Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Hafızayı konu alan en iyi 10 film
        1

        ÖLÜM KORKUSU (1958)
        (Vertigo)

        Sight and Sound dergisinin İngiliz Film Enstitüsü’yle birlikte 2012 yılında yaptığı soruşturmada sinema tarihinin en iyi filmi seçilen, Alfred Hitchcock’un yönettiği ‘Ölüm Korkusu’, gösterime girdiği yıl bazı önemli eleştirmenler tarafından pek beğenilmedi ve önemsenmedi. Ama geçip giden yıllar içinde özellikle eleştirmen ve sinema tarihçileri tarafından yeniden ele alıp yorumlanan bir filme dönüştü. Bugün sadece ilham verici bir klasik olarak kabul edilmez; ‘sinema ve psikanaliz’, ‘sinema ve hafıza’ başlıklı birçok araştırmanın konusu olarak da karşımıza çıkar ‘Ölüm Korkusu’… Her şey yaşadığı suçluluk duygusu nedeniyle mesleğinden ayrılan, yükseklik korkusuna sahip eski bir polisin bir arkadaşının ricasıyla güzel bir kadını takip etmesiyle başlar. Hikâye sürprizlerle ilerlerken bir süre sonra ana karakterin hafızası içinde de bir yolculuğa çıktığımızı fark ederiz.

        2

        HİROŞİMA, SEVGİLİM (1959)
        (Hiroshima, Mon Amour)

        İşte sinema tarihinin mihenk taşlarından biri… Senaryosunu Marguerite Duras’nın yazdığı, Alain Resnais’nin yönettiği film, savaş sonrasında atom bombası felaketini yaşayan Hiroşima’ya gelen bir Fransız kadının hikâyesini anlatır. Emmanuel Riva’nın canlandırdığı kadının Japon bir mimarla yaşadığı kısa süreli gönül ilişkisine tanık olurken, her iki karakterin hafızası farklı şekillerde devreye girer. Bir yanda atom bombasında yaşanan travmaları hissederiz. Diğer yanda ise kadının savaş sırasında Fransa’da Alman bir askerle yaşadığı ve sonu kötü biten yasak aşkının anılarına tanık oluruz. Bütün film bir hatırlama çabasıdır… Resnais’nin sinema sanatının sınırlarını zorladığı, dönemine göre hayli yenilikçi bir filmdir ‘Hiroşima, Sevgilim. Bugün, ‘sinema ve hafıza’ deyince hâlâ akla ilk gelen filmlerden biri.

        3

        SEKİZ BUÇUK (1963)
        (Otto e mezzo)

        Herkes ünlü ve başarılı film yönetmeni Guido’dan (Marcello Mastroianni) yeni bir başyapıt daha bekler. Yürüyen bir proje vardır aslında. Yapım öncesi hazırlıklar ve oyuncu seçimi çalışmaları hâlâ sürmektedir. Film için bir uzay gemisi fırlatma rampası dahi inşa edilmiştir. Ama işin doğrusu Guido’nun ne çekeceği hakkında hiçbir fikri yoktur. Yapımcılar, senaryo danışmanları ve oyuncular çevresinde dolanırken, Guido sinemanın kendisi için ne ifade ettiği sorusuna bir yanıt arar, rüyalarına ve hatıralarına döner. Sonunda çekmesi gereken filmin dürüstçe kendisini yansıtması gerektiğini, yani rüyaları ve hatıralarıyla ilgili olması gerektiğini anlar. Başrolde yönetmenin yer aldığı birçok filme ilham veren, biyografik nitelikler taşıyan büyüleyici bir başyapıt. Federico Fellini’nin en kişisel filmi olan ‘Sekiz Buçuk’ bugüne kadar birçok soruşturmada sinema tarihinin en iyilerinden biri olarak seçildi.

        4

        AYNA (1975)
        (Zerkalo)

        Rus yönetmen Andrey Tarkovski’nin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen ‘Ayna’, başı sonu belli bir hikâye örgüsüne sahip değildir. Hatta bir hikâye anlattığı dahi iddia edilemez. Film boyunca, yönetmenin babası Arseny Tarkovsky’den esinlenen bir şairin anıları içinde serbestçe dolaşırız. Film bizi bir ülkenin tarihine, çocukluk anılarına, annenin hatırasına kadar götürür. Tarkovski modern edebiyattaki bilinç akışı tekniğinin sinemadaki karşılığını yakalar. Gösterime girdiğinde sadece Sovyetler Birliği’nde değil tüm dünyada seyirci ve eleştirmenleri ikiye bölen film, geçip giden yıllar içinde sadece Avrupa sinemasını etkilemedi. Terrence Malick ve Christopher Nolan gibi Hollywood yönetmenlerine de ilham veren bir klasiğe dönüştü.

        5

        BLADE RUNNER (1982)

        Philip K. Dick’in romanından uyarlanan film, insan ve insanın kendi suretinden ürettiği androidler arasındaki farkların ya da farksızlıkların keşfine çıkıyor. İleri teknoloji şirketlerinin “tanrı” rolünü oynamaya kalktığı bir dünyada, varoluşunu sorgulayan isyankâr androidlerin yanı sıra insan olduklarını sanan yapay hafızalı androidler de var. İnsanlarla androidlerin birbirine karıştığı bir dünyada iki tür arasındaki ortak noktanın yapay ya da gerçek hafıza olması hayli çarpıcı ve düşündürücü... Ridley Scott’un melankolik bir kara film lezzetinde çektiği film, karanlık gelecek tasarımıyla bilimkurgu sinemasını derinden etkiledi.

        6

        GERÇEĞE ÇAĞRI (1990)
        (Total Recall)

        Philip K. Dick’in hikâyesinden uyarlanan film, hafızanın sahte anılarla yüklenmesi, kimlik kaybı, gerçeklik ile hayallerin birbirine karışması gibi motifleri işler ve şirketlerin her şeye hâkim olduğu bir geleceğin endişelerini hissettirir. Yönetmen Paul Verhoeven’in ustalıkla kurduğu dünyada, teknoloji ilerlerken insanlık geriye gitmiş; gezegenler sömürgeye dönüşmüş, yoksulların yerini ucube mutantlar almıştır. Quaid’in gerçek kimliğini arayışı, şirket iktidarına karşı bir savaşa dönüşür. 2012’de yapılan yeni çevrimi ilki kadar beğenilmemişti.

        7

        AKIL DEFTERİ (2000)
        (Memento)

        Daha ilk dakikalardan, yeterince tuhaf ve şaşırtıcı bir film seyretmekte olduğumuz aşikârdır… Christopher Nolan’ın yazıp yönettiği film, finalden geriye doğru akar ve ana karakterimiz Leonard’ın (Guy Pearce) hafızası her 5 dakikada bir sıfırlanır; çünkü beyni yeni anılar oluşturma yetisine sahip değildir. Leonard bu sorunla baş etmek için farklı çözümler geliştirmiştir ve karısının katilini yakalamaya kararlıdır… Ama geçmişe doğru ilerledikçe, Leonard’ın gerçek trajedisi gözlerimizin önünde netleşmeye başlar. Sürpriz final, acımasız ve baş döndürücü olmasının yanı sıra öykünün neden tersten anlatıldığı dâhil zihnimizdeki birçok soruyu da yanıtlar.

        8

        SİL BAŞTAN (2004)
        (Eternal Sunshine of the Spotless Mind)

        Bilimkurgu türüne alternatif bir yaklaşım getiren filmin senaryosu Charlie Kaufman’a, yönetmenliği ise Michel Gondry’ye ait. Film, birbirlerini hafızalarından silip atmak isteyen iki sevgilinin, Joel (Jim Carrey) ile Clementine’in (Kate Winslet) öyküsünü anlatıyor. ‘Hafızadan silmek’ deyimini mecazi anlamda kullanmıyoruz. Bu işi gerçekten yapan bir teknoloji şirketi var filmde... Mütevazı bir New York dekorunda geçen bu bilimkurgu öyküsü, bir noktadan sonra Joel Barish’in hafızasının kıvrımlarına transfer oluyor. Dolayısıyla biraz karışık, tuhaf bir kurgusu var. Ama kendinizi kaptırırsanız öykü giderek daha da ilgiye değer bir hal alıyor.

        9

        BEŞİR’LE VALS (2008)
        (Vals Im Bashir–Waltz with Bashir)

        Her şey bir barda iki eski askerlik arkadaşının kâbuslardan söz etmesiyle başlar. İkisi de kâbusların 1982 Lübnan Savaşı’yla ilgili olduğuna inanırlar. Ancak Ari savaşta yaptıklarına dair çok az şey hatırladığını fark eder ve hafızasındaki boşluğu doldurmak için savaşa katılan arkadaşlarını arar. Animasyon tekniğiyle gerçekleştirilen film, bilinçdışı imgelerle başlıyor ve Ari’nin hafızasındaki karanlık bölge aydınlandıkça savaşın vahşetine götürüyor bizi. Animasyonla belgesel janrının birleştiği bu şaşırtıcı film, İsrailli yönetmen Ari Folman’ın imzasını taşıyor.

        10

        UZUN BİR GÜNDEN GECEYE YOLCULUK (2018)
        (Long Day’s Journey into Night)

        Çinli yönetmen Bi Gan’ın imzasını taşıyan film, ilk yarısında geçmişle bugün arasında gidip gelen, seyirciden yüksek oranda dikkat isteyen, bulmaca tarzında karmaşık bir hikâye anlatıyor. İkinci yarıda, ‘Olaylar artık bir yere bağlanacak, bulmaca çözülecek’ diye beklerken ana karakterimiz gizemli, tuhaf bir yerde sıkışıp kalıyor ve filmin sonuna kadar da oradan çıkamıyor. Dolayısıyla, hikâye bir yere bağlanmıyor. İlk yarıda, gerçekle anılar arasında gidip geliyoruz. İkinci yarıda, bir sinema salonunda uyuyakalan ana karakterin rüyasını seyretmeye başlıyoruz. Karakterin uyandığını görmeden, rüya ve film aynı anda sona eriyor… Filmde dikkatli bir seyirci için anılar, gerçekler ve rüya arasındaki sınırların net olarak çizildiğini görmek mümkün. Bi Gan’ın konvansiyonel sinemaya meydan okuduğu asıl nokta, hikâyeyi yarım bırakması ve filmi rüyaya dönüştürmesi… Rüyayı analiz ettiğinizde hatıralara, hatıraları analiz ettiğinizde ise rüyaya başka gözlerle bakmanız mümkün ve bir yanıyla her şey çağrışımlarla ilgili… Bilinç ve bilinçdışı, birbirini aydınlatan iki fener gibi…

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ