Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Çırağan Sarayı balkonun notaları

        Mesleki deformasyon böyle bir şey; şayet mimarsanız. Ve aldığınız eğitim, yürüttüğünüz meslek, hayata bakışınızı tarif etti ise. Kurtuluş yok, ömür boyu onunla yaşayacaksınız. Herkes operadaki divayı alkışlarken, siz salonu inceleyeceksiniz. Herkes için manâsız olabilecek tepki ve muhabbetler beyan edeceksiniz. Ne diye bu binanın içini değil, balkonunu daha çok seviyorum?

        Osman Osmanoğlu ile konuşuyoruz. Beni anlayışla dinlemede... Bu aile için de bu bina bir hapishane olmuş: Dışarı çıkmak memnu! “Bülbülü kapatmışlar altın kafese...” Bir özgürlük yakarışı değil mi?

        Çırağan Sarayı’ndayız. Kempinski Bölge Yöneticisi Ralph Radtke bizden! Ne gibi? Ne gibi olacak bir kere iç güveysi, damat. İkincisi İstanbul’da kıdemli. Bizim Prusyalı, birbirimizi sevdiğimizi kaydetmiş: Osman Efendi de bizlerle. O da benim gibi balkona itibar etmede. Saraydan dışarı çıkmış oluyoruz ya...

        REKLAM

        Ali Esad Göksel'in HT Cumartesi'de yer alan yazısına göre, büyük dedesi V. Murad 93 gün sonra tahttan indirilince buraya gelmiş. 28 yıl burada yaşamış. Dile kolay. Aslını isterseniz dile bile zor... Ben V. Murad’ı Emre Aracı’ya borçluyum. Sultanın yeniden hayata çağırılan bestelerine. Sabık padişah müzikle nefes alıp vermiş. Yüzlerce bestesi var. Büyük bir disiplinle tarih düşmüş. Sevdiklerine ithaf etmiş. Sınırlandırılmış bir hayat için müzik ne denli sıra dışı bir maymuncuk! Bir hayalim var: Osman Efendi ve Ralph Radtke’ye söylüyorum. Bir sergi ve bir konser, o 28 yıla adanmış. Aceleye getirilmeden, kitabı ve CD’siyle desteklenmiş. Ardından da turneye çıkacak bir sergi. Akademik dokunuşlu... Elbette dönemin mutfak ve içkilerine de atıfta bulunan uluslararası bir açılış. 2 bin 20 yılı gerçekçi bir takvim olabilir mi? O gece bunlar konuşulurken, Tuğra’nın balkonundayız. Tuğra, Çırağan Palace Kempinski’nin kuruluşundan beri hayatta. Yani nadirattan. Sürekli ve sürdürülebilir. Bir de şu var: Başka hiçbir otelin bu ölçekte bir Türk mutfağı lokantası yok! O akşamın mimarı Emel Erdem.

        Emel benim çok takdir ettiğim bir dostum. Yıllarca basınımıza emek verdi. Şimdi Tohum adında bir çerçeve çatmada. Ona destek boynumuzun borcudur: Tuğra Lokantası’nın özel bir sunuşundayız. Birlikte yaz mönüsünü deniyoruz. Sofra mevcudu konum itibarıyla Emel’in yönlendirdiği temayı konuşuyor: Osmanlı’da yeme-içme âdetlerinin değişimi...

        TOPKAPI SARAYI’NDA RAMAZAN

        Ramazan nedir? Nerede başlar? Nerede biter? İnsan bunları her sene yeni baştan düşününce birdenbire şu hoşluğun içinde buluveriyor kendini: Ramazanın din ve ibadet ile ilgili kısmını, bireyin kendisine ait iç meselesini bir kenara ayırırsak... Yine de ortada devasa bir çerçeve kalıyor. Daha doğrusu muhtelif tariflerin birlikte oluşturduğu bir çerçeve. Peki ama bu tarifler hangileri? Hangi sıralamadalar? Bir kere ramazanın sosyal bir vakıa olması belki de bunların en önde geleni. Neden mi? İslam dininin diğer bazı koşullarından ayrılan bir tarafı yok mu orucun? Orucu açma, yani iftar, aslında çoğu zaman paylaşılan bir seans değil midir? Yani sizin parçası olduğunuz bir sosyal şölen. Bütün diğer sosyal şölenlerdeki gibi bir ritüel -kurallar dizisiyle tarif olunan. Ramazan ayının benzersizliği de tam burada.

        REKLAM

        Elbette bir de şu var: Ramazan deyince ne için her sene farklı bir şey anlıyorsunuz? Şöyle düşünün 10 yaşındayken ne anlıyordunuz? 30, 50 ya da 70 yaşlarında ne? Bu karşılaştırmayı yapmanın keyfini sakın ola ıskalamayın. Zaman denilince tek boyut sizinki değil. Bireysel zamanınızın dışında da bir boyut var. Kuşkusuz... Örneğin ramazan 19’uncu yüzyılda nasıldı? Hatta 17’nci yüzyılda? Topkapı Sarayı’nda? Albertus Bobovius ya da yerli ismi ile Santuri Ali Ufki Bey’in Anıları, “Topkapı Sarayı’nda Yaşam” kitabı bakın neler neler anlatıyor:

        “RAMAZAN

        Sabah gün doğumundan, akşam gün batımına kadar hiçbir şey yememenin şart olduğu Ramazan ayında, dış sarayların içoğlanları bütün gece atıştırdıkları bazı yiyecekleri satın almak için aralarında para toplar ve büyük saraydakiler de beşli gruplar oluşturup, saray mutfağının aşçılarıyla gece taşınacak yemek sinisi başına pazarlık ederler.

        TÜRKLERDE ORUÇ

        Bizim aramızda da reform geçirdikleri ileri sürülen dinin peşinden gidenler [Protestanlar], güneş batana kadar hiçbir yiyeceğe el sürmezler ve güneş battıktan sonra da hiç ayırım yapmaksızın hem et, hem de balık yiyerek oruç tutarlar.

        Ama onlar, Türkler gibi bu orucu bir ay sürdürmek zorunda değildir; Türkler Ramazan’da oruçlarına öyle sıkı uyarlar ki, en uzun günlerde (çünkü bizimkinden on bir gün kısa tuttukları ay yılı nedeniyle, Ramazan kimi zaman kış, kimi zaman da yaz aylarına denk gelir) ve en kavurucu sıcaklarda bile, serinlemelerini sağlayacak bir damla suyu gün boyunca ağızlarına almaya, koku sürmeye veya herhangi bir güzel kokulu çiçeği koklamaya, görüntüsüyle kendilerine haz verecek herhangi bir şeye bakmaya, kulaklarını hoş sedalarla okşamaya, genel anlamda beş duyumuzdan zevk almamızı sağlayabilecek herhangi bir şey yapmaya kalkışmazlar.

        REKLAM

        Güneş bizi aydınlattığı sürece, bütün dünyevi ve duyumsanabilir şeylerden uzaklaşıp, maneviyat üzerine tefekküre dalarak, Allah’a dualarını daha büyük bir kalp temizliğiyle sunacak halde olmaları gerekir.”

        Ali Ufki Beyin anıları sürüyor. Diğer müzik dışı anıları da gerçekten ilgi çekici. Bizim toplum mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nu daha iyi anlayabilmenin yolunun ondan günümüze kalanları okuyup çözümlemeden geçtiğini anladı. Puzzle’ın her gün başka bir yerine ulaşmanın keyfini yaşıyoruz. Bakın örneğin imparatorluğun, o dönem dünyasının belki de en önemli adresindeki ramazan ve orucunda dikkatinizi çeken bir şey var mı? Yok değil mi? Sıradan. Ama belki de en çok dikkati çekecek nokta da bu: Ramazan’ın herkesi sıradan eşitler kılıcı olmuş oluşu.

        Hayırlı ramazanlar...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ