Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Magazin Türkiye'ye özgü 4 unsur daha insanlık mirası oldu
        1

        Kısa adı UNESCO olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun Paris’te 29 Eylül - 17 Ekim 2003 arasında toplanan 32’nci Genel Konferansı, 17 Ekim 2003’te ‘Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi”ni kabul etti. Sözleşme, TBMM’nin 19.01.2006 tarihli oturumunda oy birliği ile kabul edilmiş, “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” (No: 5448) 21 Ocak 2006 tarih ve 26056 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi ve Türkiye’nin taraf olma süreci 27 Mart 2006 tarihinde tamamlandı.

        Sözleşmenin 16. 17. ve 18. Maddelerine göre oluşturulan Somut Olmayan Kültürel Miras Listeleri bulunmaktadır ve bu listelerin adları şunlardır;

        • İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi

        • Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi

        2

        Meddahlık Geleneği (2008)

        Meddahlık, taklit ve canlandırmalarla dinleyiciyi eğlendirmek amacıyla öykü anlatma sanatı olarak tanımlanabilir. Bu sanatı icra edenlere Arapça öven, metheden anlamında meddah denilmektedir.

        Meddah, sanatını icra ederken bir sandalye üzerine oturmakta, değnek (pastav) ve mendil (makreme) gibi aksesuarlar kullanarak öyküsünde canlandırmalar ve taklitler yapmaktadır. Değnek dinleyicinin dikkatini çekmek ve anlatımları güçlendirmek için bir ses efekti olarak kullanılabildiği gibi oyunda anlatılan eşya ve canlıların temsili için de kullanılmaktadır. Mendil ise ses değiştirmek veya çeşitli karakterlere bürünmek için kullanılmaktadır. Meddahların oyunlarında kullandığı bu eşyaların meddahlık geleneği içinde simgesel anlamaları olduğuna ilişkin tarihi kayıtlar da vardır.

        Meddah öyküsünü anlatmaya değneğini yere üç defa vurarak Hak dostum, hak sözleriyle ve bir tekerlemeyle başlar. Kişi ve yer adları yüzünden kimse üzerine alınmasın diye isim isme, kisip kisbe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer şeklinde bir ifade kullanarak kimseyi gücendirmemeye çalışır. Anlatım esnasında bazen duraklayıp dinleyicinin anlamasına ve yorum yapmasına olanak tanır, bazen de en heyecanlı yerde keserek dinleyenlerden para toplar. İcrasını her ne kadar sürçülisan ettikse affola diyerek tamamlar.

        3

        Mevlevi Sema Törenleri (2008)

        Mevlevî Sema Töreni, Allah’a ulaşma yolunun derecelerini sembolize eden, içinde dini öğe ve temalar barındıran ve bu haliyle ayrıntılı kural ve niteliklere sahip tasavvufî bir törendir. Mevlevîliğe özel bu seremoni, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (ö. 17 Aralık 1273) zamanında belli bir kurala bağlı kalmaksızın yapılırken Sultan Veled ve Ulu Arif Çelebi zamanından başlayarak disiplinli bir şekilde icra edilmiştir. Bu kurallar, Pir Adil Çelebi zamanına kadar geliştirilmiş ve son şeklini alarak günümüze kadar gelmiştir.

        Tören, birbiriyle bütünlük içinde farklı tasavvufî anlamlar içeren naat, ney taksimi, peşrev, Devr-i Veledî ve dört selâm bölümünden oluşmaktadır. Sema Töreni, Mevlevîlik kültürünün doğru olarak aktarılabileceği mekânlarda gelenekten gelen Mevlevî müziği ile icra edilir. Itri’nin rast makamında bestelediği 17'nci yüzyılın sonundan itibaren çalınmakta olan naat-ı şerif ile törene başlanır. Pir Adil Çelebi gibi bestekârlar tarafından bestelenmiş ilahiler, müzik eğitimi almış koro tarafından okunur. Ney, kudüm ve ut gibi enstrümanlar, koroya eşlik eder. Mevlânâ’nın Farsça yazılmış eserleri, tören süresince mutrib heyeti (ses ve saz topluluğu) tarafından icra edilen bestelerin temel kaynağıdır.

        4

        Âşıklık Geleneği (2009)

        Anadolu’nun kültürel belleğinin yanı sıra kültürel çeşitlilik ve zenginliğinin de önemli bir ifadesi olan Âşıklık geleneği; yüzyılların deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş, şiiri, müziği ve hikâye anlatımını içeren çok yönlü bir sanattır. Kendine özgü geleneği ve icrası olan âşıklık geleneğinin en önemli niteliği, döneminin yaşayış ve hayata bakış tarzını, etik ve estetik değerlerini yansıtarak geniş halk kitlelerine hitap edebilmesidir.

        Geleneğe uygun bir biçimde şiir söyleyebilen, karşılıklı atışma yapabilen, hikâye anlatabilen ve icralarını çoğunlukla saz eşliğinde gerçekleştiren sanatçılara âşık; bu söyleme biçimine “âşıklık-âşıklama” denilmektedir. Bu sanatın temsilcileri, usta âşıkların yanında uzun yıllar çıraklık yaparak yetişmektedirler. Âşıklar, hem manzum hem de manzum-mensur eserlerle edebiyatımızda âşık tarzı adı verilen kendilerine has bir üslup oluşturmuşlardır.

        Âşıklık geleneğinin kökeni konusunda çeşitli görüşler bulunmakla birlikte genel kabul, âşıklığın ozan-baksı edebiyatı olarak adlandırılan Türk destan anlatım geleneğine dayandığı ve Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra ortaya çıkan tasavvufi düşünce ile Selçuklu ve Osmanlı yaşamı biçimi ve kabullerinin bu geleneği şekillendirdiği yönündedir. Âşık, güzellikleri övdüğü ve acıları dramatik bir dille vurguladığı kendi deyişlerini veya ustalarının deyişlerini yöresel ezgilerle saz eşliğinde söyler. Âşıklar tarafından söylenen şiir ve hikayeler, sevgiliye duyulan özlemi, ilahi aşkı, kahramanlık hikayelerini ve döneminin toplumsal sorunlarını konu edinir. Anadolu insanının dünya görüşü, ahlaki ve estetik anlayışı âşıkların şiirlerinde ifade edilir.

        5

        Karagöz (2009)

        Karagöz, şeffaflaştırılmış deriden yapılan “tasvir” lerin, arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerine yansıtılması temeline dayanan, değnekler yardımı ile oynatılan söze dayalı Türklere özgü gösteri türüdür. Oyun adını Karagöz’den almaktadır. Karagöz adı ile yaygın olarak bilinen bu oyuna, halk arasında “Hacivat” denildiği de bilinmektedir. Teknik olarak obje yansıtma tiyatrosu olarak da tanımlanabilmektedir.

        Akademik ortamda ise günümüze kadar gölge oyunu olarak ele alınmıştır.

        Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir. Türkiye’ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır. Georg, Jacob tarafından savunulan görüşe göre, gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirdiği şeklindedir.

        Karagöz oynatan sanatçıya hayali denilmektedir. Karagöz sanatçıları yeni oyunları yaratma ve halkın ihtiyaçlarını belirlemede önderlik etmiş yazar, yönetmen, müzisyen, oyuncu ve tasvir yapımcısı kimliklerini birleştiren çok yönlü sanat adamlarıdır. Bu sanatçılar oyunlardaki bütün tipleri ve müzikleri tek başına seslendiren, oyunları izleyici kitlesine göre doğaçlama olarak değiştirebilen, tasvirlerini kendi yapan ve bu yönleriyle örneğine az rastlanan yetenek ve zekâya sahip kişilerdir.

        6

        Nevruz (2009)

        Orta Asya'dan Balkanlardaki uluslara kadar çok geniş bir bölgede yerel renk ve inançlarla kutlanan Nevruz, her ulusun kendi kültür değerleriyle özdeşleştirip sembolleştirdiği, özü itibariyle baharın gelişinin kutlandığı coşkuyla karşılandığı bir gündür.

        Yaşadığı geniş coğrafyada doğa ve çevrenin uyanışının kutlandığı Nevruz Bayramı'nın Anadolu'da ve Türk kültürünün yayıldığı bölgelerde de son derece köklü ve zengin bir geçmişi vardır. Nev(yeni) ve ruz (gün) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen ve YENİGÜN anlamını taşıyan Nevruz, kuzey yarımkürede başta Türkler olmak üzere bir çok halk ve topluluk tarafından yılbaşı olarak kutlanır.

        Gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart'ta güneş göçmen kuşlar gibi kuzey yarımküreye yönelir. 21 Mart ile birlikte havalar ısınmaya, karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlar. Bu nedenle 21 Mart bütün varlıklar için uyanış, diriliş ve yaradılış günü olarak kabul edilerek, Nevruz/YENİGÜN bayramı adıyla kutlanır.

        7

        Geleneksel Sohbet Toplantıları (2010)

        (Yaran Sohbeti, Yaren Teşkilatı, Sıra Gecesi, Kürsübaşı Sohbeti, Barana Sohbetleri, Cümbüş, Delikanlı Örgütü, Gençler Heyeti, Gezek, Kef/ Keyif, Muhabbet, Oda Teşkilatı, Oturmah, Sıra Yarenleri, Erfene/Arfane, Gezek, Erfane/Gezek, Sıra Gecesi/Herfene, Velime Geceleri)

        Geleneksel sohbet toplantıları; sıra gezmeleri, sıra name, barana sohbetleri, yaran, sıra yarenler, kürsübaşı sohbetleri, velime geceleri, cümbüş, delikanlı teşkilatı, gençler kurulu, gezek, keyf/ kef, muhabbet, oda teşkilatı, oturmah, sohbet, erfane olarak da adlandırılan farklı yörelerde farklı sayıda erkek gruplarının yılın özellikle kış aylarında ve belli kurallar çerçevesinde bir araya geldikleri sosyal dayanışma işlevli toplantıların genel adıdır. Toplantılar için sıklıkla Perşembe, Cuma veya Cumartesi günü seçilir. Akşam saatlerinde başlayan toplantılar, gece yarısına doğru sona erer. Her üyenin toplantıya zamanında gelmesi ve zamanında ayrılması beklenir.

        Sohbet toplantılarının oluşumu ve işleyişinde gelenekselleşmiş, yazılı olmayan kurallar vardır. Sayıları değişken olmakla birlikte genellikle 5-30 kişiden oluşan sohbet grupları, üyelerce seçilen 3-5 kişilik bir ekip ya da başkan tarafından yönetilmektedir. Yörelere göre sıra başkanı, kolbaşı, köşe ihtiyarı, büyük yarenbaşı, küçük yarenbaşı, sözcü, yiğitbaşı, büyük başağa, yaran reisi gibi isimler verilen sohbet başkanının görevi grup içi ilişkileri düzenlemek ve toplantıların belirlenen kurallara uygun olarak gerçekleşmesini denetlemektir

        8

        Alevi-Bektaşi Ritüeli Semah (2010)

        Alevi ve Bektaşiler tarafından inançları gereği cemlerde icra edilen semah, hizmet sahipleri olan zakirlerin çaldığı saz eşliğinde söylenen sözler ve müziğin ritmine uyarak yapılan mistik ve estetik hareketler ile Tanrı’ya ulaşma yoludur.

        Türkiye coğrafyasının genelinde canlı bir biçimde yaşayan semah, uygulayıcıları ve taşıyıcıları olan Alevi - Bektaşi toplulukların yaşadıkları coğrafi bölgelere göre samah, semağ, zamah, zemah gibi farklı isimlerle anılır. Bölgelere göre semahların müzik ve ritim yapısı açısından farklı örnekleri ile karşılaşmak mümkündür. Aynı isimle icra edilen semahlarda dahi ezgi ve söz yapısında farklılıkların bulunması semah kültürünün zenginliğinin bir göstergesidir.

        Semah; on iki hizmetin yürütüldüğü cemlerde icra edilen ve topluluk dışındaki kişilerin önünde yapılması hoş karşılanmayan İçeri Semahları/Tarikat Semahları ve on iki hizmet dışında, genç kuşaklara semah kültürünü benimsetmek ve öğretmek amacıyla semah disiplininden ayrılmadan icra edilen Dışarı Semahları / Avare Semahları olmak üzere ikiye ayrılır.

        Semah, ağırlama, yürütme ve yeldirme olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Ağırlama bölümü ağır hareketlerin yapıldığı semaha giriş bölümüdür. Yürütme, semahın hareketlenmeye başladığı bölümdür. Yeldirme ise semahın en hareketli ve icrası en zor olan son bölümüdür. Genelde bu şekilde üç bölüm olarak icra edilen semahların farklı icra örneklerini de görmek mümkündür.

        9

        Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali (2010)

        İki insanın birbiriyle hiçbir araç ve gereç kullanmadan eşit şartlarda belli bir alan, belli kurallar ve belli bir zaman içinde gerçekleştirdiği zihinsel ve fiziksel mücadele şeklinde tanımlanan güreş, insanlık tarihinin en eski sporlarından biridir. Tarihin her döneminde ilgi gören ve geleneksel olarak uygulanan güreş, ülkemizde ata sporu olarak anılmaktadır.

        Türkiye’de güreş denildiğinde ilk akla gelen Kırkpınar Yağlı Güreşleri, 14. Yüzyılda Rumeli’de doğup günümüze kadar uzanan geçmişiyle dünyanın en eski güreş festivallerinden biridir. Yağlı güreş, pehlivanların beli ve paçası iple bağlı deri pantolonlar (kispet) giydiği ve zeytinyağı ile yağlanarak çim üzerinde yarıştığı güreş şeklidir.

        Kırkpınar Yağlı Güreşleri, davet aşamasından ödül törenine kadar pek çok ritüeli içinde barındırır. Genellikle Haziran ayı sonu, Temmuz ayı başlarında düzenlenen Tarihi Kırkpınar Güreşleri yedi gün sürmektedir. Festival, Cuma günü pehlivanlar için dualar okunarak başlar ve güreşler, Edirne’nin önemli mesire yerlerinden biri olan Sarayiçi mevkiinde bulunan sahada yapılır. Kazanan pehlivan, Başpehlivan ünvanını alır ve prestijli bir ödül olan altın kemeri bir yıl süreyle kazanır. Üç yıl arka arkaya başpehlivan olan güreşçi altın kemerin sürekli sahibi olur.

        Kırkpınar’ın davet simgesi Kırmızı Dipli Mum’dur. Kitle iletişim araçlarının yaygın olmadığı dönemlerde Kırkpınar Ağası tarafından kırmızı dipli mum Mart ayından itibaren kasaba ve köylere, pehlivanlara ve tanınmış kişilere gönderilir ve bu kişiler Kırkpınar'a davet edilirdi. Halk arasında sıkça kullanılan “kırmızı dipli mumla çağırmak” deyimi de buradan gelmektedir. Bugün yapılan Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nde de aynı geleneksel yöntem sembolik olarak kullanılmaktadır.

        10

        Geleneksel Tören Keşkeği (2011)

        Kadın ve erkek gruplarının toplu olarak iş paylaşımı ve katılımıyla büyük kazanlarda ve açık ateşlerde, buğday ve etin birlikte pişirilmesiyle yapılan tören yemeğine keşkek, bu yemeğin etrafında gerçekleşen ritüellere de Tören Keşkeği Geleneği adı verilmektedir. Keşkek geleneği, toplumsal katılımın yüksek olduğu törenlerde ortak işgücü ve paylaşıma dayalı olarak gerçekleştirilen dayanışmacı bir sosyal pratiktir. Keşkek pişirilmeden önce buğday ve etin uzun süre boyunca dövülmesi ve pişirilme sırasında ise yemeğin ortak bir ritimle karıştırılması geleneğin sembolik yönlerini oluşturmaktadır.

        Tören Keşkeği Geleneği, törene ilişkin kural ve ritüellerin geleneğe uygun ve düzenli olarak işletildiği Yozgat, Çorum, Çankırı, Amasya, Sinop, Adana, Erzincan, Tokat, Tekirdağ, Aydın, Muş, Muğla, Uşak, Sivas, Kırşehir, İzmir, Uşak, Antalya, Afyonkarahisar, Kastamonu gibi illerde görülmekle birlikte Türkiye genelinde yaygın olarak uygulanmaktadır. Tören keşkeği sünnet ve evlenme düğünleri, Ramazan ve Kurban bayramları, Muharrem ayı, hayırlar, Hac ziyareti yemeği, toplu yağmur duaları ve mevlüt gibi vesilelerle veya mevsimlik bir kutlama töreni olan Hıdırellez gibi özel günlerde pişirilerek dağıtılır. Keşkek töreninin bir parçasını oluşturan keşkek yemeği evlerde veya lokantalarda törensel boyutunun dışında, bir öğün yemeği olarak da görülebilmektedir.

        11

        Mesir Macunu Festivali (2012)

        Kültürel ve geleneksel çeşitli uygulamaları içeren ve baharın başlangıcı olarak kabul edilen Nevruz haftasında (21-24 Mart) kutlanan Mesir Macunu Festivali, Manisa’da yaklaşık 400 yıldır devam etmektedir.

        Şifalı bir yiyecek olduğu kabul edilen mesir macununun ortaya çıkışı tarihsel bir öyküye dayanır. Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan, Manisa’da nedeni anlaşılamayan bir hastalığa yakalanır. Bu hastalığa çare için Sultan Cami Medresesi’nin başhekimi Merkez Efendi, 41 çeşit bitki ve baharatın karışımından oluşan bir macun hazırlar. Mesir macunu ismiyle günümüze kadar ulaşan bu şifalı karışım, Hafsa Sultan’ı kısa sürede sağlığına kavuşturur. Yardımsever kişiliğiyle bilinen Hafsa Sultan, iyileşmesini sağlayan mesir macununun her yıl Nevruz haftasında halka dağıtılmasını ister. Küçük kâğıtlara sarılan macun, Sultan Cami’nden halka saçılır. O günden bu güne her yıl aynı dönemde Sultan Cami etrafında toplanan halka, şenlikler yapılarak mesir macunu dağıtılır.

        12

        Türk Kahvesi ve Geleneği (2013)

        Türk kahvesi kültürü ve geleneği, kahvenin İstanbul’da kahvehanelerde servis edilmeye başlandığı 16. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Geleneğin, tadını eşsiz yapan ve sosyalleşmeye katkıda bulunan, iki ünlü yönü vardır.

        Bir içecek türü olarak, Türk kahvesinin, özel hazırlama teknikleri vardır ve yıllar öncesine dayanan bu teknikler günümüzde hala kullanılmaktadır. Kahve hazırlamada kullanılan geleneksel yöntemler, sanatsal değeri olan, cezve, fincan, havanlar gibi özel araçların ve gümüş takımlarının gelişimine yol açmıştır. Zaman gerektiren hazırlama teknikleri sayesinde, Türk kahvesi damağınızda uzun süre tadını ve tazeliğini bırakır. Diğer çeşit kahvelerden daha yumuşak, aromalı ve yoğundur. Türk kahvesini kendine özgü olan aroması, telvesi ve köpüğüyle diğer kahvelerden ayırmak oldukça kolaydır.

        Türk kahvesi sadece bir içecek değil aynı zamanda, sosyalleşmek için kültürel boşlukları, toplumsal değerleri ve inançları bir araya getiren toplumsal bir çalışmadır. Türk kahvesinin sosyalleştirme rolü, İstanbul’da, dikkat çeken dekorasyonlarıyla, ilk kahvehanelerin açılmasına dayanmaktadır. Kahvehaneler o zamanlarda ve hala, insanların kahve içtiği, sohbet ettiği, haber paylaştığı, kitap okuduğu ve sosyalleştiği yerlerdir. Gelenek başlı başına misafirperverlik, arkadaşlık, nezaket ve eğlence sembolüdür. Tüm bunlar ünlü Türk atasözü ‘bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.’ ile belirtilmiştir. Bu söz, kahvenin, Türk kültüründe ne kadar önemli olduğunu ve Türk kültürünün ne kadar içine işlemiş olduğunu göstermektedir.

        13

        Ebru: Türk Kâğıt Süsleme Sanatı (2014)

        Ebru, kendine özgü tekniklerle hazırlanan ve tekneye alınan suyun üzerinde boyalarla oluşturulan desenlerin kağıda aktarılmasıyla yapılan geleneksel bir sanattır.

        Ebru kitap süsleme sanatı ve kitap ciltlerinde yan kağıdı (kapak ile kitabı birbirine bağlayan kağıt) olarak tarihsel süreçte geleneksel bir sanat haline gelmiştir. 13. yüzyılda ilk Ebru formları Orta Asya’da görülmüş olup İran aracılığıyla Anadolu’ya yayılmıştır. Osmanlı döneminde, Türk hat ustaları ve sanatçıları yeni formlar yaratmış ve tekniklerini geliştirmişlerdir.

        Ebru sanatı, kendine has malzeme ve uygulama özelliğine sahiptir. Ebru sanatında kullanılan bütün malzeme ve araçlar ebrucu tarafından hazırlanır. Boyaların tamamı tabiattan doğal yöntemlerle elde edilir. Suyun yoğunlaşmasını sağlayan kitre bitkisel esaslı bir ana malzemedir. Boyaların kitre üzerinde açılmasını sağlayan doğal asit de hayvanın safra kesesindeki öd’dür. Kitreyle yoğunlaştırılmış su üstünde doğal yöntemlerle hazırlanan boyalar aracılığıyla oluşturulan desenler kağıt üzerine geçirilir.

        14

        İnce Ekmek Yapımı ve Paylaşımı Geleneği: Lavaş, Katrıma, Jupka, Yufka (2016)

        Lavaş, Katırma, Jupka ve Yufka, oklava ya da elle açılan yuvarlak veya oval biçimli ince ekmek türlerinden olup Azerbaycan, İran, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye’de yaşayan halklarca sadece yemek amaçlı bir tüketim maddesi değil, aynı zamanda bu coğrafyada geçmişten günümüze aktarılan ortak bir yapma ve paylaşma kültürünü simgeler.

        İsimleri sıralanan ince ekmeklerin her biri buğday veya çavdar unundan mayalı veya mayasız olarak yapılır. Türkiye’de, lavaş mayalı, yufka ise mayasız buğday unundan elde edilir. Lavaş, "tandır" denilen geleneksel yöntemlerle yapılan toprak veya taş fırınlarda pişirilirken yufka ise daha uzun süre dayanması amacıyla mayasız hamurdan yapılarak ateş üstüne konan "sac" üzerinde pişirilir. Kazakistan ve Kırgızistan’da yaşayan topluluklar, açılan ince ekmeği büyük kazanlarda köz ateşinde ısıtarak pişirmektedirler. Lezzet açısından hamurun is çıkarmayan odun ateşinde veya köz üzerinde pişirilmesi tercih edilir.

        15

        Geleneksel Çini Sanatı (2016)

        Hamur haline getirilmiş killi toprağın pişirilmesiyle yapılan, çeşitli renk ve motiflerle süslenmiş sırlı seramik ev eşyaları veya duvar panolarına “çini” denir. Çinicilik ise, “minai”, “lüster”, “perdah”, “sıraltı” gibi kendine özgü yapım ve süsleme teknikleriyle 12. yüzyıldan beri yaşayan geleneksel Türk çini sanatının etrafında şekillenen zanaatkârlığı ifade etmektedir.

        Çini ustaları, doğayla ilgili geleneksel bilgi içeren reçeteler doğrultusunda yaptıkları çinilerde 16. yüzyıldan beri yaygın olarak “sıraltı tekniği”ni kullanmaktadırlar. Bu teknikte çamur, reçetesine göre hazırlanarak hamur haline getirilir.

        Hamur şekillendirildikten sonra üzerine astar sürülerek kurutulur ve çini fırınlarında pişirilerek “bisküvi” denilen pürüzsüz bir yüzey elde edilir. Kağıt üzerine ajur tekniği ile delinip hazırlanan desenler kömür tozuyla yüzeye aktarılır ve desenin dış konturları (tahrir) siyah boya ile fırça kullanılarak elle çizilir. Sonraki aşamada çeşitli renklerle desenler boyanır. Son olarak, seramiğin üzeri sır ile kaplanır ve ikinci kez 900-940°C derecede pişirilerek çininin yapımı tamamlanır.

        Çini süslemelerinde genellikle kozmik düşünceleri ve inançları simgeleyen geometrik şekiller, bitkisel süslemeler ve hayvan figürleri değişik renk kompozisyonları ile kullanılmaktadır. Renk kompozisyonlarında beyaz veya lacivert fon üzerine kırmızı, kobalt mavisi, turkuaz ve yeşil renklerin kullanımı geleneksel çinilerin karakteristik özelliğidir.

        16

        Bahar Bayramı Hıdırellez (2017)

        Hıdrellez, bütün Türk dünyasında bilinen mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır.

        Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır.

        Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Oysaki Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği görülmektedir.

        Ülkemizde Hıdrellez Bayramı 6 Mayıs tarihinde kutlanır. Bugün Hıristiyanlarca da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler St.Georges Günü olarak kutlamaktadırlar.

        17

        Islık Dili (2017)

        Islık dili; parmak, dil, diş, dudak ve yanaklar yardımıyla oluşan “ıs¬lık”ın, kelime değeri kazanmasıyla kurulan iletişim sisteminin adıdır.

        Türkiye’nin Doğu Karadeniz Bölgesi¬nin dağlık ve engebeli yapısı özellik¬le konut yerleşimlerinin birbirinden uzak olmasına yol açmış, dolayısıyla bölge insanı günlük hayattaki iletişi¬mini, uzaktan uzağa ıslığın çıkarmış olduğu yüksek ses hacminden yarar¬lanmak suretiyle gerçekleştirme yolu¬nu bulmuştur.

        Günlük hayatın ihtiyaçlarının kar¬şılanmasında işlevsel olan ıslık dili, böylece insan yaratıcılığının bir ör¬neği olup ezgisel ve ritimsel niteliği ile de estetik bir boyut kazanmakta¬dır. Islık dili, kullanıcılarının kültürel kimliklerinin belirgin bir parçasıdır ve ilgili topluluk tarafından kültürel kimliklerinin yansıması, kişiler arası iletişim ve toplumsal dayanışmanın pekiştirici unsurlarından biri olarak görülmektedir.

        18

        Dede Korkut - Korkut Ata Mirası: Kültürü, Efsaneleri ve Müziği (2018)

        Türkiye’nin 2006 yılında taraf olduğu UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi’nin icracı birimi olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü, kaybolmaya yüz tutan değerleri UNESCO aracılığıyla koruma altına aldırarak, aynı zamanda dünyaca tanınması adına ciddi adımlar atmaya devam ediyor. Bu amaçla Mart 2017 itibarı ile aday dosya başvurusu UNESCO’ya gönderilen, “Dede Qorqud/ Korkyt Ata/ Dede Korkut Mirası: Destan, Masal ve Müzik” çok uluslu dosyası, 28 Kasım 2018 tarihlerinde Morityus Cumhuriyeti’nin başkenti Port Louis’de gerçekleştirilen UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması 13. Hükümetlerarası Komite Toplantısında İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesine 17. unsurumuz olarak kaydettirilmiştir.Kazakistan moderatörlüğünde, Azerbaycan ve Türkiye’nin katılımıyla çokuluslu olarak hazırlanarak, değerlendirme sürecinin ardından oy birliğiyle Temsili Listeye Kaydedilen “Dede Korkut:Destan, Masal ve Müzik” dosyası ile Türkiye Unesco Temsili Listelerine en çok unsur kaydettiren ilk 5 ülke arasındaki yerini korumuştur.

        Türk Dünyasının yüzlerce yıllık kültürel kimliğinin taşıyıcısı ve ortak mirası olan Dede Korkut etrafında şekillenen destan, masal ve müzik geleneği ülkemizin başta kuzeydoğusu olmak üzere tüm bölgelerde yaşatılmaktadır. Dede Korkut kültürünü oluşturan destan, masal ve müzik içerisinde yer alan, dilden dile ve kuşaktan kuşağa aktarılan değerler, ülkemizin kültürel belleğinde canlılığını korumakta, geçmişle bugün arasındaki kültürel bağın güçlenmesine, kültürel devamlılığın, aidiyet ve kimlik anlayışının geleceğe taşınmasına katkıda bulunmaktadır. Birikimi ve değerleri sınırları aşan Dede Korkut mirası bu yönüyle Türkçe konuşan ülkelerde birleştirici bir unsur olarak son derece önemlidir.

        19

        Geleneksel Türk Okçuluğu (2019)

        Geleneksel Türk Okçuluğu; Türkiye’de gerçekleştirilen geleneksel okçuluk sporu etrafında şekillenen, yüzyıllar içinde belirlenmiş ilkeleri, kuralları, ritüelleri ve toplumsal uygulamaları, geleneksel zanaatkârlıkla üretilen ekipmanları, okçuluk disiplinleri ve atış tekniklerini barındıran bir somut olmayan kültürel miras unsurudur. Miras taşıyıcıları okçuluk becerilerini geliştirmek için bireysel veya toplu olarak antrenman yaparlar, bireysel atışlar gerçekleştirirler, festival havasında geçen yarışmalara ve gösterilere katılırlar. Tüm etkinliklerde okçular unsurla ilgili ilkelere, kurallara ve ritüellere sıkıca bağlı olarak hareket ederler.

        Geleneksel Türk okçuluğunun yaya ve atlı olarak gerçekleştirilen farklı disiplinleri vardır. Yaya okçuluğunun menzil atışları, darp atışları, puta atışları ve gösteri atışları gibi türleri bulunmaktadır. Atlı ok atışlarının da Kıgaç, Kabak, Tabla atışları gibi türleri bulunmaktadır. Atlı okçuluk at bakım bilgisinin yanı sıra güç, yoğunlaşma, ok atma ve binicilik becerisi gerektirmektedir. Yaya ve atlı olarak gerçekleştirilen atışların yapılabilmesi için ustalardan öğrenilen geleneksel atış ve antrenman teknikleri kullanılır.

        Geleneksel Türk okçuları, Okçu, Kemankeş, Tîrendâz ve Kavsî isimleriyle anılmaktadır. Unsuru öğreten ustalara “üstat”, öğrenmekte olan okçulara ise Tâlip veya Kepazakeş adı verilmektedir. Birleşik Türk Yayı yapan zanaatkârlara Kemanger, ok yapan ustalara da Tîrger denilmektedir.

        20

        Minyatür Sanatı (2020)

        Minyatür; öykü, olay ya da bilgilerin resim diliyle tasvir edilmesi sanatıdır. Osmanlı döneminde “nakış” veya “tasvir” olarak anılan bu sanatı icra edenlere nakkaş, müsavvir, minyatür sanatçısı, tasvir sanatçısı veya şebihnüvis denilmektedir.

        Tarihsel süreç içinde farklı bölgelerde farklı ekoller halinde gelişen minyatür sanatı, İslamiyet ile birlikte yeni bir çehreye kavuşmuş, el yazması kitapların içine nakş edilen minyatürler yaygın görsel ürünlerden biri haline gelmiştir.

        Osmanlı minyatür ekolü, yüzyıllar içinde gelişen ifade ve anlatım ilkelerine İmparatorluk coğrafyasının kültürel çeşitlilik ve çoğulculuğunu da katarak farklı bir tasvir dili yaratmıştır. 19. yüzyıldan itibaren bu sanatın uygulandığı yerler çeşitlenmeye ve minyatürler duvarlara, tuvallere, ahşap, çini ve deri gibi materyaller üzerine daha yaygın bir şekilde uygulanmaya başlanmıştır.

        Minyatürde işlenen konular arasında manzaralar, sarayda yapılan tahta çıkma, sünnet, düğün gibi törenler ile av sahneleri yer alır. Minyatürler, döneminin günlük yaşamı, kıyafetleri ve ritüellerine ilişkin bilgi verir ve bu açıdan tarihi belge niteliği taşırlar.

        21

        Geleneksel zekâ ve strateji oyunu: Togyzqumalaq, Toguz Korgool, Mangala / Göçürme (2020)

        Osmanlı dönemi dâhil kadim Türk medeniyet ve kültüründe, sosyalleşme ve kültürel paylaşım araçlarından biri olan ‘Mangala/Göçürme”; geleneksel Türk zekâ ve strateji oyunudur.

        22

        Hüsn-i Hat, Türkiye’de İslam Sanatında Geleneksel Güzel Yazı (2021)

        Hat sanatı, estetik değerler dikkate alınarak ölçülü ve nispetli bir şekilde kamış kalem, is ve sair el yapımı mürekkeplerle icra edilen yazı yazma sanatıdır. Türkiye’de unsurun taşıyıcı ve uygulayıcıları “Hattat” ve “Hat sanatçısı” olarak anılmaktadırlar. Bu sanata güzel yazı manasına gelen hüsn-i hat denilmiştir. Bu sanatın icrasında aharlı kâğıt, kamış kalem, kalemtıraş, makta, hokka ve divit gibi malzemeler kullanılır. Hat sanatı; mimarlık, bezeme ve resim gibi görende hayranlık uyandıran sanatlardandır.

        Hüsn-i hat ile Kur'an-ı Kerim, ayetler, hadisler, veciz sözler ve beyitler yazılır.

        Hüsn-i hat, kamış kalem ve is mürekkebiyle aharlı kâğıt ve deri gibi malzemeler üzerine yazılır. Ayrıca taş, mermer, çini, cam, maden ve ahşap üzerine de kendine has yöntemlerle uygulanabilir.

        Kalemin tutuluşu, yürütülüşü ortaya çıkan harf veya terkiplerin mükemmeliyetini temin eder.

        Hüsn-i hatta sülüs, celi sülüs, nesih, muhakkak, reyhâni, tevki’, rika’, kûfî, siyâkat, ta’lik, celi ta’lik, dîvânî, celi dîvâni, rik’a, gubari vb. yazı türleri bulunmaktadır.

        Hattatların bu unsurun aktarımında önemli bir görevi vardır. Usta–çırak ilişkisi içerisinde bilgi ve deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarmaktadırlar. Hattatlar genellikle malzemelerini, hat sanatında kullandıkları araç ve gereçlerini kendileri yaparlar. Hattatlar sadece yazma şeklini öğretmezler aynı zamanda bu mirasın felsefesini ve sanat ahlakını da çıraklarına öğretirler.

        23

        Geleneksel Ahlat Taş İşçiliği (2022)

        Taş işlemeciliği, işlenmeye müsait taşın askeri ve sivil mimaride ibadethane, çeşme, köprü, mezar taşı gibi çeşitli yapılarda ve yapı ögelerinde kullanılmak üzere çeşitli aletler yardımıyla elde şekillendirilerek estetik hale getirilmesidir.

        Neolitik dönemden itibaren uygulanmaya başlanan taş işçiliğinin en olgun örneklerini Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı devri mimarisinde görmek mümkündür.

        Taş işçiliğinde kullanılan el takımları taş kalemi, murç, madırga, çekiçtir. Taş işçiliği, ustalar tarafından kaba ve ince taş işçiliği olarak ikiye ayrılır. Taş, ocaklarda çalışan işçiler tarafından kesilerek yonu ustaları tarafından yontulur ve montaj ustaları tarafından kullanılacağı yerlere monte edilir. Taşçılıkta ustalık gerektiren aşama “yontma” kısmıdır; işçilik iyi olursa montaj da iyi olur. Kullanılacağı yere göre taş yüzeyinin tamamı düz, yivli, profilli veya kabartma tekniği ile işlenmektedir.

        Taş işçiliğinin nitelikli örneklerinin görüldüğü yerlerden biri Bitlis’in Ahlat ilçesidir. Bunun nedeni, yakın çevreden kolaylıkla temin edilebilen Ahlat taşıdır. Mezarlıklar ve kümbetleriyle dikkat çeken Ahlat’ta ayrıca konut, cami, kale, hamam, köprü gibi yapılar da mevcuttur. Anadolu’nun usta kitabesi olan en eski mezar taşı da burada yer alır. Ahlat, yetiştirdiği sanatkârlarla bütün Anadolu’da ün yapmıştır. Anadolu-Türk mimarlık tarihi açısından önemli yer tutan bir takım mimari eserler Ahlatlı mimar ve ustalarca inşa edilmiştir. Bu mimari eserler arasında Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas), Divriği Ahmet Şah Türbesi (Sivas), Tercan Mama Hatun Türbesi (Erzincan), Gevaş Halime Hatun Kümbeti (Van), Alay Han (Aksaray) sayılabilir.

        24

        İpek Böcekçiliği (2022)

        İpek böcekçiliği kültürü, ipek böceğinin tek besin maddesi olan dutun yetiştirilmesi, ipek böceği kelebeği yumurtasından çıkan larvaların dut yapraklarıyla beslenerek büyütülmesi, büyüyen böceklerin koza örmesi, kozalardan ipek ipinin elde edilmesi ve bu iplerle dokumalar yapılmasına kadar geçen süreçteki tüm uygulamaları ve geleneksel bilgiyi içerir.

        Dut yapraklarıyla beslenen ipek böceği larvaları 24-26 gün sonra kozalarını örmeye başlar. Kelebeğin kozayı delip çıkmasına fırsat vermeden kozalar toplanır ve sıcak su dolu kazanlara atılır. İyice ıslatılıp yumuşatıldıktan sonra kozalar bir sopa yardımıyla karıştırılarak ip ucu elde edilir. Uç veren kozalar gruplar halinde önce “iğne” denilen yere, ardından da sırasıyla küçük makara ve büyük makaraya takılarak ip çekme işlemi gerçekleştirilir. Elde edilen ipler makaradan çıkarıldıktan sonra temizlenmesi ve kuruması için kamışlara asılır. Koza ipleri daha sonra çözgüye gönderilir ve orada çile haline gelen iplikler dokuma tezgahına getirilir. Yapısının tamamen doğal olması, ipek kumaşının kolaylıkla boyanmasını sağlamaktadır. İpek iplikler kök boyayla boyanır. İpek kumaşlar dokuma tezgahlarında örülerek çeşitli kumaşlar elde edilir. Boyanan kumaşın sertliği gidene kadar küllü su ve defne sabunuyla kaynatılır. Kaynatma işlemi bitince soğuk suyla durulanıp kuruması için uygun bir yere asılır. Elde edilen ürünler son aşamada ütülenir.

        İpek kumaşı ve ipliği özel yapısından ötürü birçok alanda kullanılmaktadır. Okçuluk malzemelerinden ameliyat ipliğine kadar birçok ürünün ortaya çıkmasında ipekten faydalanılmaktadır. İpek dokuma tezgahlarında dokunan ipekten çeşitli kumaşlar, giysiler ve giyim aksesuarları elde edilir. Şallar, elbiseler, eşarplar, gömlekler, kravatlar ile perde, çarşaf, yastık kılıfı ve örtüler gibi ev tekstil ürünleri de ipekten elde edilen ürünler arasında yer alır. Ayrıca sadece saf ipek ipliklerden, yapımında uzun süreli emek ve sabır gerektiren Hereke Halıları da dokunmaktadır.

        25

        Nasreddin Hoca Fıkralarını Anlatma Geleneği (2022)

        Nasreddin Hoca Fıkralarını Anlatma Geleneği, fıkra anlatma geleneğine ve bu geleneğe ilişkin toplumsal uygulamalar ve festivallere dayanan bir somut olmayan kültürel miras unsurudur. Unsur, mizah ve bilgeliğin sembolü haline gelen Nasreddin Hoca etrafında şekillenmekte ve kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılmaktadır.

        Nasreddin Hoca, halkın ortak zekasını, düşüncesini ve hayat tecrübesini kendi kişiliğinde toplayan ve yaşadığı toplumu çok iyi tahlil etmiş bilge bir şahsiyet olarak kabul edilmektedir. Nasreddin Hoca fıkraları, ünü geniş coğrafyalara yayılmış olan Nasreddin Hoca’ya atfedilen, sözlü gelenek ve yazılı kaynaklar yoluyla aktarılan kısa ve yoğun anlatılardır. Bu fıkraların bazıları klasik haline gelmiş ve bu fıkraların nükteli sözleri zaman içerisinde deyim ve atasözlerine dönüşerek toplumun kültürel belleğinin bir parçası olmuştur. Nasreddin Hoca fıkraları sözlü gelenekte olduğu kadar yazılı ve görsel medyada da yoğun bir şekilde işlenmekte ve özellikle çocuklara yönelik programlarda sıklıkla onun fıkralarına başvurulmaktadır.

        Nasreddin Hoca fıkralarının ayırt edici niteliklerinden olan bilgelik, hazırcevaplık, nükte, sağduyu, tuhaflık ve şaşırtıcılık öğeleri birbirine sıkı bir şekilde bağlıdır. Nasreddin Hoca, sözün gücüyle, her zaman kazanan olduğu durumdan olağanüstü bir çıkış yolu bulurken, çok sık kabul edilen normları ve kavramları bozar. Fıkralar insanların olumsuz özelliklerini ortaya çıkarmak için mizah, hiciv, alay ve sinizme başvurur. Ancak fıkralar, ahlaki, düşünsel ve mantıksal sonuçlarla biten öğretici, eğlendirici işlevi ve derin anlamı olan bir türdür. Onun fıkraları, farklı kişilerin ilişkilerini ve çeşitli durumlardaki davranışlarını içermektedir. Onun fıkraları aracılığıyla her türlü hoş olmayan davranış mizah yoluyla eleştirilmekte ve yargılanmaktadır.

        26

        Çay Kültürü (2022)

        Çay kültürü, Türkiye'de yaşayan insanlar tarafından çay yetiştirilmesi, hazırlanması, servis edilmesi ve içilmesi ile ilgili bilgi, beceriler, gelenek ve görenekleri temsil etmektedir. Çay (Camellia sinensis) yapraklarının ve tomurcuklarının içecek yapmak için kullanıldığı bir tarım bitkisidir. Çay bitkisi kesme, soldurma, kıvırma, fermantasyon ve kurutma gibi adımlardan sonra içime hazır kurutulmuş yapraklara dönüşür. Çay, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde vazgeçilmez bir ekonomik değere sahip olup Türkiye'de çay üreticilerinin ve çay fabrikalarının en yoğun olduğu Rize’de hayat çay kültürü etrafında dönmektedir. Düğün, sünnet töreni gibi önemli günler hasat zamanından sonra organize edilmektedir. Kültürel ve ekonomik hayattaki önemli yeri nedeniyle çay, bölge halkı tarafından “yeşil altın” olarak adlandırılmaktadır. Farklı türler ve demleme teknikleri olmasına rağmen, ülkemizde en çok tüketilen ve hasat edilen tür siyah çay olup, demleme sırasında çaydanlık ve semaver kullanılmaktadır. Semaver çoğunlukla Amasya ve Samsun’da üretilen çayı demlemede kullanılacak suyu ısıtmak ya da kaynatmak için kullanılan geleneksel bakır, metal veya pirinçten yapılan bir kaptır. Çay geleneksel olarak “ince belli” bardaklarda servis edilmektedir. Erzurum ve Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki bazı şehirlerde çay “kıtlama” diye tabir edilen özel bir şeker ile içilmektedir. Bu yöntemde şeker çayın içine doğrudan atılmaz şeker makası ile kırılan ufak şeker parçaları dilin altında bekletilerek çay içilir. Çayı hazırlamak ve hasat etmek için kullanılan geleneksel teknikler, çaydanlık, çay bardağı, semaver, gümüş tepsi, ahşap çay sepeti ve çay makası gibi sanatsal değeri olan özel aletlerin üretilmesine yol açmıştır.

        Çay sadece bir içecek değil aynı zamanda Türk günlük hayatı için temel bir sosyalleşme aracıdır. Çay sabah kahvaltısından başlayarak yatana kadar günün her saatinde tüketilir. Öyleki kahvaltı hazır olduğunda “çay hazır” denilir. Çay servis etmek ve birlikte çay içmek dostluk, misafirperverlik ve nezaket göstergesidir. Çay servisi yapılan çay ocakları ve çay bahçeleri insanların buluştuğu, gündelik sohbetlerin yapıldığı özel mekânlardır. Her evde ve işyerinde bir demlik çay her zaman içime veya misafir sunmaya hazırdır. İşyerleri kanunen iş günü içinde en az iki çay molasına izin vermektedir. Çay günlük yaşamda sudan sonra en çok tüketilen içecek olmasının yanı sıra, tüm aile üyelerinin veya misafirlerin bir araya geldiği ve ortak değerlerin paylaşıldığı özel günlerde, törenlerde, etkinliklerde ve toplantılarda da servis edilmektedir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ