"Babamın üstündeki eşyalar haczedilmiş"
Sabahattin Ali'nin kızı anlattı:
ÜMRAN AVCI / AHT
Sabahattin Ali ile kızı Filiz, İstiklal Caddesinde yürüyordu bir gün. Beyoğlu
bugünkü kadar olmasa da kalabalıktı yine. Sabahattin Ali, sık sık oynadığı oyunu
oynadı. Aniden kayboldu. Devamını Filiz Ali anlatıyor: "Bir baktım babam yok. Durdum
böyle. Ağlamadım. O zaman kalktı geldi. Nasıl olsa çıkar gelir diyordum. O kadar
güveniyormuşum ki."
Fakat öyle olmadı. Sabahattin Ali bir gün gitti ama bir daha dönmedi. Filiz Ali
döneceğine inandığı babasının öldüğüne hiç inanamadı. Röportaj boyunca ağladı.
Ağlarken hep uyardı foto muhabiri arkadaşımı. "Sakın çekme" dedi ve ekledi:
"Konuştukça ağlıyorum çünkü, çünkü bu konu kapanmadı. Kapanması lazım. Kapanınca
ağlamam" dedi yine ağlayarak. Burnunu çekiyordu babasının onu bırakıp gittiği
yaştaki çocuk Filiz gibi. Ve yine ekliyordu: "Yakının ölür, onu gömersiniz mezarı
vardır. Zamanla alışırsınız ölüme. Ama burada o yok. Hiçbir zaman inanamamışım ki
ben babamın öldüğüne. İnanmayınca da böyle ağlıyorsun işte."
- Aradan çok uzun yıllar geçti. Hala nereye gömüldüğü belli değil. Aile teşhiste
bulunamadı. Neler söyleyeceksiniz?
"Babam öldürüldükten çok sonra bizim haberimiz oldu. Ceset çok sonra bulundu. Cesedi
teşhis etmeye annem veya babamın ailesinden hiç kimse çağrılmadı. Biz hiçbir şekilde
Sabahattin Ali'ye ne olduğunu bilemedik. Sadece öldürüldüğünü biliyoruz, bir katil
olduğunu, dava olduğunu biliyoruz. Ama Sabahattin Ali nerede, gömüldü mü, gömülmedi
mi bunların hiçbirinden haberimiz yok. Teşhise Adalet Cimcoz ile Aziz Nesin
gitmişler. Aziz Nesin'in tespiti şu: "Evet Sabahattin Ali'nin kolu kırıktı bunun da
kolu kırık". Ceset öyle teşhis ediliyor. "Bu cesedin kolu kırık. Sabahattin Ali'nin
de kolu kırıktı."
- Sabahattin Ali'nin üzerinden çıkan eşyalarının aileye verilmediğini biliyoruz.
Teslim edilmesi için bir girişiminiz oldu mu?
"O zaman annemin iki avukatı vardı hem de yakın dostlarımız. Birisi Niyazi
Ağırnaslı, sonradan Türkiye İşçi Partisi senatörü olmuştu. Diğeri de İsmail Hakkı
Balamir. İki avukat da şahsi eşyası için dilekçe vermişler o zaman. Ben çocuktum
sonradan öğreniyorum. Şahsi eşyasını almak için dilekçe veriyorlar, dilekçeye cevap
olarak Sabahattin Ali bir matbaa makinesi getirmişti Marco Paşa için. Onun borcu
ödenmemiş. Borcu ödenmediği için bir icra söz konusuymuş. Onun için üstünden çıkan
eşyaların haczedildiği söyleniyor. Fazla araştırma yapmamamız herhalde telkin
ediliyor ki avukatlara onlar Sabahattin Ali'nin nereye gömüldüğünü bile
öğrenemediler. Ve hala bilmiyoruz. O gün bugün bilmiyoruz. Zaten neredeyse bu
1948'den 1958'ya kadar pasaport için müracaat ettiğimde zorluk çıkarmışlardı. Bir
arkadaşımın DP milletvekili babası vasıtasıyla pasaport çıkarabildim. Burs
kazanmıştım Amerika'ya gitmek üzere pasaport çıkaracaktım. Söylemek istediğim şu, o
10 yıllık dönem zarfında dahi Sabahattin Ali ile ilgili konuşmak, yazı yazmak, soru
sormak hemen hemen mümkün değildi. 1960'lardan sonra ben Türkiye'ye döndükten sonra
annemle beraber Türkiye'de kitaplarının yeniden basılması için uğraştı annem. Şair
Nabi Nayır babamın arkadaşıydı. Varlık yayınlarını çıkarıyordu. 1948'den 1965'e
kadar kitapları da basılmadı."
- Neler çıkmıştı üzerinden?
"Üzerinden çıkan şahsi eşyalarının bir fotoğrafı var. Polis fotoğrafıdır o. O
fotoğrafı ben 'Filiz Hiç Üzülmesin' kitabımın en son sayfasına koydum. Saati, traş
makinesi, Puşkin'in kitabı, gözlüğü, fotoğraf makinesi, meşin ceketi, gömleği, her
şeyi orada fotoğrafta görüyorsunuz. Bizim fotoğraflarımız saçılmış masanın üzerine,
masanın üzerine yığmışlar. Sonra onlar ne oldu? Nesine haciz koyuyorsun? Adamın
gözlüğü kırılmış zaten."
- Sabahattin Ali'nin üzerinden çıkan eşyaların size iade edileceğini ve de mezar
yerinin gösterileceğini düşünüyor musunuz? Sonuçta aradan çok uzun yıllar geçti.
"Babamın şahsi eşyalarının verilebileceğini hiç sanmıyorum. Çünkü bunca senedir ne
oldu kim bilir onlar? Ama mezar yeri bulunabilir. Mutlaka kaydı vardır. Kaydının
olmaması mümkün değil. Açıklanması lazım. Şu da olabilir çeşitli mezarlardın üzerine
apartmanlar dikildi bu memlekette. Yani o olabilir. Sadece gayrimüslim
mezarlıklarının üzerine değil Müslüman mezarlarının üzerine de binalar yapıldı, eski
mezarlar, mezarlıklar boş arsa vazifesi gördü. Onun için belki mezarını
bulamayabiliriz ama belgesini bulmamız lazım. Bu belgenin bulunacağına inanıyorum,
bulunması gerektiğine inanıyorum en azından. Ama hiçbir zaman bir mezar yeri
aramasına girmedim. Benim ruh halime uymuyor. Annem tabi ki bunun peşindeydi ama
önleri kapanınca, tıkanınca üzerinde bir daha durulmadı. Ben devamlı babamın dağlar
şiirinin sonunu tekrarlıyorum. Benim meskenim dağlardır diye. Bir gün kadrim
bilinirse, beni soran bulunursa diye başlar. Evet benim için babamın özgür ruhu
dolaşıyordur, dağlarda." (sesi titriyor)
DEVLET KURCALAMAYIN DEMEK İSTİYOR
- Yeniden Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için girişim oldu
"Hemen hemen her yeni iktidar geldiğinde bir Meclis soruşturması için dilekçe ya da
sözlü soru verilir. En son CHP Milletvekili Mustafa Gazalcı iki defa Sabahattin Ali
meselesinin açıklığa kavuşturulması için soru önergesi verdi. O zaman İçişleri
Bakanı Abdülkadir Aksu'ydu. Her ikisine de o dosyanın kapandığı cevabını verdi. Yani
'Araştırmayın' diyorlar. 'Kapandı dosya kardeşim, bitti, ne uğraşıyorsunuz, bunca
sene geçti ne uğraşıyorsunuz, ne kurcalıyorsunuz, yeter' demek istiyor bu devlet."
- Bir neticeye ulaşacağına inanıyor musunuz?
"Ben bu yaşıma geldim hala adalet arama olanağı bulduğum vakit adalet aramaya
çalışıyorum ama benim bu memlekette adaleti bulacağım konusunda yönünde hemen hemen
ümidim yok gibi bir şey."
BABAMIN CESEDİNİ BULAN ÇOBANLA O DAĞLARA GİTTİM
- Gittiniz mi hiç Sabahattin Ali'nin bulunduğu dağlara?
"1990'ların başında cesedi bulan köylü çoban hala hayattaydı. Dağlara gitmiştik;
Istranca Dağları'nın epey uzak yerlerine o gösterdi. Esasında cesedin bulunduğu yer
Bulgar sınırına çok uzak. Yani orada mı öldürülmüş, hiçbir zaman kesin değil.
Öldürdüğünü söyleyen adamın ifadesinin ezber bir ifade olduğu belli. Daha sonraki
pek çok olayda görüldüğü gibi bu tetikçilerin belirli ezberleri var, bu ezberleri
tekrarlıyorlar. O adam ölene kadar o ezberi tekrarladı. Adama ne öğrettilerse
aynısını söyledi. Ben babamı içimde, her zaman her yerde anıyorum. Ama babama bir
yer bulduk."
- Nasıl bir yer?
"O dağlara gittiğimde bir düzlük vardı ufka doğru. Düzlüğün hemen arkasında da bir
uçurum var. O uçuruma gelmeden önce düzlüğün en sonunda bir koca kaya var. Kayanın
arkasında ufku görüyorsunuz. Çok uzakta orman devam ediyor. Öyle bir görüntüydü ki
dedim burası mezarı olsun." (Ağlıyor ve incelen sesiyle 'işte onun için istemiyorum
röportaj möportaj' diyor ve gözlerini silmek için uzaklaşıyor.)
BIÇAK KEMİĞE DAYANDI
- Bu arada yakınlarını siyasi cinayete kurban veren ailelerle bir araya geldiniz.
Nasıl bir güç verdi bu birliktelik size?
"Aynı acılar vardı ailelerle aramızda. Her şeyin bir zamanı var ve bir araya
gelmenin zamanı buymuş. Teselli olarak düşünmüyorum bu buluşmayı, bir araya gelmeyi.
Biraraya geldik, çünkü artık bıçak kemiğe dayandı. Bir yerde artık birilerinin
mutlaka bir şeyleri açığa çıkarması lazım. Bu belli. Türkiye gerçekten duvara
tosladı. Ve artık buradan daha ileri gidemez. Mutlaka kendisini temize çıkarması
lazım. Yalnız Türkiye'nin içindeki durumu değil, yurt dışına da taşmış durumda
imajı. Kendisini temizlemesi gerekiyor. Temizlenmemiz gerekiyor. Günahımız varsa da
günahımızı çıkaralım. Af dileyecek bir şeyler yaptıysak onun için af dileyelim. Ama
bunları yapmamız gerekiyor. Belki de bizim bir araya gelmemiz böyle bir nedenle
gerçekleşti. Uzun süredir bu aileler birbirlerinin farkındaydı tabi ki. Herkes
birbiriyle ortak acılar yaşadığını biliyor. Ama birlikte bir hareket hep zor oldu
Türkiye'de."
- Röportaj boyunca ağladınız. Hiç mi dinmez bir insanın gözyaşı. Sanki az önce
almışsınız gibi ölüm haberini?
"Çok uzun yıllar insan kendi kendini tedavi ediyor. Ama annemde de bende de hiçbir
zaman bu intikam duygusuna dönüşmedi. Öte yandan konuştukça ağlıyorum çünkü (sakın
fotoğraf çekme diye uyarıyor, bir yandan ağlamanın sesine verdiği incelikle) çünkü
bu konu kapanmadı. Kapanması lazım. Kapanınca ağlamam. Yakının ölür onu gömersiniz
mezarı vardır. Zamanla alışırsınız ölüme. Ama burada o yok. Hiçbir zaman
inanamamışım ki ben babamın öldüğüne. İnanmayınca da böyle ağlıyorsun işte."
- Konuyu değiştirelim biraz. Selim İleri yeni bir roman yazdı "Bu Yalan Tango" diye.
O romanda da değinilmiş. Sabahattin Ali - Nihal Atsız arkadaşlığı var. Farklı iki
kutuptan iki iyi arkadaş. Tabi sonradan mahkemelik oldular o ayrı. Neler söylersiniz
bu arkadaşlık için?
"Öğrencilik dönemi o. Babamın dostları arasında mesela Samet Ağaoğlu vardı. Bize
gelir giderdi. Başka isimler de vardı sonradan Demokrat Parti milletvekili olan,
sağcı olarak bilinen isimler vardı gelenler arasında. Onlarla babam görüşür,
konuşurdu. Münakaşa ederler, hatta bağrışıp çağrışırlar ondan sonra rakı kadehini
tokuştururlar yani. Veya birbirleriyle şakalaşırlar. Sonradan Nihal Atsız davası
başladı bu dava sırasında olaylar olmuştu. Milliyetçi öğrenciler mahkemeyi bastılar,
evde çok heyecanla anlatıldı bu olay. Babamı pencereden kaçırmış hakim mahkeme
salonundan. O zaman ırkçı Turancı öğrenciler deniyordu bunlara. Bir de şöyle bir anı
var. Sokakta kovalıyorlar hatta Pertev Naili Boratav yolda yürüyor. Adam arkadan taş
atıyor. Babam da koşup adamı yakalıyor, dövmeye kalkıyor. Meğerse o gruptan
birisiymiş. Bu olay evde anlatıldığı için iyi hatırlıyorum. Zaten Nihal Atsız
davasından sonra her şeyin çorap söküğü gibi dağıldı. Ondan sonra ölüme giden yol
başladı. Sanki kışkırtılmış bir olay diye yorumlandı sonradan. 1940'lı yallardaki
bütün fikir ayrılıkları hiçbir zaman düşmanlığa dönüşmemişti. En son Nihal Atsız'la
Sabahattin Ali arasında bir düşmanlık söz konusu oldu. Babamın dostları arasında
mesela Samet Ağaoğlu vardı. Bize gelir giderdi. Başka isimler de vardı sonradan
Demokrat Parti milletvekili olan, sağcı olarak bilinen isimler vardı gelenler
arasında. Onlarla babam görüşür, konuşurdu. Münakaşa ederler, hatta bağrışıp
çağrışırlar ondan sonra rakı kadehini tokuştururlar yani. Veya birbirleriyle
şakalaşırlar."
- Babanızın adı geçtiğinde kafanızda nasıl bir fotoğraf canlanıyor?
"Babamla öyle çok oyun oynamışızdır ki, o zaten çocukla çocuk olmasını bilen ve aynı
zamanda çocuğu bu şekilde eğiten bir babaydı. İstiklal Caddesi'nde yürüyorduk bir
gün. Aniden kayboldu. Bir baktım babam yok. Aaa!. Durdum böyle. Ama ağlamadım. O
zaman kalktı geldi. Nasıl olsa çıkar gelir diyordum. O kadar güveniyormuşum ki. Bir
de hiç unutmam Ankara'daki küçücük bir apartman katındaki evimizde üç oda iç içeydi.
Yemek masası üzerinde birlikte çalışırdık. Çok hoşuma giderdi. Grip olduğu vakit,
de, 'Paçavra hastalığına yakalandım hadi sen de benimle gel yat da iyileştir beni'
derdi. Koltuğunu altına yatardım. Bir sürü şeyi öğretti bana babam. Yüzmeyi, kürek
çekmeyi, balık tutmayı. O kadar çok var ki. Sırtında taşındı beni ben yorulunca. Çok
yakın ilişkimiz vardı. Binlerce anımız var. Her şeyi ondan öğrendim. Çocuklara masal
okunur ya gece yatmadan önce dünya klasiklerini sadeleştirerek masal gibi anlatırdı.
Yahut kendi yazdığı bir hikayeyi. Bunu yeni yazdım nasıl buldun derdi?"