Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya CHP'nin iki açıklamasına köşe yazarlarından ortak tepki

        İşte CHP'nin resepsiyonla ilgili tavrına yönelik, ilk olarak Gazete HABERTÜRK Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'nın dünkü yazısıyla başlayan ve bugün de köşe yazarlarının eleştirileriyle devam eden ortak tepki:

        Fatih Altaylı- Gazete HABERTÜRK

        Devekuşu

        CUMHURİYET Halk Partisi, üniversitede türbanın önünü açan YÖK kararına, daha doğrusu YÖK Başkanı kararına "engel" çıkarmayarak, bu konuda "ters tavır" almayarak sorunun bir anlamda çözümüne katkıda bulundu.

        Hem de çok ciddi bir katkı.

        Ancak aynı CHP dün bambaşka bir şey yaptı.

        Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı Gül seçildiği günden bu yana Çankaya Köşkü'nde iki farklı 29 Ekim resepsiyonu verirdi.

        Biri gündüz askerlerin de katıldığı "resmi" davet, diğeri ise gece sanatçıların, gazetecilerin, STK yöneticilerinin katıldığı "yarı resmi" davet.

        Gündüz davetinde Hayrünnisa Gül olmaz, böylelikle özellikle askerlerin "türban duyarlılığı" göz önüne alınmış olurdu.

        Cumhurbaşkanı Gül, büyük olasılıkla referandumdan sonra oluşan iklimi de göz önüne alarak bu yıl iki daveti teke indirdi ve

        herkesi birlikte çağırdı.

        Bu durumda ev sahibesi olarak Bayan Gül de türbanıyla salonda olacak ve elbette başka türbanlı konuklar da davette yerlerini alacaklar.

        Üniversitede türban konusunda çok önemli bir açılım yapan CHP, Çankaya Köşkü'ndeki davet teke indirilince aynı açılımı yapamadı ve daveti protesto ettiğini, katılmayacağını bildirdi.

        Elbette CHP bu tavrını, "Biz üniversitede evet diyoruz ama kamusal alanda hâlâ karşıyız"

        şeklinde açıklayacaktır.

        Ama bana göre çok da doğru bir tavır değil. Buna dense dense "devekuşu tavrı" denir.

        Bu tavırla sadece hoşunuza gitmeyen şeyleri görmeme şansına sahip olursunuz. Ama varlıklarını ortadan kaldıramazsınız.

        Hayrünnisa Hanım 3 senedir Köşk'te. Ve en az 2, belki de 4 yıl daha orada.

        Sonrasını ise zamanla göreceğiz.

        Yiğit Bulut - Gazete HABERTÜRK

        ‘Türban açılımı yapalım’ de sonra resepsiyona gitme!

        BU soruyu medya buluşmasında Kılıçdaroğlu’na da sordum ama cevap alamadım...

        Aslında konuya “İnce gibi kafadan girmeyen” Kılıçdaroğlu için bence o yemeğe geldiğinde “protesto gibi” bir gündem yoktu!

        Yüzünden de çok belliydi; böyle bir inancı da, düşüncesi de oluşmamıştı...

        Sevgili dostlar, CHP “Türban açılımı yapalım” dediği anda umutlanmış ve konuyu halletme yolunda özellikle “zihniyet” değişikliğine gidileceğine inanmıştım.

        İnce’nin açıklaması sonrası “bu umudumu” kaybederken, Kılıçdaroğlu’nun “olaydan haberdar” değilmiş gibi bakması yeniden “böyle bir tavır” olmayacağı ve Türkiye yine “boş bir gündeme kilitlenmeyeceği” için olumlu düşünmeme yol açtı.

        O dakikadan itibaren aklımda hep aynı soru var; türban açılımı diyorsun ve arkasından Türk halkının seçtiği Cumhurbaşkanı’nı protesto ediyorsun... Umarım CHP böyle bir

        “kaosa ve tartışmaya” yol açmaz ve Türkiye saçma sapan bir “gittilergitmediler” gündeminde boğulmaz...

        Ahmet Altan - Taraf

        CHP ve Başörtüsü

        Bir mafya reisi bir keresinde kızdığı bir düşmanına mahkeme kapısında, “seni mermi manyağı yaparım” diye bağırmıştı.

        Bu laf, günlük hayatımıza girdi.

        CHP’liler beni bağışlasınlar ama izledikleri politikalardaki zikzaklar bana o lafı hatırlattı.

        “Başörtüsü manyağı” olmuş gibi gözüküyorlar.

        Önce “başörtüsünü de biz çözeriz” diyorlar sonra Cumhurbaşkanı’nın eşi “başörtülü” diye Çankaya’daki resepsiyona gitmiyorlar.

        Pek nazik olmayan ve çocukça bir jest bu bence.

        CHP’liler neyi protesto ediyorlar?

        Cumhurbaşkanı’nın eşinin başörtülü olmasını mı?

        Cumhurbaşkanları, CHP’lilerin beğendiği tarzda bir hanımla mı evlenmek zorundalar?

        Bir insanın kimi sevdiği, kiminle evlendiği ile Cumhurbaşkanlığı’nın ne ilgisi var?

        İlerde Cumhurbaşkanı olmayı düşünen biri, evlenirken gidip CHP Genel Merkezi’nden “evliliğe uygundur” diye ilmühaber mi alacak?

        CHP’nin uygun görmediği insanlarla evlenenleri Cumhurbaşkanı yapmayacak mıyız?

        Cumhurbaşkanı’nın “eşini” politik bir meseleye konu etmek bence yakışıksız bir davranış.

        Kadınların başlarını örtmesi gerektiğine inananlar da, eşlerinin başları açık olan görevlilerin davetlerini ret mi edecek?

        Başörtüsünün dinî bir vecibe olduğunu düşünen politikacılar, CHP’li bir görevlinin davetine, “eşinin başı açık” diye katılmazsa ne düşünür CHP’liler?

        Bunu incelikli bir davranış olarak mı görürler?

        Çankaya Köşkü, Cumhurbaşkanı’nın evi.

        Dolayısıyla eşinin de evi.

        Cumhurbaşkanı, politik bir mesele çıkmasın diye eşini mi boşayacak yoksa zorla eşinin başını mı açacak?

        CHP’liler, eşinin başı kapalı birinin Cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkıyorlarsa, bu, ülkenin erkek vatandaşlarının yaklaşık yüzde altmış-yetmişinin Cumhurbaşkanı olamayacağını söylüyorlar demektir.

        Böyle mi söylüyorlar?

        Cumhurbaşkanlığı, eşlerinin başı açık olan bir azınlığa mı ait?

        Bu, ayrımcılık değil mi?

        Bir tür ırkçılık değil mi bu?

        CHP’nin bugün, eskiden olduğu gibi devleti şekillendirme gücü yok.

        Ama böyle bir güçleri olsaydı, eşi başörtülü hiçbir vatandaşı “devlet görevine” kabul etmeyeceklerdi demek ki…

        Sen ne kadar başarılı olursan ol, ne kadar bilgili olursan ol, ne kadar yetenekli olursan ol, başörtülü bir kadını sevdiysen sana bu devlette yer yok, öyle mi?

        Böyle bir yaklaşım zorbalık değil mi?

        Böyle bir yaklaşım diktatörlük değil mi?

        Ya da, “görevli olabilirsin ama eşini gözlerden saklayacaksın, kimseye göstermeyeceksin” mi diyeceğiz?

        Buna kimin hakkı var?

        CHP, ne yaptığının, ne söylediğinin farkında mı gerçekten?

        Devlette nasıl bir azınlık sultası istediğini kavrayamıyor mu?

        Hani ne oldu eşitliğe, adalete, özgürlüğe?

        CHP’liler, 27 Nisan’ı hatırlatan gereksiz bir hoyratlıkla davranıyorlar.

        Cumhurbaşkanı’nın tasvip etmediğin bir davranışı, tavrı, sözü, politikası olursa eleştirirsin ama onun eşinin giyimini eleştiremezsin.

        Seni ilgilendirmez çünkü.

        Bir insanın “eşi” üzerinden politika yapmak bana sorarsanız yapılabilecek en ucuz politikadır ve Türkiye’de bu ucuzluğa prim tanıyacaklar çok fazla değildir.

        CHP, belli bir azınlığı temsil eden küçük bir parti olmaktan, gerçek bir parti olmaya geçmek istiyorsa, bu ülkede yaşayan herkesin eşit haklara sahip olduğunu kabul etmek zorunda.

        “Herkes benim istediğim gibi giyinecek” diyerek de çoğunluğun partisi haline gelmek mümkün değil.

        Size ne insanların eşlerinin giyiminden?

        Başka işiniz mi yok?

        Bu sığlıkla hangi sorun çözülür, hangi derde çare bulunur?

        Böyle “iki arşın kumaş” üzerinden politika yaparsanız, iki arşınlık parti olarak kalır, her seçimde hüsrana uğrarsınız.

        İstediğiniz buysa, tebrikler, amacınıza ulaşıyorsunuz.

        Ahmet Hakan - Hürriyet

        AK Parti nasıl kazanıyor

        CHP sayesinde kazanıyor.

        Şöyle ki:

        CHP’liler, ellerine Cumhurbaşkanı’ndan gelen davetiyeyi alıyorlar. Davetiyede yer alan “Türkiye Cumhurbaşkanı” ibaresini görüyorlar. Kendi aralarında yaptıkları değerlendirmede “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı değil de Türkiye Cumhurbaşkanı yazılmış” saptamasını yapıyorlar. Ardından da hükmü veriyorlar: “İşte! Bunların cumhuriyet düşmanı olduğu bir kez daha ortaya çıktı.”

        Ve önünü arkasını fazla kurcalamaya gerek görmeden gelsin basın toplantıları, gelsin soru önergeleri...

        Ama çok değil, birkaç saat sonra anlaşılıyor ki:

        Bu tür davetiyelerde “Türkiye Cumhurbaşkanı” denirmiş...

        Aynı ifadeyi Ahmet Necdet Sezer de, Süleyman Demirel de kullanmış...

        Sonuç? Sonuç şu:

        Eldeki malzemenin tutarlılığından emin olmadan, önyargıya fazlaca güvenerek, geçmiş örneklere bakmadan aceleyle atılan bu adım nedeniyle iki şey oluyor:

        BİR: CHP durup dururken, hiç yoktan kaybediyor.

        İKİ: AK Parti durup dururken, hiç yoktan kazanıyor.

        Sakın yapma CHP

        GEREKÇENİZ ne olursa olsun...

        Hangi mesajı vermek istiyor olursanız olun...

        Hangi strateji ve taktiği uyguluyor olursanız olun...

        Eğer “türban” yüzünden...

        Cumhurbaşkanı’nın verdiği Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nu boykot ederseniz...

        Türbanlı kadın görünce kaçacak yer arayan askerlerin o tuhaf ve acıklı tutumlarının aynısını sergilemiş olursunuz.

        Türbanlı kadınlara ağır bir hakarette bulunmuş olursunuz.

        Türbanlı kadınlarla aynı ortamda bulunmak istemediğinizi göstermiş olursunuz.

        Bu da çok ama çok büyük bir ayıp olur.

        Şu kadarını söyleyeyim:

        Çıkıp “Üniversitede türban yeniden yasak olsun” deyin ama bunu sakın yapmayın.

        Çünkü “Türbanlı kadınlar geliyor” diye resepsiyonu boykot etmek, “üniversitelerde yasak devam etsin” demekten bile daha geriye düşmek anlamına gelir.

        Kısacası...

        Bir çuval inciri değil, bin çuval inciri berbat olmuş olursunuz.

        Yılmaz Özdil - Hürriyet

        Benden söylemesi (5)

        Bakın, 29 Ekim resepsiyonu için Çankaya Köşkü’nden CHP’ye davetiye gönderildi. “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yazmıyor, sadece Türkiye Cumhurbaşkanı yazıyor, bu ne rezalet” diye, ortalığı ayağa kaldırdılar. Çankaya Köşkü şırrakk diye dayadı eski davetiyeleri, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer döneminde de aynı sıfatın kullanıldığını belgeledi.

        Necmettin Erbakan’la Abdullah Gül’ün doğum günlerinin 29 Ekim olması, zaten yeterince matraktı... CHP’nin hafızası sayesinde, daha şimdiden, Abdullah Gül’ün hayatındaki en güzel Cumhuriyet Bayramı oldu!

        Üstelik...

        Kahvaltıda “Resepsiyona katılmıyoruz” dediler, akşam yemeğinde genel başkan çıktı “Katılabiliriz” dedi. E haliyle genel başkanın yemeğine katılan yandaş medyacılar, katıla katıla bi hal oldu.

        Halk Fırkası vardı...

        Bunlar da Cumhuriyet

        Halk Fıkrası herhalde!

        Nazlı Ilıcak - Sabah

        Yukarı tükürse... Aşağı tükürse...

        Çankaya'da başörtüsü yasağı AK Parti iktidarıyla birlikte (2003) başladı. Önceden başörtülü eşleri de davet eden Sezer, keyfi bir yasak koydu. Bu durumda, CHP'li Muharrem İnce'nin "Tek tören, kamuda da başörtüsüne izin verileceğinin işaretidir" demesi yersiz kaçıyor. Aksine, Türkiye normalleşiyor. İnce'nin, Önder Sav ekibinden olduğu ileri sürülüyor. Kemal Kılıçdaroğlu sıkıntıda. Yüreğinin sesini dinlese, 29 Ekim resepsiyonuna gitmeyi mahzurlu bulmaz. Ama bagajı ağır. Giderse tabanından ve partisi içinden yoğun eleştiri geleceğinden emin. Buna mukabil, protestosunu sürdürse, "Hani CHP değişmişti?" sorusuna muhatap kalacak.

        Kısaca, yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal.

        Taha Akyol - Milliyet

        29 Ekim ve CHP

        CUMHURBAŞKANI Gül, 29 Ekim Cumhuriyet resepsiyonlarındaki türban yasağını kaldırdı. Bu yasak zaten Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in özel bir uygulamasıydı. Hatta milletvekillerinin eşlerini izlettirip başı kapalı olduğu anlaşılanlara eşsiz davetiye gönderilmesi ve karışıklık olduğunda başörtülü vekil eşlerinin Köşk’ün kapısından geri çevrilmesi gibi nezaketsiz davranışlar olmuştu.

        Sezer’den önce Çankaya’da böyle bir sorun yoktu. Sezer’in ilk döneminde de türbanlı kadınlar Cumhuriyet resepsiyonuna katılmış, Sezer de onlarla tokalaşmıştı.

        Sezer’in sonradan çıkardığı ayırımcılık, nezaketsiz bir istisna idi. Gül bu istisnayı kaldırdı, olağan kurala dönüldü.

        “Askerin tepkisi”ni dikkate alarak uygulanan “çift resepsiyon” da bir anomali idi; Gül şimdi normal tek resepsiyon uygulamasına geçerek normale döndü.

        Bu durumda “askerin tepkisi”ni CHP mi temsil edecek?!

        Asker tepkisini temsilen!

        Ordu-CHP yakınlığı hakkında, bu partiye oy vermeyen halk çoğunluğunda yaygın bir görüş var zaten.

        Uzun yıllardan gelen bu imaj sebebiyle CHP bir türlü kabuğunun dışına çıkamıyor, yüzde 20’nin etrafında dolanıp duruyor.

        Kılıçdaroğlu bu kabuğu kırmaya çalışıyor...

        Kılıçdaroğlu’nun açılım çabası toplumda sempati de topluyor.

        Tam da partinin lideri bunun için gayret ederken, CHP’li Muharrem İnce tuhaf ama çok önemli bir açıklama yaptı; CHP resepsiyona katılmayacakmış!

        CHP hâlâ bu kafadaysa, hâlâ “askerin tepkisi”yle özdeşleşmekten kurtulamıyorsa, toplum niye CHP’yi iktidara getirsin?

        Tabloyu gayet iyi gören Kılıçdaroğlu, “29 Ekim’e daha çok zaman var” diyerek durumu düzeltme yollarını arayacağını ortaya koyuyor.

        CHP gibi bir partide Kılıçdaroğlu neyi ne kadar değiştirebilecek?

        “Toplumun büyük çoğunluğunu dışlamak” CHP’nin genlerinde vardır ve Türkiye bu yüzden çok sıkıntılar çekmiştir.

        Cumhuriyet resepsiyonunu, Cumhuriyet Bayramı protokolünü türbanlı kadına yasaklamak, hem kadına karşı kaba bir saygısızlıktır, hem Cumhuriyet’in kapsayıcı olmasını engelleyen bir akıl dışılıktır.

        Allah Kılıçdaroğlu’na kolaylık versin.

        Güneri Civaoğlu - Milliyet

        Köşk’te öyle bir geçer zaman ki...

        ÇOK saçma şeyler bunlar... Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki davete “türbanlı”lar da konuk olacakları için gitmemek...

        Çankaya Köşkü’nde Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı iken “türbanlı, başörtülü” hanımlar 29 Ekim davetlerine katılıyorlar mıydı?

        Evet...

        Daha sonra Ahmet Necdet Sezer 2000 yılında Cumhurbaşkanı oldu.

        Köşk’teki 29 Ekim davetlerinde “türbanlılar/başörtülüler giremez” diye bir kısıtlama mı uyguladı.

        Cumhurbaşkanlığı’nın ilk yıllarında 29 Ekim davetlerine “türbanlılar/başörtülüler” katılıyordu.

        Sorun yoktu.

        Ancak...

        2003 yılında Ahmet Necdet Sezer ansızın farklı bir uygulamaya geçti.

        Eşleri “türbanlı/başörtülü” olanlara “tek kişilik” davetiye gönderdi.

        Gerekçesi “Çankaya Köşkü kamusal alandır, başı örtülü olanların girmemesi gerekir” diye özetlenebilir.

        Çankaya Köşkü böylece 29 Ekim 1993’te “kamusal alana” dönüştürüldü.

        Peki...

        Daha önceki cumhurbaşkanları döneminde, hatta Sezer’in ilk Cumhurbaşkanlığı yıllarında “kamusal alan” değil miydi?

        Bunun cevabını “net” olarak alınabilmiş değil.

        Fakat “zamanın ruhuyla” örtüşen bir uygulamaydı.

        Sürdü...

        Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’ na adaylığı tartışılırken eşi Hayrünnisa Gül’ün başının örtülü olması polemiklerin ekseniydi.

        “Kamusal alan” olduğu gerekçesiyle Köşk’teki 29 Ekim davetlerinde başı örtülü hanımlara duvar örülmüşken şimdi davet sahibinin eşi Först Leydi “başörtülü” olunca, sorun nasıl aşılacaktı.

        Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı’nın ilk yıllarında bir çözüm ortaya koydu.

        29 Ekim’lerde 2 davet düzenliyordu.

        Gündüz “devlet erkânına, eşsiz...”

        Gül, kapıda konuklarını da yalnız karşılıyordu.

        Sanatçılar, gazeteciler ve devlet erkânı dışındaki konuklar için gece verilen 2. davette ise zaten böyle bir sorun yoktu.

        Şimdi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “makulün normal de olduğunu” vurgulayan klasik uygulamayı yeniden başlatıyor.

        Tek bir 29 Ekim daveti... Başı açık da, kapalı da olan tüm davetlilere köşk kapılarının açılması...

        2003’te açılan parantez 2010’da kapanıyor.

        CHP’nin Köşk’te yapılacak 29 Ekim davetine katılmaması “yanlış” olur.

        Gül meşru Cumhurbaşkanı...

        Eşinin daha önce de başı örtülüydü değişen bir şey yok.

        Devletin först leydisi... “Birinci, hanımefendisi...”

        CHP’lilerin davete gitmeleri, gitmemeleri bu gerçeği ne eksiltir ne çoğaltır.

        Ama...

        CHP’yi yaralar.

        “Yüksek öğrenimde başörtüsünü kaldırmak için iktidar partisiyle işbirliğine hazırız” çağrısında bulunan bir CHP, eşinin başı örtülü diye Cumhurbaşkanı davetine sırt çevirirse bu tutarsızlığı izah edemez.

        “Kamusal alanda hizmet veren ve hizmet alan ayırımı” gibi teorilere dinleyici bulamaz.

        Mehmet Ali Birand - Posta

        CHP tek resepsiyona katılmalı

        Cumhurbaşkanlığı 2003’e kadar her 29 Ekim’de büyük bir resepsiyon verir ve Devlet ile toplumun önde gelenlerini buluştururdu. Kimsenin türbanlı olup olmadığı sorun yapılmazdı.

        2003’te, Sezer mutlaka Komutanların da destekleriyle bir karar aldı ve Çankaya Köşkü’nütürbanlı eşlere kapattı. İlk defa Kamusal Alan kavramı getirildi. Bunun asıl nedeni, iktidara gelmiş olan Ak Parti’ye türban konusunda bir mesaj vermek, türbanlıların alanlarını kısıtlamaktı. Eşi türbanlı olan milletvekilleri, bürokratlar, hatta iş ve medya dünyası da, eşsiz davet edilir oldu.

        Cumhuriyet tarihindeki, giyimle ilgili ilk ayrımdı bu...

        Ardından, Çankaya’ya Gül çıktı.

        Gelir gelmez, aynı konuda duyarlılık gösteren Komutanların nasırına basmamak, kriz yaratmamak adına, 29 Ekim resepsiyonlarını ikiye böldü. Gündüz resepsiyonuna Komutanları davet etmedi. Türbanlılar dahil olmak üzere, toplumun bir kesimi, akşam resepsiyonuna ise, yoğunlukla Silahlı Kuvvetler mensupları, devlet bürokrasisi ve yabancı kordiplomatik çağırıldı.

        Doğrusunu söylemek gerekirse, garip bir görüntüydü. Kimsenin içine sinmiyordu, ancak geçici de olsa bir oyun sahneleniyordu. Sanki iki ayrı Türkiye vardı ve Cumhurbaşkanı da, iki ayrı kutlama yapıyordu.

        Bu uygulama, TSK ile İktidar arasındaki büyük bir mücadele sürdükçe, devam etti.

        Ağustos ayındaki YAŞ toplantılarında yaşananlar ve sonuçta iktidarın istediğini kabul ettirmesiyle birlikte, dengeler değişti.

        Şimdi, açılmış eski ve yeni yaraların sarılması dönemine giriliyor.

        Cumhurbaşkanı Gül, 29 Ekim resepsiyonunu 2003 öncesindeki uygulamaya döndürüyor. Yani, türbanlı-türbansız ayrımı yapılmadan, Devlet ile toplumun, sivil ile askerin kutlamalara birlikte katılmaları süreci tekrar başlatılıyor.

        ASKER NEDEN GELMESİN?

        Şimdi herkes merak içinde.

        Acaba gelecekler mi?” sorusu soruluyor.

        Neden gelmeyecekler ki?

        TSK, bir başka Türkiye’nin ordusu değil ki...

        Seçilmiş bir Cumhurbaşkanı var. Aynı zamanda, Başkomutan sayılır. Komutanların katılmamakta ısrar etmesi, son derece büyük bir Cumhuriyet krizi yaratır ki, buna kimsenin hakkı olmaması gerekir.

        Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın atacağı adımdan, Genelkurmayı önceden haberdar etmesi de, bir devlet nezaketidir. Mutlaka, Genelkurmay bilgilendirilmiş ve olumsuz bir sinyal alınmamıştır.

        Başka türlüsü düşünülemez dahi.

        Artık barış dönemidir. Kısır döngülerden kendimizi kurtarmak ve Kürt sorunu gibi, çok daha önemli sorunlara yoğunlaşma zamanıdır.

        CHP’NİN RESEPSİYON ÇELİŞKİSİ

        Besbelli ki, CHP’nin 29 Ekim resepsiyonu konusunda kafası karışık veya kendi içlerinde bir zamanlama sorunu yaşıyorlar.

        Ortada üç seçenek var:

        Muharrem İnce partinin aldığı “katılmama” kararını erken açıkladı. Daha beklemesi gerekirdi.

        Kılıçdaroğlu, aldıkları “resepsiyona katılmama” kararının abartılı olduğunu görüp geri adım attı.

        CHP yönetimi, AKP ile bir pazarlığa hazırlanıyor. Resepsiyona katılma karşılığında, iktidar partisi veya Gül’den, türban yasağının üniversiteler dışındaki eğitim kurumlarında devam etmeyeceğinin güvencesini istiyor.

        Hangisi olursa olsun, Kılıçdaroğlu’nun türban konusunda benimsediği yeni tutum, anlayışlı yaklaşım ile resepsiyona katılmama kararı açık bir çelişki yaratıyor. CHP bu resepsiyona katılmalı, buna karşı türbanın üniversite dışında da serbest bırakılmasına karşı çıkmalı.

        Ertuğrul Özkök - Hürriyet

        Birinci 'Beyaz Türk' kongresi

        Beyaz Türk paradigmaları yok mudur?

        Vardır elbet.

        Peki bu paradigmaların bazılarını kırma zamanı gelmedi mi?

        Geldi elbet.

        Öyleyse vakit kaybetmeyelim, bugün başlayalım.

        ¡ ¡ ¡

        Beyaz Türklerin bir bölümü, üniversitede türban yasağının kaldırılmasına karşı.

        Kabul, çocukluğumuzdan beri türban konusunda belli bir hassasiyetle büyüdük, büyütüldük.

        Ama artık ergenlik çağındayız.

        Şöyle de düşünemez miyiz? 18 yaşına gelmiş bir genç kız, özgürce kararını verebilmeli.

        “İtiraz kültürü” ile büyütülmüştük. Öyleyse, kafamızdaki yerleşik fikre de itiraz edebiliriz, etmeliyiz.

        Değil mi?

        Beyaz Türklerin bir bölümü, Kılıçdaroğlu’nun Çankaya Köşkü’ndeki 29 Ekim törenine katılmama kararını destekliyor.

        Ben öyle düşünmüyorum. Geçmişte Turgut Özal’ın boykot edilmesine karşıydım. Bugün de Abdullah Gül’ün edilmesine karşıyım.

        Diyorum ki; madem itiraz kültürümüz var.

        Hazır başlamışken, Çankaya paradigmamızı da gözden geçirelim.

        Güya liberal kalemler, “Beyaz Türk”ün “Hayır” oyunu, darbecilik, antidemokratlık, şuculuk buculuk olarak değerlendiriyor.

        Oysa, “Hayır” oylarıyla çizilen Beyaz Türk coğrafyası, Türkiye’de çokpartili hayatın doğduğu ve geliştiği coğrafyadır.

        Adnan Menderes’in, Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’ın orta sınıf coğrafyasıdır.

        Şimdi hayatın her alanında, bunu bütün Türkiye’ye hatırlatmanın tam zamanı değil mi?

        Yani, “askerle”, “Ergenekon davası” ile, “türban” ile, “özelleştirme” ile ilgili sağlam demokratik bir duruşun tam zamanı.

        ? Bazıları diyor ki, “Beyaz Türkler, Kürt meselesinin çözümüne karşıdır”.

        Ben de diyorum ki, “Beyaz Türkler, demokrasinin beşiği olan, aile içi demokrasiden gelirler. O nedenle toplumun bütün sorunlarının demokratik biçimde çözülmesinden yanadırlar.”

        Netice: Beyaz Türk’ün Kürt paradigmasını da sallama zamanı geldi.

        ¡ ¡ ¡

        Evet, böylece “Birinci Beyaz Türk Kongresi” toplandı.

        İlle de bir araya gelmemiz gerekmiyor.

        Oylarımızı içimizden kendi kendimize de söyleyebiliriz.

        Biliyorum bazılarınızın itirazları var.

        Ama unutmayın.

        Biz Beyaz Türk’üz. Biat etmeyiz. Tartışmaktan hiç korkmayız.

        Hayat tarzlarına saygılı medeni bir Türkiye’de birlikte yaşamak isteyen, Beyaz Kürtleri de kongremize davet ediyoruz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ