Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Öne Çıkanlar 14 Mart Tıp Bayramı'nın bilinmeyen doktorları: Cüneyt Arkın ve Ferhat Göçer'in anıları

        Lisede sosyal bir öğrenciydi.

        Okulun tiyatro kolunun sahnelediği Fransız oyun yazarı Moliere'in oyunlarında sahneye çıktı.

        Aynı zamanda resim yapmaya da meraklı ve yatkındı.

        Asli mesleğinin ne olacağına henüz karar vermemişti ama rol model olarak gördüğü kuzeni Fikret Cüreklibatır'ın doktor olması, öğrenimini göreceği mesleğin belirlenmesinde büyük pay sahibi oldu.

        Başta küçük ablası Sıdıka Cüreklibatır olmak üzere aile fertlerinin "Haydi doktor ol da bizi iyileştir" şeklindeki telkinleri sonucu üniversite sınavında tercih listesine sadece İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni yazdı.

        Doktor olmayı öylesine benimsemişti ki sınavı ya kazanacak ya da kazanacaktı.

        Fakülteye en iyi üçüncü puanla girmeyi başardı.

        Cüneyt Arkın...

        REKLAM

        Her ne kadar çocukluk yıllarında müziğe ilgi duymaya başlasa da yaşanan bir dramın sonunda doktor olması şart oldu.

        Kardeşi Serhat zatürreden dolayı hayatını kaybedince travmatik bir dönem yaşayan annesi, çocuklarından birinin doktor olmasını istedi, hayal etti.

        Ferhat Göçer...

        Cüneyt Arkın, 294 filmle en çok başrolde yer alan oyuncu olarak dünya rekoruna sahip.

        Ferhat Göçer, 25 yıllık kariyeri boyunca 9 binden fazla ameliyata girdiği doktorluğun kendisi için ne ifade ettiğini "Karakterimin, iş disiplinimin oluşmasında, insanlarla ilişkilerimde, düşünce sistemimin gelişmesinde, bana yol gösteren, zor zamanlarımda yardım eden bir yol arkadaşı. Bence dünyanın en kutsal mesleği" cümleleriyle dile getirdi. Göçer, diğer mesleği müzikte ise Klasik Türk müziğinin yanı sıra opera aryaları, chansonlar, rembetikolar, İngilizce, Fransızca, Yunanca şarkılardan oluşan repertuvarıyla ve yabancı meslektaşlarıyla verdiği konserlerle geniş kitlelere ulaşmayı başardı.

        Nam-ı diğer; 'Malkoçoğlu', 'Kara Murat', 'Battal Gazi', 'Komiser Cemil', 'Gırgır Ali' olan Dr. Fahrettin Cüreklibatır, kâh 'Kahpe Bizans'ı dize getirdi, kâh kanunsuzların hakkından geldi. Yetmedi uzaylılara günlerini gösterip dünyayı kurtardı.

        İdealist doktor Fahrettin Cüreklibatır, Cüneyt Arkın'a dönüştükten sonra Türk sinemasında mesleğe duyulan saygıyı, iş aşkını ve çalışkanlığı temsil eden oyunculardan biri olmayı başardı.

        Ortaokul zamanlarında Fahrettin Cüreklibatır'ın en büyük keyfi sinemaya gitmekti. Israrlarına dayanamayan ablası onu sinemaya götürür, 'Bak Fahrettin, 5'e çeyrek kala çıkacaksın. Otobüse ancak yetişiriz' derdi.

        Bu nedenle çoğu filmin finalini izleyemeden sinema salonundan çıkmak zorunda kalırdı.

        Gördüğü bir sinema makinesini çok istemesine rağmen babasının alamamasından doğan psikolojik yıkımdan ve filmlerin finallerini izleyememesinden kaynaklanan meraktan dolayı sinemanın makine dairesinden aldığı kopuk filmlere ışık tutup bakması en büyük mutluluğuydu.

        Lise döneminden sonra maddi zorluk içindeki babasının 'Bu kadar okumak yeter' demesi Fahrettin'in aklına yatıyordu. Okuldan arta kalan zamanlarda pazarcılık dahil birçok iş yaparak evin geçimine yardım etmeye devam ediyordu.

        Üniversite için başka bir şehre gitmek demek hem eve para getirememek hem de ek masraf demekti.

        REKLAM

        Annesiyle ablası, Fahrettin'in okuması konusunda ısrarlı davranarak babasını ikna etmeyi başardı. Okuyup doktor çıkacak olması Fahrettin Cüreklibatır'ı da heyecanlandırınca ver elini İstanbul...

        Yeşilçam filmlerinin vazgeçilmez sahnesi.

        Adam, Haydarpaşa Garı'nın kapısından çıkar; bir elinde tahta valizi, diğer elinde yorganı...

        İşte o sahneyi gerçekten yaşayan milyonlarca kişi arasında Fahrettin Cüreklibatır da vardı.

        Fahrettin Cüreklibatır, üniversite sınavına girmek için geldiği İstanbul'da Sirkeci'de bir otele gitti.

        Sabah gireceği sınav için ders çalışması gerekiyordu ama aynı odada kaldığı 3 kişi ışıkları söndürmesini istedi.

        Mum ışığında çalışarak girdiği sınavda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni en iyi 3'üncü puanla kazandı.

        Fakülteye kayıt olduktan sonra 6 kişiyle birlikte tuttukları dairenin kirasını ve okul masraflarını karşılayabilmek için bulaşıkçılık, garsonluk yapan Fahrettin Cüreklibatır, fakültenin son sınıfında ise hocalarından biri olan Prof. Cihat Abaoğlu'nun bulduğu bakımevindeki işte yaşlı hastaların beslenmesinden ve altlarının temizlenmesinden sorumluydu.

        Edebiyata oldukça düşkün olan Fahrettin Cüreklibatır, bozkır ruhunun galeyana getirdiği duygularla yazdığı hikâyeleri, şiirleri yayımlamak için arkadaşlarıyla Erek Dergisi'ni çıkarıp Vatan Gazetesi'ne kültür sanat sayfası hazırladığı dönemde Cemal Süreya, Erdal Öz, Muzaffer Buyrukçu ve Kemal Özer ile tanıştı.

        Cemal Süreya, bir röportajında Cüneyt Arkın'dan şöyle söz etmişti; "Cüneyt Arkın'ı adı henüz Fahrettin Cüreklibatır iken tanımıştım. 1957'de Eskişehir'de vergi dairesini teftiş ediyordum. Edebiyat ve şiir meraklısı arkadaşlarıyla beni bulmuşlardı. Dostluğumuz daha sonra İstanbul'da sürdü. O zaman tıp öğrencisiydi. Öyküler yazıyordu. Bunlardan birkaçını Ankara'ya, Muzaffer Erdost'a yollamıştım Pazar Postası'nda yayımlanması için.

        Evin önünde kız kuyruğu vardı. Öylesine yakışıklı bir delikanlı bizim Fahrettin! Hepsi onun eve girip çıkışını kolluyor..."

        REKLAM

        1961'de fakülteden mezun olan Fahrettin Cüreklibatır, hocalarının İstanbul'da kalması yönündeki telkinlerine kulak tıkayarak Anadolu'da çalışmak istedi. Bu yöndeki talebi üzerine tayini Adana'nın Feke köyüne çıktı. Cüreklibatır'ın köydeki ilk işi kendisine gösterilen bir ahırı sağlık ocağına dönüştürmek oldu.

        Arkadaşları, Fahrettin Cüreklibatır hakkında fakültenin yıllığına şunları yazmıştı; "60 - 61 stajyeri. Uzunca boylu, esmerce, yeşil gözlü, yüzünde üzgün, alaycı bir gülümsemeyle etrafında çekingenlik yaratan ve bu yüzden kadını dövenden çok nefret eden dostumuz, aşkı çirkin, bilgisiz, küçük, kötü bile olsa, insan denen canlının büyük güzelliği, hayatın tek cevabı diye tarif ediyor."

        Fahrettin Cüreklibatır'ın askerlik görevini yerine getirme zamanı gelmişti. Eskişehir 1'inci Hava Üssü'nde Hava Kuvvetleri'nde doktor olarak yedek subaylığını yapan teğmen Cüreklibatır'ın hayatının oyunculuğa yönelen akışı, rol alamadığı 'Şafak Bekçileri' ile değişti.

        O sıralarda Halit Refiğ, Eskişehir 1'inci Hava Üssü'nde, Göksel Arsoy, Ekrem Bora, Nilüfer Aydan ve Leyla Sayar'ın başrolünde yer aldığı 'Şafak Bekçileri'ni çekiyordu.

        Halit Refiğ, orada tanıştığı Fahrettin Cüreklibatır'a 'Şafak Bekçileri'ndeki 'Doktor' rolünü teklif etti.

        Fahrettin Cüreklibatır, 'Olur' dese de komutanlarının kendisine izin vermemesi nedeniyle kamera karşısına geçemedi. Oysa filmde rol almaları için diğer birkaç subaya izin verilmişti.

        Halit Refiğ, Fahrettin Cüreklibatır'a filmde neden rol vermek istediğini şöyle anlatmıştı: 1963 yazında, Eskişehir 1. Hava Üssü'nde jet savaş pilotlarının yaşamı ile ilgili 'Şafak Bekçileri' adlı filmi çekiyordum. Filmdeki rollerin bir kısmını, kumandanlarının da onayı ile subayların bizzat kendisi canlandırıyordu. Çalışmalarımızı ilgiyle takip eden genç subaylar arasında biri özellikle dikkatimi çekmişti. Son derece düzgün bir fizyonomisi vardı. Subay kıyafeti de kendisine çok yakışıyordu. Bu genç subay Hava Kuvvetlerinde doktor olarak yedek subaylığını yapan teğmen Fahrettin Cüreklibatır idi. Filmdeki rollerden birini ona oynatmayı teklif ettim. Kabul etti. Ama şartlar bunun gerçekleşmesine imkân vermedi.

        Askerlik görevinin bitiminde İstanbul'a dönen Fahrettin Cüreklibatır, devlet hastanelerinin birinde görev almak için kadro beklemeye başladı.

        Bekliyordu beklemesine ama Fahrettin Cüreklibatır'ın bir an önce geçimini sağlamak için para kazanmaya gereksinimi vardı. Kadronun ne zaman açılacağı ise meçhul.

        Bir gün Taksim'de bir afiş gördü; 'Ünlü Medrano Sirki İstanbul'a geldi.'

        İş istemek için gittiği sirkte "Sirkin işleriyle ilgilen, karşılığında binicilik dersi verelim" dediler.

        Boş boş beklemek yerine teklifi kabul etti. Sirkte sadece at binmeyi değil, parende atmayı da öğrenmesiFahrettin Cüreklibatır'ı kısa bir süre sonra başlayacağı oyunculukta ayrıcalıklı kılacaktı.

        REKLAM

        Sirkte ücret almadan çalışanFahrettin Cüreklibatır, bir gün "Ben ne yapacağım, nasıl geçineceğim?" diye başının üzerindeki kara bulutlar eşliğinde sokaklarda turlarken aklına Eskişehir'deyken Halit Refiğ'in 'Gel filmde oyna' demesi geldi.

        Ev adresini bulup ünlü yönetmenin karşısına dikilerek askerliğinin bittiğini, artık bir filmde rol alabileceğini söyledi.

        'Gurbet Kuşları'...

        'Selim Bakırcıoğlu' karakteriyle sinemaya adımını attı.

        Adının uzunluğu afişin dizaynını bozunca Fahrettin Cüreklibatır, Cüneyt Arkın oldu.

        'Gurbet Kuşları', Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden 'En İyi Film' ve 'En İyi Yönetmen' ödülü kazansa da bunlar, Cüneyt Arkın'ın geçim derdine çare değildi.

        Doktorluk kadrosu açılana kadar oyunculuğa devam etmeye karar veren Cüneyt Arkın, Beyoğlu'nda kapı kapı dolaşıp yapımcılardan rol istedi.

        Sekreterine 'Yok' dedirten bazı yapımcıların tavırlarına içerlemedi.

        İnatçı kişiliğiyle bulduğu her kapıyı zorlayarak şansını denedi. O günlerde doktorluk kadrosu açılsaydı Cüneyt Arkın, belki de oyunculuğa devam etmeyecek hayatına Dr. Fahrettin Cüreklibatır olarak devam edecekti.

        Cüneyt Arkın, uzun uğraşlar sonucu iki filmde iş buldu; Hülya Koçyiğit ile Zeynep Değirmencioğlu'nun başrolde olduğu 'Ayşecik Çıtı Pıtı Kız' ile Belgin Doruk'un filmi 'Aşk ve Kin'...

        Hareketli sahnelere olağanüstü bir yatkınlığı olduğunu fark eden Halit Refiğ'in Cüneyt Arkın'ı macera filmleri çeken meslektaşlarına tavsiye etmesiyle Türk sinemasında bir efsanenin tohumları atılmış oldu.

        1964 yapımı aksiyon türündeki 'Cehennem Arkadaşları', Cüneyt Arkın'ın ilk aksiyon filmi oldu.

        Sinemacılar, Cüneyt Arkın'ın izleyiciler üzerinde bıraktığı etkiyle şunu fark etti; Cüneyt Arkın, aksiyona yatkınlığından daha fazlasıydı. Aynı zamanda çok yakışıklıydı.

        REKLAM

        Cüneyt Arkın'ın yakışıklılığı, o yıllarda filmleri büyük gişe yapan Türk sinemasının 'Altın Çocuğu' Göksel Arsoy ile anlaşma yapamayan yapımcılar için bulunmaz Hint kumaşıydı.

        O yapımcılar, Göksel Arsoy'a rakip olması adına dönemin ünlü kadın oyuncularıyla romantik rollerde kamera karşısına geçirdikleri Cüneyt Arkın'ın üzerine oynamaya başladı.

        Türkan Şoray ile başrolü paylaştığı 'Gözleri Ömre Bedel' ile adı bir anda bütün Türkiye'ye yayıldı ve şöhretin kapıları ardına kadar açıldı.

        Yeşilçam; 'Cüneyt Arkın'ı, Cüneyt Arkın; Yeşilçam'ı kazandı ama Fahrettin Cüreklibatır'ın evliliği bu nedenle sona erdi.

        Sinema salonu işletmecileri, yapımcılardan ardı ardına Cüneyt Arkın filmleri talep etmeye başladı. Öyle ki o yoğun talepleri karşılamak için yapımcılar, Cüneyt Arkın ile anlaşma yapmak için birbirleriyle yarışır hale geldi.

        Setlerden çıkmayan Cüneyt Arkın, yoğun iş temposuna dayanamayan eşi Güler Mocan ile boşandığında 2 yaşında bir kız çocuk babasıydı.

        Romantik rollerle sinemada hızlı bir şekilde ilerlemeye başlasa da Cüneyt Arkın, macera - aksiyon türüne daha uygun olduğunu düşünüyordu.

        İşte tam o günlerde İstanbul'un büyük caddeleri bir afişle donatıldı; 'Karaoğlan aranıyor.'

        Suat Yalaz'ın çizgi roman kahramanı 'Karaoğlan' sinemaya aktarılacaktı.

        Aradığı aksiyon filminin 'Karaoğlan' olduğuna inanan Cüneyt Arkın, Suat Yalaz'ın kapısını çaldı;

        - 'Karaoğlan benim.'

        - Seni oynatmam, tipin aksiyona yatkın değil.

        REKLAM

        'Tipin aksiyona yatkın değil' cümlesi deyim yerindeyse Cüneyt Arkın'ın içine oturdu.

        Suat Yalaz'ın 'Altay'dan Gelen Yiğit: Karaoğlan'da başrolü kendisine değil de Kartal Tibet'e vermesiyle hırsı iyice kamçılanan Cüneyt Arkın, İstanbul turnesinde olan her sirkte akrobatik yeteneklerini geliştirmeye devam etti.

        Cüneyt Arkın, sirklerdeki at binme ve akrobasi derslerinin semeresini 1966 yapımı 'Malkoçoğlu' ile alarak 'Karaoğlan'a rakip oldu.

        Cüneyt Arkın'ın şöhreti 'Malkoçoğlu' ile sınırları aşarak İran'a kadar ulaştı.

        İranlılar, Cüneyt Arkın'ın şöhretini film biletine çevirmek için hemen ortak bir film çekti.

        'Adsız Cengaver'...

        .png
        .png

        'Malkoçoğlu'ndan sonra 'Adsız Cengaver'in de İran'da büyük ilgi görmesi üzerine aynı dönemde Tahran'da Cüneyt Arkın'ın daha önce çektiği 5 ayrı filmi de gösterime girdi.

        Cüneyt Arkın'a ilgi gösteren yabancılar, sadece İranlılar değildi.

        İtalyanlar, Cüneyt Arkın'ı 'John Arkin' adıyla dünya sinema piyasasına lanse etmek istedi.

        REKLAM

        Cüneyt Arkın, 1970'te Türkiye'nin en popüler oyuncusu haline geldi. 'Adsız Cengaver'in teknik işlemleri Londra'da Rank Stüdyoları'nda yapılmıştı. Filmi seyreden İngiliz sinemacılar, Cüneyt Arkın'ı atletik kabiliyetleri ve yakışıklılığıyla Burt Lancaster'dan bu yana en önemli sinema kişiliği olduğunu dile getirdi. Cüneyt Arkın'ın filmleri İran'ın yanı sıra diğer Orta Doğu ülkelerinde de büyük rağbet gördü.

        Ne var ki Cüneyt Arkın, yabancı sinemacıların kendisine gösterdiği ilginin sonuçlarının ne olacağını fark edemedi. İngilizceyi kusursuz konuşmak için ciddi bir çalışmaya girmedi.

        Çünkü Türkiye'deki yeri kendisine yeterli geldi.

        İngiliz ve İtalyanlar'ın önerdiği projelere sıcak bakmayan Cüneyt Arkın, dünyaya açılmasına yönelik büyük bir fırsatı değerlendiremedi.

        Cüneyt Arkın, sistemin değil, halkın kahramanı olmayı tercih ederek İngilizler'in 'James Bond' teklifini kabul etmedi. Yaptığımız röportajda bu konuyu şu şekilde anlatmıştı; "Oynamamı istediler. İngiltere'ye çağırdılar. 'James Bond' filmlerini aklı başında bir şekilde tekrar izledim. Filmleri daha önceleri ne kadar aptalca izlediğimi fark ettim. Ne kadar da sahte, aldatmışlar bizi. O zamana göre bir takım değişik yeni teknolojiyle yapılan atraksiyonlar vardı. Sonra oynadığım filmlere baktım. Özellikle 'Malkoçoğlu' ne kadar halktan. Halkın insanı atıyla konuşur dertleşir, şarkılar söyler. Halkın kahramanı mı önemli yoksa sistemin kahramanı mı?"

        Cüneyt Arkın, aksiyon filmlerinde birçok kaza atlattı. Vücudunda kırılmadık yeri kalmayan Cüneyt Arkın'ın elinin kopması, geçirdiği kazaların en beteriydi.

        Cüneyt Arkın, 1970'lerde alkol belasına bulaştı.

        İlk çocuklarına hamile kaldığında eşi Betül Hanım'a "Oğlum olursa içkiyi bırakacağım" dese de bırakamadı.

        'Melek gelse benim sarhoşluğumu çekmezdi. O olmasa alkolden çürür girerdim' dediği Betül Hanım'ın dirayeti ve sabrıyla ileriki yıllarda içkiyi bıraktıktan sonra çeşitli organizasyonlarla birçok ilde alkolün ve uyuşturucunun zararlarını anlattığı konferanslara katıldı.

        Yeşilçam döneminde yıldız oyuncular, çok büyük paralar kazanmıyordu. Cüneyt Arkın gibi yıldız oyuncular, TV'nin etkisine ve zorlu çalışma şartlarına rağmen 'Komik' denecek ücretler karşılığında üretmeye devam etti.

        TV'ye çıkamadıkları için insanların gazinolarda ve filmlerde görme şansı bulduğu dönemin arabeskçilerinin oyunculuk kaşeleri 5 - 10 milyon lira arasında değişiyordu. Cüneyt Arkın ise elinin koptuğu, kırılmadık yerinin kalmadığı filmlerden 200 - 250 bin lira kazanıyordu.

        REKLAM

        'Kara Murat'ı çekerken doğduğu için adı, filmin yapımcısı Türker İnanoğlu tarafından koyulan oğlu Murat'ın dünyaya gelmesiyle masrafları iyice artan Cüneyt Arkın, daha fazla para kazanmak için yönetmenliğe de adım atarak 1976'da 'Deli Şahin' ile hem yönetmen koltuğuna oturdu hem de kamera karşısına geçti.

        Cüneyt Arkın'ın ilk yönetmenliğinin duyurusu, filmin afişine 'Kudretli sanatı ve yönetmenliğiyle büyük bir harika yarattı' yazılarak yapıldı.

        Cüneyt Arkın, askerlik görevinden sonra hiç doktorluk yapmasa da tıp eğitimiyle bir hayatı kurtardı.

        Hayatını kurtardığı kişi, çoğu filmlerinin yapımcısı Türker İnanoğlu...

        Yıl... 1976

        'Kara Murat' serisinin 5'inci filmi olan "Kara Murat Şeyh Gaffar'a Karşı" çekiliyordu.

        Başrolde Cüneyt Arkın...

        Çekimlerin yapıldığı Büyükdere civarında bir çiftlikte sete mola verildikçe film ekibi genellikle top oynardı.

        Yine böyle bir molada filmin yapımcısı Türker İnanoğlu'nun göğsüne şiddetli bir top geldi. O anda nefesi kesilen Türker İnanoğlu, yere yığılarak bayıldı.

        Tıp diploması olan Cüneyt Arkın, koşarak Türker İnanoğlu'nun yanına gelip kalbini kontrol etti. İnanoğlu'nun kalbinin durduğunu fark eden Arkın, kalp masajı yapmaya başladı. Cüneyt Arkın, birkaç dakika boyunca yaptığı kalp masajıyla hem patronu hem de yakın dostu Türker İnanoğlu'nun kalbini yeniden çalıştırmayı başardı. İnanoğlu, daha sonra sete gelen ambulansla hastaneye kaldırıldı.

        Türker İnanoğlu, o gün yaşadıklarını şöyle anlattı; "İlk müdahaleyi Cüneyt yapmış. Düştüğüm yerde kalbime masaj yapmış. Duran kalbi çalıştırmış. Beni hemen ambulansla hastaneye götürüyorlar. O zaman kendime geldim. Eğer Cüneyt müdahale etmeseydi, ambulansla hastaneye yetiştirilmeseydim, 5'inci Kara Murat benim yarısına kadar çektiğim ve yapımcılığını yaptığım son film olacaktı. Yani Cüneyt müdahale etmeseymiş, ölebilirmişim."

        REKLAM

        Cüneyt Arkın, ilk ödülünü 1976'da Atıf Yılmaz'ın yönettiği 'Mağlup Edilemeyenler' ile kazandı. Arkın, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Erkek Oyuncu' dalında Altın Portakal'a layık görüldü.

        REKLAM

        Cüneyt Arkın, yönetmenlikten sonra kariyerine yeni bir pencere daha açarak 1979'da senaristliğe ve 1. Ticaretim Film'i kurarak yapımcılığa da başladı.

        'Vatandaş Rıza'...

        Film, beyazperdeye yoksul olmasına rağmen eşi ve çocuğuyla mutlu bir yaşam süren 'Rıza'nın gecekondusunu zevk için yıkan bir milyonerin oğluyla yaşadığı mücadeleyi taşıdı.

        Cüneyt Arkın, filmde eşi ve oğluna rol vererek her ne kadar yıldız bir oyuncu olsa da zengin biri olmadığının mesajını verdi.

        Bu mesajının altını da eşi Betül Cüreklibatır ve oğlu Murat Cüreklibatır'ın soyadlarını afişe 'Arkın' yazarak çizdi.

        Cüneyt Arkın, bir röportajında 1980'li yıllarda kendisine yakışmayan kötü filmler çektiğini açıklasa da kariyerinin en kötü filmiyle bile sinemaya hizmette bulundu.

        'Bir doğruyu belirlemenin en iyi yollarından biri o doğrunun karşıtını belirlemektir' felsefesinde olduğu gibi 'Dünyayı Kurtaran Adam', sinema okullarında bir filmin nasıl çekilmemesi gerektiğini anlatmak için öğrencilere izletildi.

        'Dünyayı Kurtaran Adam', yıllar sonra 'kült film' haline geldi.

        'Dünyayı Kurtaran Adam' için Türkiye'de ve yurt dışında özel gösterimler düzenlendi / düzenleniyor.

        Söz konusu kişi, her kesimin sevdiği, saydığı biri olunca Cüneyt Arkın'ın siyasilerin dikkatini çekmemesi mümkün değildi. Dönemin başbakanı Turgut Özal, ünlü isimlerin partisi ANAP'tan siyasete girmesi yönünde bir çalışma başlattığı zaman Arkın'a da milletvekilliği seçimlerine girmesi için teklif götürdü.

        REKLAM

        Ferhat Göçer...

        4 yaşında başladığı İlkokulu İzmit'in Samanlı Dağları'ndaki Düzlük Köyü'nde, ortaokul ve liseyi İzmit'te bitirdi.

        1986'da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi‘ne giren Ferhat Göçer, annesinin hayalini gerçekleştirmek için ilk adımı attı.

        Tıp fakültesinde okumanın müzikten uzak kalması anlamına gelmeyeceğinin farkına varan Ferhat Göçer, iki yıl sonra sınavını kazandığı İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Şan Bölümü ön lisans eğitimi de görmeye hak kazandı.

        Bir yandan tıp öğrenimi diğer yandan konservatuvar.

        REKLAM

        Dersleri ağır olan iki okulda aynı dönemde öğrenim görmek Ferhat Göçer'i ziyadesiyle yoruyordu yormasına ama olsundu.

        Oldukça zor zamanlar geçiren annesini mutlu etmek her yorgunluğa, her zorluğa değerdi.

        Ayrıca gün geçtikçe daha çok benimsediği doktorluğu, mezuniyetten sonra icra etme fikri iyiden iyiye zihninde yer edinmeye başlamıştı.

        O günlerde kararını verdi.

        İki mesleği de eş zamanlı olarak icra edecekti.

        Ferhat Göçer, üniversiteden mezun olduktan hemen sonra mecburi görev için Şanlıurfa'ya tayin edilmesiyle İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nden ayrılmak zorunda kaldı kalmasına ama bu bir kopma değil ara vermeydi.

        Mecburi hizmetinin sona ermesiyle 1994'te İstanbul'a dönen Ferhat Göçer, Haydarpaşa Numune Hastanesi‘nde genel cerrahi asistanlığında göreve başlayarak doktorluk kariyerine devam edeceğini gözler önüne serdi.

        Müzik eğitimini henüz tamamlamadığına karar veren Ferhat Göçer, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Şan Bölümü Lisans öğrenciliğine başvurdu.

        Başvurusunun kabul edilmesi üzerine öğrencilik günlerine dönen Dr. Ferhat Göçer için hastaneyle konservatuvar arasında geçen yoğun günler yeniden başladı.

        Doktorluk, öğrencilik...

        Yeterince yoğun olsa da bir an önce kitlelerin önünde şarkı söyleme heyecanı içindeki Ferhat Göçer, konservatuvardan arkadaşlarıyla 'Turkuaz' adlı grubu kurdu. Sesiyle grup içinde ön plana çıkan Ferhat Göçer'in müzik sektöründe fark edilmesi uzun sürmedi.

        Bir gece kulübünde Ajda Pekkan ile sahneye çıkmasıyla da ünlenmeye başlayan Ferhat Göçer, yeterince sahne deneyimi edindiğine inanarak başka bir gece kulübünde bir yıl boyunca hiç ücret almadan sahneye çıkarak kendi programlarını yapmaya başladı.

        Bu sırada Turkuaz Grubu'ndan ayrılıp Metropol Senfoni Orkestrası'nı kuran Ferhat Göçer'in alameti-i farikası, sesinin yanı sıraKlasik Türk müziğiyle birlikte opera aryaları, chansonlar, rembetikolar, İngilizce, Fransızca ve Yunanca şarkılara yer verdiği repertuvarıydı.

        Repertuvarıyla ve tarzıyla İstanbul eğlence hayatına farklı bir renk getiren Ferhat Göçer, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle çıktığı 'Anadolu Aryaları' başlıklı turnesinde ülkece tanınan biri olmayı başardı.

        REKLAM

        Bir yandan Haydarpaşa Numune Hastanesi‘nde görevine devam eden, diğer yandan müzik çalışmalarını sürdüren Ferhat Göçer, kendi adını taşıyan ilk albümünü 2005'te çıkardı. Albümdeki şarkıların uzun süre liste başı olmasıyla müzik sektöründeki konumunu sağlamlaştıran Ferhat Göçer, günümüze kadar 32 albüm çalışmasına imza attı.

        Ferhat Göçer'in alamet-i farikalarından biri de Gino Castelli, Alessandro Safina, Albano Carrisi, Patrizio Buanne, Emma Shaplin ve Michael Bolton ile verdiği konserler oldu.

        Ferhat Göçer, 14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle doktorluk günlerinde yaşadığı iki anısını Habertürk ile paylaştı;

        "Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmette bulunduğum dönemde lojmandan hastaneye aldığım bir yarış bisikletiyle gidip geliyordum. Bir süre sonra yolumun üzerindeki sokaklarda oynayan çocuklarla ahbaplık kurduk.

        Günlerden bir gün o çocuklardan bazıları yolumu kesti. Aralarında en küçük olanı ne iş yaptığımı sordu. Doktor olduğumu söyleyince “Doktorsun ama bisiklete biniyorsun” dedi. Zihnindeki doktor imajına hiç uymadığım o afacanı hiç unutmadım."

        "Öğrenciyken kadavra derslerine girmeye hep çekinirdim. Hatta bir keresinde düşüp bayıldım. Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde görev yaparken ise bir minibüs alıp içine yatak koydurdum. Zamanım az olduğu için eve gitme yerine minibüste yatardım. O minibüste her zaman morgun hemen yanında dururdu. Kadavra dersinde bayılan Ferhat’tan morgun yanında atan Ferhat’a..."

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ