Teke Tek Bilim 100. yılında Büyük Taarruz'un gerçekleştiği Dumlupınar'da
Teke Tek Bilim, 100. yılında Büyük Taarruz'un gerçekleştiği Dumlupınar'da. Canlı olarak gerçekleştirilen programda tarihe altın harflerle yazılan 30 Ağustos zaferinin hikayesi tüm detaylarıyla izleyiciye aktarıldı. Fatih Altaylı sordu, harp coğrafyası uzmanı Dr. Selim Erdoğan yanıtladı. 'Bu savaş olmadı, zaten gideceklerdi' iddialarına yanıt veren Dr. Erdoğan, "Bir kez olsun benimle Haymana bozkırında gezmelerini tavsiye ediyorum. Günün sonunda hala ağlamadan, kendi söylediklerini yutmuş olmazlarsa ya robotturlar, androidler ya da belli bir güdümde, belli amaçla farklı odaklara hizmet edenler insanlardır. Her yer şehittir. Haymana, Polatlı'da her şehidin başına bayrak dikseydim gelincik tarlası görürdüm" diye konuştu
Teke Tek Bilim 100. yılında Büyük Taarruz'un gerçekleştiği Dumlupınar'da. Tarihe altın harflerle yazılan 30 Ağustos zaferinin hikayesi tüm detaylarıyla izleyiciye aktarıldı. Fatih Altaylı sordu, harp coğrafyası uzmanı Dr. Selim Erdoğan yanıtladı.
Dumlupınar savaşıyla ilgili olarak konuşan Erdoğan, şu değerlendirmede bulundu:
"Dumlupınar, Bozüyük'le beraber milli mücadelenin yükünü çeken iki şehirden bir tanesidir. 1. İnönü, 2. İnönü, Kütahya muharebeleri, Büyük Taarruz. Yüzlerle binlerle anılan şehirlerin vatana eklediğimiz topraklardır. Herkes kanının hakkını verir. 'Bu savaş olmadı' diyenler şehit sayılarından değil kendi kanından başlaması lazım. Biz yedi düvelle savaştık derken yalan söylemiyoruz. İngilizle savaştık şehit verdik. Fransızlarla siviller de savaştı, 6 bin şehit verdik. Yunanlarla savaştığımızda 150 bin öldürülen sivil var. Yunan cephesinde verdiğimiz şehitler var. Hastalıklara karşı verdiğimiz şehit sayımız 23 bin. O yedi düvele bunları da katsınlar. Biz aynı zamanda yoksullukla da mücadele ettik. Arkamızda fabrikalar yoktu. Kimse fabrikadan bize asker çıkartıp verdik"
Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
"YUNAN ORDUSU BÜYÜK RİSK ALMIŞTI"
İki tarafın da 1 yıla ihtiyacı var. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa da, Türk kurmay heyetinin tamamı nihai darbeyi vurmak istiyorlar ama bu mümkün değil. Yunanların hasarı bizden çok daha fazla. Ankara önüne, Sakarya boyuna gelirken varlarını yoklarını koydular ve çok büyük risk aldılar. Gelmeleri kaçınılmazdı Kütahya-Eskişehir muharebelerde Türk ordusunu ortadan kaldırmak, siyasi dayanağını yok etmek. Mecburen geldiler. Bunun devamında Sakarya'nın sonunda Yunan ordusu Harmana bozkırında Yunan ordusu neredeyse üçte birini bıraktı. 1. Dünya Savaşını görmüş değerli askerlerini kaybettiler. Onların yerine gelen yedekler, hiç savaş görmemiş genç kadro geldi. Onların travmayı atlatmak için rehabilitasyon sürecine ihtiyaçları vardı.
BÜYÜK TAARRUZ'DA SÜVARİLERİN ÖNEMİ
Yapılan analizlerin sonunda Türk topçuların iki kat mermi harcadıkları ortaya çıktı. Balkan Savaşı'ndan beri kullanılagelen toplar ne bulduysak, topçuların eline vermişiz. Yiv setleri aşılmış. Sıfır top bulma şansımız yok. Topları Konya Sille ovasına çekip, tek tek deniyorlar. Büyük Taarruz başladığında yettiği kadar, olması gerektiği kadar mermi harcanıyor. Bizim anlamadığımız manada at üstünde savaşan geleneksel Türk süvarisi değil. En kabadayısı hızlı intikal ediyor. Bunlar hafif süvari, atlı piyade. Yine de Sakarya'da Mustafa Kemal Paşa'nın kullanması lazım. Yunanlar bizim süvari varlığımızı kanatlardakinden ibaret sayıyor. Mustafa Kemal Paşa diyor ki, 'cepheden piyadeye taarruz etmeyeceksin'. Sonra süvarileri gerçek süvariye dönüştürüyor. Gerçek süvariler yaratıyor. Süvari tümeni böyle oluşuyor. Büyük Taarruz'da artık süvari gibi dövüşen süvariler var.
"ORDUNUN TOPLAM MEVCUDU 200 BİN CİVARINDA"
Yunan ordusunu küçümsemek kadar büyük hata görmüyorum. Anadolu'da 200 bini aşkın asker var. Buna Trakya'daki 4. kolorduyu katmıyoruz. Bir orduya siyaset bulaşırsa nasıl rezil kepaze olunurun en güzel örneğidir Yunan ordusu. Başta İngiliz, Fransızların desteği çok yoğun. İlk işgalle başladıklarında ilk sarıldıkları şey Damat Ferid ve İstanbul hükümeti. Ama Anadolu'da çok hükmü kalmadığı, Türk milletinin milli bilinçle refleks gösterdiğini gördüğünde hemen plan değişikliğine gidiyor. Sakarya Meydan muharebesinden çıktığımızda yaklaşık 60 bin kişiydi ordu. Ordu mevcudu farklı şey, muharebeye giren başka. 60 bin tüfek. Geriye baktığınızda istihkamcıları kattığımızda 120 bin civarında. Büyük Taarruz'a kadar peyderpey 100 bin tüfeğe çıkıyor. Ordunun toplam mevcudu 200 bin civarında. Yunanlıların top sayısı bizden fazla ama 1. Dünya Savaşı verdikleri katkıda teşekkür mahiyetinde Fransız ve İngilizlerin verdiği toplar var.
"ORDU YUNAN'A SEZDİRMEDEN AFYON'A GETİRİLİYOR"
Afyon'un güneyinde yaklaşık 5 tümenlik bir yapımız var, bir kolordu var. Biz 14 Ağustos'tan başlayarak 10 gün içerisinde gizli gizli gece yürüyüşleri ve mola noktalarında konaklatarak iki orduyu gizlice kaydırıyoruz. Olayın temelinde bu var. Bu gizli intikalleri Yunanlar fark edemiyorlar. Bir tümeni hareket ettiriyorsunuz, gerideki tümen onun yerini dolduruyor. Keşif uçağı geldiğinde herkes yerinde duruyor zannediyor. Afyon'un güneyinden Trikopis bir taarruz bekliyor. Oyalama taarruzu bekliyor. Ne olur ne olmaz diyerek kuzeyde ihtiyat kolordusundan bir tümen daha getirdiyor. Yaklaşık 30 bin kişi biriktiriyor. 'Ben burada bu taarruzu kırarım' diyor. 26 Ağustos sabahı o mevzileri ezip geçebilmemizin altında orduyu hiç sezdirmeden Afyon'a getirmemiz var.
"YUNANLAR TREN HATTINI CEPHE İÇİNE ALIYORLAR"
Bizim şöyle avantajımız var. Yunanlar burada ne kadar kaldı, biz ne kadar kaldık? Araziyi ne kadar tanıyoruz. Afyon'un güneyini seçilmesinde espri budur. Yunanlar kuzeyden gelen cephe hattını Afyon'un doğusunda Dinar istikametine göre kırıyorlar. Sandıklı'ya indirmek dururken batıya kırıyorlar. Bu bize avantaj sağlıyor. Cephe hattının gerisinde Yunanların temel arteri İzmir-Uşak demiryolu hattı. İaşe her şey buna bağlı. Bunu cephenin içine alıyorlar. Bizim kurtlar bunu affetmiyor. Arkadaki ikmal hattını mı koruyacak, cephesini mi koruyacak? 27 Ağustos'ta cepheyi yarıyoruz. Savunma hattını nerede kuracaklarına karar veremiyorlar. 30 Ağustos'ta Dumlupınar'a kadar yapılan muharebelerde adamların ikmal hattını korumak gibi derdi var. Bu nedenle seri ve sert çekilmeler yapıyorlar. Arkalarına bakmadan, dövüşmeden kaçmıyorlar tabii ki.
"DUMLUPINAR'DAKİ ŞEHİTLİĞİMİZ TEMSİLİ"
Demiryolu 15-20 metre mesafede. Orayı korumak için Yunan alaylarıyla öyle şiddetli muharebe var ki. Dumlupınar'da son aşamada hakim durumdayız. Kuşatmışız, imha harekatı yapıyoruz. Büyük Taaruz'da verdiğmiz kadar şehidi Dumlupınar-Afyon arasında veriyoruz. 26 Ağustos-18 Eylül'e kadar 3 bin 200 şehidimiz var. Dumlupınar'daki şehitlik temsili şehitlik. Her memleketten savaştık mesajı verilmiştir. Gerçek şehitlikler var, harp meydanında onlar. Kocatepe Şehitliği de öyle. Son 2 senede 6-7 şehitlik daha açıldı.
"O ANDA KENDİSİNİ 'ENGEL' OLARAK GÖRÜNCE..."
Cihangir Akşit Paşa çok güzel bir kitap yazdı. Miralay Reşat Bey, Ziya Paşa'nın oğlu. Abi ve kendisi asker. Babasının gölgesinden çıkmak için harp meydanında kendini feda edercesine dövüşen bir asker. Her girdiği muharebede önde. 'Ben babamın oğlu olabilirim ama onun sayesinde buraya gelmedim' şeklinde. Çiğiltepe'de ona verilen görev doğrudan cepheyi yarmak değil. Kanatta Yunanları oyalama taktiği. Artık savaşın gidişatı belli olunca, Trikopis çekilme emrini verince. Çiğiltepe'deki birliklerine 'sen burada kalacaksın' diyor. Bizim birliklerin Yunanların peşine düşebilmesi için orayı alabilmesi lazım. Çiğiltepe bu destekten mahrum. Arkasında ihtiyat, ağır topçu desteği yok. 5 direnek noktası olan bir tepe. Belli kesimden tırmanmanız mümkün değil. Çiğiltepe'de Reşat Bey, 4 direneği düşürmeyi başarır. Zorlar alamaz, telefon üzerine telefon. Mustafa Kemal Paşa'ya 'yarım saat içinde almaya söz veriyorum' der. O anda kendisini engel olarak görüyor ve kendisini ortadan kaldırıyor.
"ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ'DİR DENMESİNİN SEBEBİ"
Öncelikle hedefimiz Yunan ordusunu savunamaz hale getirmek. Öngörümüzle mevcut ordu yapısını en az üçte birini ortadan kaldırırsak bu denge sarsılır, İzmir yönü açılır ve gidilir. 27 Ağustos'ta cepheyi yardığımızda Trikopis Dumlupınar'ın kuzeyinden Aslanlar Ovası'na geliyor. Diğer grup Banaz-Uşak istikametine gidiyor. Yaklaşık 2 tümeni bünyesine alıyor. Eğer Trikopis'ten bir tümen daha takviye hattı gelirse. Akhisar-Salihli hattına yerleşirse İzmir'i savunmayı devam edebilir. O yüzden 30 Ağustos çok büyük zafer. Mustafa Kemal Paşa'nın 'Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir ileri' demesinin amacı Yunanların ikinci hat oluşturmaması. Salihli-Akhisar gelene kadar çok ciddi muharebeler oluyor.
"SAKARYA MUHABERESİNDE İKİ UÇAĞIMIZ VAR"
Trikopis belki hiçbir engelle karşılaşmadan cephe yarıldıktan sonra kuzeye çıkabilseydi, 3. Kolordu ile birleşseydi Bursa yönünü savunabilirdi. Burada trenin rayından çıkmasını engellemek için Mustafa Kemal Paşa'nın süvari etkisi. Süvari çok ağır bedel ödüyor. Kuzeye gitme eğilimi gösteren Trikopis kuvvetlerini o bölgede kılıç zoruyla durdurmayı başarıyorlar. 250 şehit veriliyor. Çok ciddi kayıp veriyorlar; ama sebepsiz değil, ama batıya çevirmeyi başarıyorlar. Sakarya Meydan Muharebesi sırasında ciddi dengesizlik var. Bazen ikisinin uçamadığı 2 tane uçağımız var. Sakarya doğusuna çekilirken bu uçakların bir tanesi inişte kırılıyor. Diğer üçüncü uçak havada alev alınca 2 uçağa kalıyoruz.
YUNAN ORDUSUNDA ANLAŞMAZLIK ÇIKINCA
Cepheyi terk ederek kaçma değil. İlk başta hepsinin derdi savunma. Bazıları inisiyatif alıyor, bazıları da yumurtası gelmiş tavuk gibi ne yapacağını bilmeden sağa sola koşuşturuyor. Son ana kadar direnmeye çalışan komutanları var. Kızıltaş vadisinden kurturabilen yaklaşık 15 bin kişi. Toplamda 35'e yakın giriyorlar. En büyük kayıp orada. Savaş gücünü kaybetme sebebi, bizim zafer olarak hedefimize ulaştığımız yer orası. 30 Ağustos sabahı son muharebeye girmeden sıvışanlar var. Tuhaf şeyler geliyor başlarına. General Dimaras bir anda ortadan kayboluyor. En sonunda bir kurmay subay 'Ben gördüm attan düşmüş ölmüş' diyorlar. Adamı bırakıyorlar. Biraz ileride artık 4. tümenin komutasını bir kurmay subayı alıyor.
"ÖLDÜ ZANNEDİLEN GENERAL KARŞILARINA ÇIKIYOR"
12. tümen komutanı ile birbirlerine giriyor. Anlaşamıyorlar, grup ikiye ayrılıyor. Yolu bildiğini idida eden komutan dönüp dolaşıyor, öldü zannedilen komutan karşılarına çıkıyor. Adam düşmüş bayılmış. Sonra bu ekip birleşiyorlar. İyi bildikleri yoldan yola çıktıkları köye geliyorlar. Daha önden Trikopis gidiyor. Digenis sürekli bir malikane, villa gördüğünü, havuzlu olduğunu söylüyor. Hayal görüyor. Uçurumun kenarından geçeren attan düşüyor. Öldü deyip kişisel eşyalarını alıyorlar. Yola çıkıyorlar, arkadan o adam elini kolunu sallayarak geliyor. Doğayı çok iyi bilen bir arkadaşım var. Bir mantar türü var. Trikopis ıspanak sanıp haşhaş yedik diyor. Burada da aç kalınca bu mantar diyerek büyük ihtimalle yiyip halüsinasyon görüyorlar.
"YUNANLAR SİSTEMATİK OLARAK 150 BİN KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ"
Burada Yunanların mezarları var. Bunları buluyoruz. Lozan Anlaşması madde 124. Karşılıklı olarak iki tarafın bulunan mezarlıklarına anıtsal düzenleme yapma hakkı tanınıyor. Yunanların burada anıt yapmasına verecek karar ben değilim. Bu adam sistematik olarak 150 bin kişiyi öldürdü. Yakarak öldürdüler. Bunların kurbanları olan insanların yakınları, aileler var. Devlet kendine yapılan suçları affetsin, ama kişiye yapılan suçları affetmemeli canlı. Bunların bir kısmı hatta şehrin içinde. Afyon'da büyük Yunan mezarlığı var ama üzerinde devasa konutlar var. O kadar acı şeyler yaşanmış ki. Rusların İstanbul kapılarına dayandıktan sonra yaptıkları anıtı Enver Paşa'nın ilk yaptığı şey onu uçurmaksa, sivil halk da ilk işe oradan başlamış.
"BÜTÜN KÖYLERİ YAKARAK GİDİYORLAR"
Yunanlar çekilirken ağırlıklarını bırakarak gidiyor. Bizim öyle bir lüksümüz yok. Arayı açıyorlar. Biz darbeyi vurdukça onlar hız alıyor, tıpkı bilardo topu gibi. Önlerine çıkabilecek kuvvetimiz yok. Süvariyi daha kuzeyden önlerine çıkacak şekilde hızlı hareket ettiriyoruz. Çekilirken bütün köyleri yakarak gidiyorlar. 9 Eylül'de İzmir'e girdiğimizde Afyon'dan İzmir'e kullanılamaz yerler var. Tarım alanlarını yakmış, besi hayvanlarını öldürmüş, 1,5 milyon kişi evsiz kalmış. Zafer kazanıyorsunuz ama önünüz kış. Orduyu süratle terhis etmeye başlamak lazım. Süvari ne kadar hızlı önlerine çıkıp, hızını keserse Batı Anadolu'da köyleri kurtarabilir. Böyle kurtarılan yerler var. Alaşehir'de sağlam bina kalmıyor. Bu şartlar altında piyade arkadan yetişmeye çalışıyor. Süvari önlerini kesmeye çalışıyor. Bir yerden sonra 6 Eylül'den sonra artık diyoruz ki 'bitti bu iş'.
İZMİR'İ YAKANLAR KİMDİ?
Yunanlar der ki 'Biz 13 Eylül'de gitmiştir, biz yakmadık'. Burada Ermeni diasporası öne çıkar. Rum paramiliter yapılar var. Köylere kadar silahlandırıyorlar. Ordudan atılan birtakım subaylar İstanbul'a giderek yeraltına çekilir, paramiliter yapıyı örgütler. Burada Hartun denilen adam Klikya bölgesinde Fransızlarla beraber faaliyet gösteren Ermeni çetelerden bir tanesinin lideri. Fransızlar o bölgeyi terk ederken İzmir'e gidiyor. İzmir'de Yunanlılar lehine faaliyette bulunuyor. Muhtemeldir ki, Yunanlar giderken birkaç subayı da bunları örgütlemesi adına bırakmış olabilirler. Tepecik, Basmane'ye mühimmat yığınağı yapıyor. Yunan ordusu çekilirken Hartun bir miktar çetesini Sakız adasına getiriyor. 75 kişi de İzmir'de kalıyor. İşte İzmir'i yakanlar bunlardır. İzmir'in Slav asırlı itfaiye müdürü var. Adam açık açık yazıyor, yangının olacağı belliydi. Özellikle Ermeniler diyor.
"ÇOK CİDDİ OLARAK ARADA KALMIŞ BİR GRUP"
Ben hiçbir şekilde bunun Ermenilerin tek başına yapmadığını biliyorum. ABD temsilcisi raporlarında net söylüyorlar. Bursa'yı yakamadan tahliye etmek zorunda kalıyorlar. General Sumilas Bursa'da kısıtlı sayıda katliam yapabiliyor. Eskişehir'i bal gibi Yunanlar yakmıştır. Anadolu'da 1,5 milyon kadar Rum olduğu yazılıyor. Arada kalıp da kurunun yanında yanan yaş da çok. Benden SelamSöyle Anadolu'da çok güzel anlatır bu talihsizlikleri. Sakarya Meydan Muharebesinde, Büyük Taaruz'da Yunanların kazanmasından başka şansınız yok. Kaybettiği takdirde ya öleceksiniz cephede ya Türklerin eline geçeceksiniz vatan haini olarak idam edileceksiniz. Çok ciddi arada kalmış grup. Tarafsız olanlar da var. Eskisi gibi herşeyin devam etmesini isteyenler var. Türk Ordusu batıya ilerlerken ciddi tedirgin oluyorlar. Bir grup bize bir şey yapmazlar diyor, onlar da mübadeleyle gidiyorlar.
"9 EYLÜL'DEN İTİBAREN LONDRA'DA PANİK BAŞLADI"
İzmir'den sonra 9 gün daha devam eder. Batıya doğru çekilen 2 Yunan kolordusundan bahsettik. Kuzeyde daha az kuvvetimiz var. Daha az güçlü büyük bir işler yaptığımız yer. Koskoca Yunan 11. tümeninin yarısını imha yarısını esir ediyor. Ne zaman bitti? 18 Eylül sabahı bitti. 17'yi 18'e bağlayan gece Deliklibayır tepesinde 73 şehidimiz var. 9 Eylül'den itibaren Londra'da panik başlar. Nota üstüne nota vermeye başlarlar. Önce 2. Süvari Tümenimizi yumuşak yumuşak yürütmeye başlarız. Arkasından piyade kolordusu yürür. Mutedil, ılımlıdır. Diplomatik tepki yaratmamaya çalışır. 10 Eylül günü gergin başlar her şey. İzmir'de İngiliz işgal komiserliğinin temsilcisi Sakallı Nurettin Paşa'yı ziyaret eder. Oradaki İngiliz tebasının ne olacağını sorar. O da 'siz bir adım atın bakalım ne olur' deyince İngiliz temsilcisi durumu Londra'ya bildirir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN HİDDETLENDİĞİ AN
11 Eylül günü İngiliz temsilci şans eseri vilayet konağına geldiğinde, Mustafa Kemal Paşa'ya aynı şeyi sorar. Mustafa Kemal Paşa hiddetten deliye döner 'Sen kimsin, ben ve hükümetim İngilizleri tanımıyoruz, çünkü sizinle savaş durumundayız' der. Çarşı karışır. İngilizler panikler. En son istedikleri şey yeniden bir sıcak savaş. Amiral geliyor, bunu sorduğunda o'na Londra'dan şu söyleniyor, 'Bunu Mustafa Kemal Paşa'dan yazılı talep et' diyorlar. Vakit kazanmaya çalışıyor. Mustafa Kemal Paşa daha sonra yazılı istendiğinde verdiği cevapta çok yuvarlak 'ne savaştayız, ne değiliz'e gelen cevap verir. Bir an önce medeni iki devlet olarak İngilizle ilişkilerimizi kurmayı istiyoruz der.
"TRAKYA'DAN YUNANLARIN TEMİZLENMESİNİ İSTİYOR"
İngilizlerin arasında şöyle bir tartışma var. 'Bizim için Çanakkale mi önemli İstanbul mu?' İstanbul'un Avrupa yakasını savunmayı düşünüyorlar. Daha önemli olan onlar için Çanakkale. Onlar da barışı imzalamak istiyorlar. Biz 4 yıl savaştık, bunun sonunda kazanımlarımız oldu, şimdi bizden istenen şeyleri verirsek biz bu savaşı niye yaptık? Mustafa Kemal barış imzalanmadan önce Trakya'nın Yunanlardan temizlenmesini istiyor. İngilizler buna yanaşmıyor. Mütakereden önce burayı boşaltırsak pazarlık konusu kalmıyor. Misaki Milli'de İngilizlere sizin işgal ettiğiniz sahaları silahla da olsa alacağız sizden denmiştir. Bizim Çanakkale önüne yığılmamız İngilizlerin özellikle tarafsız bölge diye vurgulayıp, tampon gibi kullanıp arkasına mevzilerini yapıyorlar. Biz yavaş yavaş giriyoruz. Bizim süvariler dereden geçip tarafsız bölgeye giriyorlar. Tarafsız bölgede adamları daracık yere sıkıştırıyoruz.
"MUHAREBE MEYDANINI SİYASET MEYDANI GİBİ GÖRÜYOR"
Asıl deha burada. Mustafa Kemal Paşa, Fransa'yı, İtalya'yı çok dikkatli izleyen bir adam. Çok iyi bir satranç oyuncusu. Muhabere meydanını da siyaset meydanını gören birisi. İlmik ilmik örüyor. Bir cerrahın enfeksiyondan başlayarak sistemik tedavi etmesi gibi. İngilizlerden kazık yemiş Fransız gerçeği var. Fransızların Almanya ile ciddi derdi var. İngilizler Faysal gibi belayla Fransızlarla başbaşa bırakıyor. Güneyde Antep, Kilis'teki direnişçilerin Faysal'ın isyancılarla ciddi ilişkileri olduğunu biliyor. Mustafa Kemal Fransızlarla gayriresmi daha sonra resmi görüşüyor. İngilizlerle Malta sürgünleri takası. İngilizler Sakarya Meydan Muharebesi sonunda paşa paşa oturuyorlar.
"MUSSOLİNİ TEHDİDİNİ POTANSİYEL OLARAK FARK EDİYOR"
Mustafa Kemal Paşa'nın bir an evvel barışı yaparken taviz vermeden, herhangi şekilde söz verdiği milletin karşısında dediğini yerine getirmek istiyor. Dikkatle izlediği yer İtalya. İtalyanlarla ilişkileri belli seviyede tutmayı başarmış. En azından silahlı mücadeleye girmemeye başarmış. Mussolini faktörüne kadar. Artık pasif durumundaki İtalya'nın bir anda güç değişikliğiyle birlikte Türkiye'nin karşısında tehditler var. Mussolini tehdidini potansiyel iken fark ediyor.
"BU SAVAŞ OLMADI DİYENLER..."
Bunu söyleyenler kusura bakmayın ama ya hiç sayı saymayı bilmiyorlar ya da dayak yememişler. 'Savaş olmadı, zaten gideceklerdi' diyen insanları bir kez olsun benimle Haymana bozkırında gezmelerini tavsiye ediyorum. Günün sonunda hala ağlamadan, kendi söylediklerini yutmuş olmazlarsa ya robotturlar, androidler ya da belli bir güdümde, belli amaçla farklı odaklara hizmet edenler insanlardır. Her yer şehittir. Haymana, Polatlı'da her şehidin başına bayrak dikseydim gelincik tarlası görürdüm. Dumlupınar, Bozüyük'le beraber milli mücadelenin yükünü çeken iki şehirden bir tanesidir. 1. İnönü, 2. İnönü, Kütahya muharebeleri, Büyük Taarruz. Yüzlerle binlerle anılan şehirlerin vatana eklediğimiz topraklardır. Herkes kanının hakkını verir. 'Bu savaş olmadı' diyenler şehit sayılarından değil kendi kanından başlaması lazım. Biz yedi düvelle savaştık derken yalan söylemiyoruz. İngilizle savaştık şehit verdik. Fransızlarla siviller de savaştı, 6 bin şehit verdik. Yunanlarla savaştığımızda 150 bin öldürülen sivil var. Yunan cephesinde verdiğimiz şehitler var. Hastalıklara karşı verdiğimiz şehit sayımız 23 bin. O yedi düvele bunları da katsınlar. Biz aynı zamanda yoksullukla da mücadele ettik. Arkamızda fabrikalar yoktu. Kimse fabrikadan bize asker çıkartıp verdik. Gelsinler Harmana, Polatlı, Bozüyük'te gelsinler benimle gezsinler.
"MUSTAFA KEMAL PAŞA EMANET CEKETLE KONGREYE GİDİYOR"
İstanbul Hükümeti var İstanbul Hükümeti var. Milli Mücadelenin başı olarak kabul ettiğimiz 19 Mayıs'a baktığımızda bir vatan haini Başbakan var. Tescilli zaten, Damat Ferid. Mustafa Kemal Anadolu'ya geçiyor ve kendi bildiği yoldan gidiyor. İlk başlarda net şekilde Damat Ferid'e cephe alıyor. Burada propganda savaşı var. Ortada 600 yıldır padişahın fermanlarına biat etmiş tebaa var. Vahdeddin'in Kurtuluş Savaşı'na sempati duymadığının yüzlerce, binlerce emaresi var. Sempati duymuyor, adamın tek derdi kendi koltuğunu korumak. İngilizlerle tüm pazarlığı bunun üzerine. Bunu yapmamış olması Mustafa Kemal hakkında idam fermanı çıkartır mı? Mustafa Kemal'le hareket edenlerin hepsi onun cebindeki idam fermanına ortak oluyorlar. Nasihat heyetleri 'Yunan ordusu İslam'ın temsilcisidir' diyor. Mustafa Kemal Paşa, arkadaşından aldığı emanet ceketle kongreye gidiyor. Ankara'da bir bağ kendisine bağışlandığında bunu orduya bırakır ve ölene kadar ordunun misafiri olarak o köşkte kalır.