Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Son dakika SİNEMA ANALİZİ: Dijital devrim mi yoksa ölüm mü?

        BKM, 2019'da yapımcılarla sinema salonu işletmecileri arasında yaşanan 'Patlamış mısır' başlıklı tartışma sırasında 'Organize İşler Sazan Sarmalı'nı sinemalarda gösterime girdikten 15 gün sonra dijital platformda da yayınladı.

        Günümüzde öncüsü konumundaki sinemaya büyük yatırımlar yapan ve filmlerinin toplam gişesi 100 milyon izleyiciyi geçen BKM'nin bu hareketi, sinema sektöründe şok etkisi yarattı. BKM'nin hareketi, kimileri tarafından "Sinema salonları devri kapanıyor", kimileri tarafından ise "Gelişen teknolojiyi takip etmek gerek. Dünya dijitalleşiyor. Yenilikçi hareket kaçınılmazdı" şeklinde yorumlandı.

        Dünya film devi Warner Bros, BKM'den yaklaşık iki yıl sonra aynı adımı attı.

        Warner Bros, geçtiğimiz günlerde 2021'de filmlerini sinema salonlarıyla eş zamanlı olarak HBO Max adlı dijital platformda gösterime çıkaracağını açıkladı.

        İlk etapta aralarında 'Matrix 4', 'Space Jam: A New Legacy', 'Mortal Kombat', 'The Suicide Squad' ve 'Dune' gibi yüksek bütçeli olanların da olduğu 17 film, açık olduğu takdirde sinema salonlarıyla eş zamanlı olarak HBO Max'te yayınlanacak.

        * Bu hareket, sinema adına bir devrim midir? Bir akım haline dönüşüp tüm dünyaya yayılır mı?

        * Türkiye'ye etkisi ne olur?

        * Sinema salonları kapanır mı?

        * Sosyal yaşantımız köklü değişikliklere uğrar mı?

        * Filmlerin dokuları için dijital platformlardan icazet alınması durumu doğar mı? Alınması gerekirse Türk sinemasının kodları değişir mi?

        Bu sorulara yerli yerinde cevap vermek için daha önce benzer durumlarda neler olduğunu hatırlamak ve sinema sektörünün yetkin kişilerini dinlemek gerek

        O yetkin kişilerden Şükrü Avşar, Şahan Gökbakar, Faruk Aksoy, Murat Şeker, Fevzi Genç ve Murat Tokat yukarıdaki sorularla ilgili görüşlerini Habertürk'e açıkladı.

        1950'lerin başlarında yayınların renkli hale dönüştürülmesiyle birlikte televizyon, ABD'de 1960'larda yaygınlaşmaya başladı.

        Türkiye'de ise ilk televizyon yayını, 31 Ocak 1968'de saat 19.30'da Nuran Devres'in "Burası üçüncü bant beşinci kanaldan deneme yayını yapan Ankara Televizyonu" sözleriyle siyah - beyaz olarak gerçekleşti.

        Televizyonun Türkiye'de yaygınlaşması ise 1973'ten sonra başladı.

        Babaların akşam, eve kucaklarında koca bir kutuyla dönmesi, hemen akabinde ise çatıya çıkıp anteni kurarken evdekilere "Yayın geldi mi?" şeklindeki seslenişleri, sosyal yaşamın uğrayacağı değişikliğin anonsu niteliğindeydi.

        Türk sinemasının gişe rekortmeni Şahan Gökbakar, bu konunun ziyadesiyle önemli olduğunun altını çizerken özgün içeriklerin kendine her zaman bir mecra bulabileceğini dile getirdi.

        ŞAHAN GÖKBAKAR (Yapımcı - Senarist - Yönetmen - Oyuncu)

        Bu konu çok önemli. Ticari bir mesele aslında. Dolayısıyla bu şekilde yapılmasının yanlış olduğunu söylemenin bir faydası yok. Şirketler filmlerini maksimum oranda izlettirme ve geri dönüş alma derdinde. O nedenle pandeminin sinema salonlarına gitmeyi azaltması yapımcıları bu yöne itti. Ben 'Mısır' tartışmalarında da hep söylemiştim. "Önemli olan içeriktir ve ona gözünüz gibi bakmanız lazım" demiştim. Maalesef sinema salonları bunu yapmadı. En sonunda da Kültür ve Turizm Bakanlığı müdahale etti. Bir laf vardır; 'Bir musibet bin nasihattan iyidir.' Dijital platformlar ilerleyen zamanda daha da saldırgan olacak. Diğer yandan sinema salonları önemli ve yaşaması gereken yerler. Her şeyden evvel topluca izlenen filmler her zaman bireysel izlemekten daha eğlencelidir... Dijital mecralar da günün gerçeği olarak giderek güçleniyor. Bu kaçınılmaz. Ancak hayat normale dönünce sinema salonları da yine dolacaktır. Mart ayında sinema salonları kapanınca filmlerimizi dijital platforma verelim dedik ama sinema salonu işletmecileri sanki kendi salonlarında oynatabiliyorlarmış gibi "Yasa gereği 6 ay başka yerde yayınlayamazsınız" dedi. Yani maalesef çok dostane davranmayarak gelir kaybına uğramamıza yol açtılar. Umarım bütün bunların sonunda sinema salonu işletmecileri de üzerlerine düşen dersi çıkaracaktır. Dünya değişiyor ve sektörler de mutlaka değişip dönüşecek ama en sonunda su yolunu bulacaktır. Sinema salonları kıymetlidir ama özgün içerikler kendine her zaman bir mecra, bir platform bulur. Bu unutulmamalı.

        Televizyon, ABD'de sinema sektörüne zarar vermedi.

        Stüdyolar; sinema salonlarının kapanmasının film üretimini azaltacağını düşünerek televizyonun sektöre verebileceği zararı bertaraf edebilmek için çeşitli girişimlerde bulundu.

        O girişimlerden biri daha yüksek bütçeli filmler üreterek izleyiciye TV'de olmayanı sunmak ve küresel ölçekteki dağıtım ağlarını genişletmekti.

        Öte yandan 1953'ten itibaren Oscar törenlerinin TV'de yayınlanmaya başlaması, insanların sinemaya olan ilgisinin sürmesine hizmet etti.

        Stüdyoların finans desteği verdiği dergilerin kapaklarında sıkça yıldız oyuncuların fotoğrafları, iç sayfalarda özel hayatlarına dair bilgiler içeren haberler ve röportajlar yayımlandı. Sinemaya duyulan ilginin devamı için böyle bir yöntem de kullanıldı.

        Türkiye'de ise durum tam tersineydi.

        Sinema; birlikte zaman geçirildiği, birlikte eğlenildiği için aile içinde de de konu - komşu çerçevesinde de sosyal yaşamlarının vazgeçilmez ögesiydi. Ne var ki televizyon, sinema salonlarını bitirme noktasına getirdi.

        Mahalle ahalisinin toplanıp cümbür cemaat gittikleri sinemada beyazperdeden yansıyanlarla aynı duyguları paylaşmaları sosyal yaşamın vazgeçilmez ögelerindendi.

        Yazlık sinemaların da sosyal yaşamda önemli bir konuma sahip olması, sektörü besleyen ana damarlardan biriydi.

        Kartal Tibet'in yönettiği, Türkan Şoray, Bulut Aras, Şener Şen, Adile Naşit , Erdal Özyağcılar ve İlyas Salman'ın kadrosunda yer aldığı 1978 Arzu Film yapımı 'Sultan'da sinemanın sosyal yaşamdaki önemini gözler önüne seren sahneler bulunuyor.

        1973'ten sonra televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte insanların ayakları sinema salonlarından kesilmeye başlandı.

        Her ne kadar sadece günün belli saatlerinde yayın yapılsa da ve o yayınlar teknik yetersizliklerle sık sık kesilse de her yaştan ev halkı televizyonun başında birlikte zaman geçirebiliyordu. Çünkü teknolojik gelişimlere aç bir toplumun oturma odasındaki televizyon, her yaştan kişi için ziyadesiyle büyüleyiciydi.

        Bunun yanı sıra ekonomik çöküş ve günbegün artan terör olayları nedeniyle akşamları evden çıkılmaya çekinilmesi, insanları sinema salonlarından iyiden iyiye uzaklaştırdı.

        Bütün bunların toplamında sosyalleşme misyonunun televizyona yüklenmesiyle birlikte sinema salonları kapanmaya başladı. Sinema salonlarının kapısına vurulan her kilit, aynı zamanda film üretimine de vuruldu.

        Türkiye'deki sinema salonlarının bağlı olduğu derneğin genel sekreterliğini yapan Fevzi Genç, Warner Bros'un hareketinin bir akıma dönüşmeyeceğini, sinema salonlarının sektördeki öneminin büyüyerek süreceğini ifade etti.

        FEVZİ GENÇ (Sinema Yatırımcıları Derneği Genel Sekreteri)

        Filmlerin sinema salonlarıyla eş zamanlı olarak dijital platformlarda gösterime çıkacak olmasının bir akım olduğunu düşünmüyoruz. Warner Bros'un hareketinin içinde bulunduğumuz pandemi süreciyle ilgili olduğunu düşünüyoruz. Sinema salonlarının kapalı olmasından dolayı uğranılan kaybı dijital platformla gidermeyi düşündüler. Çünkü çekilen filmlerin rafta bekletilmesi ciddi maddi kayıplara neden olur. Sinema salonlarının tam randımanlı çalışmaya başlamasıyla birlikte filmler yine eskiden olduğu gibi belli bir süreden sonra dijital platformlarda yayınlanacak. Bunun yanı sıra yeni bir oluşum içindeki dijital platformlardan uzak kalmak istemediler. Belli bir oranda orada da olmak istediler ama dediğim gibi tam anlamıyla normalleşme başladığı zaman ağırlık yine sinema salonlarında olacak.

        Bunun yanı sıra olayı sinema sanatı açısından ele alacak olursak dijital platformlar sinema salonlarına rakip olamaz. Hatırlarsanız, Martin Scorsese 'Irish Man'i dijital platform için çekmesine rağmen neredeyse "Ne olur filmlerimi telefondan veya tabletten izlemeyin" diye yalvardı. Adam TV ekranlarından izlenmesine razıydı.

        Yüksek bütçeli filmler çekildiği sürece sinema salonları film izleme merkezleri olacak. Çünkü dijital platformlar o yüksek bütçeleri karşılayamaz. İzleyiciler de küçük erkanlarda film izlemekten hoşlanmaz.

        Daha önce yeni teknolojik gelişmeler yaşandığında da sinema benzer durumlarla karşılaştı. 1950'lerde TV'nin yaygınlaşmasını düşünün. Sinema yok oldu mu? Hayır. Aksine güçlendi. Benzer şekilde 1980'lerdeki video döneminde de öyle.

        Dijital platformlara da film çekilecektir. Orası ayrı bir kulvar olarak yoluna devam eder ama sinema salonları yine geçmişte olduğu gibi bu dönemden güçlenerek çıkacaktır.

        Oyunculuktan hiçbir zaman yüksek paralar kazanamayan sinemanın yıldızları, sinema salonlarının azalması ve buna bağlı olarak film üretimindeki düşüşle yeni arayışlara girdi. Sinemanın birçok yıldızı geçimlerini sağlamak için şarkıcı olarak soluğu sahnelerde aldı. Bir avuç başrol oyuncusu, şarkıcı olarak geçimini sağlamaya devam edebiliyordu ama o güne kadar oyunculuktan başka bir meslek icra etmemiş, aynı gün içinde 2 -3 film çekmekten dolayı aldıkları nefes bile sinema olan kamera önünde ve arkasındaki birçok sinemacının hali ne olacaktı?

        Keza o günlerde tek kanallı olması, yayınların kısıtlı zaman diliminde yapılabilmesi nedeniyle sinema sektöründekiler için Tv henüz alternatif bir iş sahasına dönüşmemişti.

        Sinema sektörü, ayakta kalmanın yolunu televizyonda olmayanda buldu.

        Seks filmleri...

        Seks filmlerinin toplu izlenmesini engelleyecek bir yasa olmadığı için Yeşilçam'ın yapımcıları, senaristleri ve yönetmenleri seks filmleri çekmeye başladı.

        Seks filmleri, gördüğü ilgi üzerine bir furyaya dönüşürken kendi yıldızlarını ortaya çıkarmaya başladı.

        Arzu Okay, Zerrin Egeliler, Dilber Ay, Necla Fide, Zerrin Doğan, Figen Han, Melek Görgün ve Feri Cansel gibi...

        Erkeklerde ise Kazım Kartal, Sermet Serdengeçti ve Behçet Nacar, furyanın yıldızları olarak ülke genelinde nam saldı.

        Yeşilçam'ın birbirinden ünlü karakter oyuncuları da geçim sıkıntısı nedeniyle seks filmlerinin yatakta geçmeyen sahnelerinde rol alarak sektördeki varlıklarını sürdürdü. Seks filmlerinin gördüğü ilgi üzerine birçok sinema salonu kapanmaktan kurtulurken, kapatılanlar arasında yeniden açılanlar oldu.

        1970 - 1979 arasında gösterime her ne kadar 2070 film girmiş olsa da bunların yaklaşık yarısı seks filmiydi.

        1980 Askeri Darbe ile yasaklanması üzerine seks filmleri furyası da sona erince sinema sektörü çıkmaz sokağın sonuna kadar geldi.

        Yaygınlaşmaya başladığı yıllarda televizyonda olmayan bir diğer öge de sinemanın ayakta kalmasında önemli rol oynadı.

        Arabesk...

        Ekonomik çöküntü, terör olayları, siyasi istikrarsızlık ve taşradan kente göçün etkileriyle güçlenen arabesk müzik, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay ve Müslüm Gürses gibi kendi yıldızlarını ortaya çıkardı.

        Ne var ki bu yıldızlar, 'Uğruna ölürüm' dediği hayranlarıyla yasaklı oldukları için televizyon aracılığıyla buluşamıyordu.

        Keza radyoda da öyle.

        Sinema sektörü, bu durumu fırsat bilerek arabesk müziğin yıldızlarını dram merkezli senaryolara sahip filmler eşliğinde beyazperdeye taşıdı.

        Sinema sektörü, seks filmlerinin yanı sıra arabesk filmlerle ayakta durmaya çalışırken başta Erler Film ve Arzu Film olmak üzere az sayıdaki yapım şirketi televizyonun sarsıcı etkisine rağmen ısrarla film çekmeye devam ederek Yeşilçam'ın varlığını sürdürmesinde pay sahibi oldu.

        1970'li yıllardan günümüze kadar olan süreçte sinema sektörünün içinde olan Şükrü Avşar, dijital platformların giderek güçlendiğini söyledi. Avşar, sinemanın dijital platformlara karşı mücadele etmesi için yeni arayışlar içine gireceğini dile getirdi.

        ŞÜKRÜ AVŞAR (Yapımcı - Sinema Salonu Zinciri Sahibi)

        Dijital platformların sinema salonlarını etkilememesi mümkün değil. Daha önce de bunun örneklerini gördük. Önce TV'nin sonra da videonun yaygınlaşmasıyla birlikte sinema salonları önemli ölçüde azaldı. O dönemlerde sinema, kendini geliştirerek izleyiciye daha iyisini sunmanın peşine düştü. Daha iyi olanı araya araya ayakta kalarak videoya karşı galip geldi.

        Durum şimdi de farklı değil. Ben, kendini kurtarmadığı için bazı sinema salonlarımı kapatmak zorunda kaldım. Dijital platformların hayatımıza girmemesi mümkün değildi. Bu kaçınılmazdı. Giderek güçlenen dijital platformlar bir süre sonra yüksek bütçeli filmlerin yapımcısı da olabilir. Sinema, dijital platformlara karşı mücadele edebilmek için yeni arayışlara girecektir. Şimdi böyle bir dönem yaşıyoruz. Sinema salonları sektörü bazı zamanlar belli bir süre için küçülse de hiçbir zaman yok olmayacaktır.

        1983 sonrasında sinema yeniden ayağa kalkmaya çalışırken bu kez yeni bir teknolojik gelişmenin gazabına uğradı.

        Video...

        Türkiye'de hem renkli Tv yayını başlamış hem de video kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştı.

        Evde videonun olması bir statü göstergesi olmasının yanı sıra istenen filmi, istenen saatte izleme lüksü sağlıyordu. İnsanlar için kontrol artık sinema makinistinde değil, kendisindeydi.

        Teknolojik gelişmenin insanların zamanı kontrol almasında sağladığı hakimiyet duygusu ve film çeşitliliği, başını daha yerden kaldıramamış sinemaya indirilen ölümcül aparkat niteliğindeydi.

        Zira her mahallede, hatta her sokakta açılan video kiralama - satış dükkanları, 1970'li yılların ikinci yarısında sayıları iyiden iyiye azalan sinema salonları için yeni bir tehdit unsuru haline geldi.

        Sinema salonları, yeniden evlerde olmayanı sunmanın peşine düşerek 1970'lerde çekilen seks filmlerini askeri darbe sonrası kalkan yasakla birlikte gösterime çıkarmaya başladı. Aynı dönemde yüksek bütçeli ABD filmleri de Türkiye pazarında yer edinerek sinema salonlarının varlıklarını sürdürmelerinde başrol oynadı.

        ABD filmlerinin sinema salonlarında yaygın olarak gösterime girmesi sonucu izleyiciler, yüksek bütçeli ABD filmleriyle dar bütçeli Türk filmlerini mukayese etmeye başladı. Bu durum da Türk sinemasının hayrına olmayan bir düşüncenin ortaya çıkmasına neden oldu; 'Türk filmi işte'...

        Türk sinemasının en yüksek bütçeli filmlerinden 'Fetih 1453'ün yapımcısı ve yönetmeni Faruk Aksoy, hayatın normalleşmesiyle birlikte insanların fimleri evde değil sinemada izlemek isteyeceklerini düşünüyor.

        FARUK AKSOY (Yapımcı - Senarist - Yönetmen)

        2021 için HBO ile yapılan bir anlaşma bu. Demek ki pandeminin etkilerinin 2021'de de süreceğine inanıyorlar. Ben de aynı kanaatteyim. Bu anlaşmanın içinde 'Matrix 4' dahil 20'ye yakın büyük bütçeli film de var. Ve bunun devasa finansal yükünü hafifletmek için böyle bir adım attıklarını düşünüyorum. Çünkü her bekledikleri gün para kaybediyorlar. Ancak dediğim gibi bu yıllara sari ilkesel bir anlaşma değil. Sadece 2021 için. Bana göre hayat normalleştikten bir süre sonra yani, 2021 sonunda sinemalar tekrar canlanmaya başlayacak. Nasıl ki hayat normalleşince sürekli evde yemeyip restoranlara gideceksek, sürekli evde film seyretmeyip sinemaya da gitmeye başlayacağız. Ben böyle düşünüyorum.

        Türk sinemasının bu dönemde düşük maliyetlerle çekilen video filmlerine sıkı sıkıya sarılarak varlığını sürdürme çabasına girmesi, 'Türk filmi işte' algısının zihinlerde daha da yer etmesine yol açtı.

        Yabancı filmler arasında 1986 yapımı 'Tup Gun', döneme damga vuran filmler arasındaydı.

        Düşük maliyetlerle çekilen, sinemanın misyonundan uzak video filmlerinde aslan payı çocuk arabesk şarkıcılarının olurken Yeşilçam'ın ünlü başrol oyuncuları da karakter oyuncuları da yine geçim derdiyle kalite yoksunu bu filmlerde kamera karşısına geçti.

        Türk filmleri arasında ise Küçük Emrah'ın rol aldığı filmler ilgi görüyordu.

        Bu dönemde bütün olumsuzluklara rağmen sinema yine de yeni yıldızlarını çıkarmayı başardı.

        O yıldızlardan biri Şener Şen, diğeri Hülya Avşar...

        1970'li yıllardaki Ertem Eğilmez filmlerinin karakter oyuncusu Şener Şen, 1980'li yıllarda başrole terfi ettiği filmlerle erkek oyuncular arasında dönemin yıldızı oldu.

        Bu dönemde kadın oyuncular kategorisinde sinemanın yıldızı Hülya Avşar'dı. Avşar, bugüne kadar olan 37 yıllık kariyerinde rol aldığı 52 filmin 39'unu 1983 - 1989 arasındaki 6 yıl içinde çekti. Hülya Avşar, o dönemde çektiği filmlerle son yarım yüzyılda başrolde en çok film çeken kadın oyuncu unvanına sahip olmayı sürdürüyor.

        'Ya İstiklal Ya Ölüm' adlı yüksek bütçeli filminin çekimlerini pandemi nedeniyle ertelemek zorunda kalan Murat Şeker, filmlerinin gösterime sinema salonlarında girmesi adına sonuna kadar direneceğini dile getirdi.

        MURAT ŞEKER (Yapımcı - Senarist - Yönetmen)

        Warner Bros, global bir şirket olduğu için sistemini Türkiye'de de aynı şekilde uygular. Ne var ki Türkiye'nin yapısı farklı. Türkiye, izleyicilerin kendi filmlerini yabancı filmlerden daha çok tercih ederek bu anlamda özel olan birkaç ülkeden biri. Güney Kore, Hindistan, Japonya ve Fransa gibi... Türkiye, bu anlamda Avrupa'da ilk sırada yer alıyor. Yabancı menşeli dijital platformlar bizim yaptığımız filmlere bir değer, bir para verecek mi? Bu ayrı bir konu. Bizler kendi istediğimiz filmleri yapıyoruz. Örneğin ben canımın istediği bir konuyu kimseden icazet almadan filme çekiyorum. Ekonomik açıdan da bağımsızım. Kimseden destek almıyorum, kimseye minnet etmiyorum. Pandemi sonrasında ne olacağını tam olarak bilmiyoruz ama bir değişim aşamasındayız. Bu dakikadan sonra her şey mümkün ama bizim korumamız gereken bir Türk sineması var. Bunun için de sonuna kadar mücadele edeceğiz.

        1980'lerin baş tacı videonun da ömrü insanların sosyalleşme arzusu karşısında fazla uzun ömürlü olmadı.

        Evlerin baş köşelerini işgal eden videolar, "Eski alırım, hurda alırım" şeklinde bağıra bağıra tur atan eskicilere üç - beş paraya satılmaya başlandı.

        1990'lı yıllar kelimenin tam anlamıyla Türk sinemasının bitip tükendiği dönem oldu. Bu durum, 1980'li yılların yıldızları Şener Şen ile Hülya Avşar'ın rol aldığı filmlerin sayılarıyla da gözler önüne serildi. Şen, 1990 - 1999 arasında aralarında 'Eşkıya'nın da olduğu 3 filmde rol alabilirken Avşar'ın film sayısı, bir elin parmakları kadardı.

        1990'lı yıllarda çok az sayıda film çekilse de iz bırakanlar da oldu. O filmlerden biri 'Her Şey Çok Güzel Olacak'

        2000'li yıllara gelindiğinde bu kez sinema salonlarının başına yeni bir teknoloji olan DVD ve VCD çorap ördü.

        Evlerin vazgeçilmez teknolojileri arasına giren DVD ve VCD oynatıcılar, salonları saymazsak başta sinema sektörüne hizmet ediyor gibiydi. Çekilen filmler, sinema salonlarında izlenmezse bile DVD ve VCD aracılığıyla evlerde izleniyor, sinema sektörü para kazanıyordu.

        Kopyalama ve çoğaltmanın oldukça kolay oluşuyla işin korsancılığa dökülmesi kısa bir süre sonra DVD ve VCD teknolojisi sinema sektörüne topyekun zarar vermeye başladı.

        Korsancılık sektörünün ne ölçüde büyüdüğünü her köşe başına kurulan tezgahlarda ölçmek mümkündü. O tezgahlarda gösterime henüz girmeyen filmlerin bile DVD ve VCD'sinin bulunması işin vahametinin ölçüsüydü.

        Sık sık operasyon düzenlenip ele geçirilenler imha edilse de filmlerin korsan olarak üretilmesinin önüne geçilemedi.

        O dönemlerin hemen başında bir film çekildi.

        'Vizontele'...

        Senaryosunu yazdığı, Ömer Faruk Sorak ile birlikte yönettiği ve başrolünde yer aldığı film, Yılmaz Erdoğan ile BKM'nin ilk filmi olmasının ötesinde anlamlar taşıyordu.

        1970'li yıllarda ücra bir kasabaya gelen televizyonun sosyal yaşamın, sosyal ilişkilerin ve insanların psikolojileri üzerindeki etkilerinin merkezindeki senaryosuyla 'Vizontele', izleyenlere alttan alttan bir ögeyi aşıladı.

        Sosyal yaşamın önemi...

        'Vizontele', her köşe başında kol gezen korsancılığa rağmen gişe rekorunu kırarak Türk sinemasının karanlık yolunu aydınlattı. Bunun sonucunda da Türk sinemasında devrim yapan film oldu.

        BKM'nin 'Vizontele'den aldığı hazla seri üretime geçmesi sinema sektörünü iştahlandırınca yüksek bütçeli filmler çekilmeye başlandı.

        O filmlerden biri 2003'te çekilen 'Hababam Sınıfı Merhaba' oldu.

        'Vizontele' serisi de 'Hababam Sınıfı' serisi de şunu gösterdi; "Nostalji ve komedi her zaman iş yapar."

        Murat Tokat, filmlerin dijital platformlarda sinema salonlarıyla eş zamanlı olarak gösterime çıkarılmasının sakıncalı olacağını düşünüyor.

        MURAT TOKAT (Yapımcı)

        Sektör için büyük sorun olur. Kimse sinemaya gitmez. Herkes dijital platformlarda izler. Filmlerin önce sinemalarda sonra dijital platformlarda ve TV'lerde gösterime çıkarılması yönündeki mevcut yasanın sürekliliği devam etmeli.

        Çekilen filmlerin yüksek gişe rakamlarına ulaşması sinema salonlarının yeni teknolojilerle donatılarak yenilenmesini ve sayılarının artmasını sağladı.

        Filmlerin çekiminde de gösteriminde de yüksek teknoloji kullanılması ve sinema salonlarının konforlu hale getirilmesi üzerine filmlerin evlerde izlenmesinin keyifli olmadığı düşünülmeye başlandı.

        Aynı zamanda sosyalleşme arzusu, önceki dönemlerde olduğu gibi bir kez daha teknolojiye karşı galip geldi.

        Günün sonunda Türk sineması, 2001'de başladığı atılımın ardından 2005'ten sonra yükselişe geçti. 2010'dan itibaren ise pandemi sürecine kadar film ve izleyici sayısı açısından oldukça bereketli bir dönem yaşandı.

        Yeni bir teknoloji olan dijital platformlar, sinema salonlarına, dolayısıyla Türk sinemasına nasıl bir etkide bulunacak? Filmlerin dijital platformlarda izlenmesi yerleşik bir hal alıp sinema salonu sayısını azaltacak mı? Yoksa sosyalleşmeden ödün verilmeyecek mi?

        Bütün bu soruların cevabı önümüzdeki birkaç yıl içinde sayısal verilerle net olarak gözler önüne serilecek. Bu arada pandemi süreci, sinemaya büyük ölçekte zarar verdi vermesine ama kanımca uzun vadede yararı olacak. Bu sürecin, sosyal hayatın ne ölçüde kıymetli olduğunu hatırlatmasının yansımaları sinema sektörüne de yansıyacaktır.

        Bu arada mevcut yönetmelik, filmlerin gösterime girmesinden 5 ve 6 ay sonra dijital platformlarda yayınlanmasına izin veriyor.

        22 Ekim 2019'da Resmi Gazete'de yayımlanan Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, filmlerin dijital platformlarda yayınlanmasını şöyle düzenledi; "Sinema salonlarında ilk kez ticari dolaşıma girecek değerlendirme ve sınıflandırması yapılmış sinema filmleri, gösterime girdiği tarihten itibaren ücretli yayın yapılan kablo, uydu, karasal, internet ve diğer ortamlarda 5 ay geçmeden, ücretsiz yayın yapılan uydu, karasal, internet ve diğer ortamlarda 6 ay geçmeden ticari amaçla yayınlanamaz veya umuma iletilemez."

        Haberi Hazırlayan: Mehmet Çalışkan
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ