'Aşk'ın varoluşuna yolculuk: Aşk neydi?
Filozof Arthur Schopenhauer, "Aşkın Metafiziği" adlı eserinde "Neden aşık bir insan kendinden tamamen vazgeçerek, seçtiği kişinin gözlerine bakar? Aşkı uğruna her şeyi feda etmeye neden bu kadar hazırdır?" diye soruyor? Aşkın özü ve temelinde ne var? Düşünür, irade kavramıyla neyi anlatıyor? Metafiziğin izinde 'aşk'ın keşfine yolculuk…
ABONE OLArthur Schopenhauer Alman idealizmine karşı çıkan 19. yüzyıl filozofudur. Eserlerinde irade veya istenç diye adlandıracağımız kavramla yaşamın sorgulamasını yapar. Ona göre “aşk” kavramı “irade”den bağımsız ele alınmaz. Dolayısıyla aşk varoluşun temel gücü olan iradenin ifadesi olarak karşımıza çıkar. Aşk ile iradeyi daha derinlemesine deneyimleriz. Ancak bu deneyimin yolları dikenlidir.
Filozof Kant, “Özne olmadan, nesne olmaz, bizim gördüğümüz, bildiğimiz bütün şeyler fenomenlerdir.” der. Onun bu sözü, Schopenhauer’un felsefesini yansıtır. Fenomenal dünya sadece bir imge olarak istencin (irade) köklerini içinde barındırır. Schopenhauer'a göre istenç, yaşamın özünde yatan kör ve amaçsız bir güçtür. Bu, her şeyin esasında onun tezahürü olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla maddi dünya ve onda yaşayan varlıklar dahil olmak üzere, her şey bu kör iradenin bir yansımasıdır. Dünya bir tasarımsa o kör bir istencin var ettiği yanılsama olarak “görünür olmuş istenç”dir.
Schopenhauer, iradenin varoluşsal anlamda tatminsizliğine vurgu yaparak aşkın da acı verici bir pratik olduğunu belirtir. Kör ve amaçsız istencin emrinde olan insanın mutlu olamayacağını ve yaşamsal acının ne sonunun ne de sınırının olduğunu dile getirir. “Acı” insanın içsel çatışmalarının kaynağı olarak arzuların tam anlamıyla tatmin edilemezliğinin ifadesidir. Dolayısıyla acı varoluşun temel bir gerçeğidir. Ona göre “acı”, “mutsuzluk” her zaman mutlak ve kaçınılmaz son olsa da kurtuluş reçetesini şöyle özetler: 1) Sanat ve felsefeyle uğraşmak. 2) Empati. 3) Egoist olmama. 4) Bedensel istenci baskı altına almak.
Schopenhauer, aşk kavramını tek başına ele almaz. Onu diğer kavramlarla ilişkilendirip, anlamlandırır: “Aşk özlemi” ve “aşk sancısı” diye değerlendirir. Schopenhauer, “Aşka duyulan özlem, her çağda şairlerin bıkıp usanmadan dile getirdiği ama yine de nesnesini tüketemediği, doğrusu hakkını da veremediği bir duygudur” (s. 38) deyip “sonsuz tatminler, sonsuz sancılar duymaya muktedirdir.” diye ekler.
Aşkın sanatta vücut bulması ve her çağda şairlerin dillerinden düşememesinin sebebi de budur. Aşk özlemi, “kavuşamamanın” durumudur. Tıpkı Leyla ile Mecnun’un hikayesindeki gibidir. Düşünüre göre “aşk” türün ve arkasındaki güç olan istencin devamlılığı için araçtır. Düşünür, “Bir insan aşık olduğunda bu çoğu zaman komik, bazen de trajik olaylara yol açar; her ikisi de mümkündür çünkü aşık bir insan türün ruhu tarafından ele geçirilmiştir, artık onun hakimiyeti altındadır ve kendinde değildir.” (s. 43-44) der.