Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Çağan Irmak: "Evet, yalnız değilmişim” dedirtmeyi çok istedim

        2017'de o dönem Prizren başkonsolosu, günümüzde ise Barselona başkonsolosu olan Selen Evcit, Türk Filmleri Festivali'ne davet etmişti. Evcit; Ediz Hun, Çağan Irmak ve Yiğit Özşener'i de ağırlıyordu. Festivalde Hun, Yeşilçam'ı, Irmak ile Özşener ise yeni dönem Türk sinemasını temsil ediyordu. Filmleri gösterildi, söyleşiler yapıldı.

        Selen Evcit - Çağan Irmak
        Selen Evcit - Çağan Irmak

        Festivalin ikinci gününde Prizren Kalesi'ne çıkarak bir yandan şehri kuş bakışı seyretmeye diğer yandan fotoğraf çekmeye başladığımda arkamdan bir ses; "Güzel manzara değil mi?"

        Sesin sahibi Çağan Irmak...

        Bir süre sohbet ettikten sonra "Dur, birkaç kare fotoğrafını çekeyim" dedi.

        Objektifine bakarken zihnimden geçen ilk düşünce şu olmuştu; "Çağan Irmak, yönetmenliği değil de başka bir mesleği seçseydi ne olurdu?"

        Açıkçası yapım açısından Türk sineması, duygusal olarak ise izleyiciler için hiç de iyi olmazdı.

        Aksi halde; bir babayla oğlunun geçmişle, geçmişleriyle hesaplaşmalarını, modern yaşamın insanları nasıl yalnızlaştırdığını, bir sanatçıyla bedensel engelli bir genç arasındaki arkadaşlığı, mübadele zamanı Girit’ten Türkiye’ye göç eden insanların yaşadıklarını izleyemeyecektik.

        Yanı başımızda yaşandığı halde farkında olamadığımız hikâyelerin ve belki de çoğumuzun içinde saklı kalmış duyguların farkına varamayacaktık.

        Kanımca Çağan Irmak'ın alametifârikalarından biri de çocukluk ve gençlik dönemini 1970 ile 1980'li yıllarda geçirmiş olması. Toplumsal yaşama mahalle kültürünün hâkim olduğu, hayatı algılama, insanları anlama açısından masumiyet derecesinin daha yüksek olduğu o yılların ruhunu özümsemiş olması ve özümsediklerini de senaryolarına aktarmadaki başarısı, Çağan Irmak filmlerinin etkileyici olmasındaki başlıca faktör.

        Çağan Irmak, hemen hemen her filminde masumiyetle vicdanı başrolde oynatıyor. İşte o masumiyetle vicdan, izleyicileri koltuklarına yapıştırıyor. İşte o masumiyetle vicdan, sinema salonundan çıktıktan sonra da filmi izleyicilere zihninde izletmeye devam ettiriyor.

        O filmlerden biri de gösterime 6 Ocak'ta girecek olan 'Sevda Mecburi İstikamet'...

        Senaryosuyla, yönetimiyle, oyunculuklarıyla etkileyici bir filmde olması gereken bütün unsurları bünyesinde toplayan filmin yapımcısı 'Bergen'in yapımcısı olan Orchestra Content.

        1970’lerden 2000’li yıllara uzanan bir yol hikâyesini anlatan filmde başrolleri Selçuk Yöntem, Selin Şekerci, Kubilay Aka, Elif Ceren Balıkçı ve Günay Karacaoğlu paylaşıyor. Filmin konuk oyuncu kadrosunda ise Hilmi Cem İntepe, Selçuk Borak, Ali Savaşçı, Nergis Öztürk ve Şebnem Sönmez yer alıyor.

        Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncusu Sevda Aktolga da uzun yıllar sonra ‘Sevda Mecburi İstikamet’ filmiyle izleyici karşısına çıkacak. Müziklerini Teoman’ın yaptığı, Türkiye’nin yakın geçmişine uzanan hikâyeyle bezeli filmin dağıtımcılığını CJ ENM Türkiye üstlendi.

        "ÖYLE GÜZEL BİR ENERJİYLE GELDİ Kİ..."

        Çağan nasılsın? Kosova’dan beri görüşemedik. O günden bu yana nasılsın?

        İyiyim, sağ olasın, çalışıyorum. Araya pandemi girdi. Hatta pandemi ‘Sevda Mecburi İstikamet’in çekimini de etkiledi. Aslında senin dün izlediğin film yaklaşık 4,5 yıldır çekilmeyi bekliyordu. Çünkü pandemi girdikten sonra film, bir süre ertelendi. Sinemalar kapanınca çekimleri ertelemek zorunda kaldık. Sonrasında başka bir yapımcıyla yola çıktık. Biliyorsun, maalesef Türkiye’de yapımcıların durumları da çok kritik bir zeminde. ‘Sevda Mecburi İstikamet’i ilk konuştuğumuz yapımcı maddi imkânlardan dolayı projeden ayrılmak zorunda kaldı. Bir süre sonra Mine Şengöz Hanım ile tanıştık. Bana “Çağan, senin bir senaryon varmış. Ben bir okumak istiyorum” dedi. Açıkçası artık neredeyse filmden ümidimi kesmiştim. “Vallahi sevgili Mine Hanım, bu filmi sen yap. Ben artık bundan ümidi kestim. 4 yıldır bunu bekliyorum” dedim. Çünkü senaryoyu 4 yıl önce yazmıştım. Fakat Mine Hanım öyle güzel bir enerjiyle geldi ki… Aslında filme inancını kaybetmek yanlış bir cümle oldu. Sadece 4 yıldan beri bu senaryo benim kafamda olduğu için artık ben onu günbegün çektim ve benim için artık yeni bir şeyi kalmamış gibiydi. Fakat Mine Hanım, öyle güzel bir enerjiyle geldi ki beni tekrardan bu filme inandırdı ve ben senaryoyu dün yazmışım gibi tekrar sete gittim.

        REKLAM

        Pandemide yaşadığın boşluk seni nasıl etkiledi?

        Açıkçası ben sadece 2 yıl durdum. BluTV’ye ‘Yeşilçam’ yaptık. Bir de çok uzun zamandır beklediğim bir senaryom vardı. Çok büyük bir bütçe gerektiriyordu. ‘Yaratılan’ diye. Onu Netflix’e 8 bölüm yaptım. Şimdi o gösterime girmeyi bekliyor. Onun 6 - 7 ayı var. 3D efektleriyle uğraşılıyor. ‘Yaratılan’ da meslek üzerine kurduğum en büyük düşlerden biriydi. Onu gerçekleştirmiş olmaktan dolayı da çok mutluyum. Ve ‘Sevda Mecburi İstikamet’ taptaze, yepyeni bir şekilde hayatıma girdi. Benim için güzel bir 4 - 5 yıl oldu.

        Selin Şekerci
        Selin Şekerci

        "BUNU YAPMAMALIYIM DEDİĞİM YERDE SENARYO ORTAYA ÇIKTI"

        ‘Sevda Mecburi İstikamet’in hikâyesini ilk ne zaman düşünmüştün?

        ‘Sevda Mecburi İstikamet’ şöyle oldu; Sedef Erken ile bir konuşmamız sırasında, 4,5 sene önce Gümüşlük’te oturuyorduk. “Ya Çağan, dünyada farklı hisseden beyinlerle, farklı gören insanlarla, bizim ‘farklı’ dediğimiz insanlarla ilgili bir şey yapmayı düşünmüyor musun?” dedi. Onun oğlu Ozan da aynı yelpazede bir genç çocuk. Ben de “Sedef, bu büyük bir empati kurma yeteneğini ve çok ciddi bir çalışma dönemini gerçekleştirmeyi gerektiriyor. “Ben bu konuda kim oluyorum ki o insanları bir dramın içinde resmedeceğim? Ben kim oluyorum ki onlara bir gözyaşı malzemesi olarak yaklaşacağım? Bunu yapmamalıyım” dedim. "Bunu yapmamalıyım” dediğim yerde senaryo ortaya çıktı. Açıkçası bu benim için yeni zorlayıcı bir güç olacaktı. Hem yeni bir konuyu anlatmak hem de kahramanımı aciz durumda göstermemek, onu gerçek, güçlü bir kahraman olarak seyircinin önüne koymak… Eee tabii onlar gibi hissetmek, onlar gibi düşünmek, bir sürü şey okumak, bir sürü şey izlemek gerekiyor. Tabii bunlar işimizin bir parçası. Bunları yaptığım için kendimle övünmüyorum. Bu mecburen işimizin bir parçası. İyi ki bu film 4 yıl ertelendi ve ben 4 yıl boyunca her gün senaryoya yeni bir tuğla daha koydum. Bu karakteri yaratırken, Ozan’ı da rol modelim olarak almıştım. Oradan da ortaya ‘Suna’ çıktı. Şimdi neden filmde Yeşilçam var dersen eğer…

        REKLAM

        Zaten senin Yeşilçam’a karşı özel bir saygın var.

        Ama farkındaysan burada öyle kullanmıyorum. Burada bana şu lazım. ‘Suna’ hayatında gerçeği düstur etmiş birisi. Gerçek dışında hiçbir şey onu etkilemiyor. Karşısındaki insan da gerçek olsun istiyor. Onu öyle olduğu için yıllar önce terk edip giden babası ise bir oyuncu. Bu oyuncu, hayatı boyunca yalan söyleyen, kendi oyunculuk imparatorluğunu kurmak için hep bir yıldız gibi davranan ve hayatı yalanlarla dolu bir anti kahraman. İşte bütün dramatik çatışma buradan ortaya çıktı. Bu bana senaryoda çok güzel renkler sundu. Çok fazla hikâye sundu ama tabii bu yan hikâyeleri ve renkleri çok soğukkanlılıkla bir elekten geçirip, çok dallanıp budaklanmayan, her yere saldırmayan, daha sade daha sakin bir film yapmalıydım. İyi ki de 4 yıllık süreç oldu ve bu bana ve senaryoya yaradı.

        Selçuk Yöntem
        Selçuk Yöntem

        "O DA TAM ANLAMIYLA CUK OTURDU"

        Eline sağlık. Ziyadesiyle beğendim ve etkilendim. Eminim ki izleyen herkes benimle aynı duyguları paylaşacaktır. Oyuncuları seçerken özellikle nelere dikkat ettin?

        ‘Suna’ rolü için çok uzun bir süreç oldu. Bizim filmi çektiğimiz yaklaşık 4 - 5 ay öncesinde dizi ve film çekimleri gerçekten tavan yapmış durumdaydı. Hem oyuncular çok fazla işte çalışıyordu hem de ‘Suna’ya hazırlanmak uzun bir süreç gerektiriyordu. Başından beri kafamda birçok isim vardı. Selin bunlardan biriydi ama o sıralarda bir diziyle anlaşmıştı. Fakat o dizinin çekimleri ertelenince Selin hemen kadroya dâhil oldu. Sedef Erken ile birlikte benim de beraber katıldığım uzun toplantılar süresince bu role hazırlandı. Onu bu role hazırlanırken izlemek çok keyifliydi. Çünkü Selin tam bir ‘sahne hayvanı’ derler ya, role öyle hazırlanıyordu. Bu durumla ilgili YouTube’da yayınlanmış ne kadar video varsa izledi, okudu, hatmetti. Bu insanlarla görüştü, bir rol için adeta inanılmaz bir savaş içine girdi. Selçuk agabey ise tabii ki yıllardan beri tanıdığımız yeteneğiyle ve eski bir ‘Yeşilçam’ starı olabilecek görüntüsüyle vardı. Kubilay ile çok yeni bir kapıyı açtık. Kubilay ile çalışmaktan dolayı gerçekten çok mutlu oldum. Çünkü çok çalışkan, sete çok saygılı, ödevine çok iyi hazırlanıp gelen bir oyuncu olduğunu kanıtladı. Keza Elif Ceren Balıkçı da öyle. Ve yıllar yıllar sonra hepimizin çocukluk sevgililerinden birini sinemaya döndürdük; Sevda Aktolga… Biliyorsunuz, Ertem Eğilmez’in oyuncusu, aynı zamanda asistanıydı. ‘Hababam Sınıfı’nın ‘Gamzeli Güzeli’ diye tanınan Sevda Aktolga. O da bu filmde eski bir oyuncuyu canlandırıyor. O da tam anlamıyla ‘cuk’ oturdu.

        REKLAM
        Kübilay Aka - Elif Ceren Balıkçı
        Kübilay Aka - Elif Ceren Balıkçı

        "İZLEYİCİLERLE SOHBET EDEN BİR FİLM OLDU"

        Her filmin mutlaka senin için özeldir. Her filmin özel söylemleri oluyor. ‘Sevda Mecburi İstikamet’ filminde hangi söylemin altının çizilmesini istersin?

        İçinde bulunduğumuz yıllarda iletişim aygıtları inanılmaz ölçüde hızlı bir devinim yaşıyor. Mesela, senin İstanbul’da olman, benim Bodrum’da olmam ve bu röportajı yapıyor olmamız gibi… Çok çabuk, çok hızlı iletişim kuruyoruz. Sosyal medyayla çok çabuk birbirimizden haberdar oluyoruz. Gerçekten geri kafalı bir insan, muhafazakâr bir insan tutumuyla söylemiyorum ama iletişim hızlandıkça biz ne kadar iyi iletişebiliyoruz? Gerçekten ne kadar birbirimizin gözünün içine bakıp birkaç dakika susarak anlaşmayı becerebiliyoruz? Bunları birazcık kaybettik. Bunları eleştirmek için söylemiyorum. Bunlar hayatın ritmi, olacak. Bütün bu gelişime hiç karşı duran bir insan değilim, olmadım, olmayacağım da. Bütün teknolojik gelişimin yanında durup, onu anlamaya çabalıyorum ama tabii bütün bu gelişim süreci beraberinde de yan etkiler getiriyor. İletişimin insana dair olan tarafını kaybettik. Mesela, WhatsApp grupları oluşturuyoruz. Orada söylediğimiz çok masumane bir şey çok yanlış anlaşılabiliyor. Çünkü insanlar o sırada senin yüzünü görmüyor. Yüzünü görmediği için de işte böyle yanlış anlaşılmaları da beraberinde getiriyor. O yüzden bu filmde, “İnsana dair gerçek iletişimi unutmayalım” demek istedim. Bunu yaparken de hep gülümsetmek istedim. Birazcık her şeyi ti'ye alarak yaklaştım. Filmin ağır bir “Allah Allah ölüyoruz!” halinde bir durumu yok. Daha ti’ye alıyor, daha duygusal bir yerden yaklaşıyor, ağlatırken biraz daha güldürmeyi hedefliyor. Böyle şeyleri var. Bunları hesapladım, bunları düşündüm. Çünkü insan zaten bu kararları verirken ya da bir senaryo yazarken şunu der: İki şeyin filmini yaparsınız; ya çok sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz şeylerin. Bunlar, gün geçtikçe bizi düşündürmeye başlıyor. Düşündürüyor ve en sonunda “Bu konuda bir senaryo yazayım” diye oturuyorsun. O bir bardak ve doluyor, doluyor, bir senaryo oluyor. 'Sevda Mecburi İstikamet', izleyicilerle sohbet eden bir film oldu. Her sahnede “Bunu ben de biliyorum, Bunu ben de yaşadım. Evet, yalnız değilmişim” dedirtmeyi çok istedim.

        "GÖZLERİM AÇIK GİTMEYECEĞİM"

        Sinema kariyerinin 22’nci yılındasın. 22 yılda 15 film, 10 TV dizisi çektin. Kariyerinin bu döneminde kendini nasıl hissediyorsun? “Keşke şunu da filme çekseydim” dediğin bir hikâye oldu mu?

        ‘Yaratılan’ bunlardan biriydi. “Yapmadan ölürsem, gözüm açık gidecek” dediğim işlerden biriydi. Onu da yaptım. Bir şikâyetim yok. Benim durumumda insan şikâyet etmemeli ama “Ya bir de şunu yapsam” duygusu da bitmemeli. Bu duygu bittiğinde zaten mesleğinize nokta koyarsınız. Bu duygu hayatımda hep olsun istiyorum. Meslek hayatıma hem bütçesi hem kurduğu fantastik dünya açısından ‘Yaratılan’, 14 yıl önce yazdığım bir senaryoydu. O zaman kimse buna cesaret edememişti. Şimdi ancak o noktaya, yapabilecek seviyeye geldik. Onu yapabildiğim için gözlerim açık gitmeyeceğim. Keza, ‘Sevda Mecburi İstikamet’ 4 yıldır bekliyordu.

        REKLAM

        Mesleğin adına büyük bir hayalin var mı?

        Bugün şu ana kadar sanki istediğim her şeyi yapmışım gibi duruyorum ama bu soruyu bana yarın sabah uyandığımda tekrar sor Mehmet, bambaşka bir cevap verebilirim.

        "SİNEMA KABUK DEĞİŞTİRECEK"

        Sinemanın geleceğini nasıl görüyorsun?

        Hiç telaşlı, hiç korkuyor değilim. Sinema kabuk değiştirecek. Biz bunu kabul edeceğiz, kabul etmek zorundayız. Sinema tehlikeli bir yerde duruyor olsa da paniğe kapılmamak gerekiyor.

        REKLAM
        Selçuk Yöntem - Kübilay Aka
        Selçuk Yöntem - Kübilay Aka

        "BUNLARI KAYBETMEMEK LAZIM"

        Daha önce böyle durumlar yaşandı ama sinema kalkıp yolunu buldu. O krizlerden güçlenerek çıktı. İyi bilirsin ki 1980’lerde böyle bir kriz yaşandı ama 2000’li yıllarda daha da güçlenerek günümüze kadar geldi.

        Şu var; sinema her şeye rağmen aynı zamanda bir kitle iletişim aracı. 100 kişi birlikte izlemek daha keyifli oluyor. Hepsinin güldüğü noktalar, hepsinin duygulandığı noktalar… Bunlar önemli şeyler. Bunları kaybetmemek lazım. Bu da çok önemli bir kitle iletişimi. Yanındaki insanın güldüğü şeye belki sen hiç gülmüyorsun ya da senin güldüğün bir şeye o gülmüyor. Bu da insanları tanımanın, toplumun nabzını ölçmenin bir yolu. Bunu kaybetmemek lazım. Aslında şu çok güzel bir çözüm olabilir; yazlık sinemaların kışlık sinemalara göre daha da büyük oranda geliştirilmesi. Bu, harika olabilir. Çünkü yaz gecesi, açık havada bir toplulukla film izlemenin keyfi hiçbir şeyde yok. Hatta bu kışlık sinemada da yok. Benim naçizane önerim, yazlık sinemanın üzerine gidilmesi. Ailelerin gelip çoluk çocuk yayıldığı, çekirdek çitlediği bir ortam harika olabilir.

        "BÖYLE ŞEYLERİ HİÇ SAKLAMAM"

        Bir sonraki projen belli mi? Paylaşabiliyor musun?

        Beni tanıyorsun, böyle şeyleri hiç saklamam. Şu anda kafamda bir şeyler dönüyor ama hiç önceliği yok. Eskiden dünya bu kadar hızlı değişmediği zamanlarda, 10 yıl önce bu soruyu sorsaydın, “Mehmet, 2 ay sonra başlıyorum” diyebilirdim ama şu anda dünya o kadar hızlı değişiyor ki… Mesela, benim artık geçerliliğini yitirmiş, çöp olmuş bir sürü senaryom var. Senaryo bir yıl içinde demode olmuş. Ya çöpe atıyorum ya da geliştiriyorum. Dünya ve ülkemiz o kadar hızlı değişiyor ki… Hemen çöp olmayacak, hemen eskimeyecek bir senaryo gerekiyor. Şu an seninle konuştuğum bilgisayarda 3 senaryo var ama 1 - 2’si artık gerçekten geçerliliğini yitirdi ve demode oldu.

        Sen onları yine de bir yapımcıya göster. ‘Sevda Mecburi İstikamet’ gibi bir film daha çıkacaktır mutlaka. Sen belki demode olduğunu düşünüyorsun ama bence bir yapımcıya göstermelisin. Zira senin hiçbir senaryonun demode olabileceğini düşünmüyorum.

        Teşekkür ederim.

        REKLAM

        Mesleğin adına en büyük korkun nedir?

        Benim korkum yok. Ben şunu çok açık söylüyorum; hiçbir şeyi para için yapmadım. Hep kendi istediğim şeyleri yarattım. Kendi istediğim hikâyeleri yazdım. Kendi istediğim filmleri çektim. Kendi seçtiğim oyuncularla ve müzisyenlerle çalıştım. O yüzden hiç korkum yok. En büyük korkum ne olabilir? Bu mesleği yapamamak. Ne yapalım? Açıkçası hayatı sinemadan daha çok sevdiğim için mesleğim adına korkum, bir endişem yok. En büyük korkum yapamamaktır. Onu da olgunlukla karşılarım. Ama mesleğimi yapmak adına bir şeylere “Eyvallah” diyecek yaşı çoktan geçtim artık.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ