Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Son dakika haberler: Kadın yönetmenlerden çevrimiçi 20 film
        1

        AH GÖZEL İSTANBUL (2020)

        ‘Mavi Dalga’ (2013) ile tanıdığımız Zeynep Dadak’ın yazıp yönettiği ‘Ah Gözel İstanbul’, Eremya Kömürcüyan’ın (1637-1695) metinlerinin rehberliğinde şehri gezen bir belgesel… Film boyunca, Kömürcüyan’ın cümleleri eşliğinde kaybolup giden kozmopolit İstanbul’u zihnimizde canlandırmaya çalışıyor, geçmişten geriye kalanları gözlemliyoruz. Surların arasındaki eski şehir kapılarından geçip kiliseler, camiler ve eski sokaklarda dolaşırken bizim çağımızdan yeni rehberler dahil oluyor filme... Bazen efsaneler bazen tarihten söz ederek şehrin hikâyesini derinleştiriyorlar. Zeynep Dadak, rehberlerin anlatımları ve görüntüleriyle İstanbul üzerine ‘düşünürken’ bizim düşüncelerimize, duygularımıza pek müdahale etmiyor. Nicolas Roeg’un ‘Don’t Look Now’ filminde Donald Sutherland’in Venedik’te peşine düştüğü küçük kızı akla getiren ‘sarı yağmurluklu’ gezginlerin yolu sık sık denizle de kesişiyor. Görüntü yönetmeni Florent Herry ise aynı filmdeki gri kış ışığının İstanbul’daki karşılığını arıyor sanki… ‘Ah Gözel İstanbul’ kaybettiklerine ağıt tutan özenle çekilmiş güzel ve hüzünlü bir belgesel… (MUBI)

        2

        BAŞLANGIÇ (2020)
        (Beginning)

        Columbia Üniversite’sindeki Sanat Okulu’nda film yönetmenliği eğitimi alan Gürcü yönetmen Dea Kulumbegashvili’nin, ülkesinde çektiği ‘Başlangıç’, bir taşra kasabasında geçer. Kasabadaki Yehova Şahitleri cemaatinin toplandığı salona kimliği belirsiz kişiler tarafından bir saldırı gerçekleştirilir. Cemaatin liderinin eşi Yana saldırı sonrasında evde yalnız olduğu bir gün, olayı araştıran bir polis tarafından ziyaret edilir. Bu ziyaret Yana’nın hayatında birçok şeyi yavaş yavaş değiştirmeye başlar… Dea Kulumbegashvili’nin kesintisiz uzun planlarla çektiği sakin tempolu, zor ve sert bir film… San Sebastian Film Festivali’nde en iyi film ve yönetmen dahil dört ödül birden almıştı. (MUBI)

        3

        DICK JOHNSON IS DEAD (2020)

        Yıllarca birçok belgesele görüntü yönetmeni ve yönetmen olarak imza atan Kirsten Johnson, senaryosunu Nels Bangerter ile birlikte yazdığı ‘Dick Johnson Is Dead’ adlı filmde çoğumuzun ortak endişelerinden biri olan ebeveynlerimizi kaybetme korkumuzdan yola çıkıyor. Uzun süre psikiyatrist olarak çalıştıktan sonra yaşlılığa ve demansa bağlı nedenlerle emekli olan Richard Johnson, kızının teklifini kabul ederek oynadığı bu filmde farklı kazalara uğrayarak defalarca ‘ölüyor’… Dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde kurmaca dışı hikâye anlatımına getirdiği yenilikler nedeniyle Özel Jüri Ödülü’nü alan film, 2020 yılı içinde eleştirmenlerin en beğendiği belgesellerden biri oldu. (Netflix)

        4

        MIAMI'DE BİR GECE (2020)
        (One Night in Miami)

        ‘Miami’de Bir Gece’, 25 Şubat 1964’te Miami Beach, Florida’da yaşanan gerçek olaylar üzerine kurulu hayali bir film... O günlerde adı Cassius Clay olan Muhammed Ali, Sonny Liston’ı yenerek dünya ağır sıklet şampiyonu unvanını ele geçirdiği maçtan sonra sivil haklar aktivisti Malcolm X, Amerikan futbolu yıldızı Jim Brown ve müzisyen Sam Cooke ile buluşuyor… Film dönemin ruhunu yansıtan dört önemli şahsiyet üzerinden Afrikalı Amerikalıların o yıllarda ırkçılığa karşı verdikleri mücadelenin resmini çıkarmayı hedefliyor. Filmin temel polemiğini Malcolm X ile Cooke arasındaki çatışma belirliyor. Malcolm X, hiçbir siyahın tek başına kurtulamayacağını söyleyerek beyazlara kendini beğendirmenin gereksiz olduğunu savunuyor. Kendi plak şirketini kurmuş Cooke ise gücün ekonomik özgürlükten geçtiğine ve beyazların parasıyla zenginleşmenin hiçbir zararı olmadığına inanıyor. Oscar ödüllü bir oyuncu olarak tanıdığımız yönetmen Regina King, tıkır tıkır işleyen, karakterleri derinliğine yansıtan, mekânı çok iyi kullanan bir anlatımla geliyor karşımıza. (Amazon Prime Video)

        5

        THE FORTY-YEAR-OLD-VERSION (2020)

        Radha Blank’in yazdığı, yönettiği, yapımcılığını üstlendiği ve başrolünde oynadığı film, 40’ına yaklaşan New Yorklu ‘Radha Blank’in oyun yazarı ve rap şarkıcısı olarak başarıya ulaşma çabalarını anlatıyor. Radha Blank, filmde kendini oynasa da bire bir olarak özyaşam öyküsünü anlatmıyor. Çünkü gerçek Blank, filmdeki karaktere oranla profesyonel anlamda ismini daha genç yaşlarda duyurmuş, kendini kanıtlamış bir isim… Buna karşılık, film hiç kuşkusuz kişisel deneyimleri ve yaşadıkları üzerine kurulu… Bir sanatçının kendi sesini ve kişiliğini bulma sürecine odaklanan, komedi ağırlıklı bir film olan ‘The Forty-Year-Old-Version’, dünya prömiyerini yaptığı 2020 Sundance Film Festivali’nde Dramatik kategoride Blank’e en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı. (Netflix)

        6

        THE OLD GUARD (2020)

        Fas’ta karşımıza çıkan ve ‘paralı asker’ timi diye düşündüğümüz Andy (Charlize Theron) ile ekibi, Güney Sudan’da rehin tutulan bir grup genci kurtarmak için harekete geçiyor. Andy ve arkadaşlarının önce ölüp sonra canlandıklarını gördüğümüzde, bilimkurgu motifleri taşıyan bir aksiyon filmi seyrettiğimizi düşünüyoruz. Ama kanlı canlı insanlar oldukları gerçeğini anlamakta gecikmiyoruz. Bir noktadan sonra, süper kahramanlardan çok farklı olmadıklarını anlıyoruz. Ama kendilerine özgü kostümleri, maskeleri yok. Tümüyle gizli ve kimliksiz bir hayatı sürdürmekten yanalar. ‘The Old Guard’ı süper kahraman filmleriyle kıyasladığımızda, türe getirilen yeni bir yorumdan söz etmek mümkün… Öyküyü şekillendiren asıl mesele ise ölümsüzlük fikri… Gina Prince-Bythewood’un yönettiği ‘The Old Guard’ hareket ve gerilimden ziyade çatışma ve dövüş sahneleriyle aksiyon kuran bir film… (Netflix)

        7

        ZORLU KAÇIŞ (2020)
        (I’m Your Woman)

        Kocası Eddie, polisin ve mafyanın hedefi haline gelince Jean (Rachel Brosnahan), evlatlık olarak aldığı yeni bebeğiyle birlikte bir gece apar topar evden çıkıp kaçmaya başlar. Filmin uzun bir bölümünde Jean, korunmaya muhtaç edilgen bir karakter olmaktan çıkamaz; eşinin gelip sorunlarını çözmesini bekler. Ama tehdit büyüdükçe beklemekten vazgeçip sorumluluk sahibi, olgun bir birey gibi hareket eder. Bir noktadan sonra pasif karakter olmayı kabullenmez ve kendi kaderini tayin etme hakkını kullanmaya karar verir… Julia Hart’ın yönettiği film, yıllarca benzerlerini izlediğimiz mafya öykülerinden birine bu kez bir kadının gözünden tanık ediyor bizi. (Amazon Prime Video)

        8

        ELVEDA (2019)
        (The Farewell)

        Çin kökenli ABD'li yönetmen Lulu Wang'ın yazıp yönettiği, otobiyografik yanlar taşıyan “Elveda” (The Farewell), “hiç bitmeyen” göçmenliğin, iki ülke arasında kalmışlığın, aidiyet meselesinin ve Çin – ABD arasındaki kültürel farkların keşfine çıkan bir film... New York'ta ailesinden ayrı yaşayan Billi, büyükannesinin çok ömrü kalmadığını öğrenince “sahte bir düğün”e katılmak üzere Çin'e gidiyor. Düğün düzmece; çünkü asıl amaç, akciğer kanserinin son aşamasında olduğunu bilmeyen büyükanneyi şüphelendirmeden ailenin bir araya gelmesi... Billi, iki ülke arasında kalmış biri... ABD'de yaşıyor ama tam anlamıyla Amerikalı olduğu söylenemez. Yıllar sonra döndüğü Çin'e de yabancılaşıyor. Doğduğu, çocukluğunu geçirdiği Changchun artık bildiği şehir değil. Lulu Wang, Çin'i egzotizm peşindeki bir Batılı gibi anlatmıyor. Aile buluşmaları, döner masada yemek, düğün töreni, şehrin gündüz ve gece halleri; sakin, abartısız bir sinemayla geliyor karşımıza. Kamerası ve kurgusuyla sade bir anlatım tutturan Wang, Changchun'un mimari dokusuna özel vurgu yapmayı tercih ediyor. Eski usul apartmanları, orta sınıfın yaşadığı küçük daireleri filmin görsel dokusunun merkezi haline getiriyor. (BeinConnect)

        9

        PRIVATE LIFE (2018)

        2007 yapımı “The Savages” ile tanıdığımız Tamara Jenkins'in yazıp yönettiği filmde Rachel (Kathryn Hahn) ve Richard (Paul Giamatti), çocuk sahibi olamayan New Yorklu entelektüel bir çifti canlandırıyorlar. Rachel ve Richard, doktorların kendilerine önerdiği bütün yöntemleri denemeye ve sonuna kadar gitmeye karar veriyorlar. Süreç, bir noktadan sonra daha büyük maddi fedakarlıklar gerektirdiğinde dahi pes etmek istemiyorlar… Bütün evlilikleri ve cinsel hayatları tümüyle çocuk yapmaya kilitleniyor. Bu arada, evlat edinme olasılığını da göz ardı etmiyorlar. Tam da bu aşamada Arkansaslı Sadie’nin (Kayli Carter) hayatlarına girmesi her şeyi daha da tuhaflaştırıyor. Tamara Jenkins, çaresiz kaldıkları bir konuda ne yapacaklarını şaşıran iki entelektüelin yaşadıklarından sadece inceliklerle dolu, duyarlı bir komedi çıkarmıyor; orta yaş sorunları üzerine çekilmiş en samimi filmlerden birine imza atıyor. Dünya prömiyerini Sundance Film Festivali'nde yapan “Private Life” eleştirmenlerden aldığı yüksek notlarla da dikkat çekmişti. (Netflix)

        10

        İSKOÇYA KRALİÇESİ MARY (2018)
        (Mary Queen of Scots)

        1542 yılında doğan Mary, genç yaşta Fransa sarayına gelin olmuş, 18 yaşında dul kalmış genç ve güzel bir kadın... Avrupa saraylarından gelen evlilik tekliflerini reddediyor ve 1561 yılında İskoçya'ya dönüyor. Aslında İskoçya'da onu bekleyen, dönmesini isteyen pek kimse yok. Ama Mary’nin (Saoirse Ronan) İskoçya kraliçesi olmaya hakkı var. Daha da ötesi, dolaylı olarak İngiltere tahtında söz sahibi. O bir Stuart... İskoçya ve İngiltere'ye hükmeden bir hanedanın kızı. Ne var ki, her iki ülkedeki siyasi ve sosyal ortam onun gelişine hazır değil. Çünkü o bir Katolik... Her iki ülkede de iktidara Protestanlar hâkim ve Katolik bir kraliçenin güç kazanmasından rahatsız olacakları çok belli. Tiyatrodan gelen yönetmen Josie Rourke, feminist alt metni özenle vurgulayan, oyuncu yönetimiyle öne çıkan bir iş kotarıyor... Rourke, film boyunca kamerasını hareketli ve oyunculara yakın kullanıyor. Savaş sahnesinde ise gerçekçi bir tavırla mizansene önem veriyor. Sahneyi dövüş koreografileri, hızlı kurgu oyunları, yakın çekimlerle şık hale getirmekten ziyade genel planları tercih ediyor... (Netflix)

        11

        ÖLÜ DOMUZLAR (2018)
        (Dead Pigs)

        ‘Birds of Prey’ (Yırtıcı Kuşlar) ile tanıdığımız Cathy Yan’in yazıp yönettiği, ilk uzun filmi… Çin’in Şangay kentindeki Huangpu Nehri’nde binlerce ölü domuzun sürüklenmesi, zengin ama mutsuz bir kadın, talihsiz bir domuz yetiştiricisi, âşık bir komi ve Çin’e yerleşmek isteyen bir Amerikalının yollarını kesiştirir. Dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde ‘Dünya Sineması – Dramatik’ bölümünde Jüri Özel Ödülü kazanan ve komedi ile dramı birleştirmesiyle öne çıkan ‘Ölü Domuzlar’, Philadelphia, Seattle gibi festivallerde de en iyi film seçilmişti. (MUBI)

        12

        WONDER WOMAN (2017)

        Gal Gadot’un canlandırdığı Amazon prensesi Diana, I. Dünya Savaşı’nı bitirmek amacıyla yaşadığı cennet adayı terk ederek Almanların geliştirdiği kimyasal silahın peşine düşer. Resimli romanlarda kadınların, genellikle “arzu nesnesi” olarak yer aldığı bir dönemde Wonder Woman güçlü kadın imgesinin temsilcilerindendi. Sinemada da aynı imgenin hakkını veriyor. Diana’nın büyüdüğü ada, kadınların yönettiği uygarlık dışı bir mekân... Filmde Diana’nın saflığı üzerinden bir uygarlık eleştirisi var. Özellikle Londra bölümünde kadının meclisten ve ordudan dışlandığı bölümlerde feminist eleştiri ağır basıyor. Diana savunduğu barış idealiyle idealist bir kahraman. Sadece fiziksel olarak değil, vicdani anlamda da insanüstü özelliklere sahip. Her anlamda bu dünyaya ait olmayan erdemli ve güzel bir kadın. Yönetmen Patty Jenkins, Amazonlu kadınlarla Alman ordusunun plajdaki savaşında harika bir iş çıkarıyor... Üniformalı erkeklerin ateşli silahlarına karşı kadınlar ok, mızrak ve kılıçların yanı sıra fiziksel güçleri ve akrobatik yetenekleriyle savaşıyorlar. Görsel anlamda keskin kontrastlara dayalı bir tür medeniyetler ve cinsiyetler savaşı bu... (Netflix)

        13

        STAJYER (2015)
        (The Intern)

        Emeklilik hayatının tekdüzeliğinden sıkılan Ben (Robert De Niro), sosyal sorumluluk projesi kapsamında, internet üzerinden giysi satan bir şirkette işe girer. Şirketi tek başına kuran ve yöneten Jules (Anne Hathaway), stajyeriyle başlarda hiçbir kontak kuramasa da sonradan işler yavaş yavaş değişir... Senaryoyu da yazan yönetmen Nancy Meyers, “eski iş dünyası” geleneğinden gelen Ben ile internetteki son trendlerden birini temsil eden genç bir işkadınını karşı karşıya getiriyor. Çoğu genç gibi Jules de Ben’in hiçbir fayda sağlayamayacağını düşünüyor. Ancak Ben, çevresindeki herkesi gözlemlemeye, uyum sağlamaya, kendini geliştirmeye çalışıyor. Filmin püf noktası; iş hayatında “eski oyunu” değiştiren bir öncü ve yenilikçi olan Jules’ün bazı konularda yaşlı Ben’e oranla çok daha statükocu ve tutucu olması… Filmin işlediği temel fikir de zaten “tecrübenin asla yaşlanmayacağı” ve her zaman işe yarayacağı gerçeği... (Netflix)

        14

        GECE YARISI SOKAKTA TEK BAŞINA BİR KIZ (2014)
        (A Girl Walks Home Alone at Night)

        ABD’de çekilen film, İran taşrasında geçen bir vampir hikâyesi anlatıyor. Arzularını tesettürün altında saklayan vampir kız (Sheila Vand), kadınlığın ve cinselliğin özgürlüğünü simgeliyor. O ve spor otomobil tutkunu Arash (Arash Marandi), özgürlük peşindeki gençliği temsil ediyorlar. Uyuşturucu müptelası Hüseyin (Marshall Manesh) ise sanki önceki neslin hastalığını, pasifliğini yansıtıyor. “Kötü adam”ın rejimi simgeleyen biri değil de, uyuşturucu tüccarı olmasını unutmayalım. Yönetmen Ana Lily Amirpour, uyuşturucularla rüyalara dalmayı gerçeklerden kaçış olarak görüyor. Kötülere karşı harekete geçmekten ve herkesin özgürce kendi hayatını yaşamasından yana… Petrol kuyuları, tekinsiz sokakları ve ölülerin atıldığı dere yatağıyla kent, bazen western filmlerindeki kasabaları, bazense dışavurumcu sanat filmlerini hatırlatıyor. Amirpour, filmin yer yer video klip tadında ilerlemesinden de çekinmiyor. İsmiyle dahi İranlı kadınların özgürlük meselesine gönderme yapan genç, enerjik ve tutkulu bir film... Amirpour'un kadınları mağdur ve kurban olarak göstermemesinin de altını çizelim. (MUBI)

        15

        ÖLÜMCÜL OYUN (2014)
        (Ich Seh Ich Seh-Goodnight Mommy)

        Veronika Franz ve Severin Fiala’nın yazıp yönettiği filmde dünyaya 9 yaşındaki Elias'ın gözlerinden bakıyoruz. Gerçeklik algımızı o belirliyor ama onunla duygu birliği kurmak kolay değil. Annenin, Elias'ın sürekli birlikte olduğu ikiz kardeşi Lukas sanki o evde yaşamıyormuş gibi davranması üzerine zihnimizde beliren sorular katlanarak artıyor. Ama kesin cevaplardan ziyade ipuçlarıyla idare ediyoruz. İkizlerin, estetik ameliyat geçirdikten sonra eve gelen annelerinin kimliğinden şüphe etmeleri ise filmi inanılmaz yerlere sürüklüyor. Sakin bir huzursuzlukla geçen ilk bir saat, soğukkanlı üslupla çekilmiş şiddet dolu, ürpertici bir finale bağlanıyor. Asıl mesele ne derseniz, annenin sert, duygusuz disiplini ile çocuk inatçılığının karşı karşıya gelmesinden söz edebilirim ya da gerçeklikte direten bir anneyle hayallerine bağlı bir çocuk arasındaki mücadeleden... Daha derinlerde ise büyük acılarla baş etmek için daha da acımasızlaşan insanoğlunun karanlığı var... (MUBI)

        16

        JULIE & JULIA (2009)

        Aynı tutkuyu 50 yıl arayla paylaşan iki kadının hikâyesi... Julia Child (Meryl Streep) diplomat eşi Paul Child’ın (Stanley Tucci) görevi nedeniyle bulunduğu 1950’lerin Paris’inde, Fransız mutfağını öğrenmek ister. Bunun için, erkek şeflerin egemen olduğu bir dünyada pes etmeden sonuna kadar mücadele etmesi gerekir. Julie Powell (Amy Adams) ise 2000’lerin New York’unda, her gün düzenli olarak Julia Child’ın Fransız mutfağı kitabındaki tariflerinden birini pişirir ve deneyimlerini blogunda paylaşır. Her iki kadın da tutkularının peşinden giderken inatçı ve kararlıdırlar. Amerikalı usta yönetmen Nora Ephron’un senaryoyu Julia Child ve Julie Powell’ın kitaplarından yola çıkarak yazdığını belirtelim. (Netflix)

        17

        MAMMA MIA! (2008)

        Catherine Johnson’un kendi yazdığı aynı adlı sahne prodüksiyonundan sinemaya uyarladığı film, hikâyesini ABBA grubunun unutulmaz hit şarkılarıyla anlatan bir müzikal… Ege’deki bir Yunan adasında geçen filmde Sophie (Amanda Seyfried) düğününden önce heyecan içindedir. Annesi Donna’dan (Meryl Streep) habersiz olarak adaya davet ettiği üç erkekten birinin babası olduğuna emindir… Pierce Brosnan, Colin Firth ve Stellan Skarsgard’ın canlandırdığı üç baba adayının adaya gelmesiyle her şey daha da eğlenceli, duygusal ve komik bir hal alır… Phyllida Lloyd’un yönettiği film, nostaljik ABBA şarkıları eşliğinde seyredebileceğiniz son derece hafif, ‘şurup şeker’ bir müzikal… (BeinConnect)

        18

        UYANIŞLAR (1990)
        (Awakenings)

        Oliver Sacks’ın kendi yaşadığı olaylardan yola çıkarak yazdığı kitabından uyarlanan filmde Robin Williams, meslektaşlarının muhalefetine rağmen tıp tarihine geçecek alternatif bir ilaç tedavisiyle yıllardır uyuyan hastaları ayağa kaldırmayı başaran Dr. Malcolm Sayer’i canlandırıyor. Özellikle, çocukluğundan beri uyuyan Leonard’ı (Robert De Niro) yeniden hayata döndürmek için yoğun çaba sarf eden doktor, bu arada kendi hayatına da çekidüzen vermeye çalışıyor. İlacın yan etkilerinin çıkmasıyla Leonard ve Sayer için her şey giderek daha da zor bir hale geliyor. Film, yönetmen Penny Marshall’ın imzasını taşıyor. (Netflix)

        19

        5'TEN 7'YE CLEO (1962)
        (Cléo de 5 a 7)

        Üç hit şarkıyla tanınan ve sahne adı Cleo olan Florence Victoire (Corinne Marchand), karın ağrısı sorunlarıyla iki gün önce doktora gitmiştir... Sonuçları akşam altı buçukta alacaktır. Saat beşten itibaren testlerin sonucunu beklerken kanser olabileceği korkusunu yaşar... Amansız bir hastalığa yakalanıp hayatını kaybetme endişesi, geçirdiği her dakikayı, düşüncelerini ve insanlarla kurduğu ilişkileri etkiler... Fransız yönetmen Agnes Varda, ilk filmlerinden bu yana feminist sinemanın ikonlarından biri oldu. “5'ten 7'ye Cleo”, geçtiğimiz yıllarda “Mekânlar ve Yüzler”ini (Visages villages) izlediğimiz Varda'nın başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. Film duyarlı ve yalın bir tarzda Cleo'nun ruh haline odaklanır, melodramdan ziyade komediye meyleder. Varda, Cleo'nun bir kadın olarak yaşadığı korkuları ve kaygılarını onu hiç yargılamadan dürüstçe anlatır. MUBI’de yönetmenin başka filmlerini seyretmeniz de mümkün. (MUBI)

        20

        THE HITCH-HIKER (1953)

        Sinemaya oyunculukla başlayan Ida Lupino, eşiyle birlikte yapımcı olarak bir düzineye yakın film çekti. Senaryolarına katkıda bulundu, yönetti ve oynadı. Balığa çıkan iki arkadaşın otomobillerine aldıkları gizemli ve tehlikeli bir yabancıyla yaşadıklarını anlatan “The Hitch-Hiker” bir kadın yönetmenin elinden çıkmış ilk ana akım kara film örneğiydi. Lupino’nun yönetmen olarak imza attığı en iyi film olarak kabul edilen “The Hitch-Hiker”, o yıllarda Hollywood’un kara listesinde yer aldığı için jenerikte adı geçmeyen Daniel Mainwaring’in bir öyküsünden Lupino ve Collier Young tarafından sinemaya uyarlandı. Film, psikopat katil Billy Cook’un (1928–1952) neden olduğu olaylardan esinlenmişti. (MUBI)

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ