin yanındaki "İşkencecimle yıllar sonra oturup çay içtim" sözleri hayli ilgi çekmişti.

        İşte Balçiçek Pamir'in Selim Dindar'la yaptığı o röportaj ve Diyarbakır Cezaevi gerçeği...

        KARŞIMDA 48 yaşında bir adam oturuyor. Öyle bir hikaye anlatıyor ki.. Bir o ağlıyor bir ben. İnsan bazen hırsından ağlıyor, bazen dehşetten... Aslında Selim Dindar’ın hikayesini yedi sekiz sene önce Neşe Düzel’in kaleminden okumuştum. Bugün “Kürt sorunu hakkında sevindirici gelişmeler olabilir”

        bakış açısının ardından kopan kıyamete karşı demek istedim ki.. “Kürt sorununu çözmek istiyorsak, 12 Eylül Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananları konuşmalıyız. Kenarlarda dolaşmaktan vazgeçin, gelin gerçeği konuşalım.” Selim Dindar her ne kadar “Anlatmak istiyorum” dese de öyle kolay açılabilen bir isim değil. Birkaç görüşmeden, ortak dostlarımızın desteğinden sonra ikna oldu ve ortaya bu röportaj çıktı. Ben Selim Dindar’ı sevdim. Anlattıklarına üzüldüm, yapılanlardan utandım. Kısacası kelimelerim yetersiz kalıyor hislerimi anlatmaya. Siz okuyun, siz kararınızı verin.

        Diyarbakır Cezaevi'nde neler yaşadınız?

        -Mardin'de sorgulamalar günlerce sürdü. Tabutların içine dikili bir şekilde

        kıpırdamadan duruyorduk. Aklınıza gelebilecek her türlü işkenceyi gördüm. Ama Diyarbakır'a geçince asıl “cehennem”i orada yaşadım.

        Mesela?

        -100 kişilik koğuşta her gün 60'ın üzerinde marş söylüyorduk. Tabii dayak eşliğinde. Sonra beton avludaki lağım kapağı açılıyordu ve her birimiz baş aşağı o lağıma sokuluyorduk. Düşünün artık. Dudağımdaki yaraları görüyorsunuz copu yatay olarak bastırıyorlardı, dudak yırtılsın diye, nitekim yırtılırdı. Porselen copu ısırtırlar sonra tekme atarlar. Dişler copa geçiyordu ve dişlerle birlikte copu geri çekiyorlardı. Bir gün bir hemşerime tebessüm ettim diye elime 5 cm'lik çivi çaktılar. Postalla eze eze çaktılar, bak izi burada.

        Peki ya acı? Hep aynı düzeyde mi yoksa insan hissizleşiyor mu?

        -İlk ayların korkusu geçtikçe acıyı daha çok duymaya başladık. Mesela dayak

        yemediğimiz günlerde huzursuz olurduk. O dayak öyle bir şeydir ki karşındaki insan senin onurunu istiyor, insanlığını ve kişiliğini öldürmek istiyor. Sen de

        bunu vermemek için direniyorsun. Hayatta kalmayı onuru korumanın bir bedeli

        olarak görüyorduk.

        Ya kurtulma hayali?

        -Devamlı işkenceyle yaşamak insanda gerçeklik payını ortadan kaldırıyor. Bir

        arkadaşımız vardı, “Ölüyüz ve kaldığımız yer kabir” diye inanmıştı ve çevreden duyulan sesler kabir azabı. Tahliye olacağı zaman “Beni göndermeyin” diye

        yalvardı. Bir köy sahibi vardı. Oğluyla birlikte içeri geldi. Oğluna soktukları copu babanın ağzına verdiler, sonra tam tersi. Ölümler işkenceler, diri diri yananlar, ölüm orucumuz.. Hangi birini anlatayım?

        Bütün bunları yaşarken dışarı düşünüyor muydunuz? Ailenizi örneğin?

        -Dışarıdaki yaşam silinmişti. Aile ortamı sofra falan yokmuş gibi.. Annem zaten kahrından öldü. Haberini çıktıktan sonra öğrendim. (Ağlıyor).

        Bunu size soran çok olmuştur ama siz PKK'lı mısınız?

        -Bütün sorgulama böyle geçti zaten. Hiçbir zaman PKK'lı olmadım ve değilim.

        12 Eylül size ne yaptı?

        -Beni “Ben”den aldı ve “Biz”e getirdi. Yakalanmadan önce gölgeme yan bakıyordum. Başkalarının hoşuma gitmeyen hareketlerine bile katlanamazdım ama sonra onca işkence karşısında el pençe divan durdum. 12 Eylül'de insanlık suçu işlenmiştir. Devlet bunu kabul etmeli ve bizlere sahip çıkmalıdır. Çıktıktan sonra 1 hafta boyunca yürüyemedim, yürümeyi öğrettiler.

        Korkularınız var mı?

        -Evet. Tekrar aynı süreci yaşarsak ve yine ses çıkmazsa diye korkuyorum. 12 Eylül, darbe, işkenceyle ilgili haberlere katlanamıyorum frene basamıyorum, ağlıyorum.

        Siz size yapılanları affettiniz mi?

        -Eğer siz affettiyseniz ben de affederim, ben ülkemi seviyorum ülkem de beni sevsin, beni olduğum gibi kabul etsin. Mutlu olmam için illa Türk mü olmam

        gerekiyor?

        Bir daha dünyaya gelseydiniz..

        -Asla Kürt olmak istemezdim.

        Gerçekten mi?

        -Evet. Kürt'ün kaderi cezaevi, dayak, işkence ve ölüm müdür? Diyelim sağ kaldım kaderim dağa çıkmak mıdır? Benim hayalim herkes gibi mutlu bir yuva kurmak ve insanca yaşamaktır. Ama bugün olsa yine Cizre'de doğmak isterim.

        İşkencecimle oturup çay içtim

        İşkencecilerinizi hatırlıyor musunuz?

        -Evet.

        Hiç rastladınız mı?

        -Bir tanesine tahliyemden iki yıl sonra rastladım. Elimle sırtına vurdum. “Komutanım” dedim. Döndü bana baktı afalladı, şaşırdı, kekeledi... “Rahat ol”

        dedim. “Ne olur yanlış anlamayın” dedi. “Kabak bizim başımıza patladı.” Ben askerdedim o zaman asker üniformasıyla, o sivildi. Bir başkasıyla Cizre'de karşılaştım. Yanında üsteğmenler vardı, sokakta yürüyüş yapıyorlardı. Dümdüz onun hizasına doğru yürüdüm, yüz yüze geldik. Ben ona içerdeyken Murok diye seslenirdim, dişlerini yaptırmamıştı o yüzden. “Ne haber Murok?” dedim. Sarıldı bana.

        Sarıldı mı?

        -Vallahi sarıldı. Yanındakilere dönüp “Bakın bu tutukluydu” dedi. Ben de onlara çay ikram ettim. Oturup çay içtik.

        Niye işkencecinizle oturup çay içiyorsunuz?

        -Eğer ona işkence olarak karşılık verirsem benim ondan ne farkım kalır ki? Ona en büyük ceza ona karşı yaptığın insani yaklaşımlar değil midir? Belki

        ölene kadar o korkuyu yaşayacak, o vicdan azabını. Onlara tokat atmak, hakaret etmek saldırmak, küfür etmek bir hediyedir. Onları bu tip davranışlar rahatlatır.

        GÖZYAŞLARI GEÇ GELDİ AMA ŞİMDİ TUTAMIYORUM

        Hem şanssızsınız yaşadıklarınız için hem de şanslı bugün bunları anlatabiliyor olduğunuz için. Ne zaman anlatmaya başladınız? Ne kadar zaman aldı konuşabilmek?

        -Ben çabuk konuşabildim. Hemen anlatabildim yaşadıklarımı. Konuşmak anlatmak beni ayakta tuttu galiba. Bugün belki karşınızda ağlıyorum ama yine de sizinle konuşuyor olmak, bunlardan bahsediyor olmak bana kendimi iyi

        hissettiriyor.

        Ya gözyaşları? Onlar ne zaman başladı?

        -Onlar geç geldi.. Ama şimdi hiç tutamıyorum.

        Kenan Evren’i Köşk’e davet edip ağırlamasınlar

        Ne olsa kendinizi daha iyi hissederseniz?

        -Aziz Nesin 12 Eylül mağdurlarının hikayelerini dinledikten sonra demiş ki “Ben de benim hayalim geniş zannederdim, Kürtlerin hayali benden genişmiş.” Bizim durum biraz öyle. İstiyorum ki Kürt olmaktan başka hiçbir suçu olmayan bu vatandaşlar karşısında Devlet Baba sıkmış olduğu

        yumruklarını açsın.

        Nasıl yapacak bunu?

        -Örneğin TRT Şeş önemli bir aşama. Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri de çok önemli. Bunlar manevi mutluluklar. Bütün bunların yanında Evren’i Köşk’e davet etmesinler yani. Affedersin, bize kazık sokanlar paşalar gibi ağırlanmasın. Evren yargılanmalı. Birileri artık 12 Eylül Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananları konuşmalı, anlamalı, orayla hesaplaşmak zorundayız. (ağlıyor)

        Kürt Sorunu’nu anlamak istiyorsak 12 Eylül Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yaşananları mı konuşmalıyız?

        -Kesinlikle. Bakın ben İnsan Hakları Mahkemesi ’ne bile gitmedim, ülkemi o kadar çok seviyorum. Yıllardır Kürtlere jiletle, kalasla, haydarla yaralar açılmış üzerine tuz serpilmiş. O acılarla kıvranıyoruz artık su serpmek gerek.

        Siz DTP’ye mi oy verdiniz?

        -Hayır. DTP Kürtlerin yüzde 25’ini temsil ediyor sadece. Peki geri kalan yüzde 75? Ben şehitler için de çok üzülüyorum. Hangi aile oğlunun şehit olmasını ister ki? Ben de diyorum ki, madem bir şeyleri çözmek istiyoruz, konuşmaya başlayalım.

        Askerlik ilaç gibi geldi

        Siz kendinizi nasıl tedavi ettiniz?

        -Bilmiyorum. Beni tahliye olur olmaz askere aldılar. Daha önce bana işkence edenler askeri üniforma giyiyordu, sonra baktım ben giymişim üniformayı. Ama bu sefer işkence yok, dayak yok, küfür yok. Aksine herkes iyi ama ben kendimden nefret edi yo rum. Haykırmak istiyorum ama konuşamıyorum. Bilhassa bana daha iyi davranıyorlar ama.. Askere gitmek bana ilaç gibi geldi herhalde..

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ