Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Gülten Dayıoğlu: Romanımı 6 kez okurum

        80 olduğuna bakmayın gençlere taş çıkarır. Yılın büyük bölümünü seyahat ederek geçiriyor. Dile kolay 108 ülke gezmiş. 80 kitabının başarısını biraz da buna bağlıyor. “Başka ülkelerin tadı ve kokusu var” diyor. İstanbul’da olduğu zamanlarda imza günlerinde okurlarıyla bir araya geliyor, söyleşilere katılıyor. Okurlar ona hâlâ 70’li yıllarda yazdığı kitaplarının kahramanlarını soruyor. Devir değişse de romanlarında anlattığı karakterler, köyler, kasabalar okuyucuda keyifli bir tat bırakmaya devam ediyor. Belki eskiye duyulan özlem, belki daha bozulmamış insan ilişkileri, belki de köylerdeki samimiyet onun bu kadar sevilmesinde etkili... Sebebi her ne olursa olsun 4 kuşağa ulaşabilen ve 80 yaşına 80 roman sığdıran, hepimizin çocukluğuna dair anılarında yeri olan bir yazar Gülten Dayıoğlu. Sadece hikâye, öykü ve roma değil, gezi ve bilim kurgu da yazdı. Hatta son romanı ‘Yoksa Sen misin?’, 15. yüzyılda Orta Asya’da yaşayan şaman bir Türkmen kızı Bürküt’ün hikâyesi... 16 yıl önce yazmaya başladığı romanını araya giren onlarca kitabın ardından okurla buluşturdu. Çünkü içine sinmesi gerektiğine inandı, araştırdı ve seyahat etti. 81. kitabını yazan Gülten Dayıoğlu ile beş çayında evinde buluştuk. Güler yüzüyle karşıladı bizi, giderken de kitap imzalamayı ihmal etmedi. Usta yazar ile 80 yaşa sığdırdığı anılarını ve hayatını konuştuk.

        Son kitabınız “Yoksa Sen misin?” 15. yüzyılda şaman kız Bürküt’ün hikâyesini konu alıyor. Aslında bu sizin 16 yıl önce yazmaya başlayıp ertelediğiniz bir kitap...

        Evet, 16 yıl önce başlamıştım ama kendimi yeterli bulmadığım için başka romanlara yöneldim. “Bir gün yaparım” diye ertelerken yaş geldi 80’e. Eşim de ertelememe sitem etti. Yeniden araştırdım. Eşimle seyahatlerimizde bazı ülkeler beni besledi, cesaret verdi.

        Kitapta şaman kadını Bürküt’e paralel Bengi’nin hikâyesini anlatıyorsunuz. Peki siz paralel hayatlara inanıyor musunuz?

        İnanırım. Bunlarla ilgili birçok hikâye var. Aslında duyarlı bir Müslüman’ım. Bizde reenkarnasyon olmadığını biliyorum. Ama geçmişte Buda’ya eğildim ve 1 yıl süreyle Budizm’le besledim kendimi. Paralel bir yaşama neden inandığımı kitapta ifade etmeye çalıştım. Hani dejavu derler ya... Bir kere Mısır’da tespih satan bir adam görüp eşime “Ben bu adamı gördüm” dedim. Belki yazarlığın verdiği duyarlılık. Eşim benimle dalga geçer, “Artık uçacaksın” diye... Mesela biri telefon ettiğinde “Arayan filancadır” diyorum.

        ‘ÜRKEK VE KAYGILIYIM’

        Bir huyunuz var, 6 kez okumadan romanınızı yayınevine vermiyorsunuz...

        Evet. “Huyum kurusun” demiyorum çünkü öyle rahat ediyorum. Tarih, para birimi ve mekânlarda aksama, çelişki olmasın diye 6 kez okuyorum.

        80 yaşınızı 80 kitapla taçlandırmak nasıl bir his?

        Yaşıma ve birikimime rağmen yeni başlamış biri kadar ürkek ve kaygılıyım. Buna mükemmeliyetçilik’ deniyor. Aslında bu insanoğlunda bir aksaklık. Bir tek ıspanağı 6 kez yıkarım, başka öyle huyum yok. Kendime göre onurum var, çok çabuk kırılıyorum.

        Anneliğin de böyle olduğunu söylerler ya, sürekli bir vicdan azabı duygusu...

        Evet, diken olur batar göğsüne. İki oğlum var, hâlâ 5 duyumla onlarlayım. Tabii ki rahatsız etmemeye çalışıyorum. Bir yere gittiğimde veda ederim, geldiğimde ararım. Öyle rahat ediyorum, onlar da öyleler. Üzgünlerse, dardalarsa ben de bunalıma giriyorum.

        Torunlarınız da var...

        Evet, 3 kız torunum var. Eşimin dedesi kadıymış. Eşim avukat, oğullarım da avukat oldu. Büyük torun avukatlık ruhsatını aldı, Paris’te iki üniversiteden de kabul aldı. Ona “Kızım yaşamaya da vakit ayır” diyorum. Ben nasıl romanlara kaptırmışım, o da buna kaptırdı kendini. Ortanca da hukuk okuyor. En küçük sanata meraklı.

        ‘EN BÜYÜK LÜKSÜMÜZ SEYAHATLERİMİZDİ’

        Torunlarınıza “Hayatı yaşamaya da zaman ayır” derken siz doya doya yaşayabildiniz mi?

        Bizim en büyük lüksümüz seyahatlerimizdi. Ben birkaç fakülte bitirmiş gibi oldum. O da kitaplarıma yansıdı. Bana hep kitaplarımın farkı sorulur, “Benimkilerde yabancı ülkelerin rengi, tadı, ışığı, kokusu, sesi var” derim.

        108 ülke size neler neler katmıştır...

        Eşimle birbirimizi kırdığımızda, hani küslük olur ya hafif, yoğunluğumuzu dağıtmak için “Müzeye gidelim mi?” der bana. Topkapı ya da Dolmabahçe Müzesi’ne gider ve her gidişimizde bir şeyler keşfederiz. Mesela Mehmet Siyah Kalem Efendi’nin resimleri beni o kadar etkiledi ki, Topkapı Müzesi’nin eski müdürü Filiz Hanım’a sordum. Anlattı; bu resimler Çaldıran’da savaş sırasında İran Şahı’nın ganimetleri arasındaymış. Rulolarla getirmişler. Kitapta ona yer verdim mesela. Orta Asya’da da izini sürdüm, rehberlere sordum ama çoğu tanımıyor. Türklerin yüz akı bir ressam. Bunlar iyi bir birikim. Kalem elinde oturmakla olmuyor. Gençliğimden beri çok gezdim. İşi bilenler “Ölmeden bu ülkeleri görün” diye listeler yapıyorlar. Ben seviniyorum, biz listedeki çoğu yere gitmişiz.

        "HER YENİLİĞİ ÇİĞNEMEDEN YUTUYORUZ, HAZMETMEK DE ZORLANIYORUZ"

        Sizin döneminiz şanslıymış, aşk, sevgi, emek varmış...

        Evet. Türkiye köy gibiydi, tarım toplumuyduk. Anadolu’nun içinden geldiğim için köyde de, kasabada da, şehirde de yaşadım. Kabuğumuzu kırıp dev adımlarla şehirleştik. Her yeniliği çiğnemeden yuttuk, hazmetmekte zorlandık. Benim gözümde budur ülkemin durumu. Eski kitaplarım hâlâ basılıyor, sanırım nabız yakalama olayı var. Çocuklara içimdeki çocukla yaklaşıyorum. Çocuk dediğiniz 300 yılda değişmez.

        Şimdiki çocuklara nasıl bir kurgu yaratıyorsunuz?

        Kasımdaki Kitap Fuarı’nda resimli yeni kitabım çıkacak. Bir köpek çiftliğinden etkilenip köpekleri konu edindim.

        Sahafta imzalı kitabınızı görseniz üzülür müsünüz?

        Öyle bir şey oldu. TÜYAP Kitap Fuarı’nda Doğan Hızlan Bey’in adıyla bir kütüphane kurulmuş, Doğan Bey de kitaplarını bağışlamıştı. Orada imzalı kitabımı görünce tuhaf oldum. Çengelköy’de sahaflarda dolaşırken de bir kitabımı gördüm, imzalı değildi ama orada olması üzdü beni.

        Siz boş duramayan bir insansınız, sürekli üretiyorsunuz. Projeleriniz, hayalleriniz var, bu çok güzel bir şey...

        Bazen kendimi 20 yaşında hissediyorum, içimde beliren coşkulara inanamazsınız. Hayaller falan. Sonra bir şamar yiyorum, dizlerimden... “Tamam otur sen şimdi” diyorum. Dizler belli bir yaştan sonra bu hale geliyor, kıkırdaklar eriyor.

        "EVLİLİĞİMİZ KÜLT FİLM GİBİ GEÇTİ"

        Mutlu evliliğin sırrı tartışınca müzeye gitmek ve seyahat etmekte mi gizli?

        Onun sırrı yok. Biz eşimle akrabayız, annem “Kızım koca İstanbul’da bula bula bunu mu buldun, bu kadar çeşitliliğin içinde” dedi bana. Ben onu sevdim. En büyük korkum, babamın yaptığı gibi bırakıp gitmesiydi. Şimdi 87 yaşında, inşallah bırakmaz artık.

        Kaç yıllık evlisiniz?

        57 yıl oldu. Gerçekten kült film gibi geçti.

        Anne ve babanız ayrılmış mıydı?

        Babam bir kadına âşık olmuş. 1930’lu yıllar, kadın iki çocuğunu bırakıp babama kaçıyor.

        EKİN TÜRKANTOS/HABERTÜRK PAZAR

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ