Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Sağlık Action teens araştırmasına göre herkes obezitesi olan ergeni, o ergen de kendini suçluyor! Buna izin vermeyelim!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Adı Ayşegül olan 15 yaşında hayali bir kız çocuğumuz olsun. Onu küçük yaşlardan beri obeziteyle yaşayan bir birey olarak kabul edelim. Ayşegül mutsuz, Ayşegül suçluluk psikolojisi içinde, Ayşegül yanlış kaynaklardan aldığı zayıflamaya dair bilgilerin işe yaramaması nedeniyle umutsuz. Sanıyor ki aslında kontrol edebileceği iştahı yüzünden kilo alıyor, sanıyor ki bu durumun tek suçlusu o. Ayşegül’ün hayali anne babası kızlarının zayıflamasını isteseler de tüm yükü onun üstüne atıp gerekli desteği sağlayamadıkları için zincirin zayıf halkalarından biri olduklarının farkında değiller. “Çok yeme! Hareketini artır!” uyarılarıyla belki doğru şeyler söylediklerini düşünüyorlar ama bu davranışları çocuğun “ben bunları yapamıyorum” algısına, denese de kalıcı sonuca ulaşamamasına neden oluyor. Çünkü Ayşegül bunun bir hastalık olduğunu ve sorunun sadece onun iştahından kaynaklanmadığını bilmiyor. Anne babası da bilmiyor. İşin tuhafı birçok doktor da bunu hala bir hastalık olarak görmüyor. Böylece hatalar sarmalı gittikçe büyüyor ve çocukluğundan itibaren obezite ile yaşayan Ayşegül, sorunun tarafları konuyla ilgili bilgi ve farkındalığını artırmadığı için gelecekte karşılaşabileceği sağlık sorunlarına davetiye çıkartmış oluyor.

        AYŞEGÜL’ÜN SUÇU NE?

        Sorumuz şu: Ayşegül’ün suçu ne? Yaşamını obezitesi olan bir ergen olarak geçiren bu genç kızın sadece fiziksel hastalık riskleri yok. Ayşegül’ün aynı zamanda büyük bir psikolojik yük ve bir travma öyküsüne sahip olabileceği gerçeğine de dikkat çekmek istiyoruz. Ancak ondan önce obeziteyle ilgili öngörü ve bilimsel gerçeklerden söz edelim. Obeziteyle yaşayan her 5 çocuktan 3’ünün yetişkinlikte de obeziteyle yaşamaya devam edecek olması tıbbi açıdan kanıtlanmış durumda. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde bu konunun detaylarını okuyacaksınız. Öncesinde obezitenin nasıl bir tehlike oluşturduğunu anlatan verileri paylaşalım.

        HER 3 ÇOCUKTAN BİRİNİN OBEZİTESİ VAR

        Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa bölgesi raporuna göre 2005-2006 yıllarında Türkiye’de 11 yaş çocuklardaki şişmanlık oranı 21 Avrupa ülkesinden daha düşükken, 2016 raporunda sadece 11 Avrupa ülkesinden daha düşük çıktı. 2018 Türkiye Nüfus Etütleri Araştırması’na göre 12-17 yaş arası çocukların yüzde 14’ünün kilosu ortalamanın 2 standart sapmasının üzerinde. Buna “obezite riski olan” ya da “fazla tartılı” çocukların eklenmesi, her 3 veya 4 çocuktan 1’inin obezite veya obez olma riski ile yaşadığı anlamına geliyor. Önlem alınmazsa 2030 yılında 5-9 yaş arası ilkokul çocuklarında obezite görülme oranının yüzde 22.9 olacağı, 10-19 yaş arası ergenlerde ise bu oranın yüzde 17’ye yükseleceği öngörülüyor.

        REKLAM

        ÖNLENMEZSE TİP 2 DİYABET KALP HASTALIKLARI ORANI ARTACAK

        Ayşegül’ün yalnız olmadığını ve sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde bu hastalık riskleriyle yaşayan çok sayıda ergen bulunduğunu anladığımıza göre devam edelim. Sizce obezite tek başına ele alınması gereken bir hastalık mı? Uzmanlar bu soruya “Hayır” cevabı veriyor ve bu aynı zamanda başka ciddi hastalıklar için de önemli bir risk faktörüdür” diyor. Çocuklarda obezitenin görmezden gelinmesi halinde yeni neslin tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalıkların da içinde olduğu sağlık sorunlarına yakalanma olasılığının da bir o kadar yüksek olacağı belirtiliyor. Bu noktada günümüzde insan yaşamını tehlikeye atan çok sayıda sağlık sorununun nedeninin ya da tetikleyicisinin obezite olduğunu söylemekte yarar var.

        KİLOYLA MÜCADELENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ ORTAYA KOYAN ARAŞTIRMA

        Peki ya obeziteyle ilgili tutum, davranış, kaygı ve kiloyla mücadelenin önündeki engeller? ABD’de düzenlenen Obezite Haftası Konferansı’nda sunulan ve Novo Nordisk’in katkılarıyla gerçekleştirilen çok kapsamlı bir araştırma olan Action Teens, çarpıcı sonuçlarıyla dikkat çekiyor. Araştırma, obeziteyle etkili mücadelenin önündeki engelleri ve bu sorunu yaşayan ergenler, ebeveynler ve bu ergenlerin tedavilerini yürüten sağlık çalışanlarının (ağırlıklı olarak doktorların) tutum ve davranışlarını ölçüp değerlendirmeyi hedefliyor. Araştırma için aralarında Türkiye’nin de olduğu 10 ülkeden 5 bin 275 obezitesi olan 10-18 yaş arası ergen ve onlara bakım veren 5 bin 389 ebeveynle görüşülüyor. Değişik alanlarda yöneltilen sorulara çarpıcı yanıtlar alınan çalışma seçilmiş bir grup üzerinde gerçekleştirilmeyip tek kriterin, obezitesi olan ergenler olduğu belirtiliyor.

        Prof. Dr. Abdullah Bereket
        Prof. Dr. Abdullah Bereket

        OBEZİTE BİYOLOJİK TEMELLERİ OLAN BİR HASTALIK

        Action Teens Global Çalışması Türkiye Yürütme Kurulu Üyesi - Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Bereket, çalışmanın kendisini bile şaşırtan sonuçlarının başında ergenlerin kilo verememeyi tamamen kendi suçları olarak algılamalarının geldiğini söylüyor. Bereket,“ Bunun bir ergene yüklenen çok büyük bir duygusal yük olduğunu düşünüyorum. Artık biliyoruz ki obezite biyolojik temelleri olan bir hastalıktır. Bu hastalıkta çocuklar sadece daha çok yemek yediği ya da daha az hareket ettikleri için kilolu olmazlar. Asıl sebep biyolojik olarak tutumlu genlere sahip olmaları ve iştah merkezlerinin açık oluşudur” diyor.

        TUTUMLU GENLER AVANTAJ MI DEZAVANTAJ MI?

        Bu noktada “Ne demektir tutumlu gen?” sorusunu yönelttiğimiz Bereket, “İnsanoğlu taş devrinden bu yana değişik kıtlık ve buzul dönemleri yaşadı. Gıdaların çok nadir olduğu dönemlerde tutumlu genlere sahip kişiler hayatta kalırken diğerlerinin nesilleri doğal seçimle azaldı. Gıdanın az olduğu dönemde tutumlu genlere sahip olmak bir avantajdı. Günümüzün rahat, aktiviteye ihtiyaç duyulmayan ve her şeyin önümüze geldiği gıda bolluğu olan ortamında ise bu genler dezavantaja dönüştü. Değişen yaşam koşulları tutumlu genlere sahip insanların hemen kilo almaya başlamasına neden oldu. ‘Ne yesem yarıyor’ sözünün arkasındaki gerçek budur. Tutumlu gene sahip olanların bazal metabolizması daha yavaş olur. Aynı kaloriyi aldığınız halde ertesi gün bunun bir kısmı vücudunuzda depolanır, hepsini harcayamazsınız. Bu, obezite olarak adlandırdığımız hastalığa yol açan en önemli etmendir” diyor ve devam ediyor. “Problemin çözümü için tıp dünyasının yanıt bulmaya çalıştığı sorular var. Bunlar arasında, ‘Tutumlu genlerle ilgili günümüzün dezavantajlı durumunu nasıl değiştirebiliriz, bazı ilaçlarla bazal metabolizmayı hızlandırabilir miyiz ve iştahı azaltabilir miyiz?’ gibi sorular ön sıralarda yer alıyor” diyor.

        REKLAM

        BAZI HEKİMLER BİLE OBEZİTEYİ ERGENİN SUÇU OLARAK GÖRÜYOR

        Sizce Ayşegül’ün bu bilimsel gerçekten haberi var mı? Peki ya anne ve babasının? Doktorunun? Bu noktada alışılmış davranış kalıpları, obezitesi olan ergene kendini daha da suçlu hissettiriyor. “Daha çok spor yapsaydı. Daha çok kalori harcasaydı. Daha az yemek yeseydi” gibi kötü hissettirmeye yönelik davranışlar sadece halktan gelmiyor. Şimdi okuyacaklarınız obezite artışının neden durdurulamadığına ilişkin şaşırtıcı olmakla kalmayıp sorunu daha iyi kavramanıza da neden olacak. Prof. Dr. Abdullah Bereket, “Halkı, ebeveynleri geçtik araştırmaya katılan doktorların bile yüzde 15’i bu sorunda obezitesi olan çocuk ve ergenleri suçlu buluyor” diyor ve devam ediyor; “Bu çalışmada yer alan hekimlerin yüzde 56’sı pratisyenler ve aile hekimleri, yüzde 20’si genel pediatristler, yüzde 11’i pediatrik endokrinologlar, yüzde 3’ü gastroenterologlardan oluşuyor. Diyetisyenlerin oranı ise yüzde 5” diyor.

        REKLAM

        BİRİNCİ BASAMAK HEKİMLERİ OBEZİTEYİ HASTALIK OLARAK GÖRMELİ

        Peki bu durumu değiştirmek için ne yapılmalı? Bereket’in ilk önerisi birinci basamak hekimlerinin obeziteyi bir hastalık olarak görmelerini ve daha fazla ciddiye almalarını sağlamaya çalışmak yönünde. Bereket, şu ana kadar tüm farkındalık çalışmalarına rağmen bunun gerçekleşmediğini belirterek, “ Aile hekimi kendisine hangi nedenle gelmiş olursa olsun hastasının fazla kilolu olduğunu gördüğünde bunu gündeme getirip hem hasta hem de ailesiyle konuşmalı. Aile hekimi kısıtlı zaman içinde çocuğun enfeksiyon vb şikayetleriyle ilgilenirken, çocuktaki obezite sorununu yeterince önemli bulmuyor. Biraz da zamanı olmadığı için kolaya kaçarak, ‘İsterse kilo verir’ şeklindeki yanlış düşünceyle hastalığın tüm sorumluluğunu çocuğa yüklemeyi tercih ediyor. Oysa bu çocukların sorununun biyolojik bir temeli olduğunun bilinmesi şart. Bunun mutlaka hormonal bir bozukluk olması gerekmiyor. Bu çocukların genotip olarak bir dezavantajları olduğunu kabul etmemiz ve bu gerçekten yola çıkmamız gerekiyor. Obezitesi olan çocuk ve ergenlerin yardıma ihtiyaçları olduğunu ve bu sorunu kendi başlarına çözemeyeceklerini unutmamalıyız. Bu noktada aile hekiminin, obezitesi olan çocuk ve ergeni uyarması, belli aralıklarla görmek istemesi, basit sağlık önlemleri hakkında bilgilendirmesi veya sağlıklı beslenmeyle ilgili bilinçlendirmek için bir diyetisyene yönlendirmesi önemli fark yaratıyor” diyor.

        REKLAM

        TIP FAKÜLTESİ SONRASI EĞİTİM ALMIYORLAR

        Birinci basamak hekimlerinin tıp fakültesini bitirdikten sonra obeziteyle ilgili herhangi bir eğitim alıp almadığı sorulduğunda, sadece yüzde 43’ünün bu konuda eğitim aldıkları görülüyor. Bu, yüzde 57’sinin konuyla ilgili mezuniyet sonrasında hiç eğitim almadığını gösteriyor. Eğitim almayanlar obezitenin nasıl yönetileceği konusunda fazla fikir sahibi değilken, “Eğitim aldım” diyenlerin yüzde 13’ü bir günlük sempozyum ya da kursa katıldıklarını, gerisi ise sadece 1 veya 2 saatlik eğitimleri olduğunu belirtiyor.

        EBEVEYNLERİN YARISI ÇOCUĞUNUN KİLOLU OLDUĞUNU FARKINDA DEĞİL

        Araştırma, ebeveynlerin neredeyse yarısının çocuğunun kilolu olduğunun farkında olmadığına ve çocuklarını normal kiloda gördüklerine dikkat çekiyor. “Araştırmaya katılan çocukların vücut kütle indeksine bakılarak obezitesi olan ergenlerden seçildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Abdullah Bereket “Bir şeyin farkında olmazsanız o problemi çözemezsiniz. Ebeveynler hem obezitenin sıklığını hem de bunun çocuğun yaşamına getirdiği stres, kaygı ve geleceğe dönük zorlukları küçümsüyorlar. Onlardan bu süreçte sıklıkla, ‘Bir şey olmaz. Ergenlikte boy atacağı için zamanı gelince verir. Benim çocuğum bu konuda endişelenmiyor. Motive olmadığı için kilo veremez’ türü cümleler duyuyoruz. Sorunun farkında olanlar bile konuyu gereği kadar ciddiye almadıkları için obezite sadece yetişkinlerde değil çocuk ve ergenlerde de artış gösteriyor” diyor.

        REKLAM

        BAŞLANGICI ERKENSE UZUN DÖNEM ETKİLERİ BÜYÜK OLUR

        Prof. Dr. Abdullah Bereket, obezitede en önemli şeyin “zamanında müdahale” olduğunu söyleyerek, geciktirmeyi, kar tanesinin yuvarlandıkça kartopuna dönüşmesine benzetiyor. Soruna zamanında müdahale etmemek yağ hücrelerinin çoğalıp genişlemesine yol açıyor. Bu durumun getirdiği en önemli sonucun kişi gayret edip kilo verse bile vücudun uzun süre alıştığı kiloya dönmeye çalışması olduğu belirtiliyor. Bu durum vücudun fabrika ayarlarının bozulmasına benzetiliyor ve “obezite geri dönüşü” olarak adlandırılıyor. Obeziteyle uzun yıllar yaşayanlarda diyet, egzersiz ve ilaçla verilen kiloların bir süre sonra geri alınması bundan kaynaklanıyor ve vücut yeniden alışmış olduğu vücut kitle indeksine ulaşmaya çalışıyor. Bu nedenle bir bireyde obezitenin başlangıcı ne kadar erken olursa, uzun dönem etkilerinin de o kadar büyük olduğunun unutulmaması gerekiyor.

        Yarın: Obeziteyi ergenlikte önlemek mümkün mü? Neden kız çocuklarının obezitesi daha çok önemseniyor? Başarıya ulaşmanın en önemli yolu ne?

        REKLAM
        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ