Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem BAŞBAKAN'A MEKTUP

        En elzem sorun su... ‘Yasa’ derhal çıkmalı

        AKIN ÖNGÖR

        Eski Garanti Bankası Genel Müdürü- Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF Türkiye) Başkanı

        Saygıdeğer Başbakanım,

        Sizi, ülkemizin önünde uzanan bu yeni döneme başlarken, öncelikle seçimlerdeki başarınız için kutluyoruz. Küresel ve ulusal önceliklerin hızlı değişimler gösterdiği bir dünyadayız. Küresel İklim Değişikliği, bugün, bir çevre sorunu olmanın ötesinde, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla ele alınması gereken öncelikli sorunların başındadır. Diğer yandan “Su kıtlığı” dünyanın ve Türkiye’nin gündeminin başında gelmektedir. Aynı şekilde; küresel olarak, “yoksulluğun” bertarafı ile doğal kaynakların yönetimi arasındaki yakın ilişkiler ön plana çıkıyor. Sizinle, bu bağlamda; önümüzdeki dönem hükümetinizce ele alınması acil, önemli ve öncelikli olduğuna inandığımız konu başlıklarını paylaşmak istiyoruz:

        * Türkiye’nin İklim Değişikliği sürecinde atması gereken elzem adımlar vardır. Kyoto Protokolü en önemli araçlarının başındadır. Protokolün imzalanmasıyla başlayacak müzakereler karşılıklı anlaşma ve uzlaşma esaslarına dayalı olup, yaptırım söz konusu değildir. Bu müzakereler Kyoto, yani 2012 sonrasını da kapsadığı için, ülkemizin bu sürecin içinde bulunması ve geliştirilecek mekanizmaların oluşturulmasında yer alması çok önemlidir. Türk sanayisinin, bu fırsatı iyi kullanarak, temiz teknolojiye geçiş için gerekli planlamaları yapması ve hükümetin buna liderlik etmesi elzemdir. Belirsiz bir “kalkınma sonrası” söylemi gerçek değildir ve daha sonra atacağımız adımların daha da pahalı olmasına neden olacaktır.

        * Su kaynakları Türkiye için yaşamsaldır. Geçmişteki hatalar, günümüzde ise artan talep, talebin yönetiminden çok karşılanmasına yönelik “su yönetimi” anlayışımız, küresel ısınma ile beraber sorunun büyümesine neden olmaktadır. Halihazırda, 13 farklı kurum su kaynaklarının yönetiminde yetki ve sorumluluklara sahiptir. Su kaynaklarımızın tek elden yönetimini sağlayacak bütüncül bir Ulusal Su Yasası elzemdir.

        * Ülkemizde; su kaynaklarının %72’si tarım sektöründe kullanılmaktadır. Tarımsal sulamanın % 92’si yüzey sulama yöntemleriyle olup sadece % 8’sinde damla ve yağmurlama sulama yöntemi kullanılmaktadır. Tarımsal sulamanın yoğun olduğu Konya Havzası, Söke Ovası ve Çukurova’da biran evvel damla sulamaya geçiş sağlanmalıdır. Örneğin Konya Havzası’ndaki sulanan 304.000 hektar tarım arazisinin tamamının yağmurlama ve damla sulamaya geçmesiyle yaklaşık %70-75 oranında su tasarrufu sağlanacaktır.

        * Türkiye’de son 40 yıl içerisinde yaklaşık 1.300 bin hektar sulak; kurutma, doldurma ve su sistemlerine müdahaleler nedeniyle ekolojik ve ekonomik işlevini yitirmiştir (Amik Gölü, Avlan Gölü, Suğla Gölü, Kestel, Gavur, Yarma, Aynaz, Hotamış, Eşmekaya Sazlıkları gibi). Halen birçok önemli sulak kaynağımız kuruma ve kirlenme tehdidi altındadır. Sağladıkları ekonomik ve ekolojik işlevleri göz önüne alınarak öncelikle Beyşehir Gölü, Eğirdir Gölü, Bafa Gölü ve Sapanca Gölü’nün Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan (Ramsar Alanı) olarak koruma altına alınması gereklidir.

        * Türkiye’de yeraltı suyu son derece değerlidir. Birçok havzada hem sanayi hem de tarımda kaçak kuyularla yeraltı suyu kullanımı büyük bir sorundur. Örneğin, Konya Kapalı Havzası’nda, 50.000 yeraltı su kuyusunun 26.000’i kaçaktır. Başta Konya Kapalı Havzası ve Ergene Havzası olmak üzere kaçak kuyuların tespit edilmesi ve kapatılması gerekmektedir.

        * Türkiye’deki 3227 belediyenin sadece 239 tanesinde arıtma tesisi bulunmakta, 16 milyon insanın atık suları kanalizasyon şebekesi olmadığı için doğrudan akarsulara, göllere veya denizlere bırakılmaktadır. Su kaynaklarımızın korunması için mutlaka belediyelerimizin atıksu arıtma tesislerinin yapılması için gerekli kaynakların aktarılması gerekir. Bu konuda öncelikle Konya, Aksaray ve Aydın illerinde yatırımlar gerçekleştirilmelidir. (Konya ihalesi yapılmakla beraber yavaş ilerlemekte, atıklar Tuz Gölü’ne bırakılmaktadır. Tuz Gölü ülkemizin tuz üretiminin % 60’ını karşılayan önemli bir doğal kaynaktır ve Göl’ün halihazırda yarısı yokolmuştur.)

        * Devlet İstatistik Enstitüsü 2004 yılı Organize Sanayi Bölgesi anketi kapsamında değerlendirilen 58 OSB’nin sadece 9’unda atık su deşarj izninin olduğu, 16 tanesinin arıtma tesisi kullandığı belirlenmiştir. Bir litre atıksuyun sekiz litre tatlısuyu kirlettiği düşünüldüğünde özellikle sanayiden kaynaklanan kirliliğin ne kadar tehlikeli boyutlarda olduğu görülecektir. Ülkemizde sanayinin yoğun olduğu batı bölgeleri başta olmak üzere (Büyük Menderes Havzası, Gediz Havzası, Susurluk Havzası, Ergene Havzası) Organize Sanayi Bölgeleri’nde arıtma tesisleri biran evvel yapılmalı ve faaliyete geçmelidir .

        * Ülke genelinde içme ve kullanma suyu konusunda şebeke kayıplarının % 30-40, kaçak kullanımın % 40-60 düzeyinde olduğu kabul edilmektedir. Başta, İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere 16 metropolitan kentte içmesuyu dağıtım şebekelerinin yenilenmesi ve kaçak kullanımların önüne geçilmesi gereklidir.

        * Kamu kurumlarındaki su tüketiminin azaltılması için ciddi tasarruf tedbirleri alınmalıdır. Örneğin, Ankara’daki toplam suyun %29’unun resmi kurumlarda kullanılmaktadır ve su tasarrufu sağlanması için kamu kurumlarındaki altyapıların yenilenmesi önemlidir. Böyle bir adım, diğer sektörlere öncülük edecektir.

        * Avrupa ormanlarının 100 en önemli noktaları arasında olan; Doğu Karadeniz’de doğal yaşlı ormanların arasından akarak Karadeniz’e ulaşan Fırtına Deresi bölgenin tek bozulmamış akarsuyudur. Bu havzada planlanan hidro-elektrik santrallerin başka bir akarsuya kaydırılması gerekmektedir. Söz konusu Fırtına Havzası genetik ve biyoçeşitlilik açısından çok değerlidir. Bu konuda, yereldeki taraflarla beraber, Havza Yönetim Planının hazırlanması çalışmalarımız sürmektedir ve zatialinize bilgi vermeye hazırız.

        * Bolu Yenice Ormanlarının ve Hatay Amanos Dağları’nın Milli Park olarak ilan edilmesi ve yönetim planlarının hazırlanması gereklidir. Bu değerli alanları, eski yaşlı orman servetimiz ve genetik çeşitlilik kaynaklarımız olarak korumalı ve yönetmeliyiz. Bir ülkenin gelişmişliği, sahip olduğu korunan alanlarla da ölçülür. Bir ülkenin en az %10’u korunan alan olması gerekirken, bu bizim ülkemizde % 2’lerde kalmıştır.

        * Ülkemizde ender görülen ve bilhassa Datça Yarımadası’nda yoğun tehdit altında bulunan sığla ormanlarının korunması için bölgenin Tabiatı Koruma Alanı statüsüne acilen kavuşturulmasını ve bu ağaçların sürdürülebilir bir anlayışla işlenmesini sağlamak için bir yönetim planının geliştirilmesini sağlamak gereklidir. Sığla ağacın kabuğundan parfüm sektöründe kullanılan çok değerli bir kimyasal çıkarılmaktadır. Bu kırsal kalkınma açısından çok değerlidir. Yoksulluk, kırsal kalkınma çözümleri çok seçeneklidir ve bu kaynakları korumalı ve akılcı kullanmalıyız.

        * Aynı şekilde; Avrupa Birliği Muktesebatı içinde yer alan Çevre Direktiflerinin Türkiye’de uygulanmasına yönelik olarak Türkiye’nin Natura 2000 alanlarını (Önemli Doğal Alanları) tesbit etmek ve Özel Koruma Alanı olarak ilan edilmesini sağlamak gereklidir. Bu çalışma yapılmadan Avrupa Birliğine katılmak mümkün değildir.

        * Kıyılarımızın etkin korunması için Deniz Koruma Alanlarının yaratılması ve denizel yönetimin gerçekleşmesi için yönetim planlarının oluşturulması ve uygulanması gereklidir. Geçtiğimiz dönem, Bakanlar Kurulu kararı ile genişletilen Kaş- Kekova Özel Çevre Koruma Alanının Yönetim Planının yapılması ve uygulanması gereklidir.

        * Eşsiz kıyılarımızın korunması ve aynı zamanda sürdürülebilir kullanımı için, kapalı veya yarı kapalı koylarda faaliyet gösteren balık çiftliklerinin atıklarının kontrol altına alınması gereklidir. Yem ve diğer atıkların yarattığı kirliliğin önüne geçmek üzere uygulamalar ve denetlemeler başlatılmalıdır.

        Saygıdeğer Başbakan, ülkemizin, zengin biyolojik ve genetik çeşitliliğini sürdürülebilir kalkınma yaklaşımıyla; hem koruyarak hem de akılcı kullanarak, ekonomik, sosyal sorunlarına bir çok çözümler geliştirebiliriz. Bu konuda gerekli politikaların oluşturulması için zatialinizin liderliği önemlidir. Ülkemizde, 30 yıllık kurumsal geçmiş ve birikimimizle, bu süreçlerde beraber çalışmaya hazır olduğumuzu belirtmek isterim.

        Saygılarımla

        ***

        Sanayinin sorunlarını çözecek yeni politikalar çok çabuk ele alınmalı

        İNAN KIRAÇ

        KIRAÇA Holding Yönetim Kurulu Başkanı, Sanayici

        Sayın Başbakanım,

        Ülkemizi yöneteceğiniz ve temsil edeceğiniz önümüzdeki 5 yıl, dünya ülkeleri ölçeğinde büyük fırsatlar ve büyük tehditlerle karşılaşacağımız önemli bir dönem olacaktır.

        Ülkemizin doğasında bulunan değer ve özellikler, Türkiye’yi dünya çapında özel bir noktaya getirebilecek fırsatları barındırmaktadır. Bunu başarmak, hiç kuşku yok ki; her şeyden önce çok çalışmak ve iyi yönetilmekle mümkündür.

        Ülkemiz güçlü üretim geleneği, genç nüfusu ve girişimci işadamlarıyla güçlü bir üretim potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel iyi değerlendirilmelidir. Bu potansiyeli iyi değerlendirmek başta zat-ı âliniz olmak üzere hepimiz için tarihi bir sorumluluktur.

        Son 5 yılda, ekonomide sağlanan büyük başarıların yanı sıra, düşük kur politikasının getirdiği ithalat baskısı, üreticilerimizin rekabet gücüne büyük zarar vermiş, hatta yerli girdi üreticilerinin bir kısmının rekabet gücünü tümüyle yitirmesine neden olmuştur. Bu durum Uzakdoğu’dan, özellikle de Çin’den gelen rekabetle birleşince, üretim belli kesimlerde adeta bir tasfiye yaşamıştır. İstihdamda büyük kayıplara yol açmıştır.

        Diğer taraftan, ithalattaki hızlı artış, dış ticaret açığı ve cari açık, ekonomideki bütün kazanımları tümüyle bitirmiştir.

        Küresel likiditedeki artış, cari açığımızı sorunsuz bir şekilde bugüne kadar finanse edebilmemizi sağlamıştır. Ancak, bu bıçak sırtı denge ne kadar sürdürülebilir?

        Sorunlarımızı çözebilmek için üretim kapasitelerimizi artırmak, girdi fiyatlarını dünya rekabetine uygun hale getirmemiz lazımdır. Bu nedenle de, sanayinin sorunlarını çözecek yeni politikaların çok çabuk ele alınması mecburiyeti vardır.

        Türkiye, OECD içinde, yüzde 42,8 ile çalışanlar üzerindeki vergi ve prim yükünün en ağır olduğu ülkedir. Bu, yatırımları caydıran, rekabet gücünü zayıflatan ve kayıt dışı istihdamı teşvik eden ve de kayıt dışılığı özendiren bir durumdur.

        Seçim sonrası iktidara gelecek hükümet, bu gerçeklerin bilincinde olmalı ve ona göre politikalar izlemelidir. Bunun için gereken, makro ve mikro düzeydeki reformlar geciktirilmeden hayata geçirilmelidir. Unutulmamalı ki, yeterince üretmeyen, rekabet gücünü yükseltmeyen bir ülke yeterince tasarruf yaratamaz. Dolayısıyla yeterince istihdam sağlayamaz, yatırım yapamaz, sosyal sorunlarını çözemez. Halen yüzde 2 olan işsizlik sigortası işveren prim oranı, yüzde 1’e çekilebilir. Elektrik faturalarındaki TRT payı, tamamen kaldırılmalıdır.

        Bu dönem içinde, vergilerin düşürülmesi, en azından rakip ülkeler seviyesine çekilme mecburiyeti vardır. Uygulanan yüksek vergiler nedeniyle, yabancı yatırımcı da kârını kendi ülkelerinde maksimize etme yoluna gitmektedir.

        Sanayici; kredisine yüksek faiz verme durumunda olan, elektriği, suyu ve enerjiyi pahalı alan, yüzde 42,8 gibi istihdam üzerindeki vergisi en yüksek olan, son 5 yılda düşük kurun getirdiği sorunları yaşamış olan bir toplumdur. Bu toplumun hayatiyetine, yukarıdaki şartlar altında, devam etmesi artık mümkün değildir. Çabuk çare bulmak mecburiyetindeyiz.

        Sanayici de, yüksek teknolojiye, yüksek katma değere, kaliteye, bilgiye ve beceriye dayalı bir üretim yapısını hedeflemek mecburiyetindedir. Bunun için, AR-GE ve teknolojiyi geliştirme kapasitemiz mutlaka yükselmelidir. Devlet, bir teşvik sistemi oluşturmalı, bunu da, bu süre içinde hayata geçirmelidir.

        İş hayatında değişik kademelerde bulunmuş biri olarak dünyayı gezdim ve ülke olarak en güzelinde yaşadığımızı gördüm. Atatürkümüzün istediği muassır medeniyet seviyesine ulaşabilmek için her şeyimiz var. İnanıyorum ki; memleketi idare edecek ekibin başarısı Türkiye’yi bu seviyeye rahatlıkla getirecektir.

        Saygılarımla...

        ***

        Eğitime geniş bütçe ayrılmalı

        İBRAHİM BETİL

        Sayın Başbakan,

        Katılımcı demokrasiyi hayata geçirin. Bunun için ciddi bir yerel yönetim reformu yaparak yerelin katılımına önem verin. Ülkenin en büyük potansiyeli genç nüfus ise , gençliğin önemli olduğunu söylemden eyleme geçirin.

        Merkezden “formatlanmış”, tek tip vatandaş yetiştirmek yerine, farklılıklarla birlikte yaşamanın içselleştirileceği bir toplum ortamı için önlem alın. Kültürel, dinsel ve dilsel değerlere ve çeşitliliğe saygı, cinsiyet ayrımcılığı, etnik köken, inanç, düşünce farklılıklarının toplum için bir zenginlik olduğu, farklı olan herkesin farklılığını gidermek değil farklılığınla birlikte yaşamanın onurunu duyacağı toplum ortamı yaratın.

        Sivil toplum hareketlerinin gelişmesi için baskıcı olmak yerine teşvik edici olun. Sivil toplum kuruluşlarının şeffaf ve hesap verebilir olmasını özendirin. Devlet politikalarının oluşumu aşamasında sivil toplum sorumlularına danışın. Özgürlüklerin kısıtlanmayacağı, genişletileceği, paylaşımcı ve katılımcı bir yasal ortam yaratın. Yoksulluk ve gelir dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesi için vergi reformu yapın, yoksul kesimlere başta eğitim ve sağlık gibi yeterli destek sağlayın, gençlerden başlayarak istihdamı artıracak yatırımları teşvik edin, sosyal enerjiyi hareketlendirecek girişimleri destekleyin.

        Eğitim bu ülkenin “en önemli önceliği” ise, devlet bütçesinden bu alana, “en önemli öncelikli” olduğuna uygun ve bunu vurgulayan düzeyde bir kaynak ayırın. Özellikle kızların eğitimini teşvik edin. Eğitim sisteminde yapılacak reformun temelinde, baskıcı ve ideolojik eğitim anlayışından uzaklaşıp, öğrencinin sınıfta/okulda merakını seslendirebileceği, sorgulayacağı ve araştıracağı ortamlar yaratın. Üniversitelerde gençlerin toplumsal duyarlılık çalışmalarına yönlenebilmeleri için ortamlar oluşmasını teşvik eden olanak ve ortamları sağlayın. Öğretmen eğitimini en ön planda tutup bu alana ciddi bütçe ayırın.

        Meslek eğitimini ve meslek liselerini güçlendirin. Meslek eğitiminin reel sektörle entegre olabilmesi için çağımızda reel sektörde hızla meydana gelen değişime duyarlı hale getirin, meslek eğitimine destek verecek sanayi kuruluşlarına vergi indirimi dahil ekonomik teşvikler verin.

        YÖK modelini günün gereksinimlerine cevap verebilecek şekilde sadece eşgüdüm ve planlamadan sorumlu hale getirin, yüksek öğrenimle ilgili bağımsız bir kalite değerlendirme kuruluşu oluşturun. Öğrenci katkı paylarını fırsat eşitliğini engellemeyecek gerçekçi düzeylere getirin.

        AB tam üyelik hedefini bir uluslararası örgüte üye olmaktan çok çoğulculuk, demokrasi, şeffaflık ve insan hakları ilkeleri doğrultusunda bireylerin yaşamlarını etkileyeceği uygar bir yaklaşım olarak sürdürün.

        Saygılarımla

        ***

        Sivil anayasa zamanı

        PROF. DR ERGUN ÖZBUDUN

        Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi

        Sayın Başbakan,

        Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin acilen çözüm bekleyen birçok önemli sorunla karşılaşacağı, bunların cesur kararlar gerektireceği açıktır. Bu sorunların en önemlilerinden biri, sivil, demokratik ve insan hakları standartlarını çok daha yüksek düzeye çıkaran yeni bir anayasanın yapılması ihtiyacıdır.

        Türkiye’nin kendisine özgü siyasal gelişme çizgisinin sonucu olarak, Cumhuriyetin üç anayasasından hiçbiri, halkın serbest iradesiyle seçtiği gerçek temsilcilerinden oluşan bir kurucu meclis tarafından, bir özgür tartışma ve uzlaşma ortamı içinde yapılmamıştır. Özellikle olağanüstü şartlar altında ve olağandışı yöntemlerle yapılan 1982 Anayasası, kabulünden itibaren ciddi eleştirilere konu olmuştur. Bu Anayasanın, birey hürriyetlerinin korunmasından çok, devlet otoritesinin güçlendirilmesine öncelik verdiği, bir çok hükümlerinin otoriter bir devlet anlayışını yansıttığı herkesin mâlûmudur.

        Bu Anayasada geçtiğimiz dönemlerde yapılan değişiklikler, demokratikleşme açısından olumlu adımlar teşkil etmekle beraber, Anayasadaki anti-demokratik izleri tümüyle silebildiklerini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla önümüzdeki yasama döneminde, gerek Türk halkının yükselen demokratik taleplerine, gerek muhtemel AB üyeliğimizin icaplarına uygun olarak yeni bir Anayasanın yapılmasına öncelik verilmelidir. Bu Anayasa toplumun mümkün olan en geniş kesimlerinin değerlerini yansıtacak şekilde, kapsamlı bir tartışma ve uzlaşma süreci içinde hazırlanmalı; temel hak ve hürriyetlerle ilgili güvenceler güçlendirilmeli, hukuk devleti ilkesini zayıflatan yargı kısıtlamaları kaldırılmalı, siyasal katılım teşvik edilmeli, sivil siyaset alanı genişletilmeli ve devlet kurumlarının, parlamenter rejim ilkeleri çerçevesinde daha uyumlu olarak çalışmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.

        Bu bağlamda, 1982 Anayasasının sorumsuz fakat geniş yetkili bir makam olarak yarattığı Cumhurbaşkanlığı parlamenter rejim ilkelerine uygun olarak düzenlenmeli ve Cumhurbaşkanının yetkileri esas itibariyle sembolik yetkilerle sınırlandırılmalıdır.

        Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyelerinin seçiminde Batı demokrasilerinde olduğu gibi TBMM’ye de rol tanınarak, bu kurumların demokratik meşruluğu güçlendirilmelidir.

        ***

        Avrupa Birliği konusunda akılcı Türk kamuoyu gerekiyor

        BAHADIR KALEAĞASI

        TÜSİAD AB Temsilcisi

        Sayın Başbakan,

        Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. yüzyıldaki gücünün şekillenmekte olduğu bir döneme siyasal yön verme sorumluluğunu yüklendiniz. Candan başarılar diliyor ve bu dönemin kaderini belirleyecek olan Avrupa politikamızdaki bazı temel değerlendirme ve önceliklere dikkatinizi rica ediyorum.

        AB TEK SES DEĞİLDİR: Son AB Konseyi zirvesinin de işaret ettiği üzere AB içinde bir gelecek vizyonu tartışması yaşanmakta. Bu çerçevede bazı AB ülkeleri Türkiye’nin üyeliğinden yana tavır alırken, birkaç ülke hala çekincelidir. AB’nin kurumsal reform, enerji politikası, ekonomik rekabet gücü, bilgi toplumu ve güvenlik gibi alanlardaki iç sorunlarını yakından takip etmeli, bu gündemin içinde yer almalıyız.

        AB SÜRECİ DEVAM ETMEKTEDİR: Bu sürecin en önemli gücü sahip olduğu kurumsal yapıdır. AB Komisyonu ve üye ülkelerin çoğunluğu açısından Türkiye tam üyelik yolunda ilerlemektedir. Yakın tarih gösteriyor ki, zaman içinde koşullar değişiyor. Türkiye daha güçlü bir demokrasi, ekonomi ve toplum olarak AB üyeliğine hazır hale gelirken, küresel eğilimler lehimize işleyecek. Kısa vadeli sorunları aşarak, orta vadede “zaman” etkenini lehimize kullanmalıyız.

        TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ GÜCÜ DEMOKRASİDİR: Türkiye’nin düşünce özgürlüğü ve TCK 301. madde gibi demokratik eksiklerini kullanan bazı dış karşıt çevrelerin oyunu bozulmalıdır. Diğer bir deyişle, PKK, fanatik Ermeni ve Rum ve köktendinci Hıristiyan lobilerin en büyük arzusu hükümetinizin TCK 301. maddeyi değiştirmemesi ve demokratik reformlara devam etmemesidir. Türk halkı uluslararası demokratik onuru yüksek bir ülke yaşamayı hak etmektedir. Türkiye düşmanları bunu başaramayacağımızı umuyor. Yanılıyor olmalılar.

        ÖNCELİK GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE’DİR: Ancak güçlü bir demokrasi, ekonomi ve toplumsal yapı sahibi bir Türkiye, AB ile ilişlilerde ve küresel rekabet ortamında yükselebilir. Bu çerçevede, yaratıcılığı teşvik eden kapsamlı bir eğitim reformu, kayıt dışı ekonomiye karşı etkin önlemler, tarımda verimlilik artışı, bölgesel kalkınma, bilgi teknolojileri devrimi, çevreye duyarlı politikalar ve ihtiraslı bir yeni kadın hakları atılımı gibi hedeflere ulaşmak aynı zamanda Türkiye’nin küresel rekabet gücü yüksek bir toplum olması için elzemdir.

        AB KONUSUNDA AKILCI BİR TÜRK KAMUOYU: Türk kamuoyunun duygusallığını bilen bazı Türkiye karşıtı AB çevreleri bu durumdan istifade etmeye çalışıyor. Biliyorlar ki mevcut küresel ekonomik gerçekler nasıl olsa Türkiye’yi AB’nin etki alanında tutacak. Türkiye için alternatif olabilecek ülkelerin dış ilişkilerinde de AB en önemli çekim gücüne sahip. Bu durumda Türk halkını yıldırarak AB’den uzak tutmayı, üye olarak karar alma mekanizmasına dâhil etmeden Türkiye’yi özel statülü bir konumda ikinci sınıf bir ülke yapmayı planlıyorlar. Türkiye’deki ulusal duyarlılıkları suiistimal ederek, Türkiye’yi AB etrafında uydulaştırma emelleri var. Bu tuzağa dikkat!

        İLETİŞİM ZAAFINI AŞMALIYIZ: Türkiye içine kapandıkça ulusal çıkarlarımız kaybediyor. 21. yüzyıl medya, imaj, pazarlama, teknoloji, iletişim ve bilgi toplumu çağıdır. Artık dış politika, uluslararası ticaret, yatırım, turizm, enerji ve toplumlararası ilişkiler gibi farklı alanlarda iletişim çok önemli bir araçtır. Dış ilişiklerimiz buna göre yeniden yapılanmalıdır. Ayrıca iç iletişime de önem vermeliyiz. AB hakkında toplumu yanlış bilgilendiren abartılı olumlu veya olumsuz analiz ve bilgi kirliliğinden sakınmalı, sağduyulu ve akılcı bir kamuoyu yaklaşımına gereksinim var.

        TÜRKİYE’NİN DE AB’YE KOŞULLARI VAR: Önümüzdeki yıllarda AB üyeliğine hazır bir konuma gelmiş bir Türkiye, küresel gelişmeleri de dikkate alarak AB’yi sınamalıdır. Bugünkü gelişmeler ışığında, AB’ye tam üye olmayı kabul etmemiz için en az beş koşul öne sürmeliyiz.

        1 Kısa vadede gümrük birliği kapsamında dış ticaret anlaşmaları, Türk vatandaşlarına uygulanan vize sorunları, müzakere sürecinin daha etkin ve amacı sorgulanmaksızın işlemesi gibi konularda AB’den taleplerimiz karşılık görmeli.

        2 AB’nin önümüzdeki dönemde küresel ekonomik rekabet gücü yüksek olmalı.

        3 AB anayasal düzeni, kurumları, karar alma sistemi çok daha etkin işlemeli.

        4 Dünya sahnesinde AB’nin siyasal bütünlüğü ve rolü çok daha etkin olmalı.

        5AB’nin demokratik değerleri ve saygınlığı, Türkiye konusunda olduğu gibi yabancı karşıtı, demagojik, dar görüşlü ve düşmanca siyasal söylem ve tavırlar yüzünden zedelenmemeli.

        Sayın Başbakan,

        Tarih siyasal liderlere karşı acımasız, toplumlar sabırsız, rakipler fırsatçıdır. Türkiye tarihinde toplumun takdirini toplamış ve ülkemizi 21. yüzyıl dünyasında yükseltmiş bir hükümet dönemi dileğim.

        Saygılarımla

        ***

        4 kişilik bir aile asgari ücretle insanca yaşamalı

        SALİH KILIÇ

        Türk-iş Genel Başkanı

        Sayın Başbakan,

        Demokrasinin temeli örgütlü toplumdur. Terör ve şiddeti amaçlamayan, demokratik ilke ve kuralları değiştirmeye çalışmayan her görüş ve düşünce serbestçe örgütlenebilmelidir. Seçim sistemi, temsil ve katılım ilkesinin tam ve eksiksiz olarak gerçekleştirilmesi yönünde yeniden düzenlenmelidir. Siyasi Partiler Yasası demokratikleştirilmeli, milletvekili dokunulmazlığı yasama görevi ile sınırlı tutulmalıdır. Örgütlenme özgürlüğünün evrensel ilkelerine ters düşen engellemelere son verilmelidir. Hükümetin Avrupa Sosyal Şartı’nın adil ücret ile ilgili 4, sendikalaşma hakkıyla ilgili 5 ve toplu pazarlık ve grev haklarıyla ilgili 6. maddesine koyduğu çekinceler kaldırılmalıdır.

        Sürdürülmekte olan IMF-Dünya Bankası patentli politikalar terk edilerek, insana öncelik veren ekonomik ve sosyal politikalar benimsenmelidir. İnsandan yana ekonomik ve sosyal politikaların geliştirilmesi, demokratik planlamayla mümkündür. Özel kesim için yönlendirici, özel girişimi destekleyici, kamu kesimi için bağlayıcı, bölgesel ve sektörel bağlantıları etkin bir şekilde oluşturmuş ve demokratik katılıma açık planlama süreci başlatılmalıdır.

        Devletin ekonomik fonksiyonunu yeniden kazanması ve geliştirmesi sağlanmalıdır. Devlet, yeniden istihdam yaratıcı üretken ve verimli yatırımlar yapar hale getirilmelidir. Özel sektör yatırımlarının teşvikinde, istihdam yaratma özelliğine öncelik verilmelidir. Bölgesellikten vazgeçilip sektörel teşvik sistemine geçilmelidir.

        Yüzde 50 oranında seyreden kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı istihdam önlenmelidir. Bu amaçla, kayıtlı istihdam artırıldıkça, kayıtlı işçi ücretlerinden yapılan gelir vergisi ve sigorta prim kesintisi oranları azaltılmalıdır.

        Uygulanacak vergi politikası, bütçe açıklarını kapayacak, hatta bunu aşarak Türkiye’de devletin genişletmesi gereken sosyal hizmetlerini ve alt yapı yatırımlarını karşılayabilecek bir mali amaca sahip olmalıdır.

        Ücretler için ayrı/özel bir gelir tarifesi düzenlenerek, işçilerin ve memurların sırtındaki gelir vergisi yükü azaltılmalıdır. Vergi yükü, kazanç ve servete göre adaletli bir biçimde dağılmalıdır. Başta spekülatörler, rantiyeler, büyük toprak sahipleri, büyük tüccarlar, ithalat ve ihracatçılar ve bankacılar olmak üzere tüm sermaye ve servet sahipleri etkili bir biçimde vergilendirilmelidir. Sermaye kesimlerine yönelik vergi ayrıcalıkları ve istisnaları yeniden gözden geçirilerek, üretimi, ihracatı ve istihdamı özendirici hale getirilmelidir. Servet beyannamesi uygulaması yeniden getirilmelidir. Çalışanların sırtındaki dolaylı vergi yükü azaltılmalıdır. Kısa vadeli yabancı sermaye giriş ve çıkışları adil bir vergi politikasıyla denetim altına alınmalıdır.

        Ulusal savunma ile doğrudan ilgili sanayiler, ülkemizin önemli doğal kaynakları, kıyılar, limanlar, enerji üretimi ve dağıtımı, haberleşme hizmetleri, petrokimya sektörü ve demiryolu taşımacılığı gibi önemli alanlar kamunun mülkiyetinde ve demokratik yönetiminde bulunmalıdır. Kamu bankalarının yüksek oranda el değiştirilmesi önlenmelidir.

        Anayasanın emrettiği sosyal devlet anlayışı hayata geçirilmelidir. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik, toplu konut, ulaştırma harcamalarının bütçe içindeki payı artırılmalıdır. Sağlık hizmetleri devlet tarafından, parasız olarak sağlanmalıdır. Eğitim-öğretim birliği özenle korunmalıdır. Olanakları sınırlı öğrencilere yaygın bir biçimde ve yeterli miktarda burs sağlanmalıdır.

        Asgari ücret, iki çocuklu bir ailenin insanca yaşamasına yeterli düzeyde olmalı ve 6 ayda bir enflasyona ve büyümeye endeksli olarak artırılmalıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır. Emekli, dul ve yetim aylıkları, devlet desteğiyle yükseltilerek, bu kişilerin insanca yaşamalarına olanak sağlanmalıdır. Farklı alan ve işkollarında 15 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaları engellenmelidir.

        Kıdem tazminatı işçilerin en önemli kazanımlarından biridir. Kıdem tazminatı tavanı kaldırılmalıdır. İş güvencesi, uluslararası sözleşmelere uygun, yaptırımlı, tüm çalışanları kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

        İşçi hak ve özgürlüklerini geri götüren 4857 sayılı kanun yeniden ele alınmalı, iş güvencesinin kapsamı genişletilmeli ve etkinleştirilmelidir. Grev hakkı üzerindeki tüm yasak ve kısıtlamalar, Türkiye’nin onayladığı ILO Sözleşmesi doğrultusunda kaldırılmalıdır. Sendikalar Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununda yapılması düşünülen değişiklikler sosyal tarafların talepleri doğrultusunda, hak kaybı yaratmadan ve çalışma barışını bozmayacak şekilde düzenlenmelidir.

        İş sağlığı ve güvenliği çağdaş normlara uygun hale getirilmeli ve işyerleri denetlenmelidir. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Anayasa Mahkemesinin kararları dikkate alınarak, tüm taraflarla asgari müştereklerde sağlanacak uzlaşı doğrultusunda, yeniden düzenlenmelidir. Sosyal Güvenlik Kurumu özerk ve demokratik bir yönetim yapısına kavuşturulmalıdır.

        İşsizlik sigortasından yararlanma şartları, işsizlik ödeneğinin miktar ve süresi yeniden düzenlenmelidir. İşsizlik Sigortası Fonu ve faiz gelirleri amacı dışında kullanılmamalıdır. Yoksulluğun tanımı ülke koşullarına uygun olarak yapılmalı ve hak sahiplerinin sosyal yardımlara kolayca ulaşmasına olanak sağlanmalıdır.

        Saygılarımla

        ***

        Kürt meselesine demokrasi sorunu olarak yaklaşılmalı

        CEVAT ÖNEŞ

        Eski MİT Müsteşar Yardımcısı

        Sayın Başbakanım;,

        22 Temmuz seçim sonuçlarına göre yeni hükümetin Başbakanı ve Bakanlar Kurulu belli olmadan, ülkemizin öncelikli temel meseleleri ile ilgili bazı düşünce ve önerilerin, kamuoyunun bilgisi içinde, medya aracılığı ile sunulması, yaratabileceği sonuçlar itibariyle önem kazanmaktadır.

        Kasım 2002-Temmuz 2007 AKP iktidarı dönemi, Türkiye’nin temel sorunlarının dayattığı çözüm ihtiyacının önemine paralel olarak, gelişmiş ülkelerle ülkemiz arasında bulunan “gelişmişlik ve çağdaşlık” farkının kapatılabilmesinin “olmazsa olmaz” şartlarına da açıklık kazandırmıştır.

        Bu dönemde, özellikle 2002-2005 sürecinde, siyasi ve ekonomik istikrarın korunarak, ekonomik büyümeye devamlılık kazandıran yapısal reformların yarattığı sonuçlar, 22 Temmuz 2007 ile başlayan süreç için önemli bir alt yapıyı hazırlamıştır. Bahse konu istikrar ve gelişmenin dinamik gücünün ortaya çıkarılmasında ve çağdaşlık hedeflerinin belirlenmesinde, keza 2002-2005 AB sürecinde gösterilen performansın önemle rol oynadığına işaret etme durumundayız.

        AB ile müzakere sürecine başlayan Türkiye’de, 22 Temmuz 2007 seçim sonuçlarını etkileyebilmek için harekete geçen iç ve dış dinamiklerin yaratabildiği, etkilediği, yönlendirebildiği sorunların varlığı ise çözüm şartlarını yaratmak zorunda olan hükümetlerin öncelikle değerlendirmek durumunda oldukları bir gerçeği göstermektedir.

        Ekonomik şartların zorunlu kıldığı yeni yapısal tedbirler, laik/anti-laik saflaşmayı ortadan kaldırabilecek “güven” unsurunun oluşturulabilmesi, yükseltilen “rejim” kaygılarını giderebilecek gelişmeler sağlanması, çağdaşlık ve evrensellik gibi temel değerler hedeflerinde bütünleşmeyi sağlayabilecek AB süreci dinamiğine yeniden hayatiyet kazandırılması, Kıbrıs sorunun çözümünde rasyonel adımlar atılabilmesi, bölgesel sorunlardan küresel gelişmelere kadar uzanan, değişen, ülkemizi de etkileyen çıkar-güç dengeleri içerisinde, ülke-toplum gelişme dinamiklerini değerlendirebilen, yönetebilen, barışçı ve gelişmeci bir siyasi iktidarın oluşturulabilmesi öncelikli görev olmaktadır.

        Evrensel değerler sisteminin düşünce ve uygulama boyutu çerçevesinde hareket edebilecek, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının zorunlu kıldığı nitelikli kadrolarla güç kazandırılacak demokratik sistemin, tüm sorunlarımızın çözümlerinde, alternatifsiz yaşam biçimi olması gerektiğini her geçen gün daha açıklıkla anlamaktayız.

        Genel bir çerçeve içerisinde çizmeye çalıştığımız, Türkiye gelişme dinamiğinin temel koşularının yaratılabilmesi için Kürt meselesinin öncelikle çözümünün önemini artırarak korumakta olduğuna vurgu yapmak durumundayız.

        Kürt meselesi; tarihsel, ekonomik, siyasi, psikolojik ve terör yönü ile de toplumsal bir rahatsızlığımızı gösterirken, jeopolitik ve jeostratejik yönleriyle de sorunu derinleştiren, yönlendirilebilen, riskleri artıran özellikleriyle de bölgesel ve uluslararası bir konuma sahiptir. Kürt meselesine yaklaşımda, PKK terörü ile maruz kalınan çok ağır kayıpların yarattığı psikolojik şartların ağırlığı ve iç politika malzemesi olarak kullanılabilirliğinin muhtemel sonuçları bilinmektedir. Ancak bu sorunu çözebilen bir Türkiye’nin yaratabileceği gelişme dinamikleri ile sağlayabileceği milli, bölgesel ve küresel çıkarların boyutlarının okunabilmesi de yeni iktidarın en öncelikli görevlerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.

        Marjinal bazı söylemlere, taleplere, iç ve dış politikaların yönlendirmelerine rağmen, Kürt meselesine genel demokrasi sorunu olarak yaklaşılması, hukukun üstünlüğü, insan hakları, farklı kültürel zenginliğin bütünlüğü, eşitlik, adalet gibi evrensel ilkelerle yaklaşılması durumunda toplumsal çözüm taleplerine cevap verilmesinin mümkün olduğunu ifade edebiliriz.

        Evrensel genel demokrasi kriterlerinin ve Demokratik Güvenlik Konsepti’nin düşünce boyutlarının şekillendireceği yeni anayasa yapımı çalışmaları sürecinin, Kürt meselesinin çözümü bakımından, toplumsal bir mutabakatı da ortaya çıkarabileceği gerçeğini görebilmeliyiz, bu doğrultu da planlı çalışmalar yapabilmeliyiz.

        Türkiye’nin Kürt kimliği ile ifade edilebilen vasatlarının, ülkemizin milli, bölgesel ve küresel politikalarında zafiyet olarak değerlendirilebilen unsurlarının, barış içinde yeni şartların ve çıkarların şekillendirilebilmesinin imkanlarını da sunabileceklerini dikkate almak durumundayız.

        Sayın Başbakanım;

        22 Temmuz sonuçları nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, Türkiye demokrasisi güçlenmiş, Türkiye toplumunun demokrasi kültürü gelişerek derinleşmiştir. Seçim sürecinde yaşanan olumsuzluklar, deneyim yönü ile siyasi hayatı ve toplumsal gelişim yönü ile yeni kazanımları ortaya çıkarmıştır.

        Diğer temel sorunlarda olduğu gibi Kürt meselesinin çözümü için;

        1 Kapsamlı bir çözüm projesi hazırlanması,

        2 Yeni anayasa yapımı çalışmalarının çözüm imkanlarının yaratılması yönü ile çok iyi değerlendirilmesi,

        3 Çağdaş, demokratik, laik, sosyal cumhuriyetimizin temel ve vazgeçilmez ilkeleri üzerinde toplumsal mutabakatları sağlayıcı çalışmaların planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi,

        4 Demokratik Güvenlik Konsepti zihniyeti ve uygulamalarının terörü, silahları ortadan kaldırabilecek şekilde geliştirilmesi,

        5 Çözüm çalışmalarında toplumsal, kurumsal mutabakatların sağlanması,

        6 Siyasi platformlarda en geniş şekilde koordinasyon, dayanışma, işbirliği şarlarının geliştirtmesi,

        7 Hükümet programında sorunun çözümüne öncelik ve ağırlık verilmesi,

        8 Belirtilen hedefler istikametinde çözümü gerçekleştirebilecek, çözüme kilitlenmiş siyasi ve bürokratik kadroların seçimi, gibi sürekliliğe sahip çalışmalarla, ilk bir senelik süreçte önemli mesafelerin alınabileceğine olan umudumuzu korumaktayız.

        Sayın Başbakanım,

        Türkiye toplumunun büyük çoğunluğu, farklı kültürel zenginlikleri, farklı kimlikleriyle tek bayrak, tek vatan, tek millet kavramını düşünce boyutları ve yaşam pratikleri içerisinde içselleştirmişlerdir.

        Türkiye’nin demokratik sisteminin güçlendirilerek geliştirilmesi sürecinde atılacak her adım terörü söndürürken, silahların tamamen bıraktırılması şartlarını da ortaya çıkaracaktır. Bütünleşen Türkiye toplumu, süregelen Kürt kartını kullanma oyunlarına da son verecektir.

        Çok renkli, çiçek bahçemiz olan Türkiye’mizde, evlatlarımızın el ele sonsuza dek mutlu yaşama şartlarının yaratılması hususunda, yeni hükümetimiz tarihi bir görev ve sorumluluğa sahip olacaktır.

        Saygılarımla,

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ