Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Korku gerilimde en iyi 15 yeniden çevrim
        1

        15. MANYAK (2012)
        (Maniac)

        Hayli sert, bol kanlı ve bakılması zor sahneler içeren film, 1980 tarihli bir yapımın yeniden çevrimi. Film, katilin bakış açısından seyrettiğimiz bir takip ve cinayet sahnesiyle açılıyor. Bir süre katilin sadece iç sesini duyuyor ve aynaya bakana kadar da yüzünü görmüyoruz. Başroldeki Elijah Wood, işlediği korkunç cinayetlerle büyük bir kontrast teşkil eden o masum yüzüyle filmin en önemli kozu. Travmalarla dolu çocukluğunun acısını güzel kadınlardan çıkaran ve fotoğrafçı Anna’yla (Nora Arnezeder) normal bir ilişki yaşamaya çalışan “vitrin mankeni imalatçısı” Frank karakterini, kameranın kendisine döndüğü sahnelerde gayet iyi oynuyor Elijah Wood. Franck Khalfoun’un yönettiği “Manyak”, Robin Coudert’in harika elektronik müziği ve görüntü yönetmeni Maxime Alexandre’ın sert kontrastlı görüntülerinden büyük destek alan hayli şık bir film.

        2

        14. SUSPIRIA (2018)

        Dario Argento'nun 1977 yapımı “Suspiria”sı bir insanın iradi gücünü kaybetme ve başkalarının kontrolüne geçme korkusuyla ilgilidir. Amerikalı genç Suzy, Berlin'de yatılı bir dans okuluna gelir ve okulda kökeni geçmişe giden bazı gizli, kötü güçlerin varlığını hisseder. Orijinal “Suspiria”, seyirciyi tedirgin edici bir atmosferin içine çekmeyi ve onu korkutmayı hedefler. Filmi değerli kılan, Argento'nun hikâyeyi şekillendiren kendine özgü tuhaf imgeleridir. Luca Guadagnino'nun “Suspiria”sı ise “o kadar çok şey”le ilgili ve karışık ki şaşırmamak elde değil... Bir kere, Berlin'deki dans okuluna gelen Ohiolu genç dansçı Susie Bannion'un hikâyesini seyretmiyoruz sadece. Dr. Josef Klemperer'in 2. Dünya Savaşı'na kadar uzanan hikâyesi de var işin içinde... Ayrıca Madam Blanc ile esrarengiz Helena Marcos arasındaki çatışmayı da unutmamak gerekiyor. Hatta 1970’lerde yaptıkları terör eylemleriyle tanınan Baader-Meinhof grubu dahi var filmde… Filmin en güçlü ve etkileyici yanı ise yömetmen Guadagnino’nun özenli anlatımı ve görsel atmosferi. Thom Yorke'un müziğini de unutmayalım.

        3

        13. KORKU GECESİ (2011)
        (Fright Night)

        Tom Holland’ın yazıp yönettiği 1985 tarihli orijinal film, banliyöde geçer ve ‘Kapı komşunuz bir vampirse ne yaparsınız?’ sorusundan yola çıkar. AIDS salgını dönemine denk gelmesi nedeniyle vampirlikle hastalık arasında ister istemez bağlar kuran bir filmdir. Eleştirmenler alt metinlerde bastırılmış eşcinsellikten de söz eder. Craig Gillespie’nim yönettiği yeniden çevrimde Chris Sarandon’ın rolünde Colin Farrell vardır. Genç yaşta aramızdan ayrılan Anton Yelchin, komşusunun vampir olduğundan kuşkulanan meraklı genç Charley’yi canlandırırken, David Tennant da onun yardıım istediği ünlü ‘vampir avcısı’nda karşımıza gelir. Senaryosunu Marti Noxon’ın yazdığı film, mizah duygusunu öne çıkarır. Vizyona girdiğinde orijinalinin altında hiç ezilmeden eleştirmenlerden genel olarak olumlu tepkiler almıştı.

        4

        12. SESSİZ EV (2012)
        (Silent House)

        Chris Kentis, Laura Lau ile birlikte yazıp yönettiği “Sessiz Ev”de 2010 yapımı “La casa muda” isimli Uruguay filminin yeni çevrimiyle geliyor karşımıza. Uruguay’da 1940’lı yılların sonunda yaşanmış bir olaydan esinlenen öykü, günümüz ABD’sinde göl kıyısındaki bir eve uyarlanıyor. Sarah (Elizabeth Olsen) babası (Adam Trese) ve amcasıyla (Eric S. Stevens) birlikte, kışın serserilerin ele geçirdiği evde eşyalarını topluyor. Pencerelerin panolarla kapatıldığı, elektriğin olmadığı, küfün çürüttüğü, telefonların çalışmadığı, karanlık, dağınık evde Sarah, üst kattan gelen bir sesle irkiliyor ve gerilim başlıyor... Baştan sona kesintisiz tek plan halinde çekilmiş izlenimi yaratmaya çalışan ama aslında teknik olarak yaklaşık 10 dakikalık planlardan oluşan filmde kamera, Sarah’yı kilitli kaldığı evde gizemli ziyaretçiden kaçarken, saklanacak köşe bucak ararken sürekli izliyor; her anına şahitlik ediyor. Fakat bir yerden sonra kameranın gerçekliği ve “birebir zaman” algısı sarsılmaya başlıyor.

        5

        11. KÜÇÜK KORKU DÜKKÂNI (1986)
        (Little Shop of Horrors)

        B filmleriyle tanınan sinemacı Roger Corman'ın, senaryoyu da yazan Charles B. Griffith'le birlikte yönettiği 1960 tarihli film, düşük bütçeli bir korku komediydi. Giderek büyüyen ve canavar haline gelen etobur bitki besleyen genç bir adamın öyküsünü anlatan film, yıllar sonra Off-Broadway'de bir rock müzikali olarak sahnelendi. Müzikalden yola çıkan ve Frank Oz’un yönettiği ikinci çevrim, ilkinin aksine pahalı özel efektleriyle birinci sınıf bir prodüksiyondu. Özellikle mizah duygusu, canavarın tasarımı ve başroldeki Ricky Moranis ile sadist diş hekimini canlandıran Steve Martin'in performanslarıyla unutulmaz bir film haline geldi.

        6

        10. KÖTÜ RUH: POLTERGEIST (2015)
        (Poltergeist)

        1982 tarihli orijinal filmin seviyesine ulaşamasa da sıradan bir yeniden çevrim olmanın ötesine geçiyor. Reagan döneminin varlıklı orta sınıfının yerini günümüz ABD’sinde kriz nedeniyle hayat standartlarını kaybeden bir aile alıyor. Hatta ailenin simgesel olarak ekonomik krize karşı mücadele verdiği dahi söylenebilir. Her şey bir yana, yönetmen Gil Kenan’ın korku gerilim sahnelerinde iyi iş çıkardığı kesin.

        7

        9. ÖLÜLERİN ŞAFAĞI (2004)
        (Dawn of the Dead)

        Yüksek prodüksiyon kalitesine, mükemmel özel efektlerine ve daha iyi oyunculuklara rağmen George Romero’nun 1978 tarihli filminin çapına ulaşması elbette mümkün değil. En önemli eksiği Romero’nun mizahı ve politik bakışı ama yine de başarılı bir uyarlama. Zack Snyder harika bir açılış sahnesiyle seyirciyi avcunun içine alıyor ve bir daha hiç bırakmıyor. Alışveriş merkezinde zombilere karşı mücadele eden bir grup insanın serüvenini baştan sona ilgiyle izliyoruz.

        8

        8. PARAZİT (1993)
        (Body Snatchers)

        Öyle bereketli bir hikâye ki üçüncü çevrimi dahi orijinal bir filme dönüşebildi. Abel Ferrara ve senaryo ekibi “Invasion of the Body Snatchers”ın öyküsünü 1990’lı yıllara bir askeri üsse taşıyorlar. Uzaylıların ABD ordusunu ele geçirme sürecinde Ferrara’nın derdi, militarizm eleştirisinden ziyade bir aile üzerinden insan ilişkilerine bakmak. Ferrara, çok iyi tanıdığımız bir insanın aniden bir başkasına dönüşmesi korkusunu derinlemesine işlerken korku gerilim sahnelerinde başarılı sonuçlara ulaşıyor.

        9

        7. KEDİ KIZ (1982)
        (Cat People)

        Martin Scorsese’nin en sevdiği B filmi yönetmenlerinden olan Jacques Tourneur’ün 1942 yılında DeWitt Bodeen’in senaryosundan çektiği “Cat People”, tam 40 yıl sonra Paul Schrader’e yeni bir film için ilham verdi. Schrader, ilk filmin öyküsünü değil konseptini alarak nesli tükenen kedi insanların hikâyesini anlattı. Cinsel arzularını keşfeden, seviştiği partnerini öldürme korkusu yaşayan genç ve güzel bir kadın (Nastassja Kinski) aracılığıyla arzuyu, tutkuyu, korkuyu ve bedensel değişimi anlattı.

        10

        6. HALKA (2002)
        (The Ring)

        Japon yönetmen Hideo Nakata’nın bir romandan sinemaya uyarladığı, seyreden herkese ölüm getiren bir video kasetin hikâyesini anlatan “Ringu” (1998) son 20 yılın en iyi korku gerilim filmlerinden biriydi. Ama altyazılı film seyretmeyen Amerikalı seyircilerin çoğunun böyle bir filmden elbette haberi yoktu. Dolayısıyla, Hollywood çok gecikmedi. Özgün hikâyenin ruhuna sadık olan senaryoyu yönetmen Gore Verbinski, Nakata’yı taklit etmeden Amerikan tarzına başarıyla uyarladı. Naomi Watts da başrolde gayet iyiydi.

        11

        5. INVASION OF THE BODY SNATCHERS (1978)

        Jack Finney’in bir dergide seri olarak yayımlanan romanından 1956’da yönetmen Don Siegel tarafından sinemaya uyarlanan, siyah-beyaz olarak çekilmiş “Invasion of the Body Snatchers”, Soğuk Savaş döneminin huzursuzluğunu yansıtan bir filmdi. Uzaylıların insanların bedenlerine girerek dünyayı işgal etmeye çalıştığı hikâyeyi kasabadan büyük şehre, San Francisco’ya taşıyan yeni uyarlama ise ilk filmin devamı niteliğinde. Yönetmen Philip Kaufman, korku ve şiddet dozunu artırırken, alt metinlerde ‘68 kuşağını yok etmeye çalışan muhafazakâr toplumu eleştiriyor.

        12

        4. KANIMA GİR (2010)
        (Let Me In)

        John Ajvide Lindqvist’in kendi romanından sinemaya uyarladığı, Tomas Alfredson’un yönettiği 2008 tarihli İsveç yapımı “Gir Kanıma” (Lat den ratte komma in) çok iyi bir filmdi. Amerikalı yönetmen Matt Reeves’in ABD’ye uyarladığı filmin başarısının sırrı, orijinal filme ve romanın dünyasına duyduğu hayranlıkta gizli. Reeves, ilk filmin hüznünü, duygusunu ve atmosferini başka bir düzlemde adeta yeniden yaratıyor. Alıştığımız vampirlere pek benzemeyen Abby’de Chloe Grace Moretz çok iyi.

        13

        3. THE THING (1982)

        Howard Hawks ve Christian Nyby’nin birlikte yönettiği 1951 tarihli “The Thing From Another World”, John W. Campbell Jr.’ın “Who Goes There?” adlı novellasından sinemaya uyarlanmıştı. John Carpenter, aynı öyküden ilk filmi de geride bırakan bir modern korku klasiği çıkarmayı başardı. Film kuzey kutbunda çalışan bilim adamlarının, öldürdüğü insanların şekline giren dünya dışı bir yaratığa karşı verdiği mücadeleyi anlatıyordu. İlk filmi eleştirmenlerden başka hatırlayan yokken Carpenter’ın filmi hâlâ sinemacılara esin kaynağı olmayı sürdürüyor.

        14

        2. SİNEK (1986)
        (The Fly)

        Kurt Neumann’ın 1958’de George Langelaan’ın öyküsünden sinemaya uyarladığı “The Fly”, iyi bir film olarak geçti kayıtlara. Aynı öyküyü özgün bir bakış açısıyla çeken Kanadalı yönetmen David Cronenberg ise bir başyapıta imza attı. İnsanın kendi bedeniyle ilişkisinden korku-gerilim unsurları çıkarmayı seven, “biyo-gerilim” türünün öncülerinden Cronenberg, teleportasyon cihazı üzerinde çalışan bilim adamının sineğe dönüşme sürecini sinema tarihinin en iyi metamorfoz hikâyelerinden biri haline getirdi.

        15

        1. NOSFERATU (1979)
        (Nosferatu: Phantom der Nacht)

        Alman dışavurumcu akımının en önemli temsilcilerinden F.W. Murnau’nun 1922 tarihli, klasikleşmiş siyah-beyaz filmi “Nosferatu”sundan ilham alan Alman yönetmen Werner Herzog, yeni bir başyapıta imza atıyor. Herzog, yakışıklı, karizmatik Hollywood vampirlerinin aksine ürpertici bir vampir imajı sürüyor önümüze. Filmi seyrederken Klaus Kinski’nin adeta bu rol için doğduğunu düşünüyorsunuz. Kinski’nin porselen tenli Isabelle Adjani’nin boğazını dişlediği kare de akıllardan çıkacak gibi değil. Mekânları, renkleri ve görsel atmosferiyle mutlaka seyredilmesi gereken bir korku klasiği.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ