Dünya hukukçuları buluştu
Hukuk kongresinde Adalet Bakanı ile Yargıtay Başkanı arasında anayasa polemiği
- Yargıtay Başkanı: "12 Eylül anayasasının da gerisinde düzenlemeler yapıldı"
- Adalet Bakanı: "Yargı üzerindeki vesayetçi anlayıştan geriye gidiş vardır"
İstanbul Kültür Üniversitesi'nde, Türk Ceza Hukukundaki reforların yürürlüğe girmesinin 5'inci yılı nedeniyle düzenlenen ''Dünyada ve Türkiye'de Ceza Hukuku Reformları Kongresi''nin ilk gününe, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Yargıtay Başkanı arasındaki anayasa polemiği damga vurdu. Yargıtay Başkanı'nın anayasa değişiklik tasarısını eleştirerek "Her zaman eleştirdiğimiz 12 Eylül anayasasının da gerisinde düzenlemeler yapıldı" sözlerine, Bakan Ergin toplantıdan ayrılırken gazetecilerin soruları üzerine yanıt verdi. Bakan Ergin, "80 Anayasasının daha gerisine götürdüğüne ben de katılıyorum. Ama yargı üzerindeki vesayetçi anlayıştan geriye gidiş vardır. Yargının aktivist, müdahaleci anlayışı sınırlayacak, kuvvetler ayrılığı sınırında tutacak bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz. Avrupa'daki örneklere bakarsak Türkiye'deki düzenlemenin son derece yerinde olduğu Avrupa Birliği standartlarına uyumlu olduğu anlaşılacaktır" dedi.
Barış ERDOĞAN / Tülay ACAR / Serkan AKKOÇ / AHT
Türk Ceza Hukukundaki reforların yürürlüğe girmesinin 5'inci yılı nedeniyle düzenlenen ''Dünyada ve Türkiye'de Ceza Hukuku Reformları Kongresi'', İstanbul Kültür Üniversitesi'nde başladı. 38 ülkeden 70 hukukçunun katıldığı kongrenin açılış konuşmalarını Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer ve Alman Yargıtayı Başkanı Prof. Dr Klaus Tolksdorf yaptı. 3 Haziran'a kadar sürecek kongrede 1 Haziran 2005'te yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu değerlendirilecek, diğer hukuk reformu yapan ülkelerle deneyimler paylaşılacak.
Açılış konuşmasını yapan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu'nda getirilen yenilikleri ve AK Parti iktidarı boyunca yargıda yaptıkları iyileştirmeler hakkında bilgi verdi. "Ülkemiz son 7 yılda tarihi bir hukuk reformu sürecinden geçmiştir" diyen Ergin, TCK'yı Türk hukukçularının yaptığı özgün bir eser olduğunu ve toplumsal mutabakatla oluşturulduğunu dile getirdi. Ergin, gelecekte bu dönemi inceleyecek tarihçilerin "Cumhuriyet ve kuruluştan sonra İkinci Hukuk ve Adalet Devrimini bu dönemde gerçekleştiğini yönünde tarihe not düşeceklerini savundu. Ceza mahkemelerinin görevinin, insan haklarını ihlal etmeden gerçeğin ortaya çıkarılması olduğunu söyleyen Bakan Ergin, devletin ceza yetkisini isteği gibi kullanamayacağını dile getirdi. Ergin, cezaların toplumun kültürüyle uyum içinde olması gerektiğini kaydeden Bakan Ergin, yargıda yapılan reformların yanısıra yargıda görev alan personelin çağın gereklerine uygun şekilde insan haklarına saygılı bir şekilde çalışmaları gerektiğini de ifade etti.
Kongrenin önemine de değinen Ergin, "Kanunlara asıl hayat veren onların uygulamasında ortaya çıkan sonuçlardır. Dünyada da yargı içtihatları yasal düzenlemelerin önüne geçmektedir" diyerek katılımcılara iyi çalışmalar diledi.
Gerçeker: "12 Eylül Anayasasının gerisine düştük"
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker ise konuşmasında Anayasa değişikliğiyle ilgili süreçte kurum olarak sıkıntılarını dile getirerek başladı. Gerçeker" Ne yazık ki bu Anayasa değişikliği sürecinde gelişmeler bizim uyarılarımız dikkate alınarak gelişmedi. Maalesef yargı bağımsızlığı 12 Eylül Anayasasının bile gerisine düştü. Demokratik süreç devam ediyor. Sonuca hepimiz saygı göstermeliyiz." dedi.
Yargı bağımsızlığı olmazsa yargının siyasallaşacağını ve de taraflaşacağına değinen Gerçeker "Bu ilkeler olmazsa, yargı bağımsızlığı olmazsa yargı siyasallaşır, tarafsızlıktan uzaklaşır. Bir ülkenin geleceği için en büyük tehlike budur. Tarafsızlığı sağlayacak olan, yürütmenin etkisinden arınmış tam bağımsız yargıdır. Yapılan düzenlemeler ile yargının temel sorunları çözülmeyecektir. Yargının her gün medyada gündemde olması, eleştirilerle karşı karşıya kalması, verilen kararlardaki kamuya yansıyan çelişkiler, ne yazık ki yargıya olan güveni azaltmakta, bizleri üzmektedir. Ortaya koyduğumuz temel sorunların acilen çözümlenmesi gerekmektedir" diye konuştu.
İletişim araçlarının, uluslararası taşımacılık ve ticaretini geliştiğini söyleyen Gerçeker, günümüzde suçların uluslararasılaştığını, suçu işleyenin ayrı, maktulün ayrı bir ülkede olabildiğini söyleyerek, özellikle uyuşturucu ticareti, insan ticareti ve terörizmle ilgili suçların sınır aşırı olduğunu ve bunlarla mücadele içinde uluslararası bir işbirliği gerektiğini söyledi. Gerçeker konuşmasında Avrupa Birliği süreci çerçevesinde 2001 yılından beri Anayasa ve yasalarda yapılan reformlara da değindi.
Alman Yargıtay Başkanı: "Yargı, basına ve siyasi baskılara dirençli olmalı"
Almanya Yargıtayı Başkanı Prof. Dr. Klaus Tolksdorf ise Türk Ceza Hukukunda yapılan reformaları 5 yıl sonra değerlendirmenin önemine dikkat çekerken, "Burada reformların durumunu uygulama sonrası bazı ince ayarlara gerek olup olmadığını göreceğiz" dedi. Tolksdorf, 38 ülkeden gelen ceza hukukçularının bir araya gelip başka ülkelerde ne olduğunun görmesi öğretinin ve pratiğin gelişimi açısından önemine dikkat çekti.
Hukukçuların sadece öğreti değil pratiğe de dikkate almasını gerektiğini söyleyen Alman Yargıtay Başkanı, siyasi ve basından gelen baskılara karşı dirençli olunması gerektiğini söyledi. Sıkıntılı bir dönem geçirildiğini söyleyen Tolksdorf, özellikle bulvar gazeteleri son dönemlerde çocuk istismarı gibi konularda daha fazla ceza verilmesi zaman aşımının kaldırılması gibi talepleri olduğunu, ancak bunları çok ürkütücü olduğunu ve siyasi sorumluluk sahiplerinin bunlara kulak vermemesi gerektiğini ifade etti.
Kongrenin mimarı Prof. Dr. Adem Sözüer de 5 yıl önce yürürlüğe giren yeni TCK, CMUK ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun ile Türkiye'nin ceza hukukunda geldiği noktaya değindi. Sözüer, geçmiş yıllarda yurtdışında Türkiye'nin işkence yapan bir ülke imajı olduğunu ancak bunun bugün değiştiğini ceza kanununu diğer ülkeler için örnek teşkil ettiğini kaydetti.
Kongrenini ilk gününün ikinci oturumunda ise "Savcılık ve kolluk ilişkisi ve kamu davasının açılmasının koşulları", Prof. Dr. Bahri Öztürk'ün başkanlığında ele alındı. "Savcılığın kamu davası açılmasına yönelik kararı" başlığı altındaki tebliğ Almanya'dan Prof. Dr. Thomas Weigend ve "Ceza mahakemesi hukukunda soruşturma evresinin başlaması ve önalan araştırmaları" konulu betliği Prof. Dr. Feridun Yenisey tarafından verildi. . İlk gün oturumları, "kamu davası açılmasının koşulları" İspanya'dan Prof. Dr. Manuel Cancio ve "Savcı kolluk ilişkisi-savcının yetkileri" Hollanda'dan Doç. Dr. Pınar Ölçer tarafından yapılan tebliğlerle sona erdi.
Anayasa değişikliği polemiği
Kongrenin açılış konuşmalarının ardından salondan ayrılan Adalet Bakanı Ergin'e, Yargıtay Başkanı Gerçeker'in yeni anayasa düzenlemelerinin yargı bağımsızlığını 12 Eylül Anayasası'nın gerisine getirdiği sözleri hatırlatıldı. Bunun üzerine Adalet Bakanı, "1980 Anayasası'nın daha gerisine götürdüğüne ben de katılıyorum. Ama yargı üzerindeki vesayetçi anlayıştan geriye gidiş vardır. Yargının aktivist, müdahaleci anlayışı sınırlayacak, kuvvetler ayrılığı sınırında tutacak bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz. Avrupa'daki örneklere bakarsak Türkiye'deki düzenlemenin son derece yerinde olduğu Avrupa Birliği standartlarına uyumlu olduğu anlaşılacaktır.
Oturum ve tebliğler
Kongrenin açılış günü iki ayrı oturum gerçekleşti. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Cumhur Şahin tarafından yürütülen ilk oturumda "Yargı ve Medya" ele alındı. "Ceza davasında basının görevi ve AİHM içtihatları çerçevesinde alenilik ilkeninin sınırları" üzerine Almanya'dan Prof. Dr. Hans Heiner Kühne ve "Soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki yayınlarla ilgili suçlar" üzerine yine Almanya'dan Prof. Dr. Urs Kindhaeuser" tebliğlerini sundu. Kühne basının bilgilendirme hakkıyla, soruşturmanın gizliliği arasında bir çelişki olduğunu ve bunu düzenleyen bir normun Almanya'da oluşamadığını söyledi. Mahkemelerde aleniyetin olması gerektiğini ancak bunun masumiyet karinesi, kişilik hakları ve yasal sınırlarla çerçevelenmesi gerektiğini söyledi.
Prof. Dr. Urs Kindhaeuser ise basının kendi insiyatifiyle bazı suçları, Watergate skandalında olduğu gibi ortaya çıkarabileceği, ancak basını yargılama sürecine müdahil olmaması gerektiğini söyledi. Gazetecilerin para vererek insanları konuşturmasının doğru olamadığını söyleyen Kindhaeuser, "Basının bilgilenme hakkı olduğu gibi kişilerin de özel konularda anonim kalma hakkı vardır" dedi.
Ergenekon'un hukuki süreci Almanya'da yeterince bilinmiyor
Alman Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Klaus Tolksdorf, Türkiye'de yaşanan Ergenekon sürecinde yargılanmanın uzun sürmesi ve masumiyet karinesinin ihlal edilmesiyle ilgili Habertürk'ün sorunlarına ise "Maalesef Almanya'da bu konunun detaylarıyla ilgili basında çok fazla bilgi yok. İşin siyasi yanı hakkında yazılar olsa da hukuki boyutuna değinilmiyor. İletişi sorunu var. Bu nedenle herhangi bir yorum yapamacağım" dedi.
Prof. Dr. Adem Sözüer: "Basın özgürlüğü özgür basın için geçerlidir"
Bu bölümde yabancı konukların ilginç soruları dikkat çekti. "Gazeteci,
gizli belgeleri yayınlarsa cezai yaptırımı ne olmalıdır?", "Gizli
belgeleri yayınlamak suç mudur?", "Gazeteciye haberi sızdıran kolluk
görevlisine veya yargı mensubuna nasıl cezalar verilir?" sorularına
çarpıcı yanıtlar verildi.
"Yayınlanan haber kamuoyunun faydasına mıdır sorusu önemlidir"
Alman ceza hukukçusu Prof. Dr. Dis Kindhauser, "Burada, basının
yayınladığı haberin kamuoyuna katkısı var mıdır, tarafların yararına
mıdır?" sorusunun cevabı önemlidir. Kamunun bilgilendirme hakkı yerine
getiriliyor mu? Masumiyet karinesi ihlal ediliyor mu? Soruşturmanın
gizliliğine zarar veriliyor mu?' Özetle, bu soruların cevabını ararken,
birbirleriyle çelişen üç ana konuda toplanan bu ölçülerin doğru
dengelenmesi önemli. Herkesin görevini doğru yapması gerekir" dedi.
Prof. Kindhauser, Almanya'da siyasi partileri yapılan bağışlar gibi birçok
gerçeği medyanın çıkardığına dikkat çekerek tüm bu unsurları gözetirken
özgür basına ihtiyaç duyulduğunun da unutulmaması gerektiğini vurguladı ve
"Bu nedenle basının doğru bilgilendirilmesi için gerek yargı gerekse
kolluk güçlerinin basınla iletişim halinde olması gerektiği de
gözetilmelidir" dedi.
"Gizli belgeyi sızdıran görevliye ceza verilir"
Prof. Dr. Hans Heiner Kühne, ülkesinde gizli belgeleri haber yapan
gazeteciler hakkında dava açıldığını, hatta ceza alanların bulunduğuna
dikkat çekerek, "Ancak basına ihtiyaç her zaman vardır. Dolayısıyla
onların cephesinde de bakmak gerekir. Basının özellikle sansasyonel
haberleri yayınlama hakkı bulunmaktır. Ancak soruşturması devam eden
konuları haber yaparken masumiyet karinesini de dikkate alması
gerekmektedir" dedi.
"Polonya'da gizli belgeler yayınlanınca suçlu arandı"
Polonya ceza hukukçusu Prof. Dr. Wlodzımierz Wrobel, ülkesinde yaşanan
ilginç bir tartışmaya dikkat çekerek şunları söyledi: "Birkaç ay önce iki
ünlü gazeteci, tanık-soruşturma protokolü kapsamında ifade veren
tanıkların ifadesini yayınladı. Savcı, gazeteci hakkında dava açtı. Ülkede
yaygara koptu. Bu belgelerin yayınlanmasından sorumlu tutulan soruşturmayı
yürüten savcı aleyhinde disiplin cezası verilip verilemeyeceği tartışıldı.
Bu konuyla ilgili de yaygara koptu. Sonra bundan vazgeçildi. Sonunda yeni
bir yasa çıkarılmasına karar verildi. Gazetecinin toplumsal menfaat olması
durumundra haber yapacağı konuşuldu. Adalet Bakanı bu sürece tepki
gösterdi. Ancak bu süreçte sonuç olarak kimse kazanmadı."
"Bilgi ve belgelerin yayınlanması suç haline getirildi"
Prof. Dr. Adem Sözüer de, gazetecinin haber yapma sürecinde sınırlarının
ne olacağı tartışmasına yeni bir boyut kazandıracak şu şöyle konuştu:
"Türkiye'de 1 Haziran 2005 kanunu çıkarılmadan önce, soruşturma aşamasında şüphelinin ifadeleri hatta gizli belgeler yayınlanıyordu. Özellikle birçok kişi mağdur oluyordu. Sonunda bu durumun engellenmesi için Türk Ceza Kanunu'nnda köklü değişiklikler yapıldı. Kişileri suçlayacak,
soruşturmanın gizliliğine zarar verecek ifadelerin, belgelerin, bilgilerin
yayınlanması suç haline getirildi. Duruşmalarda görüntü ve ses kaydı
alınması yasaklandı. Kişi hak ve özgürlükleri güvence altına alındı."
Prof. Adem Sözüer, basın özgürlüğünün önemini vurgularken, ilginç bir
tespit yaptı: "Basın özgürlüğü özgür basın için geçerlidir. Özellikle
ekonomik kaygılarla ya da politik cephede basının taraf tutması, hatta bu
sürece zaman zaman yargının da destek vermesi durumunda adil yargılamaya gölge düşürüldüğü de unutulmamalıdır."
ERGENEKON DAVASI KABUL EDİLEBİLİR BİR ZAMANDA SONUÇLANMALI
Kongreye Amerika'daki Saint Louis Ünivesitesi adına katılan ceza hukukçusu
Prof. Dr. Stephan Thaman; 11 Eylül sonrası Amerikan ceza hukukundaki
değişiklikleri ve Ergenekon davasını Habertürk'e değerlendirdi. Thaman, 11
Eylül sonrası ülkesinde özgürlük ve güvenlik arasındaki dengenin
özgürlükler aleyhine gerilediğini, siyasilerin ülkeyi daha sert
yönetebilmek için halkın korkularını kullandığını söyledi. Muhafazakar
Amerikan halkının en az yarısının güvenlik için daha az özgürlüğü tercih
edebileceğini düşündüğünü ifade eden Thaman, özel hayatının gizlilik
ilkesinin Bush döneminde ihlal edildiğini vurgulayarak, Guanatono'daki
tutukluların yıllarca temel hukuki haklardan yoksun hapis tutulduklarını
ifade etti.
Ergenekon soruşturması sürecini Avrupa'da yayınlanan yazılardan takip
ettiğini dile getiren Thaman, Guantanomo tutukluları gibi insanların
yıllarca ne ile hangi delillerle suçlandıklarını bilmeden bir hapishanede
tutulmalarının doğru olmadığını söyledi. Thaman, gerekli deliller
toplandıktan sonra yargılama kabul edilebilir bir zamanda başlaması ve
sonlandırılması gerektiğini, insanların mahkeme sonuçlanana kadar masum
kabul edilmesi gerektiğini dile getirdi.