Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema En popüler 20 canavar filmi
        1

        GODZILLA (1954)
        (Gojira)

        Denizden gelen dev canavar Godzilla’nın amacı Japonya’yı yok etmektir. Yönetmen Ishiro Honda’nın imzasını taşıyan ‘Godzilla’, günümüzün görkemli canavar filmlerinin yanında kuşkusuz çok mütevazı kalıyor ama bir klasik ve öncü olarak bu listede olmayı hak ediyor. Japonların “kaiju” dediği tuhaf yaratık filmlerinin ilki… Üstü örtülü bir şekilde 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan atom bombası felaketinin endişelerini yansıtıyor. Seyretmesi hâlâ tuhaf ve eğlenceli. Godzilla’nın bunca yılda nereden nereye geldiğini görmek için de kuşkusuz iyi fırsat.

        2

        JAWS (1975)

        Gişelerde büyük başarı kazanan ‘Jaws’, büyük beyaz köpek balığının saldırıları nedeniyle çok zor günler yaşayan bir sahil kasabasını odağına alır. Köpek balığını yok etmek için yola çıkan 3 kişinin işi hiç kolay değildir. Müzik ve kamera açıları sayesinde varlığını hissettiğimiz, insanları nasıl öldürdüğüne şahit olduğumuz köpekbalığını bütün olarak görmemiz zaman alır. Spielberg, kurduğu gerçekçi atmosfer ve özenle ele alınmış karakterleriyle “ucuz canavar filmlerine” beklenmedik bir derinlik ve ciddiyet getirir. Dehşeti, aşırı kanlı sahnelerle değil, gerilimi en üst seviyeye tırmandırarak büyütür. İkinci yarıda üç “arızalı” erkeğin köpekbalığıyla mücadelesi, çağdaş bir Moby Dick versiyonunu hatırlatır.

        3

        YARATIK (1979)
        (Alien)

        Dünyadan ışık yılları kadar uzaktaki uzay ticaret gemisinde, bir insanın karnını deşerek fırlayıp çıktığında nerdeyse fare boyutunda bir varlıktır. Mürettebat gemideki kaçak küçük yaratığı ararken devasa, vahşi ve zeki bir canavarla karşılaşır. Başka bir gezegenden gelen yaratığın amacı hayatta kalmak ve gemiyi ele geçirmektir. Sinema tarihinin bu en korkunç canavarı, uzay gemisinde “final maçı”nı genç ve güzel bir kadınla oynar. Vahşi kapitalizmin uzaya çıkınca yapacaklarından endişe duyan, karanlık ve karamsar bir gerilim. Gerçek bir başyapıt.

        4

        KURT ADAM LONDRA’DA (1981)
        (An American Werewolf in London)

        Yönetmen John Landis’in yapımcıların ‘yeşil ışık’ yakması için yıllarca beklediği film, bugün kült bir modern klasik olarak anılıyor. İngiliz taşrasında yolculuk eden sırt çantalı 2 genç Amerikalı, David (David Naughton) ve Jack (Griffin Dunne), kurt adamın saldırısına uğrarlar. David, bir sonraki dolunayda başlarına gelecekleri kaygı içinde beklemeye başlar. 1981’in en çok konuşulan filmlerinden biri olmasının nedeni mizah duygusu ve hikâyesi kadar dönemin sinemasının standartlarının üstüne çıkan dönüşüm sahnesiydi. Günümüzde hâlâ ilham verici bir film olarak anılır.

        5

        THE THING (1982)
        (The Thing)

        Howard Hawks'un Christian Nyby ile birlikte yönettiği 1951 tarihli “The Thing From Another World”, John W. Campbell Jr.’ın “Who Goes There?” adlı novellasından sinemaya uyarlanmıştı. Yönetmen John Carpenter, aynı öyküden ilk filmi de geride bırakan bir modern korku klasiği çıkartmayı başardı. Film, Kuzey Kutbu'nda çalışan bilim insanlarının, öldürdüğü insanların şekline giren dünya dışı bir yaratığa karşı verdiği mücadeleyi anlatıyordu. İlk filmi sinema tarihiyle ilgilenenlerden başka hatırlayan yokken Carpenter'ın filmi, içerdiği gerilim ve korku duygusuyla bugün hâlâ birçok sinemacıya esin kaynağı olmayı sürdürüyor.

        6

        GREMLINS (1984)

        Yönetmen Joe Dante, aslında sorumluluk üzerine bir öykü anlatır. Mesaj basittir: Kurallara uymazsanız o çok şirin evcil hayvanınızın içinden canavarlar çıkar. Ve sorumsuzluğunuzun ürünü bu varlıklar, sizin kötü özelliklerinize de sahip olur. Zevk düşkünü, şımarık ve açgözlüdürler. Oyun sahalarını büyütmek için evle yetinmez, şehri ele geçirmeye çalışırlar... Joe Dante, bu mesajlı öyküden son derece eğlenceli, unutulmaz bir film çıkarır. Çin Mahallesi’ndeki bir dükkândan gelen bu komik canavarların hedefi, eğlenmek ve şehri ele geçirmektir.

        7

        YARATIĞIN DÖNÜŞÜ (1986)
        (Aliens)

        James Cameron’ın yönettiği filmde ilk filmin 57 yıl sonrasına gidiyoruz. Ripley uzun bir uykunun ardından yeniden “belalısı”yla yüzleşmek zorunda kalıyor. İlk film uzay gemisinde geçen klostrofobik bir gerilimdir. “Aliens” ise bir savaş filmi. İkinci yarıda çarpışma ve aksiyon neredeyse hiç durmaz. Ama korku, gerilim ve rahatsızlık verme açısından ilk filmden aşağı kalmadığını belirtelim. İlkinden sonra serinin en iyisi.

        8

        KÜÇÜK KORKU DÜKKÂNI (1986)
        (Little Shop of Horrors)

        B filmleriyle tanınan sinemacı Roger Corman'ın, senaryoyu da yazan Charles B. Griffith'le birlikte yönettiği 1960 tarihli film, düşük bütçeli bir korku komediydi. Giderek büyüyen ve canavar haline gelen etobur bitkisini besleyen genç bir adamın öyküsünü anlatan film, yıllar sonra Off-Broadway'de rock müzikali olarak sahnelendi. Müzikalden yola çıkan ve yönetmen olarak Frank Oz’un imzasını taşıyan bu ikinci çevrim, ilkinin aksine pahalı özel efektleriyle birinci sınıf bir prodüksiyondu. Özellikle mizah duygusu, canavarın tasarımı ve başroldeki Ricky Moranis ile sadist diş hekimini canlandıran Steve Martin'in performanslarıyla unutulmaz bir film haline geldi.

        9

        SİNEK (1986)
        (The Fly)

        Kurt Neumann'ın 1958'de George Langelaan'ın öyküsünden sinemaya uyarladığı “The Fly”, iyi bir film olarak geçmiştir kayıtlara. Aynı öyküyü özgün bir bakış açısıyla çeken Kanadalı yönetmen David Cronenberg'in ise bir başyapıta imza attığını söylemek mümkün. İnsanın kendi bedeniyle ilişkisinden korku-gerilim unsurları çıkartmayı seven, “biyo-gerilim” türünün öncülerinden David Cronenberg, teleportasyon cihazı üzerinde çalışan biliminsanının sineğe dönüşme sürecini sinema tarihinin en iyi metamorfoz hikâyelerinden biri haline getirdi. Başroldeki Jeff Goldblum'ın performansıyla filme yaptığı katkıyı da unutmamak gerek.

        10

        AV (1987)
        (Predator)

        Kurtarma operasyonu için Güney Amerika’daki ormana gönderilen ABD’li komandolar, bir anda kendilerini av olarak bulur. Kendini pek göstermeyen son derece zeki, dünya dışından gelmiş canavar için düzenlenen bir av partisidir bu... Başrolünde Arnold Schwarzenegger’in oynadığı film en az “Alien” kadar karizmatik bir canavara ve çarpıcı bir öyküye sahip. John McTiernan’ın yönettiği film daha sonra bir seriye dönüştü.

        11

        JURASSIC PARK (1993)

        Zengin iş insanı John Hammond, genetik bilim insanlarının katkısıyla Orta Amerika’da Kostarika’ya yakın bir adada vahşi hayat parkı kurar. Parkın sakinleri milyonlarca yıl öncesinden kalma DNA’ları sayesinde yeniden canlandırılan dinozorlardır. Her şey yolunda giderken, dışarı bilgi sızdırmaya çalışan bir görevlinin neden olduğu zincirleme olaylar nedeniyle elektrikler kesilir ve güvenlik açığı ortaya çıkar. Parkı ziyaret etmeye gelen bir grup bilim insanı ve Hammond’ın torunları, kendilerini bir ölüm kalım mücadelesinin orta yerinde bulurlar. Michael Crichton imzalı romanın film haklarını yayımlanmadan önce satın alan Steven Spielberg, özel efektleri, hikâyesi ve gerilim duygusuyla olumlu eleştiriler alırken gişelerde de büyük başarıya ulaşır. 29 yıl önce yine bir haziran ayında gösterime giren ‘Jurassic Park’, sinema tarihinin en çok kazandıran serilerinden biri artık.

        12

        SEVİMLİ CANAVARLAR (2001)
        (Monsters Inc.)

        Dolap kapılarının ardındaki canavarlar, çocukluk çağının sık rastlanan korkularından biridir... Film, dolap kapılarından çıkarak çocukları korkutan ve böylelikle canavarlar ülkesinin enerji ihtiyacını sağlamaya çalışan iki arkadaşın serüvenlerini anlatıyor. Onlarla birlikte dünyaya canavarların gözünden bakıyor, dolap kapılarının arkasındaki hayatı görüyoruz. Film sadece çocukların canavar korkusunu yenmesine yardımcı olmuyor, “ötekileştirdiğimiz” insanlara karşı önyargılarımızı sorgulamamızı da sağlıyor. Üstelik bunu öğretici bir tavırla değil, eğlenceli ve güzel bir öykü çerçevesinde yapıyor. “Canavar - çocuk kardeşliği”ni ilan eden film, büyükler için de eğlenceli ve komik.

        13

        KING KONG (2005)

        1933 yılında ekonomik bunalımın sürdüğü günlerde film çekmek için Kafatası Adası'na giden Amerikalı sinemacılar dev goril King Kong'la karşılaşırlar. Adanın kralı Kong, işsiz ve parasız bir vodvil oyuncusu olarak ekibe katılan sarışın güzel Ann'e (Naomi Watts) âşık olur... Artık Ann'in koruyucusudur. Önceki filmlerin aksine Kong ile sarışın arasında karşılıklı bir duygu bağı oluşur... 1933 tarihli ilk “King Kong”, “Güzel ve Çirkin” masalının serbest bir yorumuydu. Peter Jackson da orijinal filmin havasına sadık bir yeniden çevrimle geldi karşımıza. Dev gorille Ann arasındaki ilişkiye odaklandı. Dev goril, “performans yakalama tekniği” ve Andy Serkis’in katkısıyla gerçekçi bir biçimde karşımızdaydı.

        14

        HOST (2006)
        (Gwoemul)

        ABD üssünün kirli atıklarının atıldığı nehirde ortaya çıkan bir canavarın hikâyesi... Canavarın amacı, bütün canlılar gibi beslenmek ve hayatta kalmak. Karada da hareket edebiliyor olması onu tam bir insan avcısı haline getiriyor. Türkiye'de İngilizce adıyla bilinen “Host”, bir aileyle canavar arasındaki husumeti anlatıyor daha çok... ‘Parazit’le tanınan Güney Koreli yönetmen Joon-ho Bong Amerikan canavar filmi klişelerinin bazılarını kullanırken bazılarıyla da dalga geçiyor... Ama seyirciye sağlam bir canavar filmi seyrettirmeyi ihmal etmiyor. Canavarın gündüz vakti, nehirden çıkıp şehirdeki ilk saldırısını gerçekleştirdiği o harikulade sekansın bir benzerine rastlamak gerçekten zor. Amerikan canavar filmi geleneğinin nasıl yıkılıp yeniden yapılandırıldığını görmek istiyorsanız “Host”u kaçırmayın.

        15

        ÖLÜMSÜZ SAVAŞÇI (2007)
        (Beowulf )

        Eski İngilizce’yle yazılmış ve günümüze kalmış en eski epik şiirden uyarlanan filmde Grendel, nevrotik, mutsuz ve yalnız bir canavar olarak resmediliyor. Gürültüden rahatsız olunca köye doğru saldırıya geçiyor. Gelmiş geçmiş tüm canavarların atalarından biri. Ve destanın en önemli özelliği onun da bir annesi olduğunu hatırlatması. Hem de Angelina Jolie suretinde bir anne... Kahraman savaşçı Beowulf’un canavarı yok etmek istediği filmi Robert Zemeckis yönetti.

        16

        CLOVERFIELD (2008)

        Senaryosunu Drew Goddard'ın yazdığı “Cloverfield”, türün temel özelliklerini taşıyan bir canavar filmi... New York'ta bir gece aniden ortaya çıkan ve nereden geldiği belli olmayan canavarımız, King Kong ve Godzilla'nın akrabası gibidir. Büyük binaların arasındaki caddelerde dolaşır, ortalığı yıkar geçer. ABD silahlı kuvvetlerine tek başına karşı koyacak kadar güçlü ve vahşidir. Bu arada, etrafta daha küçük canavarlar da görülür... “Cloverfield”in eski usul canavar filmlerinden aslında tek farkı var: o da her şeyi amatör video kayıtlarından izliyor olmamız... Sonuçta, kamerayı kullananlar da canavardan kaçar... Hikâye olarak, türe farklı ya da yeni bir hava getirdiğini söylemek imkânsız. Ama yönetmen Matt Reeves, el kamerası estetiğini canavar filmleri alt türüyle birleştirmekte gerçekten çok başarılı...

        17

        PASİFİK SAVAŞI (2013)
        (Pacific Rim)

        Uzaylı bir tür, okyanusun dibinde “paralel evrenler arası geçiş sağlayan bir geçit”ten çıkan canavarları kullanarak dünyayı ele geçirmeye çalışır. İnsanlar da canavarlarla savaşmak için iki insanın ortak zihinsel performansıyla yönetilen dev makineler yapar... Öyküyü fedakârlık, sevgi, aşk ve ekip çalışmasına övgü motifleri etrafında kuran yönetmen Guillermo del Toro, militarizmden, milliyetçilikten kaçmak için savaşı ABD ordusu üzerinden anlatmıyor. Bunun yerine, canavarlardan kaçmayı öneren politikacıları dinlemeyen bir ortak direniş hareketi fikrinden ilerliyor. Del Toro, seçtiği geniş açılı objektiflerin katkısıyla perdede 3D filmlerde alışık olmadığımız etkileyici bir alan derinliği yaratıyor. Canavarlarla dev makinelerin kapışmalarını yakın planlara boğmadan, resimli roman tadında kadrajlarla getiriyor karşımıza.

        18

        GODZILLA (2014)

        Bizi Japonların ulusal hazinesi Godzilla’nın köklerine götüren bu Hollywood uyarlaması, felaket, savaş ve gerilim türlerini bir araya getiriyor. 1954 yapımı ilk “Godzilla”, Japonya’nın 2. Dünya Savaşı'nda yaşadığı atom bombası travmasından doğan bir canavardı. Film bu bağlantıyı daha da derinleştiriyor; Godzilla'yı nükleer silahları geliştiren insanlığa karşı “doğanın dengeleyici gücü” olarak sunuyor... Yönetmen Gareth Edwards bazı sahneleri izlenimci ressamları andıran sisli, yağmurlu, bulutlu havalarda çekmiş. Özellikle canavarların solgun renklerin arasında görünüp kaybolduğu karanlık, loş atmosfer etkileyici. Godzilla’nın yüzünü, bedenini, sesini tasarlarken ilk filmden ilham alınması iyi sonuç veriyor. Üstüne düşen görevi yerine getiren karizmatik Godzilla'nın insanlara karşı ümitsizliği ve kayıtsızlığını da unutmamak gerekiyor.

        19

        KONG: KAFATASI ADASI (2017)
        (Kong: Skull Island)

        MonsterVerse adı verilen serinin “Godzilla”dan sonra gelen ikinci filmi... “Canavar”ın içindeki sevgi, kuşkusuz yine ana temalardan biri. Ama bu kez anahtar duygu aşktan ziyade empati... Filmin ayırt edici özelliği bariz bir militarizm eleştirisi. ABD’nin Kafatası Adası'nı asker, sismik bomba ve silahla “keşfetmeye” gelmesi bu tavrın bir yansıması. Film boyunca militarizmin “düşman ve savaş yaratma” stratejisi eleştirel bir bakış açısıyla ele alınıyor. Kong’u yok etmek isterken, adanın ekolojik dengesinin bozulması ve daha kötü düşmanların uyandırılması, kuşkusuz çevreci içeriğin bir yansıması. İlk başta şuursuz dev bir canavar hissiyatı veren Kong, süreç içinde doğal yaşamı koruyan bir süper kahramana dönüşüyor.

        20

        SESSİZ BİR YER 2 (2021)
        (A Quiet Place: Part II)

        İlk film, yaratıklarla Abbott ailesi arasındaki savaşla ilgiliydi. İkinci filmde yeni karakterler, yeni mekânlar, farklı sorunlar ve başka tehlikeler var. Eşini kaybetmiş Evelyn’in hedefi yine aynı: Üç çocuğunu dünyayı işgal eden sese duyarlı uzaylı canavarlardan korumak ve hayatta kalmak. Ama bunu tek başına yapmasının zor olduğunu biliyor. Sonuçta, ses çıkarmasını engelleyemeyeceği, sürekli ilgi isteyen bir bebeği var. İşte bu yüzden, kendine güvenli ve izole bir hayat kuran Emmett’dan destek istiyor. Ama ailesini kaybetmiş Emmett, kimseye yardım etmekten yana değil. Evelyn’in işitme engelli kızı Regan iki yetişkinin aksine kurtuluşa inanıyor ve harekete geçmek istiyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ