Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Gazeteler Fatih Altaylı, İzzet Çapa'ya konuştu

        GAZETE HABERTURK - HT PAZAR

        Fatih Altaylı ile “teke tek” sohbet ettik. Gelgelelim soruları eğlenceli olsun diye sorsam “İzzet patronuna şirinlik yaptı” diyecekler. Köşeye sıkıştırmaya kalksam, sonunda ekmek parasından olmak var! İşte böyle bir ikilem içinde konuştum genel yayın yönetmenimle. Bir ara “Taze makarnayı benden iyi yapanını bulamazsın” dedi, ben de kanıtlamasını istedim. “Buyurun mutfağa” dedim. Yemeği yaparken yüzümü buruşturunca, kafama oklavayı da yedim. Bu şartlar altında umarım haftaya yine buluşuruz!

        Gazetecilik nasıl başladı? Benim gibi işletmecilikten mi geldiniz?

        (Gülüyor...) Yok, ticaret yapayım dedim. Baktım borcunu ödemeyen adamların peşinde strese giriyorum; “Değer mi” dedim. Cumhuriyet Gazetesi’nde işe başvurdum. Hasan Cemal yayın yönetmeniydi. Beni spor servisine gönderdi, başında Abdülkadir Yücelman var...

        İlk günden genel yayın yönetmeni olmadınız tabii..

        Abdül Ağabey bana çok çektirdi. Herkes takur tukur daktilo yazıyor, işi biliyor. Gözüm korktu. Kendi mülakatımı sabote etmek için “Hangi spordan anlarsın” deyince “Kayak” dedim. Meğer ona ihtiyaçları varmış. Sonra yabancı dilimi sordu. “İngilizce, Fransızca, Almanca çat pat da İtalyanca” deyince hemen başlamamı istedi. Fakat her ne hikmetse genelde yönetici koltuğuna oturttular beni.

        ‘ASİL NADİR HAYAL ETMEYECEĞİMİZ MAAŞLAR VERDİ’

        O zaman da otomobil merakınız varmış. Hep anlatırlar otomobillerinizi, çok özel bir şey miydi? Ne markaydı mesela?

        Markasını boşver. O zaman için havalı otomobiller. Asena Özkan bir gün “Oğlum burası Cumhuriyet, komünist gazete. O arabalarla gelme” dedi. Ben de Sultanahmet’e park edip gazeteye yürümeye başladım.

        Eh, komünizmin şartlarına uymak lazım!

        Ne komünizmi yahu... Çocuklar “Bu Asena seni kafaya almış” demez mi! Tekrar arabayla gelmeye başladım. Bu sefer de Abdülkadir Ağabey “Herkes nasıl geliyorsa habere öyle gidip geleceksin” dedi. Göreve giderken otobüse talim ettik.

        Para kazanıyor musunuz bari?

        Para mara almıyorum. 1.5 yıl sonra para vermeye başladılar. Maaşım iki depo benzin bile etmiyordu.

        Asil Nadir’in iflasının ardından yanında kalmanız vefa borcu muydu?

        İşin balını yerken biberini de yemeye hazır olacaksın. Adam bize zamanında çok güzel paralar verdi. O zaman için hayal bile etmeyeceğimiz maaşlar. Zora düşünce bırakıp gitmeyi kendime yediremedim.

        ‘AYDIN DOĞAN’IN MANEVİ EVLADI OLMADIM’

        Derken Aydın Doğan’ın manevi evladı olma istikametine gittiniz...

        Tam öyle değil. Asil Nadir’in medya yatırımları tamamen elden çıkınca, Nadir de Kıbrıs’a kaçınca ben de askere gittim. Dönüşte bir radyo kurduk, Best FM’i. Ama gazetelerden çok teklif vardı. Hürriyet’i kabul ettim. Başladık. O grupta bana çok değer verdikleri doğrudur. Ama hiçbir zaman Aydın Doğan’ın manevi evladı olmadım. Aydın Bey’in “yakın çevresinde” değildim. Beraber seyahatlere gitmedim, yatında kalmadım. Çok yakınında olmadım. İstemedim de. Manevi evlatları, “Babamsın” diyenler vardı. Onların arasında olmadım hiç. Ama değer verirdi bana.

        Prensi desek...

        Kendini prens zanneden o kadar çok insan vardı ki. Onca prens arasında sıra bana gelir miydi bilmiyorum. Ama Doğan Grubu’nun beni pamuklara sarıp kimseye göstermediği ihtimamı gösterdiği doğrudur. Çok kaprisime katlandılar, hiç sıkıntı yaşatmadılar. Ama başına çok dert açardım; Aydın Bey bir tartışmamızda “Bana yine kalp krizi geçirteceksin” diyecek kadar...

        Hürriyet’te kalsaydınız hayatınız farklı mı seyrederdi?

        Ne bileyim. Sana komik bir şey anlatayım. Hürriyet’teyim. Odamda oturuyorum. Telefon çaldı. Allah selamet versin, Erol Bey.

        ‘SİMAVİ, AYDIN BEY’E ‘ERTUĞRUL’UN YERİNE FATİH’İ GETİR’ DEDİ’

        Erol kim?

        Erol Simavi.

        Erol Simavi ile konuşur muydunuz?

        Konuşurduk. Eskiden arada arardı. Erol Bey aradı. “Fatih ben bir halt ettim” dedi. Hayırdır dedim. Almanya’da Aydın Doğan’la buluşmuşlar. Erol Bey, Aydın Bey’e “Gazetenin başına Fatih’i geçir. Ertuğrul Hürriyet’i Hürriyet olmaktan çıkarıyor. Fatih bu işi çok daha iyi yapar” demiş. “Sağolun Erol Bey ama halt bunun neresinde” dedim. “Ulan salak. Ben dedim ya, Aydın Doğan’ın seni gazetenin başına geçireceği varsa artık hayatta geçirmez” dedi. Aylar sonra bir daha aradı. “Tamam” dedi “Hatamı düzelttim.”

        Nasıl düzeltmiş?

        Aydın Bey’i arayıp “Bu Fatih’ten bir halt olmaz” demiş.

        Diyelim masanıza yarın Turgay Ciner’den “Kovuldun” yazan bir mektup geldi...

        Ne yapayım, eşyalarımı toplarım. Hem çok kovuldum hem de kovulmaya çok yaklaştığım zamanlar oldu. Bu meslekte kendini en önemli sanan insanın bile durumu patronun dudaklarından çıkacak iki cümleye bağlıdır. Ama bunları umursamam. Nasılsa kafayı çıkaracak bir yer buluruz. Hem şimdi daha kolay. İnternet falan var. Gazeteci kalıcıdır. Eski patronlarımın çoğu bugün gazetecilikten çok uzaktalar. Ama Turgay Bey, gazeteci olmayan patronlar içinde bu işi en iyi bileni.

        Nasıl yani?

        Çok ilginç bir koku alma duygusu var. Son 10 yılda çıkan iki etkili yazar var. İkisini de bulup çıkaran Turgay Ciner. Ahmet Hakan’ı da, Yılmaz Özdil’i de yazar yapan, yazarlığa başlatan o. Sabah’ta başladı ikisi de. Şimdi Hürriyet’teler.

        ‘SONUNDA YALAKALIĞIN KİTABINI YAZACAĞIM’

        Kovulma mektubuna dönelim. Aynı mektup Hande Altaylı’dan gelse?

        O zaman dağılırım tabii. Bu yüzden de hiç kimseye yapmam ama Hande’ye elimden gelen yalakalığı yapmayı görev sayarım. Benden daha yalaka bir koca bulunmaz. Hatta sürekli düşünüyorum Hande’ye daha fazla nasıl yalakalık yapabilirim diye. Sonunda kitabını yazacağım bu işin. Ama erkekler benden tiksiniyor.

        Hande Hanım’ın bu kadar yalakalığa değen en önemli özelliği nedir?

        Hiçbir konuda ısrarı, takıntısı yoktur. Paraya pula önem vermez. Beni ben olduğum için sever. Bazen de sevmez. Değişime açıktır. Gereğinden fazla akıllıdır. Zekidir, komiktir, esprilidir, şakadan anlar. Hande’dir anlayacağın. Sıkılır her şeyden. Sürekli yenilenir o yüzden. Sıkılıp değiştirmediği tek şey benim. Bir gün dedim ki “Sıkılıp her şeyi atıyorsun, zevklerin hep değişiyor, neden beni atmadın?”

        Nedenmiş?

        “Çünkü beni hiç değiştirmeye çalışmadın, hiç kısıtlamadın, bana müdahale etmedin, kendimi seninle özgür hissediyorum. Evliliği sahibim olmak olarak görmedin. Kendi yolumu aramama engel olmadın” dedi.

        Süper yalaka olmanızın etkisi yok muymuş yani?

        Olmaz mı, mutlaka vardır.

        ‘MEDYANIN CÜNEYT ARKIN’IYIM’

        Meğer ne şeker adammışsınız Fatih Bey! Peki bazen kızınızı ve Hande Hanım’ı alıp kaçmak gelmiyor mu içinizden; bu Bizans, pardon basın dünyasının stresinden?

        “Ne şeker adammışsınız” cümlende biraz ironi seziyorum ve bozuluyorum. Vallahi şeker adamım ama beni yakından tanımayan kimseyi inandıramıyorum. Tipim berbat da o yüzden belki. Kaçmak meselesine gelince... Olmaz mı? Hemde günde kaç kere. Toskana’ya yerleşmek istiyorum mesela. Goethe’nin dediği gibi ölmek için, ölümü beklemek için şahane bir yer. Hem sık sık gider Uffizi’yi gezerim.

        Evde “teke tek” kavgalar olmuyor mu hiç?

        Ben Hande’yle kavga etmem... O bana bağırır çağırır konu kapanır. Bazen onu delirttiğim oluyor tabii.

        Neye delirir en çok?

        Her şeye burnumu sokup maydanoz olmama. Ama evle ilgili değil. Zaten o işlere hiç bulaşmam.

        Medyanın Kadir İnanır’ı mısınız?

        Cüneyt Arkın’ı desen daha doğru olurdu. O daha kavgacı. Aslında kavgacı değil son derece iyi kalpli bir adamım ama hakkımı da korurum. “Kavga etmek isteyenle ederim. Kavgadan kaçmam” demek daha doğru.

        ‘BAŞBAKAN’IN UÇAĞINDA EN ACAYİP SORULARI BEN SORARIM’

        Bir de gazeteciler arasında ‘Başbakan’ın uçağına binmek, binmemek’ durumu var.

        Mesleki açıdan bulunulması gereken bir yer. Bazen davet ediliyorum, bazen edilmiyorum. Başbakan’ın bana kızıp kızmamasına bağlı.

        Davet edilmediğiniz zaman bozuluyor musunuz?

        Hayır, bizim nasıl insan tercih etmek hakkımız varsa Başbakan’ın da var. “Ben bu Fatih’ten hoşlanmıyorum” deyip almayabilir.

        “O uçağa binmediğim zaman bir şey kaybetmiyorum” mu diyorsunuz?

        Cumhurbaşkanlarıyla, başbakanlarla çok seyahat ettiğimiz oldu. Tayyip Bey ayrı bir hava getirdi, orada bulunmanın önemli olduğu hissini yarattı. Ama uçakta olduğum zaman en acayip soruları ben soruyorum.

        Pervasız mısınız yani?

        Tabii ki.

        ‘OFİSTE HELİKOPTER UÇURURUM’

        Hep böyle kasıntı mıydınız?

        Öyle olduğumu sanmıyorum, sosyalleşmekte güçlük çektiğim için uzaktan biraz soğuk görünebilirim. Ama gazetedeki halimi bilir arkadaşlar. Eğlenceliyimdir. Bence tabii...

        Arkadaşlar burada yok, siz anlatın biraz.

        Mesela ofiste sıkılınca oyuncak helikopter uçururum, uzaktan kumandalı otomobille oynarım.

        Hayret, ben de sadece kelle uçurursunuz sanıyordum!

        Yok. Bir gün benim terör estirdiğim görülmemiştir ama gazetede otoriteyi sağlamak isteyen bazı arkadaşlar beni gulyabani gibi gösterip “Vallahi Fatih Altaylı kapar seni yer” havası estiriyorlar.

        İnsanlarla aranıza bir dikenli tel koyuyormuşsunuz gibi geliyor bana...

        Doğru... Hiç geniş bir çevre, insanlarla müthiş bir muhabbet içinde olmak istemedim. Özellikle de bu işe başladıktan sonra. En yeni arkadaşım 30 seneliktir.

        Kaç tane var böyle “vintage” arkadaşınız?

        Hakiki arkadaşım 5 tanedir. Kimsenin hayatımın içine çok da fazla girmesini istemem. Arkadaşlık, yaptığım işle çok bağdaşmaz.

        “Yamuk yapanı” kolay çizer misiniz?

        Şahane çizerim, hiç yokmuş gibi olurlar. Onları doğmamış, hiç yaşamamış farz ederim.

        Size megaloman mı desem narsist mi bilemedim?

        Neyle ilgili olduğuna bağlı. Aynaya baktığımda, ne güzel herifim demiyorum. Hatta “Allah’ım niye bana bu kadar kötü davrandın” dediğim oluyor.

        Tip hiç aklıma gelmemişti, iş konusunda düşünmüştüm.

        Bu megalomani mi bilmem ama işini iyi yapanlardan olduğumu biliyorum. Şunu da biliyorum, Allah’ın şanslı kuluyum. Bana hep iyi davrandı. Hep yardım etti.

        Daha kesin bir cevap...

        Samimiyetle söyleyeyim, biz profesyonellerin megaloman olması komedi olur. Patronların gözünde işe yarar bir makineyiz sadece. Modelimiz geçince yerine yenisini koyabilecekleri bir şeyiz. Sonrasında hurdayız. Yayın yönetmenliğini de çok önemsemiyorum. Kimler yayın yönetmeni bir baksanıza etrafınıza... Demek ki matah bir şey olmak gerekmiyor yayın yönetmeni olmak için. Koltuğu çok önemserseniz, düşünce kendinizi komik durumlara düşürebilirsiniz.

        Turgay Ciner ile aranız nasıl?

        Turgay Bey dostum, ağabeyim, arkadaşım gibidir ama sonuçta patronum olduğunu hiç unutmam. Patron patrondur. Çalışan çalışan.

        Peki ya MİT’çi olduğunuza dair şehir efsanesi...

        MİT’ten çok MI6’e yakınım! Bir dönem CIA’de de çalışmıştım! Türkiye çok garip bir ülke. Uğur Mumcu’ya yıllarca MİT’çi dediler, ölünce kahraman yaptılar. Türkiye’de biraz öne çıkan herkes, özellikle de gazeteciler için söylerler bunu. Benim için o iddiayı söyleyen arkadaşımız şimdi hapiste...

        MİT’te sorgulandınız ama...

        Sorgu demeyelim. Abdullah Öcalan röportajını yaptıktan sonra davet ettiler. Görüşmeyi ve detayları öğrenmek istediler. Ben de anlattım.

        Ne yapmıştınız?

        Nasıl gittik, nerede buluştuk, ne konuştuk, ruh hali nasıldı falan... Röportajdan sonra yemek yedik. Ben gazeteciyim. Şeytanla bile röportaj yaparım. Aziz Yıldırım’la röportaj yapsam Fenerbahçeli mi olacağım? Kiminle istersem yaparım ama şimdi Öcalan röportajının fotoğraflarını internette dolaştırıp bana sövüyor bazıları. Ulan gizli bir şey mi yaptım! Bütün Türkiye biliyor röportaj yaptığımı.

        ‘ÖLSE DE PARASI BİZE KALSA’

        Babanızın cenazesinde hüngür hüngür ağladınız. Onu çok sevdiğinizden mi yoksa size ölümü hatırlattığından mı?

        Babamı artık göremeyeceğim için ağladım. Onu özleyeceğim için. Bana tatlı tatlı konuşamayacağı için, bana artık bir şeyler öğretemeyeceği için ağladım. Yoksa ölümden korkum yok. Hepimiz öleceğiz. Bu kadar kesin bir şeyden korkulur mu? İnsan ömrü 60-70 sene normalde. Sonrasında kendime ve insanlara yük olmaktan korkuyorum.

        O ne demek?

        Düşünsene, otururken donuma ediyorum. İnsanlara yük olmak karşı taraftan çok kendine saygısızlık. Paran olsa daha da kötü. “Ölse de parası bize kalsa” diye gözünün içine bakarlar. Beni korkutan ölüm değil, yaşlanmak.

        Peki dua ediyor musunuz?

        Tabii ama Arapça değil Türkçe dua ederim.

        Lisanın önemi yok mu diyorsunuz?

        Tabii. Allah konuştuğum dille fazla ilgilenmiyor. Aklımdan geçeni bilen Allah, dilimi mi önemseyecek! Ama, hayır yapmaya çok inanırım. Goethe’nin “Zengin ölmek ayıptır” diye bir sözü vardır. Zengin ölürsen hem hayatının hakkını vermemişsin hem çevrendeki ihtiyaç sahiplerine haksızlık yapmışsın demek oluyor.

        Peki ya geride kalan çoluk çocuğun hakkı?

        Parayı aptal çocuğa bırakırsın yok eder, akıllı çocuğa bırakmazsın yoktan var eder.

        ‘Miskinden kötülük gelmez’

        Peki Hande Hanım “Kahperengi”yi yazarken neden evi terk etti?

        Evdeki karmaşada bir türlü dikkatini toplayıp yazamıyor. Amerika’da bir yazarlar köyü varmış, oraya davet etmişlerdi. Ama Boston uzak geldi. Miskindir çünkü.

        Miskin mi?

        Hande’nin “Miskinden kötülük gelmez” diye bir görüşü vardır. Sonra Karaköy’de sevimli bir han dairesi bulduk. Ben de gittim gördüm. O ara kulağıma bazı dedikodular geldi.

        “Han Duvarları”nı mı yazacakmış?

        Yok, Fatih sevgilisine daire tuttu diye söylentiler çıktı. Güldük tabii. Bir ay orada yaşadı.

        Güç gelmedi mi bir aylık bekâr hayatı size?

        Yok canım, her gün telefon açıyor, sonra zırt pırt eve geliyordu Hande.

        Özlemiştir herhalde...

        Hayır, tembelliğinden. Talimat vermek için arıyordu.

        Tembellikten başka kötü tarafı yok mu eşinizin?

        Cimridir. Hayatımda bu kadar pinti bir insan görmedim.

        Ya kıskançlık?

        Sen olsan kıskanmaz mısın benim gibi adamı? Şaka tabii. Dozunda bir kıskançlığı vardır ama son zamanlarda iyice azaldı. Galiba artık beni kayda değer bulmuyor. Kim ne yapsın bu yaşlı başlı adamı, diyordur.

        Kadınlar gücünüze mi yoksa fiziğinize mi tav olur?

        Kadınların beğenme işi tamamen palavra. Onlar Kıvanç Tatlıtuğ’u beğenirler, Hacı Sabancı ile çıkarlar. Türkiye’de en seksi erkek seçilenlere baksana: Mehmet Ali Birand seçildi ki dünya tatlısıdır ama Hacivat’tan biraz hallicedir. Sonra Ahmet Mete Işıkara, Turgut Özal...

        Peki sizi neden beğeniyorlar?

        Beni beğendiklerini sanmıyorum. Genellersek çeşitli nedenlerle beğenebilir kadın. Yakışıklılığı, parası, esprisi için... Ama zengin adam iflas ediyor, kadın da onu terk edince kızıyorlar.

        Biriyle parası için beraber olmak ayıp değil mi?

        Hiç de değil. Diyelim ki bir kadınla güzelliği ya da başka bir meziyeti için berabersin. Kadın kendine bakmaz, şişmanlarsa gözden düşer. Adam terk eder veya çapkınlık yapar. Kimse de ayıplamaz. O zaman tersi de geçerli. Para o adamın bir özelliği, iflas edince bu özelliğini kaybediyor. Kadın da artık onu istemeyebilir. Biriyle parası için beraber olmak niye ayıp olsun! Güzelliği için beraber olmak ne kadar ayıpsa, o da o kadar ayıp.

        ‘Ayrı takımları tutanlar evlenmesin’

        Zeynep’in bir Fenerbahçeliyle evlenmesine izin verir misiniz?

        İnsanın hayatta istemeyeceği şeyler vardır ya, benim için onlardan biri bu. Konu Fenerbahçe olduğu için değil. Bence aile ortak mutluluklardan oluşur. Düşünsene, Fenerbahçe-Galatasaray maçını izliyoruz. Hande’yle “Geçirdik” diye bağırıyoruz, Zeynep üzülüyor. Ya da tam tersi...

        Siz de “Geçirdik” diye bağırmayın canım...

        Olur mu, işin bütün zevki o. Ben aynı takım taraftarlarının evlenmesi ya da evlendikten sonra aynı tarafa geçmeleri gerektiğine inanırım. Tasada ve kıvançta beraber olma hali çok önemli. Bu yüzden Fenerbahçeli arkadaşlarımın çocuklarını Galatasaraylı yapmaya uğraşmam.

        ‘Önce magazine bakarım’

        Magazine nasıl bakıyor Fatih Altaylı?

        Çok severim. Gazeteyi elime alınca önce magazin bölümüne bakarım...

        Daha renkli tabii...

        Siyaset bana göre dünyadaki en sıkıcı şey. Magazin bir âlem. Bizim gazetede “Kim kimin sevgilisi” diye bir şema çıkarmışlardı. Oklarla gösteriyorlar. Birbiriyle yatmayan kalmamış. Beni çok eğlendiriyor. Neredeyse, manşetlerdeki insanları sokakta görsem “Merhaba” diyeceğim. Gazetelerde göre göre o kadar yakın olduk hepsiyle.

        ‘Rock’ın rock olduğu zamanlardan rock’çıyım’

        Peki Fatih Altaylı neden korkar?

        En çok gece kelebeğinden korkarım, gündüz kelebeğinden daha az. Çekirgeden süper korkarım. Peygamberdevesinden ödüm patlar. Hamamböceğinden tiksinirim, bakamam... Devam edeyim mi?

        Yok... Huylanmaya başladım. Çocukken de kavgacı mıydınız?

        Değildim. Kavgacılığım Galatasaray Lisesi’nde okurken Beyoğlu’ndaki günlerimizde başladı.

        Gençlik Beyoğlu’nda geçtiğine göre sandviç kültürünüz de olmalı...

        Sandviç için ölürüm. En sevdiğim yemek dilli kaşarlıdır. Hem kendim tost yaparım hem de en iyi tost yapan yerleri bilirim.

        Tosttan başka yemek yapmaz mısınız?

        Her yemeği çok iyi yaparım. Taze makarnam şahanedir. Hamurunu kendim açarım. Benim gibi yapanı bulamazsın. Ördeğim çok güzeldir. Patlıcan musakkam, imambayıldım harikadır. Her türlü av ürünleri yemeği... Bir de tabii pilav. Şahane bir Turkish Risottom var.

        Dinlerken kilo aldım, yemeği geçip müziğe gelelim...

        Daha çok eskileri tercih ediyorum.. Geçen gün Beatles dinliyorum diye Hande CD’yi kırmakla tehdit etti. Rock’çıyım. Rock’ın rock olduğu zamanlardan...

        Peki ya acılı arabesk?

        Dinlemez miyim, bayılırım. İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay ve Müslüm’ün bazı şarkıları çok hoşuma gidiyor.

        Sizi en çok ne çıldırtıyor?

        Seninle röportaj yapmak. Bana sürekli kötü adam muamelesi yapıyorsun. Ters, berbat, kötü...

        Altaylı’yı ailesi dışında ayakta tutan ne?

        Kendime ve hayata karşı toleransım çok yüksek. Hayatta hiçbir şeyi umursamam, takmam. Hatta Hande bazen “Sen android misin” der. Mesela Sabah Gazetesi’ne el kondu. İşimden oluyorum, geleceğe dönük bütün imkânlarımdan, haklarımdan oluyorum...

        Karalar bağlandı tabii...

        İşsiz kaldım. Başka bir gazeteye gitmem çok zor. Etrafımdaki herkes kan ağlıyor. Gözleri bende; acaba ne durumda, morali nasıl diye bakıyorlar. Benimse umurumda değil. İşten çıkıp eve geldim, kâğıt oynamaya başladık.

        Nasıl yani?

        İşsiz güçsüzüm, 10 gün kanasta oynadık kakara kikiri.

        Evdekilere “her şey yolunda” imajı mı?

        Oyunculuk yeteneğim yoktur. İçim neyse dışım da o. Ölümden başka hiçbir şeye üzülmem. Ne demişler “Polisle git, jandarmayla git ama imamla gitme”, çünkü geri dönemezsin. Aklım, sağlığım yerinde. Gazete, iş gitmiş bana ne! Yenisini bulurum, bulamazsam yaparım.

        ‘Günde iki kere ağlarım’

        Duygusal mısınız?

        Günde iki kere ağladığıma göre, sen karar ver..

        Neye ağlıyorsunuz?

        Her an, her şeye ağlayabilirim.

        Nasıl bir babasınız?

        Kendime göre şahane bir babayım ama bir de kızıma sormak lazım. Karıma sorarsan kötü bir babayım. Çünkü Hande “Evde otoriter bir baba figürü lazım” diyor. Yahu kıza otorite kullanmaya kalksam “Anneme kullanamadığın otoriteyi bana niye kullanıyorsun” diyecek. Bir evde bir otorite olur. Onun da ben olmadığım kesin.

        Şımartıyor musunuz Zeynep’i?

        Hande dizginlemese çok daha fazla şımartabilirim. Mesela doğduğu gün ona bir spor araba alalım, garaja kaldıralım, 18 yaşına gelince “Senle yaşıt, zamanın en güzel arabasını almıştık” diyelim dedim...

        Hande Hanım ne dedi?

        “Deli misin, manyak mısın” dedi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ