Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema 15 unutulmaz futbol filmi
        7

        Hayatımın Çalımı Beckham (2002)
        (Bend It Like Beckham)

        Film orijinal ismini, İngiliz futbolcu David Beckham’ın barajı aşarak gol olan falsolu serbest vuruşlarından alıyor. Filmin ana karakteri Jess (Parminder Nagra) de bir Beckham hayranı. Jess 18 yaşında Hint asıllı bir genç kız… Ailesi yasaklamış olsa da futbol oynamak için yanıp tutuşuyor ve babasına haber vermeden bir futbol takımına giriyor. Gurinder Chadha’nın yazıp yönettiği filmde, Nagra’nın yanı sıra Keira Knightley ve Jonathan Rhys Meyers de oynuyorlar. İyi yazılmış bir romantik komedi olması itibarıyla gişelerde hiç beklenmedik bir başarı kazanmış; bu seçkideki birçok filmin aksine Türkiye’de de ticari gösterime girmişti. Futbolseverlerin kafasındaki cinsiyetçi klişeleri yıkması açısından akılda kalıcı bir film olan ‘Bend It Like Beckham’, 2015 yılında Londra sahnelerinde bir müzikal olarak da sahnelendi.

        8

        Gol (2005)
        (Goal!)

        Bir üçlemenin ilk filmi olan ‘Gol!’, Meksikalı Santiago Munez’in (Kuno Becker) hikâyesini anlatır. Munez, ABD’ye kaçak yollardan girmiş bir göçmendir. Bahçıvanlık yapan babasına yardım ederek ve Çin lokantasında çalışarak hayatını kazanır. Çok yetenekli bir futbolcudur ama elinden tutacak bir yetenek avcısına ihtiyacı vardır. Sonunda hayalleri gerçek olur ve Los Angeles’ta tanıştığı eski futbolcu Glen Foy, İngiliz takımı Newcastle United’ın onu denemesini sağlar. Ama Nunez’in Los Angeles’tan sonra Newcastle’a alışması, İngiliz futboluna uyum sağlaması kolay olmaz… Özellikle futbol sahasında geçen sahneleri itibarıyla ‘Gol!’ futbolseverleri tatmin edecek bir film… Munez’in Real Madrid ve Dünya Kupası serüvenlerini anlatan 2 film daha var ama üçlemenin en heyecan verici ve güzel halkası hiç kuşkusuz Danny Cannon’un yönettiği ilk film…

        9

        Ofsayt (2006)
        (Afsaid)

        İşte size gerçek futbol aşkı üzerine bir film! İranlı usta yönetmen Cafer Panahi’nin yazıp yönettiği ‘Ofsayt’, İran ulusal futbol takımının Bahreyn’le oynayacağı Dünya Kupası eleme maçını seyretmek isteyen bir grup genç kadının öyküsünü anlatır. İran’da kadınların stadyumlara girişinin yasak olması, onları bir türlü yıldıramaz. Gereken her şeyi yaparlar. Yüzlerini İran bayrağının renklerine boyayarak erkek kılığına girer, her yöntemi denerler. Panahi, stadyum dışında tutulan kadınların öyküsünü anlatarak sadece bir yasağın eleştirisini yapmıyor; stadyuma giriş yasağını İran’da kadınların toplumsal hayattan dışlanmasının metaforu haline de getiriyor. Panahi’nin futbol meraklısı kendi kızından yola çıkarak çektiği film bir noktadan sonra tam bir kara komediye dönüşüyor. Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı kazanmıştı.

        10

        Linha de Passe (2008)

        Futbol deyince akla gelen ilk ülkelerden biri Brezilya… Yüzlerce gencin çocuk yaştan itibaren futbolcu olma hayali kurduğu Brezilya ulusal futbol takımı dünyanın farklı ülkelerinden birçok taraftara sahip olmasıyla da biliniyor. Ama iş futbol üzerine çekilen filmlere geldiğinde, Brezilya’nın İngiltere kadar verimli olamadığı kesin… Senaryosunu Walter Salles ve Daniela Thomas’ın yazdığı film, içinde futbolun da yer aldığı bir yoksulluk öyküsü… Aynı anneden doğma farklı babalardan olma futbol tutkunu dört yoksul genç Sao Paulo varoşlarında sürdürürler hayatlarını. Dario, profesyonel futbolcu olarak daha iyi bir hayata ulaşma hayalleri kurar. Denis, motorsikletli kuryedir. Dinho, benzin istasyonunda ve kilisede çalışır. Reginaldo futbol yeteneklerine sahip olsa da otobüs şoförü olmak ister. Beşinci çocuğuna hamile olan anne ise temizlikçilik yaparak kazanır hayatını. Film, Cannes’da Altın Palmiye için yarışmış ve anne rolündeki Sandra Corveloni en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanmıştı. Açıkçası her şeyin daha da kötüye gittiği karanlık bir film olarak diğer spor filmlerinden ayrılıyor. Ama tümüyle umutsuz ve karamsar olduğu söylenemez.

        11

        Hayata Çalım At (2009)
        (Looking for Eric)

        Karısı tarafından terk edilen ve iki haylaz üvey oğluyla baş etmekte zorlanan Manchester’lı postacı Eric (Steve Evets), 30 yıl önce sorunlu bir biçimde ayrıldığı Lily’ye âşıktır hâlâ. Onu görünce panik ataklar geçirmekte, ne yapacağını şaşırmaktadır. Hayatında hiçbir şeyin yolunda gitmediği bir anda yeni ve hayali bir “dost” çıkar karşısına: Futbol efsanesi Eric Cantona... Eric, hayallerindeki Cantona ile yarenlik ederek ağır ağır bütün sorunlarının üstesinden gelmeyi dener. Filmin en güzel yanı, ‘futbolla yatıp kalkan’ları can evinden yakalayacak futbol güzellemeleri... Cantona’nın futbol hayatındaki en mükemmel an olarak gösterdiği o pas, filmin de zirve anı. Belli ki gerçek bir futbol tutkunu olan Loach da hayatı bir paslaşma, takım oyunu olarak görüyor ve bunu filmin özüne yediriyor. Eric de bütün sorunlarını mesai arkadaşlarıyla, ailesiyle ve zihnindeki Cantona imgesiyle paslaşarak, yardımlaşarak çözmüyor mu? Futbolun ruhuyla sinemanın ruhunun sıcak sıcak kaynaştığı bir film…

        12

        The Damned United (2009)

        Brian Clough, 1960’lı ve 70’li yıllarda İngiliz futbolunun renkli simalarından biriydi. Santrfor olarak görev yaptığı aktif futbolculuk yıllarını sakatlıklar nedeniyle erken kapatmış ve İngiliz futbolunun en genç teknik direktörlerinden biri olarak çalışmaya başlamıştı. Yardımcısı Peter Taylor ile birlikte Derby County’yi ikinci ligden alıp birinci ligin tepesine çıkarmıştı. Clough, saha kenarındaki halleri ve oyunu okumadaki başarısının yanı sıra futbol üzerine yaptığı sansasyonel konuşmalarla da tanınırdı. Kariyerinin en başarısız dönemi hiç kuşkusuz, yardımcısı Peter Taylor olmadan başına geçtiği Leeds United’da geçirdiği 44 gündü… David Peace’in 2006 tarihli ‘The Damned Utd’ adlı çok satan romanı Clough’un Leeds günlerini kurmaca yanı ağır basan bir tarzda ele alıyordu. Aynı romandan uyarlanan filmi Tom Hooper yönetti. Clough rolünde Michael Sheen’in yer aldığı film, eleştirmenler ve seyirciler tarafından çok beğenilmiş, İngiliz Bağımsız Film Ödülleri’nde adaylıklar kazanmış ama ne yazık ki gişede beklenen başarıyı kazanamamıştı. ‘The Damned United’ saha dışında olup bitenlerin sahaya etkisini anlatması itibarıyla en iyi futbol filmlerinden biri.

        13

        The Two Escobars (2010)

        Andres Escobar, Kolombiya futbol takımının yıldız oyuncularından biriydi. Uyuşturucu karteli Medellin’i yöneten Pablo Escobar ise dünyanın en zengin, güçlü insanları arasındaydı… İkisinin hikâyesinin kesiştiği nokta ise, futbolcu olan Escobar’ın 1994 Dünya Kupası’nda ABD ile oynadıkları maç sırasında kendi kalesine attığı goldü. Escobar, Kolombiya’ya döndükten sonra 6 kişinin silahlı saldırısına uğradı ve öldürüldü. Ertesi gün, tüm dünya yıldız futbolcunun adaşı Escobar’ın verdiği emirle öldürüldüğünü konuştu. Jeff Zimbalist ve Michael Zimbalist’in yazıp yönettiği ESPN yapımı belgesel, uyuşturucu kartelleriyle Kolombiya futbolu arasındaki ilişkilerin keşfine çıkıyor. Andres Escobar’ın trajedisini seyircileri hemen yakalayan sürükleyici bir dille anlatıyor.

        14

        Trautmann (2018)
        (The Keeper)

        1949 – 1964 yılları arasında Manchester City’nin kalesini koruyan Alman futbolcu Bernhard Carl ‘Bert’ Trautmann’ın gerçek hikâyesi… Her şey II. Dünya Savaşı sırasında Manchester yakınlarında, Alman esirlerin tutulduğu bir kampta başlıyor. Bölgedeki futbol takımlarından birinin yöneticisi olan Friar’ın arayıp da bulamadığı kaleci, esir kampında çıkıyor karşısına. Yanında çalıştırmak bahanesiyle kamptan çıkardığı Trautmann’ı takımın kalesine geçirmesi, önce büyük tepkiler alıyor ama bir süre sonra futbol sevgisi ve takım aşkı tüm önyargıların önüne geçiyor. Bu arada, yöneticinin kızı Margaret Friar ile Trautmann arasında duygusal bir yakınlaşma da yaşanıyor. Trautmann bölgede o kadar çok seviliyor ki İngiltere’deki futbol serüveni savaş sonrasında da devam ediyor. Futbolun savaş travmalarını aşmadaki rolünün altını çizen romantik ve hümanist bir film. İngiltere – Almanya ortak yapımı filmi Marcus H. Rosenmüller yönetti.

        15

        Diego: Maradona (2019)

        Belgesel türü bilgi, düşünce ve yorum ağırlıklı bir format olarak şekillenir zihnimizde. Özellikle biyografik belgesellerin, kurmacanın manipülatif yanlarından arınmış olarak bizi ‘kapalı kapılar’ın ardına götürmesini isteriz. İngiliz yönetmen Asif Kapadia, belgesel türüyle ilgili tüm bu beklentileri karşılıyor ve üstüne duygusal derinlik ekliyor. Üstelik sadece haber görüntüleri, canlı maç yayınları, televizyon programlarından ses–görüntü kayıtları ve amatör video çekimleri kullanarak ulaşıyor bu derinliğe… Futbol sahasında nereye gideceğini, ne yapacağını çok iyi bilen ama saha dışında hep bilmediği yerlere doğru sürüklenen biri Maradona… Maradona’nın 1984 yazında Napoli’ye gelmesiyle başlayan belgesel, efsane futbolcunun İtalya’daki yıllarına odaklansa da Buenos Aires’in yoksul gecekondu mahallesinde geçirdiği dönemi anımsatmayı ihmal etmiyor… Maradona’nın hayatı boyunca kaybetmediği sınıf bilincinin kökeninde bu geçmiş yatıyor şüphesiz… Napoli’yle duygusal bağ kurmasının nedeni belli ki bu sınıfsal bilinç… Belgesel boyunca ara sıra sesini duyduğumuz Maradona, futbolculuk yıllarında olduğu gibi yine hamasetten uzak, samimi tarzda konuşuyor. Sözgelimi, Arjantin – İngiltere maçında elle attığı golü çok hoş ifadelerle anlatıyor… Kurgunun, müziğin, futbolcu ve insan Maradona’nın katkısıyla ‘Diego Maradona’ seyri çok keyifli bir belgesel...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ