Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Gazeteler gazete habertürk yazarları mehmet ali birand'ı yazdı

        Fatih Altaylı - Dalgacı, yaz ruhlu ağabeyi kaybetmek

        MEHMET Ali Ağabey’in ölümüyle ilgili en beklemediğim cümleyi galiba kızım etti:

        “Sanki aileden birini kaybettik.”

        Ölümünden bir gün önceydi.

        Mehmet Ali Birand’ın ameliyat sırasında kalbinin durduğu haberi geldi.

        Yoğun bakıma almışlardı ama umut yoktu. Haber geldiği sırada yanımda eşim ve kızım vardı.

        Zeynep’in ilk tepkisi bu oldu işte.

        Birkaç kez karşılaşmışlardı belki ama bu kadar etkilenecek bir yakınlıkları yoktu.

        “Doğduğum günden beri bizimle ve sıcak bulduğum birini kaybetmiş gibi oldum” diyerek şaşkınlığımı giderdi Zeynep.

        Galiba Mehmet Ali Ağabey hepimiz için öyleydi. Hep bizimleydi.

        Gençlikte meslek idolümüz... Hep ağabeyimiz. Hep sevdiğimiz...

        Kusurları olan, kusurlarını saklamayan, kusurlarıyla dalga geçen adamdı. Hem çok ciddiydi hem de çok gayri ciddi.

        Öğretmekten asla vazgeçmezdi. Sevdiğine de bir şeyler öğretmeye çalışırdı, sevmediğine, hatta nefret ettiğine de.

        Öğretmek konusunda hiç kıskançlığı yoktu.

        Tatlı sahtekârlıkları vardı. Saklamadan yapardı ve kızamazdınız.

        Beraber gülerdiniz bunlara.

        Yumuşacıktı. Aynı zamanda da çok sertti.

        Çözememiştim tanıdığım 30 yıl boyunca.

        Kanal D’de ana haberi sunması için teklif götürdüğümde önce reddetmiş, sonra kabul etmiş, sonra da bir anda benim koltuğuma oturmuştu.

        Çok gülmüştük buna. Birlikte. Bir bedende birkaç kişi, bir kişide birkaç ayrı beden gibiydi. Her yere, her şeye yetişirdi. Hiçbir şeyden eksik kalmayı sevmezdi.

        Yaşı yoktu. 30 yaşındayken 70 yaşında gibiydi, 70 yaşındayken de 30 yaşında gibi.

        Hangi yaşta olması o anki duruma uygunsa o yaşta olurdu.

        Ama özünde çok gençti. Genci oynamazdı. Gerçekten gençti. Hep tazeydi.Asla eskimedi.

        2011 sonbaharında çok zor bir ameliyattan çıktıktan kısa süre sonra Başbakan’ınABD gezisine katılmak istemişti. Tayyip Bey de kırmamış, onu da davet etmişti geziye.

        “Abi delirdin mi?” demiştim.

        “Ne yapayım ulan. En sevdiğim şeyi yaparak devam edeceğim gittiği yere kadar” demişti yolda.

        Pankreas kanseriydi. Günlerinin az veya çok ama sayılı olduğunu biliyordu. Umurunda değildi. Hep nasılsa öyle olmaya devam ederek savaşıyordu hastalıkla. Zerre değişmeden.

        Son olarak İstanbulModern’in gala gecesinde beraberdik.

        İlk kez onu “iyi görmedim”.

        İlk kez böyle bir gecede yalnızdı.

        “Cemre’yi önden tatile yolladım. Ben de yarın gidicem şekerim” dedi.

        Ve ilk kez, “Bir daha yaz görür müyüm bilmiyorum. O yüzden yaz olan bir yere gideceğim” dedi.

        Onun ruhu her zaman “yaz”dı.

        Balçiçek İlter - İyi adamdı be! Çok iyi adamdı!

        BAZEN bu memleket ağır geliyor insana...Daha doğrusu üstüne üstüne geliyor...Bazen omuzlarımıza ağır geliyor...Ruhumuz kaldırmıyor...Bu memlekette yaşananlar bazen iyi gelmiyor...Bugün de o günlerden biri...Hrant Dink için yürüyecektik...Yürüyeceğiz elbette ama önce bir dosta gideceğiz, bir meslektaşa, bir büyüğe..."İyi adamdı be!" diyebilmek için...Dolduracağız caminin avlusunu, birbirimizin gözlerine bakmadan "Nasıl olacak?" diye düşüneceğiz, "Bu medya onsuz nasıl olacak"?Yaklaşık 2 ay önce bir canlı yayında buluşmuştuk Mehmet Ali Abi'yle... Birand'la...Hayat hikâyesini anlatırken kendisinden "Topal, vasat, obez çocuk" diye bahsetti ve o günden bugüne gelişinin hikâyesini anlattı...Ve ekledi: "Onca yaşadığım sıkıntıya rağmen arkamdan yazık demesinler, acımasınlar... İstemem...""Ne desinler?" diye sordum..."İyi adamdı be, desinler" dedi...Gülümsedi...Mehmet Ali Abi iyi adamdı, çok iyi adamdı, adam gibi adamdı...Biz onu çok özleyeceğiz ama ateş düştüğü yeri yakar, en çok ailesine sabır dilerim. Eşine, oğluna, torununa... En çok da oğluna... Zordur baba kaybı...

        *

        Bir başka baba...Yitip giden, arkasında bir oğlan iki kız bırakan... Bir de dimdik duran bir kadın, bir eş, bir yol arkadaşı...Hrant Dink'in ölüm yıldönümü bugün...Katledilmesinin yıldönümü...Göz göre göre öldürülmesinin...Bir kez öldürülmemişti ya, orası ayrı tabii... Ölümü yavaş yavaş gelmişti... Salınarak gelmişti, müthiş bir kibirle, sırıtarak...Bir gazete sürmanşeti, Genelkurmay bildirisi, valilikte tehdit... Hangisi daha suçlu bilemem... Ama parça parça dizdiler o taşları, anlamak istedikleri gibi, algılatmak istedikleri gibi, cımbızlamayı seçtikleri gibi..."19 Ocak bir anma günü değil! Hiçbir zaman da olmadı. Zaten bu topraklarda ayrı ayrı yaşatılmış ne kadar acı varsa, hiçbirinin anma günü olmadı. Herkes acısının yaşatıldığı o tarih geldiğinde, kendince, bir başına kahroldu..."Bu sözler gazeteci-yazar Karin Karakaşlı'ya ait. Tam bir yıl önce Agos Gazetesi önünde yaptığı konuşmaya böyle başlamıştı. Hrant Dink'in kaybının Ermeniler için ne ifade ettiğini anlatan paragraf beni çok etkilemişti."Hrant Dink'i hepimiz kaybettik ama biz Ermeniler için onun kaybı takdir edersiniz ki başka bir yoksunluk. 1915'te Anadolu'da kafilelerce insan aç susuz çölün ortasına sürülmeden önce bir nisan günüyle 250'ye yakın Ermeni aydın Haydarpaşa Garı'ndan trenlere konup Ayaş'a sürgüne gitti. Anlayacağınız önce sesimizi aldılar."Ve şöyle bitirmişti konuşmasını..."Dosya kapandı diyorlar. Kapandı mı bu dosya? Hrant Dink dosya değil ki kapatasın, o bir yara. Artık köprüden önceki son çıkıştayız. Oradan hakkıyla geçmeden tamamlanacak ödeşme, kurulacak düş, inanılacak adalet, yaşanacak memleket yok. Öbür türlüsü sadece yalan olur ve bir gün başımıza yıkılır. Altında kalırız hep birlikte. O yüzden gün, sadece söz söyleme değil söz verme zamanı. Söz verelim mi birbirimize? Bu dava bitmedi, insanlık daha ölmedi, devlet daha hesabını vermedi. Sözümüz söz olsun. Bu adaletsizlikte yaşamak hepimize haramdır. Aksi için uğraşan hepimize helal olsun!"

        *

        Önce sesimizi aldılar...Yazarken bile ürperiyorum. Ne kuvvetli cümle, ne acı cümle...Hrant Dink'in sesini devralacağımız bir günde sesini asla kısmayan, ötekilerin sesi olan bir başka aydını, Birand'ı toprağa veriyoruz... Acı büyük...Sözümüz söz olsun mu peki?Seslerini devam ettirelim...Söz verelim mi birbirimize?İnandıklarının, bu uğurda bedeller ödediklerinin yitip gitmesine izin vermeyelim.

        Amberin Zaman - Muhteşem medya maestrosu: Mehmet Ali Birand

        SAĞ olsun sosyal medya her gün birilerini öldürüyor. Geçtiğimiz ay Venezüella devlet başkanı Hugo Chavez'in "öldüğünü" duyurdu. Son haftalarda ise Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani de "ölmüştü". Böyle olmadığını belirtmek yine Twitter üzerinden oğlu Kubad'a düşmüştü. Dolayısıyla perşembe günü 3 PKK'lı kadının cenaze törenini izlemek üzere Diyarbakır'ın Batıkent Meydanı'nda dalgalanan "Mehmet Ali Birand öldü" haberini ilk duyduğumda inanmadım. Ailesi açıklama yapmadığına göre Birand halen hayattaydı. Zaten az sonra oğlu Umur'dan Twitter üzerinden babasının halen yaşadığına dair bilgi geldi. Durumunun ciddi olduğunu anlamakla birlikte Birand'ın bunu da atlatacağını varsayarak izlenim yazımda bu dedikoduya değinmeyi uğursuzluk saydım.Ama maalesef günün ilerleyen saatlerinde acı haber geldi. Evet sevgili Mehmet Ali Birand aramızdan ayrılmıştı.Birand'la herhangi bir samimiyetim yoktu ama Türkiye'de çay, simit, Atatürk olduğu gibi kendimi bildiğim bileli Mehmet Ali Birand da vardı. Ekranlardan yansıyan güler yüzü, enerjisi, merakı ve paylaşma arzusu günlük yaşamımızın bir parçasıydı. Amerika için rahmetli Walter Cronkite neydiyse her gece ana haber bülteninde dinlemeye alıştığımız Mehmet Ali Birand da Türkiye için aynı kurumsallıkla aile bireyliğini ifade ediyordu.Mehmet Ali Birand, Türkiye'nin askeri vesayet rejiminin, kapalı ekonomisinin yaydığı griliği, hepimizin iple çektiği 32'nci Gün programıyla birlikte delmeyi başarmıştı. Türkiye'nin de ötesinde koskocaman bir dünya olduğunu göstererek Türkiye'nin bu dünya içerisindeki yeri ve önemini biz de merak ve heyecan uyandıracak şekilde anlatan Mehmet Ali Birand televizyon haberciliğinde yeni bir çığır açtı. Bunun ötesinde Türkiye'nin gözlerini açtı. Rahmetli Turgut Özal Türk ekonomisi ve siyasetinde gerçekleştirdiği devrimi rahmetli Mehmet Ali Birand da medya da gerçekleştirdi. Bizleri dünyaya açtı. Ufkumuzu genişletti. Nice başarılı meslektaşım, Mehmet Ali Birand ekolünden yetişti.Birand'la bir samimiyetim yoktu ama tanırdım. Uzun yıllar The Washington Post, The Daily Telegraph ve The Economist gibi uluslararası yayınlar için çalışan biri olarak Türk medyasında güvenerek referans aldığım önde gelen isimler arasındaydı. Mükemmel Fransızca'sı, akıcı İngilizce'si ve objektif bakış açısıyla Londra'dan, Washington'dan gelen patronlara gururla takdim edebileceğim bir isimdi. "Emret Komutanım" kitabıyla bir kutsala dokunmuştu. Abdullah Öcalan'ı da Türkiye'ye ilk tanıtan gazeteci yine Birand'dı.Mehmet Ali Birand istikrarlıydı. Savrulmuyordu. Çizgisi netti. Türk siyasetinde esen fırtınalarda eğilmeden bükülmeden, temel prensiplerinden asla taviz vermeden ve zaman zaman maruz kaldığı karalama kampanyalarına karşın her daim ayakta kalmayı başardı. Ve her zaman zirvedeydi. Birand hem "star" hem de bir "survivor"dı. Ne var ki meslektaşlarına asla tepeden bakmaz, hiç gocunmadan arar akıl danışırdı. Son gördüğümde "Amberin'ciğim yazılarını zevkle okuyorum" demişti. Muhtemelen düzenli takip etmiyordu, ama bana kendimi iyi hissettirmek istemişti. Çünkü Mehmet Ali Birand iyi bir insandı. Beyefendiydi. Örnek insan, örnek gazeteciydi. Nurlar içerisinde yatsın. Hepimizin başı sağ olsun.

        Umur Talu - Veda

        Aklımda son cümlesi takılı kaldı…

        Ekrandan veda edip hastaneye yatarken, M. Ali Birand “Dualarınıza ihtiyacım var. Sevenlerinizin de sevmeyenlerinizin de” dedi.

        Bir ömrü bunları umursamadan yaşasak da…

        Sonuçta varlığımız; istediğimiz kadar şöhretlere, servetlere, azimlere, ihtiraslara sararsak saralım, o hep pamuk ipliğinde salınan ömrümüz ve nihayet ölümüz; nefretlere değil, sevgiye, şefkate, huzura, barışa sığınmak ister.

        O yüzden ki, bir cenazede “Nasıl bilirsiniz?” sorusunun cevabı iyilikle mükelleftir.

        ***

        Birand, “gazetecilikte, medyada damga” diye bir şey varsa, ona tam oturan bir gazeteci oldu.

        Ortak Pazar’dan AB’ye, ordu içinden Kürt meselesine, nice haber, fikir yolculuğu onun özellikle Milliyet dönemindeki “acar muhabirliği”, “gülümseyerek her kapıyı açan anahtarı” sayesindeydi.

        TV’nin gücünü, hız ve görüntü büyüsünü, elbet dev aynası, gazeteci egosu olarak da ilk fark edip kullananlardandı.

        Bir dönem “Milliyet’imizin” o geniş, benzersiz, dinamik “yurtdışı büroları” sayesinde de, 32. Gün, dünya ile Türkiye buluşmasında, sadece gazetecilikte değil, tarihi-diplomatik-toplumsal pencereler de açtı.

        O genç muhabirler de güçlü ve iyi bir gazete itibarı ile TV kudreti ve onun ustalığının harcıyla büyüdü; o ağaçtan bir dolu meyve çıktı; kimi büyüdü, kimi düştü, düşürüldü.

        Konumuz, kimi meyvenin olgunlaşması, kiminin çürümesi hiç değil.

        ***

        Kiminin kustuğu gibi “kör ölür badem gözlü olur” oportünizminden ziyade, hak teslim etmek, kadir bilmek, vefa, veda; son yolculuğa “iyi bilirdik” ile eşlik edebilme kültürü.

        O gazeteciliğin, muhabirliğin, hızın, yenilikçiliğin, doğurganlığın nice anında hep şapka çıkarsam da; kendi zihnim, vicdanım, anlayışımla yığınla rezervim, eleştirim, “hiç hoşlanmadığım” şeyler de oldu bu yolculuğu bazen yakından, bazen uzaktan izlerken.

        Yüzüne de söylemişimdir.

        Bazen yazılara da düşmüştür.

        Ne o kayıtları, ne kalbimizdeki izleri, ne aklımızın ve vicdanımızın kör olmayıp gördüklerini, kendi kirimizi pasımızı da, ama iyiyi de kötüyü de, silemeyiz zaten.

        Ama hepsini birlikte yaşatabilir, hepsini aynı anda teslim edebilir, hepsiyle ve birbirimizle, tüm duygularımızla barışabiliriz.

        Bu sadece ülkenin değil, kişilik ve kimliklerimizin; kimimizin belki ilkbaharında olduğu ama kimimizin sonbaharın içinden kışa mı düşeceğini bilemediği yaşlarda, benliklerimizin ihtiyacı bir barış.

        ***

        Yaşayanların, ama ille de kayıplarımızın huzuru için…

        Dişlerimizin törpülenmesi, dilimizin yumuşaması, hakkaniyetin parlatılması, nefretin kazınması, hayatın ve ölümün hak ettiği saygıyı bulması gerekiyor.

        Belirsizliğe doğru vedalaşırken, sevenin de sevmeyenin de duaları…

        Sessizce nefesini vermişken, sevenin de sevmeyenin de iyi bildikleri gerekiyor!

        Birand da tüm kayıplarımız da huzur içinde uyusun.

        İhsan Bal - Güzel ölüm

        ÖLÜM, hep ürkütücü bulunur, negatif anlam yüklü cümlelerle anılır. Ancak yarattığı bütün üzüntü ve kedere rağmen kimi zaman"güzel ölüm"diyebileceklerimiz de vardır.

        "Mehmet Ali Birand öldü"denildiğinde, onun arkasından hissettiklerim bende ölümle ilgili böyle bir düşünce uyandırdı.

        Hayattayken"keşke"leri az bir Mehmet Ali Birandvardı. Hayatını kaleme alanCan Dündar'ın kitabındaki anekdotlara bakıp şaşkınlıkla,"Ne kadar da çok şey yaşamışım; bütün bunları ben mi yaşamışım?"demesi bile, bir ömre ne kadar çok şey sığdırılabileceğini göstermesi bakımından önemliydi.

        Mutlu bir insandı, hayatı pozitif bir gündemle okur, haber yaparken heyecan duyardı. Olumsuzluklar karşısında bilegülebilen bir simaolarak belleklere kazındı.

        Azimliydi fakat haset değildi. Bilgilerini cömertçe paylaşan, medya dünyasında birçok kişinin önünü açmış vekendi başarısını yetiştirdiği insanlarda görenbiriydi. Bu yönüyle Birand,"Öğretmen öğrencisini kıskanmaz"özdeyişinin güzel temsilcilerindendir.

        Kendisine kısıtlar koymazdı; en olmaz ve düşünülmez denilen yerlere ulaşma konusunda heyecanı hep doruklardaydı, belli kisınırları dinamitlemeyiseviyordu. Bu sayede birçok ünlü ve tartışmalı ismi kamera önüne çıkarmayı başarmıştı.

        Türkiye'de sıklıkla tartışmaya konu olan"aydının topluma kör olan gözü"Birand'da sonuna kadar açıktı. Bu yönüyle o, Türkiye'nin yetiştirdiği önemli entelektüeller arasındadır.

        Çok geride başladığı hayat yarışını zirvede tamamlamasını sağlayan belki de bu duruşu oldu.

        Bugün herkesin, ardından"İyi adamdı!"demesi, onun -bir söyleşide de ifade ettiği gibi- belki de hayattantek beklentisiydi.

        Arkasından söylenenlere bakılırsa, insanlar, göçüp gidene dair kamera önünde üç-beş kelam etmekten öte bir hisle dolu... Birand'ın, gönülden gelen cümleleri boğazlara düğümleyecek,bütün sözleri gözyaşlarıyla yarıda kesecek bir insanolarak bu dünyada iz bırakabilme temennisi fazlasıyla karşılık buldu.

        İNSAN ÖMRÜNDE DUYGUSAL BİR NOTA

        Neden sevildiği sorusuna verilecek bir başka cevap da belki en büyük ukdesinde aranmalı."Annemi, tam rahat ettireceğim dönemde kaybettim"demişti Birand. Bizim toplumumuzda kalplerde iz bırakmanın, vicdanlara temas etmenin yolu tıpkı Birand'ın annesiyle ilgili bu serzenişindeki gibi herkesin ortak olabileceği bir duygu durumunu ifade edebilmekten geçer.

        Annesi, yıllar sonra gelen torunu ve ailesiyle kurduğu ilişki, doğallığı, saygınlığı ve zirveyle sıradanlığı harmanlaması sayesinde o, çoğu insanın her akşam izlemekten keyif aldığı bir aydındı.

        Henüz hayattayken bile hakkında kitaplar yazıldı, ölümünden sonra da birçok yazı kaleme alınacak. Kuşkusuz, onu en çok habercilikteki cesareti, zamanına meydan okuyuşu ve demokrat kişiliğiyle hatırlayacağız...

        Mehmet Ali Birand, 72 yıllık ömründe ortaya koyduğu eserleriyle"İyi bilirdik"şahitliğini her şeyiyle hak eden bir aydınolarak, mesleğinin zirvesindeyken, kendisiyle barışık ve güler yüzlü bir vedayla aramızdan ayrıldı.

        Tüm bunlar, bir söyleşisinde"Zaten öleceğiz, yeter ki acısız olsun"diyen Birand'ın bende bıraktığı güzel duyguların izdüşümü. Evet, Mehmet Ali Birand"güzel bir ölüm"le göçtü bu dünyadan. Ölüm haberini alanların kuru bir taziye mesajıyla yetinmeyip onu sahici bir hüzünle uğurlamaları bunun en büyük kanıtı.

        Kendisine Allah'tan rahmet, sevenlerine başsağlığı dilerim.

        Pakize Suda: Mehmet Ali Birand'ın ardından

        * "DÖRT gözle beklediğim"ilk televizyon programıydı 32.Gün... Bir daha da hiçbir programı o heyecanla beklemedim, o kadar çok sevmedim. Ha, tabii programın çok iyi olması dışında"o zaman"la"bu zaman"ın farkından kaynaklanan bin tane nedeni vardır bunun. Bana ne! Ben"aklımda kalana",hissettiklerime bakarım.

        *Haberleri ondan dinlemeyi seviyordum en çok..."Bir insan"dan yani. Gafıyla, dil sürçmesiyle, teklemesiyle; gülmesiyle, somurtmasıyla, yorumuyla...

        "Bir robot"tan değil.

        * Ali Kırca, Cüneyt Özdemir, Mithat Bereket, Can Dündar, Çiğdem Anad, Rıdvan Akar...Şu anda"bir şey"olan daha nice isim... HepsiMehmet Ali Birand'ın 32. Gün'ünden yetişme. Tesadüf olabilir mi bu?

        Hadi başarılarına hiç katkısı olmadı diyelim; hiç değilse"seçme ustası"ymışMehmet Ali Birand.

        *"Arkadaşım"yahut"ustam",hiç olmazsa"tanışım"olmadığı için üzgünüm.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ