Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Öne Çıkanlar Çağrı Bayrak: 'Baba'da herkes ailesinden birilerini gördü - Magazin Haberleri
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        SHOW TV’nin ilgiyle izlenen yapımlarından ‘Baba’da gelişen olaylar, her hafta izleyicileri yeni bir heyecana sürüklüyor.

        Ay Yapım imzalı ‘Baba’nın senaryosunu Gökhan Horzum ile Ekin Atalar yazıyor. Çağrı Bayrak’ın yönettiği dizinin kadrosunda Haluk Bilginer, Ayda Aksel, Tolga Sarıtaş, Hakan Kurtaş, Özge Yağız, Deniz Hamzaoğlu, Taner Rumeli, Damlasu İkizoğlu, Beril Pozam, Cem Uslu gibi birçok başarılı oyuncu yer alıyor.

        ‘Baba’nın ödüllü yönetmeni Çağrı Bayrak, Habertürk’e verdiği röportajda izleyicilerin diziye neden yoğun ilgi gösterdiklerinden mesleğe adım atmasında önemli payları olan filmlerin hangileri olduğuna kadar birçok konuda açıklamalarda bulundu.

        Yönetmenliğe heves etme hikâyenizden başlayalım. Yönetmenliğe ne zaman, nerede heves ettiniz?

        Yönetmenlik hevesi gerçekten çocukluk hayaliydi. Şöyle söyleyebilirim; 8 yaşında bilinçli bir şekilde, video kasetlerle başlayan bir yolculuk bu. ‘Geleceğe Dönüş’ filmini izleyip büyülendiğim zamanı çok net hatırlıyorum, defalarca kez izlemiştim. Sonra bir tutkuya dönüştü. 8 - 9 yaşlarındayken, kuzenim Şebnem ile sürekli sinemaya gitmeye başladık. Haftanın hemen hemen iki günü sinemaya gidiyorduk ve sürekli film izleyerek başladı bu. Tabii sonra zamanla daha da mevzuyu anlamaya başlayınca, işin bu tarafını ve bunu yapan insanların var olduğunu da idrak ettikten sonra yönetmenlik hayali derinlerde oluşmaya başladı. Yanılmıyorsam 1996 yılında babam ve annemle ‘Eşkıya’ filmine gitmiştik. Filmden çıktığımızda her ikisi de hüngür şakır ağlıyordu. Ondan sonra “ben yönetmen olacağım” dedim. O insanları bu kadar etkileyen bir iş yapmak istiyorum diye karar vermiştim. Çocukluk hayaliydi bu.

        REKLAM

        O halde geleceğinize dönük kıvılcım çakan yapımlardan biri de‘Eşkıya’ydı.

        Evet, öyle diyebiliriz. Tabii o süreçte birçok başka önemli filmler de var. Hatırlıyorum, o zamanlar TRT 2’de sinema kuşakları oluyordu. Bir gece babam beni yataktan uyandırıp "bir film var, gel bunu mutlaka izle’" demişti. ‘Şampiyon’ diye bir film. Çocuk ve baba üzerine kurulan bir hikâyeydi. Mesela onları çok net hatırlıyorum, acayip derinden etkileniyordum ve onları yapmayı hayal etmiştim.

        1979 yapımı 'Şampiyon'da başrolleri Angelina Jolie'nin babası Jon Voight ile çocuk oyuncu Rick Schroder paylaştı.
        1979 yapımı 'Şampiyon'da başrolleri Angelina Jolie'nin babası Jon Voight ile çocuk oyuncu Rick Schroder paylaştı.

        Başka bir meslek yapmayı düşünmediniz o zaman.

        Vallahi başka hiçbir şey yapmayı düşünmedim. Beni tanıyan bütün arkadaşlarım, akrabalarım da bilirler, çocukluktan beri yönetmen olacağım dedim zaten.

        Çağrı Bayrak'ı yönetmenliğe heves ettiren filmlerden biri de 1980'li yılların ünlü serisi 'Geleceğe Dönüş'tü. (Michael J. Fox - Christopher Lloyd)
        Çağrı Bayrak'ı yönetmenliğe heves ettiren filmlerden biri de 1980'li yılların ünlü serisi 'Geleceğe Dönüş'tü. (Michael J. Fox - Christopher Lloyd)

        İlk yönetmenlik çalışmanıza ne zaman başladınız?

        2005’te ‘Gümüş’e başladım, asistan olarak girdim. Orada asistanlık aşamalarıyla ilerledi. Benim için çok hızlı bir seri oldu. 2005’te girdim, 6 ay içinde kısa film çektim, Kıvanç Tatlıtuğ ile Serdar Orçin başrollerini oynadı. Orada bir yarışmaya katıldım, ödül aldım. Ondan bir sonraki aşamada yardımcı yönetmenlik başladı. 2013’e kadar yardımcı yönetmenlikler vs. birçok projede önemli işlerde yer aldım, öyle devam etti. Ondan sonra 2013’te 'Galip Derviş' ile de yönetmenliğe başladım.

        Herkes ilk iş gününde “zamanı gelince şunları başarmış olacağım” diye kendine söz verir. Sizin kendinize verdiğiniz bir söz oldu mu?

        Aslına bakarsanız oldu. 2005 - 2006 yıllarında, 26 yaşındaki bir genç olarak kendime “35 yaşına gelmeden ilk sinema filmimi yapacağım” demiştim. Sinema filmimi 2014’te yaptım, Engin Günaydın’ın senaryosunu yazdığı filmi çektim. O film hedeflerimden biriydi. Tabii daha büyük hedeflerle ilgili en temel mesele şu; bu işi yapmak için derdinin olması lazım. Benim derdim de bahsettiğim ‘Eşkıya’ filmi gibi insanların yüreğinde iz bırakan işler yapmak, temelde kendime verdiğim söz buydu. Yani insanların yüreğinde iz bırakacak işler yapmak, bütün hedefim bu.

        REKLAM

        Beslenme kaynaklarınızdan söz eder misiniz? Herkesin bir beslenme kaynağı vardır, sizinkiler nelerdir?

        Birincisi, sinema. Güncel sinemayı çok yakından takip ediyorum. Tabii ki bu yoğun tempo içerisinde eskisi kadar zaman ayırmasam da yazları, boş olduğum dönemlerde bütün o açığı kapatmaya çalışıyorum. Takip ettiğim yönetmenler, takip ettiğim senaristler var. Onların yaptığı işleri izliyorum ve beni en çok onlar heyecanlandırıyor ve besin kaynağım da onlar oluyor. Neler yapıldığıyla ilgili, "Biz bunu yapsaydık nasıl yapardık?", "Bizde bu nasıl olur?’" diye onları takip edip, kovalıyorum.

        Sizi ‘Baba’yı yönetmeye iten nedenler neler oldu?

        ‘Baba’ dizisinin yönetmenliğini yapma hikâyesi şöyle gerçekleşti; geçen sene mayıs ayında Ay Yapım ile anlaştım. O sırada başka senaryolar okuduk, hiçbirisi beni heyecanlandırmadı. Sonra Kerem Bey (Çatay) "Ben senin neyi aradığını anladım, sana bir senaryo göndereceğim’’ dedi. Sonra senaryo geldi. O zaman dizinin adı ‘Bir Gece Ansızın’dı. Senaryoyu okudum, atmosferinden çok etkilendim. Birinci sebebi senaryonun atmosferiydi. Bu işte kendime bir hedef koyabilirim, bir challenge koyabilirim, şöyle bir dünya kurabilirim diye düşündüm. İkincisi de rahmetli babamdı.

        Yeni kaybettiniz, başınız sağ olsun…

        Teşekkür ederim. Babamla bizim çok enteresan bir ilişkimiz vardı, belki de hepimizin öyledir ama ilişkimizden sebep böyle bir iş yapmak istedim. Baba - oğul hikâyesi yapmayı çok istiyordum zaten. O da denk geldi.

        REKLAM

        ‘Şampiyon’un da etkisi vardır.

        Belki de evet, olabilir, onu hiç düşünmemiştim. Onun da etkisi vardır. Bir taraftan babama böyle bir şey yapmak istiyordum. Hastaydı, ölmeden ona böyle bir şey bırakmak istiyordum. Bir yandan da işin atmosferi çok hoşuma gitmişti.

        Çekimlere başlamadan önce 'Baba'nın izleyiciler üzerinde nasıl bir etki bırakmasını planladınız?

        Aslında iki şey planladım. Ben burada herkesin evinde görmeye alışık olduğu anları yakalamaya çalıştım. Oyunculara da şöyle anlattım; “burada bir şey çekerken, birden kamerayı çevirdiğimde sanki size denk gelmişim gibi olsun istiyorum her şey” dedim. Biz posttayken izleyen asistan arkadaşlarımız, "ya o yemekte yerde oturan çocuk bendim’’ dedi. Mesela başka izleyen, "bu aynı benim eniştem" diyor. Herkes kendisinden bir şeyler bulsun istedik ve bunu da başardık.

        Baba oğul ilişkisi üzerine sizi en çok etkileyen unsurlar nelerdir?

        Bizde şöyle bir durum vardır, burada onu çok işledik. Zaten bana çekici gelen kısmı da oydu. Babalar erkek çocuklarını uyurken severler. Göz gözeyken onları sevdiklerini söylemezler. Niye? İşte çocuk daha güçlü olsun vs. Halbuki benim de oğlum var, ben ona doya doya sürekli onu ne kadar sevdiğimi söylüyorum. Benim en temelde takıldığım mevzu buydu. Ben babamın bana "seni seviyorum oğlum’" dediğini hiç hatırlamam ama derinlerde sevdiğini de biliyordum. Evet, ne yazık ki bizden önceki nesillerde öyle bir düşünce varmış. Onlar da babalarından öyle görmüşler.

        REKLAM

        'Baba'yı izleyiciler için özel kılan unsurlar neler oldu?

        Aslında az önce bahsettiğim şey bence. Herkes kendi ailesinde olan birilerini gördü. 'Servet'i birine benzettiler. 'Emin'i babalarına, amcalarına, dedelerine benzettiler. 'Fazilet'i komşularına, halalarına benzettiler, anneannelerine benzettiler. Çok bizden bir durum olmasıyla alakası var. Ve bir de şu da var; her yılbaşı bizim konuştuğumuz bir şey vardır ya toplumda, haber kanallarında, bir sabah uyandığında milli piyango vs. bir şey çıksa ve zengin olsan ne olur? Burada bizim tanıdığımız insanlara bu oluyor. Bunlar birdenbire zenginlikle yüzleşiyorlar. Bu herkesin konuştuğu, merak ettiği, hayatı boyunca mutlaka bir kere konuştuğu bir mevzudur. İzleyicileri oradan da yakaladı.

        Çekimlere başlamadan önce özel bir hazırlık süreci geçirdiniz mi? Yoksa standart bir hazırlık süreci miydi?

        Şöyle; aslında burada hiç denemediğim bir şeyi denedim. Daha önce Türkiye’de de yapıldı mı bilmiyorum ama biz renk danışmanıyla çalıştık. Bütün karakterlerin hikâyesini anlatıp, senaryolarını okutup, kastlar belli olduktan sonra onlara bir renk çalışması yaptık. Bütün hepsinin bir kompozisyonu vardır. Birinci bölümden dördüncü bölüme gidene kadar karakterlerin giydiği kıyafetlerin hepsinin renk tasarımı vardır. Daha önce bunu yapmamıştım ama yapmayı istediğim bir şeydi. Bir diğer çalışmam da işin atmosferini ilk gördüğümde, beğendiğimde İran sinemasının dokusu olsun istediğim için çok da beğendiğim Farhadi’nin filmlerini tekrar bir açıp, hepsini baştan sona bir daha izleyip, Farhadi gibi yapmalıyım ama televizyon için bu çok yavaş, biraz şununla harmanlayayım, Succession’da da var, bu Succession’a da benzeyebilir gibi bir çalışma yaptım. Aslında bir önceki projemde de ben bunun antrenmanını yapmıştım. ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ dizisinde denedim, son dört bölümde başka bir sinematografi denemiştim. Orada da seyircinin sevmediği şeyi buldum. Zoom sevmiyorlar. Ondan sonra zoom kullanmayayım dedim. Çünkü onlarda Yeşilçam'ı çağrıştırıyor. Onları atayım dedim. Böyle bir sinematografi yapalım, ışık vs. bunların hepsinin sentezidir aslında.

        REKLAM

        Renk çalışması nedir?

        Renk çalışması şöyle; bir renk uzmanı var, bu konuda İngiltere’de bir eğitim almış. Ondan sonra biz onu bulduk, onunla beraber çalıştık. Karakterler bunlardır, şu mekânlarda çekeceğiz, hikâyesinin gelişimi de budur diye karakterleri tanıttık. Sonra oyuncunun üzerinde 8 saat süren bir renk çalışması yapıldı.

        O halde kostümüyle ilgili bir renk çalışması...

        Aynen, kıyafetiyle ilgili ve bulunduğu ortamın renklerini de ona göre boyadık.

        Ne gibi katkılar sağladı?

        İzleyicilerin çabucak sahiplenmesini biraz da buna bağlıyorum. Yani oyuncu yönetimi tabii ki işin bir parçası. Oyuncunun oyunculuk becerisi buna bir etken. Bu da bir etken. Çünkü tamamen bir atmosfer yaratırken buna da özen gösterdim. Çabuk inanıyorlar. Bir karakter giydireceğiz, tabii kostüm tasarımı da işin bir parçası. Bu bütün doğruluk daha çabuk inanmaya sebebiyet verdi.

        Haluk Bilginer ile çalışıyorsunuz. Haluk Bilginer, mesleğinde çok başarılı olmuş, Türkiye’de en fazla yabancı filmde oynayan oyuncumuz. Mutlaka kendisinden çeşitli öğretiler edinmişsinizdir. Haluk Bilginer’in size edindirdiği en önemli öğreti ne olmuştur?

        Çok var gerçekten. Şu an 10 bölümdür birlikte çalışıyoruz ve Haluk Ağabey, çalışmayı en çok arzuladığım oyuncuların başında geliyordu. Haluk Ağabey'den gerçekten her gün bir şey öğreniyoruz. Hatta çok taze bir şey söyleyeyim; geçen hafta bir sahne çekerken Haluk Ağabey'in tavrı bana feyz oldu. Çok profesyonel bir oyuncu. Gerçekten haftanın 7 günü çalışıyor. Tiyatrosu var, başka dizi çekiyor, buraya geliyor. Her şekilde müthiş bir profesyonel ama ondan öğrendiğim en önemli şey şu oldu; sorgulamadan işin en iyisini yapmak. Çünkü senaryolar, dizi senaryoları bazen oyuncuyu ve yönetmeni zorlayacak noktaya gelebiliyor, Haluk Ağabey, bunu çok profesyonelce ve çok olgun bir yerden karşılıyor. En iyisini oynamaya programlanmış bir profesyonel. Ondan en çok öğrendiğim şey bu oldu.

        Haluk Bilginer, 'Baba'da 'Emin Saruhanlı'yı canlandırıyor.
        Haluk Bilginer, 'Baba'da 'Emin Saruhanlı'yı canlandırıyor.
        REKLAM

        Dizilerin, yönetmenler açısından sinema filmleri için çok iyi pratik olduğu düşünülüyor, sizin için de öyle midir?

        Kesinlikle öyle. Asistanlarımızla konuştuğumuz bir şey var. Şimdi konuyu şöyle düşünün; ne kadar çok egzersiz yaparsan, bir işte o kadar başarılı olursun. Ben 2013’ten beri aralıksız her hafta 140 dakikalık dizi çekiyorum. Çektiğim diziler toplamda 300 bölüme yaklaşmış. Ve bir yönetmen düşünün, 5 yıldır bir tane film çekiyor. Onun hiçbir pratiği yok. Benim o anlamdaki pratiğim çok yüksek. Tabii ki de işin içerisinde birazcık dizide kirlenmek de var. Ben de onu şöyle yapıyorum. Ben hiç dizi izlemem, sadece sinema izlerim. O yüzden de bu şekilde o gözümü korumaya çalışıyorum. Ama dediğinize katılıyorum, 5 yılda bir film çeken yönetmenle, bizim sahaya çıkıp film çekmemiz arasında bizim çok daha avantajlı olduğumuzu düşünüyorum.

        Türk dizileri ülkemizde de yurt dışında da özellikle İspanya ve Güney Amerika ülkelerinde çok fazla izleniyor. Sizce bu bir dönem midir? Yoksa bu ilgi hep devam edecek mi? Sizce devam etmesi için neler yapılmalı?

        Dönem mi değil mi bilemiyorum ama yapılması gereken şeyler var. Birincisi; daha güçlü içerikler üretmemiz gerekiyor. Bazı yapımları tenzih edelim ama genelde çok hızlı ön hazırlıklarla sete çıkılıp bir şeyler çekilmeye başlanıyor. Bu iş o kadar da ‘yap-kalk’ işler değiller, ön hazırlığına yatırım yapılması gereken işler. Aylar süren işler var. Mesela; Ay Yapım’ın yaptığı ‘Yargı’ dizisinden bahsedeyim. ‘Yargı’ belki iki senedir üzerine çalışılan bir iş. Bir sene beklediler, bir daha çalıştılar ve ne kadar yüksek reytingler alan bir iş olduğu ortada. Ön hazırlık kısmına daha çok yatırım yapılması, içeriğin daha güçlendirilmesi lazım. Yönetmen, senarist ve yapımcının ortaklaşa çalışmaları lazım ve bu süreç uzamalı. İçerik olarak güçlenirse, bu daha sürekli bir halde devam eder.

        REKLAM

        Sözünü ettiğiniz hazırlık sürecinin devam edebilmesi için şu anda şartlar uygun mu?

        Evet, uygun. Bence bunun için zemin var ve çok da tecrübeli bir sektör var. Bütün yapım şirketlerinin neredeyse 20 yıla yaklaşmış tecrübeleri var. Çok fazla iş yapıyorlar. Ne doğru? Ne yanlış? Ne yapılması gerektiğini de biliyorlar. Sadece ön hazırlıkta senarist, yönetmen, yapımcı iş birliği içerisinde yürümeli. Ve bir bölümle değil de belki en az 6 bölüm olabilse keşke. 13 bölümü yazılmış, revizyonları bitmiş bir şekilde sete çıkarlarsa o zaman projeler içerik anlamında çok daha güçlü ve daha uzun vadeli işler olur diye düşünüyorum.

        Zaten ilgi gören dizilerin ortak özelliğinin ön hazırlık sürecinin uzun olması olduğunu görüyoruz. Ve sizin de sözünü ettiğiniz gibi yönetmenin en başından beri işin içinde oluyor olması dizilerin devamlılığını sağlıyor. Bu kadar fazla dizi çekiliyor. Sizce dizi konusunda kalite açısından yeterli seviyeye ulaştık mı?

        Teknik anlamda kesinlikle ulaştık. Teknik anlamda bir eksiğimiz yok. Ben yönetmen kalitesi açısından, oyunculuk açısından çok geride olduğumuzu düşünmüyorum. Dediğim gibi eğer ki senaryoya da yeterli vakti verebilirsek... Çünkü çok uzun süreli işler yazılıyor. Bizim dünyadaki diğer farkımız da o. Adam 48 dakikalık dizi yapıyor biz 148 dakikalık dizi yapıyoruz. Bunu yazması çok zor. O yüzden önden gitmemiz gerekiyor. Dizi yayına girdikten sonra bunu yetiştirmek yazar için çok zor bir şey.

        REKLAM

        Yönetmen için de öyle değil mi?

        Bizim için de öyle ama biz bir şekilde alıştık. 6 günde dizi çekmeyi öyle ya da böyle bir şekilde beceriyoruz ama senarist için bu çok zor. 140 sayfalık bir şeyi yazmak gerçekten muazzam zor bir şey.

        Yabancıların en çok şaşırdığı konuların başında bir haftada bu kadar uzun dizilerin nasıl yazılıp çekildiği geliyor.

        Gerçekten anormal bir durum. İşte dediğim gibi eğer yapımcı ve senarist bunu önden yaparlarsa bunun da önüne geçeriz, içerikler güçlenir. Bu dizi mevzuları daha uzun soluklu olur.

        Her yönetmenin hayalini kurduğu bir yapım vardır. Sizin hayalini kurduğunuz yapım nedir?

        İnsanların yüreğinde iz bırakan işler yapmak istiyorum. Mesela; ‘Babam ve Oğlum’u kime söylesen herkes hatırlar. Öyle bir film yapmış olmayı çok arzu ederim. ‘The Broken Circle Breakdown’ diye bir film var, çok beğendiğim bir filmdir. Ondan sonra ‘Incendies’ diye bir film vardı, bayılırım. ‘Babil’ gibi unutulmaz filmler yapmak ve bunların hepsi hayalim. İlerisi için inşallah yapabilirim.

        The Broken Circle Breakdown
        The Broken Circle Breakdown
        REKLAM

        Sizin Engin Günaydın’la beraber çalıştığınız sinema filminiz ‘İçimdeki Ses’. O dönemi hatırlıyorum da çok fazla olumlu tepki almıştı, çok konuşulmuştu. Siz bu kadar başarılı bir film çekmenin ardından neden sinemayı devam ettirmediniz?

        İlk sinema filmimdi. Ben de bakıyorum ve bazı eksikleri, hatalarına rağmen iyi bir ilk filmdi. Daha sonra bir sürü sinema filmi teklifi aldım. Yapmamamın sebebi şuydu; birincisi, komedi yapmak istemedim, çok komedi filmi geldi ve ‘İçimdeki Ses’ gerçekten iyi bir filmdi. Onun üstüne çıkmak istedim. O kadar iyi senaryo da elime geçmedi. Her yaz çok okudum, ortalama 4-5 tane film geldi. Hiçbirisi “evet, bu kalıcı bir film olur” dediğim bir sinema filmi senaryosu değildi. Keza onlar çekildiler ve öyle olduğunu da ben kendi gözlerimle görmüş oldum. Yani hiç iz bırakmadılar, gişe yapmadılar, yok oldular.

        İçimdeki Ses
        İçimdeki Ses

        Belki siz çekseniz farklı olacaktı?

        Yok, olmazdı. Gerçekten olmazdı. Asıl olan senaryodur. Bunu net söyleyeyim.

        Evet asıl olan senaryodur ama size katılmıyorum. Yönetmen bambaşka bir film haline getirebilir.

        Muhakkak bir dokunuşu olur. Ama şöyle söyleyeyim, vasat bir senaryoyu dünyanın en iyi yönetmenine verin, sadece toparlayabilir, toparlanmış eli yüzü düzgün bir şeye dönüştürebilir. Ama iyi bir senaryo bambaşka bir şeye götürür. Onu bekliyorum. Hakikaten işin sinema kısmı benim başka bir aşk kısmım. Yani yapayım ve güzel olsun istiyorum.

        Komedi filmlerini neden tercih etmiyorsunuz?

        Kariyerimin başında çok fazla komedi ve romantik komedi çektim. Ama hayalim bunlar değildi. Ben gerçekçi filmler seviyorum, drama seviyorum. Bunlar bugün buraya gelebilmek için bir aşamaydı. Komedi filmleri çok tarzım değil ve izlemekten de keyif almıyorum, o yüzden yapmadım.

        En iyisini bekleyeyim derken de zaman geçiyor.

        Evet, geçiyor. Bu zaten ben komedi yapmayacağım demek değil. Geçen yaza kadar 2013’ten beri çalışmadığım yaz olmadı. Sürekli dizi çektim. Yani öyle bir boşluğum da olmadı. Çok yoğun bir tempodaydı. Ama yavaş yavaş sinemaya yer açmaya çalışacağım.

        ‘İçimdeki Ses’ gerçekten etkileyici bir filmdi. Kariyerinizdeki tek film o olsun istemeyiz.

        Teşekkür ederim. Tabii ki benim de uzun vadeli bütün planlarım o yönde. 10 yıl sonra ne olur tam bilemiyorum ama artık dizilere ara verip daha ‘show runner’ kısmına geçip sinemaya ağırlık vereceğim.

        Eklemek istediğiniz neler vardır?

        Bizi severek izlemeye devam etsinler.

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ