Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Balçiçek İlter, HDP’den Erzurum milletvekili seçilen Seher Akçınar Bayar ile konuştu

        Balçiçek İLTER / HT GAZETE

        Seher Akçınar Bayar... 7 Haziran’da HDP’den Erzurum milletvekili seçildi. 1982 doğumlu. Adıyaman’da 10 çocuklu bir ailenin 6. çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesi, babasının memuriyetinden ötürü daha sonra Malatya’ya taşındı. Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü kazanıp üniversitede okumaya başlaması, 28 Şubat 1997’deki ‘post modern darbe’ sürecinin hemen öncesine denk düştü. Başörtüsü yüzünden okuldan atıldı. Tam 10 yıl sonra, yarım bıraktığı eğitimini tamamlamak için, ‘karnı burnunda’ olmasına rağmen üniversiteye döndü. Kucağında oğlu Ciwan’la, okula gidip geldi. 7 Haziran seçiminde HDP onu Erzurum 1. sıradan milletvekili adayı gösterince, yine bütün seçim çalışmalarını şu an 4.5 yaşında olan oğluyla yürüttü. Seher Akçınar Bayar demek, insan hakları demek aslında... Mazlum-Der Diyarbakır Şube Başkanlığı yapan, İnsan Hakları Araştırma Derneği’nin (İHAD) kurucuları arasında yer alan ve Diyarbakır temsilciliğini yürüten, şimdi milletvekili olarak Meclis’e girmeye hak kazanan Bayar ile Ankara’da buluşup konuştuk

        -Nasıl bir his milletvekili seçilmiş olmak?

        Ağır bir sorumluluk... Erzurum’da rahat bir seçim dönemi geçirmedik, ciddi sıkıntılar yaşadık, çok ciddi ihlallerle karşılaştık. Ama parlamentoya Erzurum’u taşımamız lazım diye düşündük.

        -Erzurum’da seçim çalışması yürütmek HDP’li biri için zor, bir kadın için daha da zor...

        Oldukça zordu. Çok farklı yapılarla mücadele ettik, ayrıca diğer siyasi partilerle de eşit değildik şartlar açısından. Erzurum’dan aday gösterildiğimde çevremdeki birçok insan arayıp “Erzurum fazla muhafazakâr, dolayısıyla bir kadın adayı kaldırmaz, adaylığını geri çek’’ dediler. Evet doğru, ataerkil bir yapı ve eril bir zihniyet var ama seçim çalışmalarına başladıktan yaklaşık bir hafta sonra bunun kırıldığını gördüm.

        -Nasıl kırıldı? Başörtülü olmanızın etkisi var mı sizce?

        Etkili oldu tabii, çünkü Erzurum muhafazakâr bir doku. Muhafazakâr kimliğimin ön planda olması ciddi bir avantajdı. Seçim dönemi ilerledikçe söylemler değişti, “Biz kadınların önünü açmak istiyoruz, kadınlar daha etkin olsun’’ demeye başladılar. Ben de onlara “Önümüzü açmayın, kenara çekilin, gölge etmeyin yeter’’ diyordum.

        -Sesiniz kısık... Seçim dönemindeki konuşmalarınızdan dolayı mı?

        Hayır, biber gazından... 4 Haziran’da Selahattin Demirtaş’ın da katıldığı bir miting yaptık. Orantısız ve sert bir müdahaleyle karşılaştık. Biber gazından dolayı sesim halen düzelmiş değil.

        -Kürt, kadın ve başörtülü kimliğinizle artık Meclis’tesiniz. Bir zafer hissi var mı?

        Omuzlarımızdaki ciddi yük dışında, büyük bir heyecan ve gurur var. Ötekileştirilen üç kimliğimle orada olacağım.

        -Heyecan neden? Yemin töreni mi, ya da o çatı altında olmak mı heyecanlandırıyor?

        Yemin heyecanlandırmıyor. Yeminin tekçi anlayışı temsil ettiğini düşünüyorum, çünkü Türkiye’de çok farklı etnik ve dinsel kimlikler var. Bütün kimlikleri bünyesinde barındıran bir yemin metni olmalıydı. Öyle olsaydı heyecanlanırdım.

        "AİLEM AĞIR BİR ASİMİLASYON SÜRECİNDEN GEÇTİ"

        -Kendinizi ilk defa ne zaman “öteki’’ hissettiniz?

        Üniversiteye ilk girdiğimde bir arkadaşım “Kürt müsün, Türk müsün?’’ diye sormuştu. Şöyle bir düşündüm, “Sahi ben neyim? Ara ara köyden birileri geliyor, evde bir dil konuşuluyor, acaba o Kürtçe miydi?” diye. Kürt’üm aslında.

        -Üniversitede bununla karşılaşmış olmanız çok ileri bir yaş aslında...

        Çok... Ne kadar asimile edildiğimizi, kimliğimizden ve kültürümüzden ne kadar koparıldığımızı anladım. O kadar ötekileştirilmişiz ki... Ailem ağır bir asimilasyondan geçmiş. Anadilimi kursa giderek öğrendim. Malatya’daydım, o sırada Kürt politikası açısından bilinç sıfır. Ne zaman ki Diyarbakır’a gittim, o zaman gördüm bazı şeyleri. Diyarbakır fazlasıyla politik bir yer. Tarih okumaları yaptım. PKK ile de aynı dönemde karşılaştım. Arkadaşlarımdan dağa gidenler oldu.

        "DÜNÜN MAĞDURLARI, İKTİDARDA KADINLARI ARKA PLANA İTTİ"

        -28 Şubat döneminde başörtünüz yüzünden Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki eğitiminizi bırakmak zorunda kaldınız. Başınızı kaç yaşında örttünüz?

        18 yaşında. Annemin geleneksel bir başörtüsü var. Annem hep şöyle der: “Bizim gelenek göreneklerimize göre bir kadın evlendiği zaman başını örter, biz de öyle yaptık.’’ Böyle bir inanç ve gerekçe onlarınki... Ama benim yolculuğum başka. Önce namaz kılmaya başladım, ardından da meseleleri sorgulamaya... Derken başımı örtmeye karar verdim. Hem ailemden hem de çevremden tepki de aldım.

        -Nasıl tepkiler?

        Çok muhafazakâr bir aile değil benimkisi, hatta seküler diyebilirim. Çevrem de öyle. Başımı örtünce “Sen yobaz mısın? Niye başını örtüyorsun? Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz, bu nasıl bir anlayış’’ gibi tepkiler oldu. Ancak benimki bireysel bir tercihti. Cemaat ve arkadaş çevresi etkisi altında kalarak değil, bireysel bir arayış ve sorgulamanın sonucunda başımı örttüm. Babam bilhassa kız çocuklarına ‘’Yaşamı sorgulayın’’ derdi. O sorgulama neticesinde lise sonunda başımı örttüm.

        -Ama üniversitede 28 Şubat süreciyle karşılaştınız...

        Diyarbakır’da yaklaşık 1 yıl kadar Dicle Üniversitesi’nde sosyoloji okudum. Ali Şeriati okuyup aydınlanma yaşadım, o yüzden sosyolojiyi seçtim zaten. İslami düşüncem şekillenmeye başladığında, en büyük sosyoloğun Peygamber Efendimiz olduğunu fark ettim. Hayatım boyunca çevremde olup bitenlere duyarsız kalmadım. Başörtüm yüzünden rahat okuyamadım üniversitede. Sınavlara giriyordum, “Girmedi” diye kayıt düşüyorlardı. Bölüm başkanı ve hocalarımdan tehditler aldım, ikna da edilmeye çalışıldım. İkna odasına girdim yani (gülüyor)

        -Bazıları ‘mecburen’ ikna oldu, kimi peruk taktı. Siz ne yaptınız?

        Başımı açmayı da, peruk takmayı da hiç düşünmedim. Bunun temel nedeni başörtüsünün farz olduğuna inanmam değildi, başka bir gerekçem daha vardı. Bir yaşam biçimini, bir giyim tarzını tercih etmişim, üniversitede ya da kamusal alanın herhangi bir biriminde böyle bir müdahale söz konusu olmamalıydı. Devlet, siyasi iktidar ve otorite beni bu şekilde kabul etmek zorunda: Kadın olarak, başörtülü olarak, Kürt olarak... Ama okuldan atıldım. Bana kalırsa 28 Şubat döneminde en çok kadınlar yara aldı. Dindar erkek arkadaşlarımız mezun oldular. İslami kesim erkeklerine buradan bir sitem göndermek istiyorum. 28 Şubat’ta yaşananlar tek başına kadının sorunu değildi, ama ‘ümmet’in tüm sorunları başörtülü kadınların omuzlarına yüklendi. Erkekler kadınların yanında değildi, dünün mağdurları iktidara gelince kadınları arka plana attılar.

        "SOMA FACİASINDA DİYANET NEREDEYDİ?"

        -Aktif siyasete ne zaman başladınız?

        2005’e kadar hiçbir siyasi partiye üye olmadım, çalışmadım. Siyasi alan yerine toplumsal alanda hak aramayı daha uygun buldum, insan hakları alanında çalıştım. Sahada verdiğim mücadeleyi şimdi parlamentoda vereceğim. Kürt meselesine ilişkin, çözüm süreci aşamasında elimi taşın altına koymam gerektiğine inandım. Çok kritik bir evredeyiz. O yüzden HDP’deyiz. 3 başörtülü vekiliz ama yanılgıya düşülmesin yerel seçimlerde 30’un üzerinde belediye başkan ve eşbaşkanlarımız oldu.

        -“HDP dinden uzak’’ algısına mı gönderme yapıyorsunuz?

        Evet, bu algı oluşturulmaya çalışıldı. Diyanet meselesi üzerinden tartışma büyüdü. HDP, dini siyaset malzemesi yapmıyor. Bu bir özgürleşme projesidir, herkes için... Seçim sürecindeki Kürtçe Kuran tartışmaları ciddi bir talihsizlikti. Bakın Kürtçe Kuran-ı Kerim, Diyanet ile başlayan bir şey değil. Neden seçim dönemine yakın çıkarıldı? Oysa bundan 21 yıl önce merhum Abdullah Varlı tarafından Kürtçe Kuran zaten çıkarılmıştı. Zazaca Kuran-ı Kerim de var. Diyanet’in bunu bir ilkmiş, bir lütufmuş gibi sunması yanlıştı.

        -Diyanet kaldırılmalı mı?

        Kaldırılmalı. Ama o alanda devlete bağlı olmayan bir kurum da olmalı. Dinsel alan sivil topluma ve cemaatlere bırakılmalı. Devletin kontrolünde olduğu takdirde, devletin günahlarını örten bir mekanizma haline geliyor. Örneğin 28 Şubat döneminde biz üniversiteden atılırken neredeydi Diyanet? Ya da Soma’da yaşanan faciadan sonra? Roboski’den, ayakkabı kutularından sonra? Bütün bunlar bırakın HDP’li kimliğimi, beni kişisel olarak çok rahatsız ediyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ