Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem ''Bu işin fikir babası Rahmetli Özal'dır"

        Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, yurt dışındaki Türk okullarından övgüyle bahsederek, ''Uganda çocuklarının İnegöl halk oyunları oynadığını söylesem inanır mısınız? Kamerunlu çocukların kolbastı oynadığını söylesem, rüyanızda mı gördünüz? Bu insanlar Türkiye'nin tarihini ve geleneklerini Türk okulları ve öğretmenlerimiz sayesinde öğreniyor'' dedi.

        Arınç, Bursa Girişimci İşadamları Derneği İnegöl Şubesince Hera Yaşam Merkezi'nde düzenlenen '2023 Yılında Nasıl Bir Türkiye?'' konulu yemekli toplantıda, burada 100 kişiyle birlikte olacakları ve ekonomi konuşacaklarını düşündüğünü, ancak içeriye girdiğinde kalabalığı görünce şaşırdığını söyledi.

        Toplantıda ödül alanları kutlayan Arınç, ''Fildişi Sahili'nde eğitim gönüllüsü olarak çalışan, yaşanan olaylara rağmen okulunu ve öğrencilerini ihmal etmeyen bir kişiye ödül vermek bana nasip oldu. Kendisini kutluyorum'' dedi.

        Sadece Fildişi Sahilinde değil, Afrika'nın birçok ülkesinde Asya, Avrupa, Amerika'da, Sibirya'da, Moğolistan'da yıllardır büyük bir eğitim faaliyetleri yapıldığını dile getiren Arınç, Uganda'da Türk okullarının açıldığını gördüğünü anlattı.

        Okulların, öğrencilerin 10 yıl önce gittiği ülkelere büyükelçilerin 2010'da gidebildiğini vurgulayan Arınç, Türkiye'ye 11,5 saat uzaklıktaki Moğolistan'da 10 yıl önce okulların açıldığını, o ülkeye gittiklerinde öğretmenler ve öğrencilerin ellerinde bayraklarla kendilerini karşıladığını söyledi.

        TÜRKÇE OLİMPİYATLARINA DOĞRU

        Yurt dışındaki bu Türk okulları öğrencilerinin katıldığı Türkçe Olimpiyatları'nın finallerinin seçimler dolayısıyla 19 Haziranda yapılacağını ifade eden Arınç, ''Ben olimpiyatların komitesinde üyeyim. Zaman zaman toplantılarına katılmaya çalışıyorum. Bu pazartesi günü 16'sında Ankara'da, RTÜK toplantısı nedeniyle bulunacağım. Akşama da komite toplantısını yapacağız ve organizasyonun son durumunu gözden geçireceğiz'' diye konuştu.

        Dünyanın her yerinde birinci meselenin eğitim olduğunu vurgulayan Arınç, şöyle konuştu:

        ''Herkes çocuklarının eğitimi ve istikbalinin iyi olmasını istiyor. Türkiye olarak eğitimde iyi noktadayız. 2002'ye göre en az 10 misli ileride olduğumuzu söyleyebilirim. Eskiden ortalama 50-55 kişilik sınıflarda öğrencilerimizin okuduğunu söyleyebilirim. Bugün ise normal seviyelere gelindi. 25-30 kişilik sınıflarda, akıllı sınıflarda, masa üstünde kitaplarını bulan öğrencilerimiz, zengin öğretmen kadrolarıyla desteklenmiş bir eğitim sistemi... Turizm meslek liseleri, spor liseleri, Anadolu liseleri, fen liseleri, öğretmen liseleri açıyoruz. Bunlar yetmiyor. Bugün ülkenin dört bir yanına üniversite açmış durumdayız.''

        ''(ORADA OKUL AÇILDI, TÜRKİYE'YE NE FAYDASI VAR?) DİYENLER DE VAR''

        Bülent Arınç, ''Türkiye'de 81 ilin hepsinde, Iğdır, Şırnak, Hakkari, neresi akla gelirse üniversitelerin bulunduğunu'' belirterek, Uludağ Üniversitesinin öğrenci sayısının çok arttığını ve Bursa'ya ikinci üniversiteyi kurduklarını anlattı.

        Eğitim adına dünyanın neresine gidilirse gidilsin Türk girişimcilerin çok büyük kalkınmayı başardığını dile getiren Arınç, şöyle devam etti:

        ''(Orada okul açıldı, bunun Türkiye'ye ne faydası var?) Bunu söyleyenler de var. Biraz kıskandıklarından, biraz çekemediklerinden, dünyayı tanımadıklarından kaynaklanıyor. Bu kadar büyük hedefleri akıllarına sığdıramadıklarından eleştirmeye kalkıyorlar. Türkiye'de bu hizmeti yapan çok güzel insanlar var. Mesela FEM Dershaneleri, İnegöl'de mükemmel dershane kurdu. Kim için? İnegöl'ün güzel çocukları için. İyi yetişsinler, iyi üniversiteleri kazansınlar, başarılı olsunlar, İnegöl ve ülkenin bahtını açık etsinler. Bunu İstanbul'da da Hakkari'de de Ağrı'da da yapıyoruz. Türkiye'de gittiğiniz yer her yerde sizi, ya bir dershane ya bir okul ya da bir kolej karşılıyor. Bu Mardin'de de Hakkari'de ve Tunceli'de de böyle.''

        UGANDALI ÇOCUKLARIN İNEGÖL HALK OYUNLARI OYNAMASI...

        Arınç, en son Kamboçya ve Vietnam'a gittiğini anlatarak, Kamboçya'da üniversite açtıklarını, Zaman Üniversitesi'ni kendi elleriyle açtığını dile getirdi.

        Oradan Vietnam'a geçtiğini ifade eden Arınç, bu ülkenin Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Başbakan Yardımcısı, bakanlarla Ufuk Türk Okullarını açtıklarını belirten Arınç, orada da Türkiye'den gönderilen yardımların, hizmetlerin eserlerini gördüklerini bildirdi.

        Yurt dışındaki okullarda Türk bayrağı, İstiklal Marşı'nın bulunduğuna; Türkiye'nin tarihi, kültürü ve geleneklerinin anlatıldığına dikkat çeken Arınç, şunları söyledi:

        ''Uganda çocuklarının İnegöl halk oyunları oynadığını söylesem inanır mısınız? Kamerunlu çocukların kolbastı oynadığını söylesem, rüyanızda mı gördünüz? Bu insanlar Türkiye'nin tarihini ve geleneklerini bu okullarımız ve öğretmenlerimiz sayesinde öğreniyor. Uganda ve Tanzanya'ya büyükelçilerimizi okullarımızdan 10 yıl sonra gönderdik. Oraya gittiklerinde öğretmenler ve öğrenciler ellerinde bayraklarla karşıladı. O güzel çocukların bir dişleri bir de kalpleri bembeyazdı. Uganda'da, Tanzanya'da, Mozambik'te, Sibirya'da ve birçok ülkede tutturmamızın bir sebebi var: Afrikalı çocuk diyor ki, 'ilk defa bir beyaz beni kucakladı ve başımı okşadı'. Beyaz olarak gördükleri zalim ve sömürgecilerdi, şimdi gördükleri ise Türkiye'den gelenler... Bir zenci çocuğu bağrına basıp da evinde misafir eden, lokmasını paylaşan öğretmenleri görünce çocuk, 'İlk defa bir beyaz benim başımı okşadı, bunlar ne güzel insanlar' diye Uganda'da haykırıyor.''

        Arınç, bu çocukların gelecekte ülkelerinin en önemli yerlerinde görev alacaklarına, Türkiye'ye hayran olacaklarına dikkat çekti.

        ''TÜRKMENİSTANLI ÇOCUK BİR 'SAKARYA' ŞİİRİ OKUDU, GÖZLERİMDEN YAŞLAR BOŞANDI''

        1996'da Refah-Yol hükümeti zamanında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Devlet Bakanı olarak kabinede yer aldığını hatırlatan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Türkmenistan'a beraber gittik. Türk üniversitesine de gittik, okullarımıza da gittik. Okullarımız bizi Türk şarkılarıyla karşıladı. 12 yaşları civarında bir çocuk çıktı. Ben ki, Necip Fazıl hayranıyım, şiirlerini ezbere bilirim, Tayyip bey kadar olmasa da şiirlerini ona yakın okurum. Çocuk bir 'Sakarya' şiiri okudu, gözlerimden yaşlar boşandı. O kadar muhteşem şekilde 12 yaşında çocuk Türkmenistan'da Sakarya şiirini okuyordu.''

        Sonra Türkçe Olimpiyatları sırasında kendisine sürpriz yapıldığını ve o çocuğun Türkiye'ye getirildiğini belirten Arınç, ''O zaman Meclis Başkanıyım. 'sayın başkanım tanıyor musunuz' diye sordular, nereden tanıyacağım. Adını söyledi ve 'siz Türkmenistan'a gelmiştiniz ve ben size şiir okumuştum' dedi'' şeklinde konuşurken gözyaşlarını tutamadı.''

        ''TÜRK OKULLARINDAKİ ÇOCUKLAR 4 DİLİ BİRDEN ÖĞRENİYORLAR''

        Arınç, yurt dışında eğitim gören çocukların 4 dili birden öğrendiklerini vurgulayarak, şunları kaydetti:

        ''Kendi dillerini Türkçeyi, İngilizceyi, ve o ülkedeki en çok kullanılan dili öğreniyorlar. Sonuçta herkes çocuğunun iyi eğitilmesini ister. Çocuklarımız kötü alışkanlıkların peşinden gitmesin, memleketini, toprağını, bayrağını, İstiklal Marşı'nı, tarihi sevsin ama ülkeyi satmak isteyenlerin yanına varmasın. Müspet ilimi de milli ve manevi değerleri de öğrensin. Saygıyı, merhameti; Ramazan'ı kurbanı öğrensin. Babasının, anasının arkasından bir Fatiha okuyacak kadar manevi değerlere sahip olsun istiyoruz. İşte bu eğitim kurumları, manevi hayatları, müspet ilimleri çok iyi öğretiyorlar.''

        Dünyanın en uzak ülkesindeki 23-24 yaşlarındaki öğretmenlere ''Sen nereden geldin, hangi okulu bitirdin?'' diye sorduğunu ve ''Boğaziçi Üniversitesi'ni bitirdim, hizmet için geldim'' şeklinde yanıt aldığını anlatan Arınç, şöyle devam etti:

        ''(Ne zaman döneceksin?) diye soruyorum. 'Ne dönmesi? Ben buraya dönmek için gelmedim. Ben buraya hizmet etmek için geldim' yanıtını veriyor. Şimdi sözleşmeli öğretmen olmak için can atıyorlar. Sözleşmeli ya da kadrolu öğretmen oluyorlar. İlk başta 'bizi nereye atarsanız atayın, Hakkari'ye de Şırnak'a da giderim' diyorlar. Hizmet aşkıyla yanıyor sanıyorsunuz. Hakkari'ye gidiyor. Daha ikinci ayda 'annem hasta, babam hasta, eşim şurada, kız kardeşim burada' diye, 'beni buradan alın' diyorlar. Sen giderken 'ben her yerde hizmet edeceğim' dememiş miydin? 'Evet söyledim ama ben burada yaşayamam'. Ben burada yaşayamam dediği yerin 10 misli daha zor şartlarda 'ben buraya dönmek için gelmedim, hizmet için geldim' diyen öğretmenler de gördük.''

        Arınç, AİHM'nin bir kararından örnek verdiği konuşmasını şöyle sürdürdü:

        ''AİHM'nin yaptığı tanıma göre, sizin hoşunuza giden, sizin alkışladığınız, 'aa ne kadar güzel' dediğiniz şey ifade özgürlüğü sayılmaz. Sizin yüzünüzü buruşturan, sizin nefretle o konuşmadan rahatsız olduğunuzu gösteren her şey ifade özgürlüğüdür, dinleyeceksiniz, saygı göstereceksiniz. 'Bana göre bu doğrudur, bunu ben gerçekleştirmek için her şeyi göze alacağım, silahla yapacağım.' Yok böyle bir şey. Bugünlerde bazı siyasetçiler bunu konuşuyorlar. Döveceğim, yıkacağım, binalara saldıracağım, molotofkokteyli atacağım. Ne yapacaksınız bunu yapınca? 'Beni dinleyeceksiniz bana hak vereceksiniz.' Sen sadece konuşacaksın, taleplerini ileteceksin ama cebir ve şiddet yok. AİHM sözleşmesi 'cebir ve şiddeti çağrıştıran hiçbir ifade, ifade özgürlüğüne girmez.' diyor.''

        ''İNSANLAR KONUŞMAZSA''

        ''İnsanlar konuşamazsa, kitaplar yazılmazsa, TV ve radyo programları olmazsa, karikatürler çizilmezse, insanlar, doğruyu eğriyi, güzeli çirkini, nasıl ayırt edebilecekler?'' diye soran Arınç, bu açıdan ifade özgürlüğünün önemli olduğunu bildirdi.

        Türkiye'nin çok partili siyasete 1944-45'lerde başladığını anlatan Arınç, şöyle devam etti:

        ''1950 seçimlerini gelene kadar 30, 35, 40 ve 46'lardaki seçimlerde oylar açık atılıyordu. Kime atıldığı belli olacaktı ama tasnif gizli yapılıyordu, aman bir hata olmasın diye. Bugün nasıl oy atıyoruz. Bakın bu seçimde sandıklar şeffaf olacak. Zarf veriyorlar, elinize oy pusulası veriyorlar. Kapalı bir yere geçiyorsunuz. Orada 15-20 siyasi parti var. İstediğinize mührü basıyorsunuz. Tabi birinci sırayı unutmayın bu seçimlerde. Zarfa koyup atıyorsunuz, sandığa atıyorsunuz. Akşam 5 oldu, 'bitti' diyorlar. Sandığı tersine çeviriyorlar, sayıyorlar, çetele tutuyorlar, sonucu açıklıyorlar. 1950'ye kadar böyle değildi. Herkes nereye oy vereceğini göstermek zorundaydı. 1950'de tersine çevrildi. İlk kez gizli oy, açık tasnif yapıldı ve Demokrat Parti iktidar oldu. Bu seçimler böyle yapıldıkça halk gerçek iradesini sandıkta göstermeye başladı.''

        Arınç, eskiden devlet odaklı anayasa olduğunu dile getirerek, darbeyi yapanların Anayasanın ilk başlangıç maddelerine ''kutsal devlet'' diyerek başladığını söyledi.

        Devletin kutsal olmayacağını belirten Arınç, ''Devlet, hukuk devleti olur. Kutsallık inancımıza ait bir kavramdır. Kutsal devlet dediğiniz zaman devletin yanlış yapmayacağını düşünürsünüz. Devletin vatandaşa hükmetmesi gerektiğini düşünürsünüz. Vatandaş devlet karşısında hakkını arayamaz noktaya gelir. Bütün anayasalar insan için olmalıdır. İnsanların mutluluğu huzuru için olmalıdır'' dedi.

        ''DÖNÜŞÜM ZOR OLDU''

        Şimdi böyle bir anayasaya doğru gidildiğini vurgulayan Arınç, büyük gelişmeler olduğunu ama kolay olmadığını söyledi.

        Dönüşümün çok zor olduğunu ve çok zaman aldığını ifade eden Arınç, şunları söyledi:

        ''Eskiden dindar insanların bir kısmı çok kolay suçlanabiliyor cezaevlerine atılabiliyordu. 163. maddeyi bilenler var mı? Laikliğe aykırı olarak, devletin temel nizamlarını dini esaslara uydurmak amacıyla dernek kuran propaganda yapan, ağır cezalar alıyordu. 25 yıl avukatlık yaptım. 50'den fazla 163 ile ilgili davaya girdim. İddianameleri okuduğumda utanırdım ve üzülürdüm. 'Şüphelinin evinde yapılan aramada seccadesinin olduğu, dini kitapların kütüphanesinde bulunduğu, evinden çıkmadığı, kahveye çıkmadığı, çocuklara okullarda boş zamanlarında ilahiler öğrettiği ve marşlar söylettiği tespit edildiğinden 163. madde gereğince şu kadar cezalandırılmasına...' Bunlar şaka değil. Takkenin, tespihin, seccadenin ve kitapların suç olduğu dönemler vardı. 1991'e kadar vardı. Rahmetli Özal Cumhurbaşkanı olduğu dönemde bu madde kaldırıldı.''

        1985'TE YAPTIĞI KONUŞMASI

        Arınç, 1985 yılında, bir gecede 1,5 saatlik konuşma yaptığını belirterek, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin (DGM) içinden sadece bir cümleyi aldığını anlattı.

        ''İnşallah hakkın hakimiyetini göreceğiz'' cümlesinin kulaklarında kaldığını ve hakkında dava açtıklarını vurgulayan Arınç, şöyle devam etti:

        ''İkinci celsede bana 5 yıl ceza verdiler. Acıdılar altıda birini indirdiler, 4 sene 2 ay oldu. O zamanlar sürgün cezası da vardı. Eskişehir'de 1 yıl 2 ay da sürgün cezası verdiler. Doktorlar, hastalarını tedavi ediyor ama kendi hastalanıyor. 163. maddeyle ilgili 50 civarında dava takip ettim ama kendim 163'ten ceza yedim. İddianamede diyor ki, 'hak derken, şeriatı kastediyor, bunların hak dediğine bakmayın, bunlar hak deyince şeriatı kasteder' diyor. Kendimi nasıl savunacağım ben. Savcı iddianamesinde böyle diyor. Bu sözümün önü arkası var. Osmanlıca-Türkçe lugatı var. Hak kelimesinin karşısına bakın 48 anlamı var. Hak, miras, taksim demek ama savcı bunların hiçbirini kabul etmemiş. 'Ben seni bilirim, sen hak dediğin zaman şeriatı kastedersin.' diyor.''

        ''Nereden biliyorsunuz bunu kastettiğimi?'' diye sorduğunu anlatan Arınç, bir hakim albaydan bahsederek, ''İsmini unutmadım, Ömer Altay Egesel gibi onu da unutmadım, unutmayacağı inşallah, unutmayacağım ve affetmeyeceğim de. 4 yıl 2 ay, bir konuşmadan dolayı'' dedi.

        Yargıtay'a gittiğini ve dosyanın mahkemeye döndüğünü dile getiren Arınç, şunları söyledi:

        ''Mahkeme, tekrar aynı cezayı verdi. Dosya, Yargıtay Genel Ceza Kuruluna gitti. 2 yıl sonra tekrar bozdular ve sonra beraat kararı geldi. 163 o kadar ağır ceza ki, yurt dışına bile çıkamıyorsunuz. 1991'de Türk Ceza Kanunu'ndan çıkarıldı. Ardından Terörle Mücadele Kanunu çıkardılar, 163'ün boşluğunu doldurmak için. Bir süre de bu gitti. Sonra bu işe yaramaz oldu 312'yi çıkardılar. O gitti 301 geldi. Sonunda 2-3 önce 301'i dava açılamaz noktaya getirdik. 1985-86'da yaptığım konuşmayı 2006'da yapmış olsam dava açılmayacaktı, herkes gülüp geçecekti. 20 yılda bu noktaya gelebildik.''

        Yaklaşık 40 yıldır siyasette olduğunu anlatan Arınç, bunun 30 yılının hemen hemen koalisyonlarla geçtiğini bildirdi.

        2002'de göreve geldiklerinde, 3 partili koalisyon hükümetinde 38 bakan bulunduğunu dile getiren Arınç, şöyle konuştu:

        ''Türkiye'de koalisyon kurmak kolay değil. Ben '7 isterim' diyor biri, öbürü, '6 isterim ama Sağlık Bakanlığı bende olsun', diğeri '5 olsun ama Bayındırlık benim olsun' diyor. O zamanlar her devlet bakanı, bir kurumdan sorumluydu. Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğünden sorumlu özel tahsilli devlet bakanı. O şahsı da hatırlıyorsunuz. 'Devlet Meteoroloji Genel Müdürünü görevden alın' demiş o devlet bakanı. 'Efendim nasıl alacağız' diye sormuşlar. 'Bakın ben nasıl alıyorum' demiş. Açmış telefonu, 'Elazığ'da bugün hava nasıl?' diye sormuş. Genel Müdür, 'Efendim hemen soralım, rasatlar yapalım' demiş. Bakan da 'Hemen cevap vereceksin' demiş. Genel müdür de 'şöyledir, böyledir' şeklinde açıklama yapınca Devlet Bakanı, 'Ulan beni mi aldatıyorsun? Elazığ'da bugün yağmur var. Daha Elazığ'daki havanın nasıl olduğunu bilmiyor, alın bunu görevden' demiş.''

        Ziraat Bankasından, Yapı Kredi Bankasından, gübre sanayiinden sorumlu devlet bakanı olduğunu belirten Arınç, ''Mustafa Taşar'ın tek görevi, gübre sanayiinden sorumlu devlet bakanıydı. Türkiye, yıllarca böyle yönetildi. İcraat yok, başbakan nerede belli değil, bakanlar kurulu toplanmıyor. Nerede bugünkü hareketlilik? Türkiye diye bir devletin farkında değil dünya. Acziyet içinde bir ülke, kendi sorunları içinde boğuşuyor'' dedi.

        Arınç, Türkiye'nin 2001-2002'de büyük ekonomik krizler gördüğünü anımsatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''(Nedir sebebi?) diye sordunuz. Cumhurbaşkanı Sezer, küçük anayasa kitapçığını birisinin üzerine atıvermiş, suratlar asılmış, toplantıdan çıkmışlar, 'bu iş bitti' demişler. Bu kadar basit mi bu iş? Birbirlerine kızmışlar, Başbakan çıkıyor 'bana terbiyesizlikte bulundu' diyor. Dolar fırlıyor, gecelik faizler yükseliyor, cebinizdeki para eriyor. Bu kadar basit mi bu? Birisi kaşını kaldırdı, borsa düştü, birisi höt dedi borsa fırladı. Bu kadar basit mi bu işler? Türkiye bu kadar çağ dışı ülke mi? Bugün öyle bir durum yok. En ağır şartlarda bile ne borsalar düşüyor ne dolar fırlıyor. Güçlü dengeler üzerinde bir büyük ekonomiyi inşa ettik.''

        Bugün Türkiye'de 60. hükümetin görev başında olduğunu belirten Arınç, 2002'de yıkımın arkasından aldıkları Türkiye'de ihracatın 18 milyar dolar civarında seyrettiğini, bugün 130 milyar dolarlık rakamlara ulaşıldığını söyledi.

        Arınç, GSMH'nin 750 milyar dolara ulaştığını vurgulayarak, enflasyonu tek haneli rakamlara indirdiklerini, esnaf, çiftçi ve çalışanların düşük faizli kredi alabildiğini anlattı. Türkiye'nin bir istikrara kavuştuğunu dile getiren Arınç, ülkenin yüzde 9 büyüme gösterdiğini söyledi.

        ''Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın özetlediği 3 özgürlüğe önem verdiklerini'' ifade eden Arınç, şunları söyledi:

        ''Birincisi din ve vicdan özgürlüğüdür. İkincisi fikir ve düşünce özgürlüğü, üçüncüsü ise teşebbüs özgürlüğüdür.

        Din ve vicdan özgürlüğü mutlak olmalıdır. İnsanlar neye inanırlarsa inanırlar. Biz 'şuna inanacaksın' diye baskıda bulunamayız. Laik devlet, gerçek laiklik insanların inançlarını tanzim etmez. Ama 'ben şuna inanıyorum' diyene de bir kısıtlama getirmez. Neye inanıyorsan onun ibadetini yapabilirsin. Bir insan 'ben inanıyorum' diyorsa bu bir din olabilir, bir inanç manzumesi olabilir. O her alanda özgür olmalıdır. İnancını yaşamalı, en iyi şekilde öğrenmeli ve başkalarına öğretebilmelidir.

        İkincisini daha önce anlattım. Üçüncüsü teşebbüs özgürlüğü. Devlet, eskiden mobilya, ayakkabı, kaput bezi, gömlek, kumaş yapardı. Eskiden süt üretir, peynir ve ayran yapardı. Biz dedik ki, ekonomik faaliyetlerin tamamını insanlar yapacak, devlet elini çekecek. Devlet yapınca hantal yapı oluyor, fiyatlar yüksek oluyor, rekabet olmayınca kaliteli olmuyor ürünleri. Bu açıdan girişimcilik önemli. Girişimciliğin sınırı yok.''

        ''FİKİR BABASI RAHMETLİ ÖZAL''

        Bülent Arınç, sadece Türkiye'de değil dünyanın dört bir yanında iş yapabilecek konumda olunması gerektiğini belirterek, şöyle devam etti:

        ''Bu işin fikir babası Rahmetli Özal'dır. Ben, Rahmetli Özal'a rakip siyaset yapmış biriyim şimdi çok methettiğime bakmayın. O zamanlar çok karşı karşıya gelmiştik, şimdi anlıyorum rahmetlinin kıymetini, Türkiye'nin önünü açtı. Benim siyaset çizgimi bilirsiniz. Biz çok acımasızdık o zamanlar. Ama şimdi anlıyoruz. 1983'ten sonra başbakan oldu. Yurt dışına gitti, uçaklarına iş adamlarını aldı. 'Bakın dünyayı görün' dedi. 'Türkiye'de de güzel şeyler yapın, kapalı ekonomilerle Türkiye'nin gelişmesi mümkün değil, akıllı insanlarsınız' dedi. O zamanlar nasıl alay ettiler adamla. 'Ne işi var iş adamlarının, uçaklarla götürüyorsunuz ne menfaatiniz var?' diye sordular. Ama arkası iyi geldi. Türkiye, üretim, ihracat, iş adamı yetiştirme ve mesleki eğitime ağırlık vermek durumunda kaldı.''

        Arınç, 8,5 yıllık dönemlerinde, gittikleri her yere iş adamlarını yanlarında götürdüklerini vurgulayarak, ''Uganda'ya gittim 100 iş adamıyla birlikte. Orada İş Konseyi Toplantısı yapıldı. İlk toplantıda 600 milyon dolarlık iş bağlantısı yaptık'' dedi.

        2023 hedefinde 2 trilyon dolarlık GSMH'yı, fert başına düşen 25 bin dolarlık milli geliri hesapladıklarını belirten Arınç, ''Biraz sonraki seçimleri değil 2023'de Türkiye hangi noktada olacak bunun hesabını yapıyoruz. İzmir'den İstanbul'a otoban ve köprü geçişine başladık. Kaç lira gidecek, 11 katrilyon gidecek. Yüksek hızlı trenlere kavuşuyoruz'' diye konuştu.

        Bugün çok satan gazetelerden birini okuduğunu anlatan Arınç, şöyle konuştu:

        ''Bir iş adamına soruyorlar; 'senin partin iktidara gelebilir mi?' 'Hayır gelemez.' Mevcut parti iktidarını sürdürür mü?', 'Evet, sürdürür' 'Peki sen buna mı vereceksin?', 'Hayır ona vermeyeceğim buna vereceğim.', 'Niye?', 'Bunlar nasıl olsa iktidara gelecek, ekonomide işler tıkırında gidecek ama ben yine de buna vereceğim.' Bu çarpık bir tablodur. 1996'da RefahYol hükümeti zamanında da buna benzer çarpıklıkları duymuştum. 'Kötü mü idare ediyorlar' diye sordular. 'Hayır güzel idare ediyorlar.', 'Niye karşı çıkıyorsun?', 'çünkü başarılı olmalarından korkuyorum' dediler. Söylediklerimi lütfen iyi anlayın, bu bir cinayettir.''

        TBMM BAŞKANI OLDUĞU DÖNEMLER

        ''(Ama bunlar da gitsin artık) diyenler. Eski dönemler mi olsun? Eski dönemlerde neyi beğendin sen? Sanayi, ekonomi, faizler neredeydi? Karar alabiliyor muydun, karar mekanizmalarına kimler hakimdi, yolsuzlukları kimler yaptı biliyor musun?'' diye soran Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Tamam ama bu insanlar olmasın. Niye olmasın çünkü bu başbakan İmam Hatip Lisesi muzunu ve hanımının da başı örtülü. Bizim çizgimiz belli. Açıkça söylüyorum. Biz hiçbir bayan arkadaşımızın başında, üstünde ne var bunlarla meşgul değiliz. Başı açık da olsa, örtü de olsa saygı duyuyoruz. Kendi kıyafetini nasıl belirlediyse bizim ona itiraz etme hakkımız yok. Her haliyle onlara saygı duymak görevimiz. Bu saygıyı kendi eşlerimiz, çocuklarımız ve bütün Türkiye'nin kadınları için de istiyoruz.

        Ben ilk turda seçilen meclis başkanıyım. 19 Kasım 2002'de birinci turda 369 oyla seçildim. Muhalefetten de oy verenler oldu. Büyük gayretle işime başladım işime sarıldım. 2 gün sonra Cumhurbaşkanı Sezer, hanımıyla yurt dışına gidecek. Özel kalem müdürüne sordum; 'Cumhurbaşkanı giderken biz ne yapıyoruz?', 'Eşiyle giderken eşiyle uğurluyorsunuz, yalnız gidiyorsa yalnız uğurluyorsunuz.' Kimle gidiyor?', 'eşiyle gidiyor', 'peki ne yapmam gerekli?' Bilmeyiz biz bu işleri, biz masum Anadolu çocuğuyuz, nereden bilelim protokol işlerini. Dediler ki, 'Efendim eşiniz kucağına bir çiçek alacak, giderken hanımefendiye verecek, uğurlayacak.' Biz de seviniyoruz, Cumhurbaşkanı eşini uğurlayacağız. Efendim hanımı o gün değiştirecek halim yok, çift hanımım yok, farklı hanımım yok, bir tane var. Bir Çerkez kızı, başını örtmüş. Cumhurbaşkanı eşini uğurlayacağım diye başını açacak hali yok. Bunu ne ben söyleyebilirim ne kendisi kabul eder. Bu insanlık dışı bir olay.''

        ''BEN EŞİMİN BAŞINDAKİ ÖRTÜSÜYLE İFTİHAR EDİYORUM''

        Arınç, Türkiye'de TBMM Başkanının eşinin başında örtü olacaksa, buna herkesin saygı duyması gerektiğine dikkati çekerek, şöyle konuştu:

        ''Biz havaalanına gittik. Neredeyse Türkiye'de ihtilal oldu. 'Nasıl olur da kamusal alana meclis başkanının eşi, başında örtüyle gelir?' Ben de şaşırdım, bu düşmanlık neyin nesi. Biz kendimizi savunduk. Neresi kamusal alan? Havaalanına gelmiş her insanın başındaki örtüyü mü çıkarttıracaksın? Kamusal alan kamuya ait alandır, herkesin istifade edebileceği alandır. Anayasa'nın başka bir yerinde bir tarif mi var? Ben eşimin başındaki örtüsüyle iftihar ediyorum ona uzanacak dilleri de lanetliyorum. Bunu bütün hanımlarımız için söylüyorum. Kimliğimizden sıyrılacak halimiz yok. Kanun neyi emrederse onu yaparız biz. Ama başörtüsünü yasaklayan, bugüne kadar üniversitelerde bir kural yoktur, toplum hayatında kural yoktur. Türkiye'de devrim kanunları diye bilinen 2 kanun var. Birisi şapka hakkında kanundur, erkekleri ilgilendirir. Her memur başına şapka giyecek diyor. Vali yardımcım başına şapka giyeceksin. Sayın Kaymakamım, nerede şapkan, nerede fötrler? Bayanların kıyafetlerinini düzenleyen hiçbir kanun Türkiye'de yok. Olması mümkün değil, burası Türkiye.''

        Cumhurbaşkanı seçileceği zaman Abdullah Gül'ü aday gösterdiklerini anlatan Arınç, ''300'den fazla milletvekilimiz var. Ortalığı birbirine kattılar. 'Efendim milli görüş geleneğinden geliyor, Cumhurbaşkanı olmaz', 'nerede yazıyor bu', 'yazmıyor ama ben öyle söylüyorum', 'eşinin başı örtülü cumhurbaşkanı olamaz', 'nerede yazıyor bu', 'yazmıyor ama ben öyle söylüyorum', sen kimsin be sen kimsin?''

        ''ŞAPKASINI ZOR KURTARDI BİRİLERİ''

        Bülent Arınç, sonunda işin 27 Nisan akşamı bir bildiriye kadar vardığını dile getirerek, şunları kaydetti:

        ''(Sözde değil özde laik olanlar seçilmeli, biz böylesine karşıyız, biz bunu istemiyoruz. Cumhuriyete, rejime sahip çıkmasını biliriz) Ooo bildik laflar depreşti yine darbecilik sevdası. Cumhurbaşkanlığı seçiminde 27 Nisan akşamı bize aba altından sopa gösteriyorlar, 'siz bunu seçemezsiniz.' Sanıyorlar biz korkup kaçacağız. Geçmişte bunun örnekleri var. Şapkasını zor kurtardı birileri. Kaçarken ilk kurtarılacak şapka, onu aldı kaçtı. Eskiden devlet dairelerinde dolapların üzerine kağıt yapıştırırlar kasaların üzerine, 'yangında ilk kurtarılacak' diye. Babanın da en kıymetli şeyi şapkası, aldı gitti. Sordular 'neden gittin?', 'Ne yapacaktım yani, elbette şapkamı alıp gidecektim' dedi. Bizi de öyle sandılar. 28 Nisan sabahı derslerini aldılar. Sen benim emrimde memursun, anayasa babayasaya karışma. Cumhurbaşkanını parlamento seçecek, bu görevini yapacak sen de oturduğun yerde oturacaksın. İş bitti cumhurbaşkanını seçtik. 2007'nin Ağustosu geldi. Ne garip şeyler. Türkiye nelerle meşgul? AK Parti'nin, Hükümetin yaptıklarını çocuklara ders olarak okutacaklar. Türkiye'nin demokratikleşmesi, özgürleşmesi konusunda neler yapıldı, diye doktora tezleri hazırlayacaklar, mastırlar, yüksek lisans çalışmaları yapacaklar.''

        Seçimin ardından 30 Ağustos törenleri sırasında Cumhurbaşkanı Gül'ün Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ne gittiğini anlatan Arınç, şöyle devam etti:

        ''Cumhurbaşkanı bulunduğu yerde selamlanır. 'Sayın Cumhurbaşkanım' diye selamlanır. Kürsüye geçti, sayın cumhurbaşkanı dedi. Zambiya'nın cumhurbaşkanından bahseder gibi, üçüncü kişi. Yurt dışına gitti arkasında hanımefendi var. Uçaktan iniyorlar. Sırayla herkesin elini sıkacaklar. Bu tarafta değerli bir komutan var. Eski oyuncakları aklına geldi köşe kapmaca oynamaya başladı. Oradan buraya zıpladı, atladı, hopladı. Hanımefendinin elini sıkmaktan kaçıyor. Aradan 3 yıl geçti her şey normalleşti. Artık topuk selamı veren, 'sayın Cumhurbaşkanım' diye söze başlıyor. Köşe kapmaca oynamaktan da vazgeçtiler. Şimdi hepsi sırada. 'Hanımefendi saygılar sunuyorum, hoşgeldiniz' diyorlar. Bize düşen sabır. Türkiye'nin menfaati, hayrı için bize düşen sabırdır. Gelecek nesillerin daha özgür yaşaması için bize düşen sabırdır. Ben daha sabırsızım ama Allah Tayyip beyden razı olsun. O sabır örneği bir insan, Hazreti Eyüp gibi maşallah. Nelere sabrediyor bir bilseniz. Bir insan düşünün 22 saat ayakta. Millet için gözünü kırpmadan çalışıyor.''

        AHMET AKISKALI'NIN KONUŞMASI

        Bursa Girişimci İşadamları Derneği İnegöl Şubesi Başkanı Ahmet Akıskalı, İnegöl'ün Türkiye'nin en önemli ekonomik sorunu olan dış açığını tersine çevirmiş tek ilçe olduğunu belirterek, ilçenin 1 milyar dolara dayanan dış ticaret hacminin bulunduğunu söyledi.

        2010 yılı verilerine göre 556 milyon dolar ihracat gerçekleştiren İnegöl'ün, 200 milyon dolar dış ticaret fazlası veren bir ilçe olduğunu vurgulayan Akıskalı, ''Türkiye'de girişimci ruha sahip İnegöllü iş adamlarının ekonomiye katkıları tartışılamaz. Yaşanan bu güzel gelişmelere bakarak, artık yeni hedefler belirlemeye başladık'' dedi.

        İnegöllü sanayiciler olarak 3 milyar dolar ihracat rakamını hedeflediklerini dile getiren Akıskalı, ''Türkiye'nin 16. ekonomik gücü olan İnegöl'ün il olmayı hak ettiğini düşünüyoruz. Ancak bu takdiri iktidarın yetkililerine bırakıyoruz'' diye konuştu.

        Akıskalı, Türkiye tarihinde hazırlanmış en şeffaf Anayasa temenni ettiklerini belirterek, ''Yeni Anayasanın en az 100 yıllık ihtiyaçlarımızı karşılaması gerektiğini düşünüyoruz. Yeni anayasa sürecinde Meclis dışı kesimler dışlanmamalı, başkanlık sistemi gibi tartışmalar yeni anayasayı gölgelememelidir'' diye konuştu.

        Toplantıda, Arınç ve diğer protokol üyeleri, bazı iş adamlarına plaket ve ödüllerini verdi.

        AA

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ