Futbolda protesto: Demokratik hak mı zorbalık mı?
Birkaç yıl önce futbolu bırakma noktasından ayağa kalkarak temiz bir sayfa açan Kerem Aktürkoğlu, Süper Lig'e Galatasaray formasıyla adım attı. Milyonlarca taraftarı olan sarı-kırmızılı kulüpte önce 11'e yerleşti, ardından asist kralı oldu ve kaptanlığa erişti. Sezona 9 maçta 4 gol 5 asistle başladı ancak defalarca karşılaştığı süreci Kopenhag maçında bir kez daha yaşadı. Oyundan çıkarken bir grubun ıslıkladığı, diğer bir bölümün alkışladığı Kerem'e yönelik eleştiriler, sosyal medyada boyut değiştirdi. Kendini hemen hemen her maç yeniden kanıtlamak zorunda olan milli futbolcunun yaşadıklarından yola çıkarak futbolcu-protesto ilişkisini inceledik
Gaziantep FK maçının ardından yapılan eleştirilerle ilgili konuşan Kerem Aktürkoğlu, Samsunspor maçında iki gol atarak yıldızlaşmış ve kendisini hedef tahtasına oturtanlara yanıt vermişti. Galatasaray'a sessiz sedasız gelen ve beklentilerin aksine formayı kaptıktan sonra bir daha bırakmayan milli futbolcu, sarı-kırmızılı kulüpte asist kralı oldu ve kaptanlığa erişti. Bu süreçte çoğu zaman eleştirildi, tenkitlere saha içinde gösterdiği performansla yanıt verdi.
Profesyonel futbolda dün değil bugün vardır ve futbolcular kendisini hemen hemen her maç yeniden kanıtlamak durumundadır ancak bu durum Kerem Aktürkoğlu özelinde bir mecburiyete dönüştü. İlk defa ayak bastığı Şampiyonlar Ligi arenasında oyundan çıkarken bir kez daha ıslıklandı. Galatasaray taraftarı bu konuda ikiye ayrıldı. Bir grup taraftar, ıslıkları alkışlarla bastırmaya çalışırken diğer taraf ise soluğu Kerem Aktürkoğlu'nun sosyal medya hesaplarında aldı ve tepkilerini göstermeye devam etti. Son dönemde artan futbolcu protestolarını, belki de onu en sık hisseden futbolcu özelinde ele aldık.
"MAÇ İÇİNDEKİ PROTESTO OLUMSUZ SONUÇ YARATIR"
Bir yaklaşıma göre futbolcular, sahaya çıktığı andan itibaren kayıtsız şartsız destek görmeliler. Peki futbolculuk eleştirilemez bir meslek dalı mı? "Eleştiri mutlaka olacaktır" diyor spor psikoloğu Ömer Ateş. "Eleştiriye açık olmak gerekiyor ama bunun da iki türü var: Yapıcı ve yıkıcı eleştiri. Maç içinde oyuncunun eleştirilmesi, protesto edilmesi genellikle olumsuz sonuç yaratır ve doğru bir yöntem değil."
"DÜNYA ÜZERİNDE ELEŞTİRİLMEYECEK BİR MESLEK YOK"
"Dünya üzerinde eleştirilmeyecek herhangi bir meslek söz konusu değil" diyor spor iletişimi yöneticisi Ebubekir Kaplan. "Burada önemli olan muhatapların sayısı. Mazbut meslek sahipleri için eleştiri üç-beş kişiyle sınırlıyken şarkıcı, siyasetçi, futbolcu gibi geniş kitleler huzuruna çıkanlar için eleştirinin muhatabı milyonları bulabiliyor"
"Eleştirilemez iş yapan kimse yok" diyor spor yorumcusu ve gazeteci Cem Dizdar da. "Ama eleştirinin yanlış anlaşıldığı, rayından çıkarıldığı da muhakkak"
ELEŞTİRİ SINIRLARI NEREDE BAŞLIYOR, NEREDE BİTİYOR?
Peki eleştirinin sınırları nerede başlıyor nerede bitiyor? "Maç biter, müsabakadan sonra üsluba uygun eleştiriler yapılabilir" diyor Ateş. "Futbolcuların performansları eleştirilebilir ancak bunun yeri saha, zamanı ise mücadele anı değil."
"MEDYA, KİTLELERİN ELEŞTİRİ HAKKINI ALDI, DÖNÜŞTÜRDÜ VE YARGILAMA HAKKI OLARAK GERİ VERDİ"
"Eleştiri kavramını pek anlayabildiğimizden emin değilim" diyor Kaplan. "Sınırsız eleştiri diye bir yaklaşım türedi. Olay, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne kadar gidebilir zira eleştirinin sınırları orada çiziliyor biraz. Tenkitlerde dil, ırk, din, aileye dikkat ediyor muyuz? Şiddet dili ya da eril dil kullanırken çekiniyor muyuz? Mahremiyet, saygı, dürüstlüğü ne kadar göz ediyoruz? Kantarın topuzu bu sınırların dışına çıkıldığında kaçıyor. Keza kitleleri yönlendirici medya da reyting kurbanı oldu. Süreç göz ardı edilerek sonuca odaklanan medya, kitlelerin eleştirme hakkını aldı, dönüştürdü ve yargılama hakkı olarak geri verdi"
"ELEŞTİRİ - TARAFTAR/TAKIM/FUTBOLCU İLİŞKİSİNDE 'HASTALIKLI' BİR DURUM VAR"
"Eleştiri sınırının neresi olacağını bilemem ama taraftar/takım/futbolcu ilişkisinde 'hastalıklı' bir durum olduğu aşikar" diyor Dizdar. "Önerim, protestonun takımı ya da oyuncuyu imha etmek yerine gelişimine katkıda bulunma yönünde olması. Örneğin geçmişte tribün, acı çektiğini anlatmak için sahaya sırtını dönerdi. Bu tavır, futbolcuya değil takımın kolektifine yönelikti. Bir oyuncu hedefe konduğunda protesto kimsenin işine yaramadığı gibi gidişatı da olumlu yönde değiştirmiyor. En çok oyuncunun kalbini kırıyorlar! O kadar"
Futbol, rasyonelleştirmeye çalıştığımız, veriler kullanarak rastlantısallığı azaltmayı ve böylece sonuca gitmeye çalıştığımız bir spor. Tüm çabalara rağmen kontrol edilemez olması onu değerli kılarken rekabet kadar aidiyet duygusu futbolu milyonlarca kişiye ulaştırıyor. Kamu yatırım fonlarının, kirli paraların, özel sermayelerin milyarlarca lira yatırım yaptığı bir sektörde 'beklentisiz bağlılık' mümkün mü?
"KOŞULSUZ DESTEK KAVRAMINA KATILMIYORUM"
"Koşulsuz destek kavramına pek katılmıyorum" diyor Ateş. "Taraftarlar elbette takımlarını destekleyecek ancak profesyonel olmayan oyuncularını, tutum ve davranışlarını beğenmediği futbolcularını da saha dışında eleştirebilirler. Aldığı paranın hakkını vermeyen, disiplinsiz tavırlar sergileyen futbolcular demokratik yollarla eleştirilebilir. Ama Galatasaray - Kopenhag maçında yapılan eleştirileri doğru bulmuyorum açıkçası"
"PARA HARCAYABİLDİĞİ İÇİN KENDİLERİNİ 'DÜNYANIN MERKEZİ' SANIYORLAR"
"Taraftar kimliği de bireyi 'Sen dünyanın merkezisin' olarak karikatürize edebileceğimiz biçimde uyutan neoliberal öğretiyle birlikte negatif yönde değişti" diyor Cem Dizdar. "Yenilenen statlar, tribün profilini 'soylular' lehine dönüştürürken doğal olarak tüketim de pompalandı. Para harcayabildiği için 'kendini dünyanın merkezi' olarak gören bu profil, artık iyiden iyiye istediğini söyleyebilme ve yapabilme hakkını ele geçirdiğine inandı"
"ELEŞTİRİ KADAR EMPATİ DE ÖNEMLİ"
"Eleştirinin yanına ikinci bir kavram eklememiz gerekiyor, empati" diyor Kaplan. "Eleştiri yapmadan önce bizi sınırlaması gereken bariyerler paralelinde bizim empati yapmamıza da kapı açıyorlar aslında. Çok temel bir matematikle sağlıklı muhakeme yapabilecek hale gelebiliyoruz bu şekilde. Medyanın da temelde kaçırdığı şey empati"
Kaplan, medyaya burada pay biçerken Dizdar ise parantezi idari, teknik yöneticiler ve futbolcularla genişletiyor:
"Elbette idari ya da teknik yöneticiler ile futbolcular da 'büyük taraftarımız' diye diye değirmene bolca su taşıdığı için iş bu noktaya vardı. Sosyal medya da katalizör olunca kimyasal etkileşim negatif yönde hızlandı. Kendi takımından çok ötekilerin yaptıklarına kafayı takmış, tuhaf bir anlayış egemen oldu oyuna. Mevcut dil ve tavırlarla bu noktadan kısa sürede dönmek de pek mümkün görünmüyor"
FUTBOLCULARIN YÜKSEK GELİRLERİ, ELEŞTİRİ SINIRLARINI GENİŞLETİYOR MU?
Futbol ilk yıllarında yoksulların oynayıp varlıklı insanların seyrettiği bir oyun iken sektörün çarklarını döndürmesiyle birlikte futbolcular da para kazanmaya başladı. Bugün futbolcular milyoner hale gelirken tribünler de yine ortalama alım gücünün üzerinde gelire sahip insanların durağı oldu. Peki oyuncuların milyonlarca lira kazanmaları, eleştirilerin tamamına göğüs germelerini zorunlu kılıyor mu?
"OYUNUN EKONOMİSİNDEN PAYLARINI ALIYORLAR. PİYASAYI BELİRLEYENLER DE BAŞKALARI"
"Onlar oyunun ekonomisinden paylarını alıyorlar. Piyasayı belirleyenler de futbolcular değil" diyor Dizdar. "Sorun futbolcuların çok kazanıyor görünmeleri değil, az kazanan sınıfların haklarını talep etmemeleri, edememeleri. Kimse zorbalığı ya da hakareti sineye çekmek zorunda değil elbette ama bunları önlemenin yollarından biri de futbolcuların öz örgütlüğünün temini. İşleyen bir 'futbolcu sendikası' olsa tribündeki pervasızlığın dizginlenmesine aracılık edebilirdi"
Türk futbolunun efsanelerinden Özkan Sümer, 2020 yılında AA'ya verdiği röportajda taraftarlığın, müşteriye dönüştüğünü dile getirmişti. "Taraftar dediğimiz şey her şeye rağmen sadakat üzerinde düşünülürdü" diyordu Sümer. "Şimdi müşteri var. Talep ediyor, istiyor, onu al bunu al, futbolcu değişsin, hoca değişsin. Müşteri memnuniyeti farklı bir şeydir. Memnun ettikçe başka memnuniyetsizlik ortaya çıkar"
"SOSYAL MEDYA KULLANAN SPORCULARIN CİDDİ SORUNLARI VAR"
"Bu denli paralar kazanmaları, haksız eleştirileri kabullenmeleri anlamına gelmiyor" diyor Ateş. "Birçok sporcu ile çalışıyorum. Özellikle sosyal medya kullananları çok ciddi sorunlar yaşıyor. Taraftarların yaklaşımları, eleştirileri, futbolcuların duygu durumlarını olumsuz etkiliyor. Uzmanlardan destek almaları gerekiyor"
"ARTIK SÜRECE BAKAN YOK, SADECE SONUÇ VAR"
"Yaşadığımız çağın tüketim dinamikleri önemli. Artık sürece bakan yok, her yerde sonuç var" diyor Kaplan. "Futbolcu-eleştiri ilişkisini ele alırken futbolcuların yaşam döngüsüne de bakmamız gerekiyor. Alt yaş gruplarından itibaren birilerini sürekli olarak geride bırakarak eleyen bir profil var karşımızda. Süper Lig seviyesine erişmiş bir Türk genci, binlerce yaşıtı arasından beden ve zihniyle çok büyük mücadeleleri vererek buraya geliyor. Güzel hayaller kuruyor ona hazırlanıyorlar ancak ya olumsuz senaryo?"
"TARAFTARLAR, OYUNCULARINA SAHİP ÇIKMALI"
"Türk toplumu, sportif açlığını kendi insanını, çocuklarını yiyerek gidermeye çalışıyor" diyordu Sümer. Peki farklı düşünen futbolseverler ya da kulüpler bu konuda ne yapabilir? "Kulüplerin de uzman spor psikologlarıyla çalışmaları gerekiyor" diyor Ateş. "Transfere milyonlarca Euro harcayan kulüpler, uzmanlarla çalışmıyor. Kağıt üzerinde spor psikologlarıyla sözleşme yapılıyor ancak tesise girebilen yok. Taraftar da oyuncusuna sahip çıkmalı. Kötü oynadığında sahip çıkılırsa futbolcu da kendisine pay biçer, sorumluluk hisseder ve bundan olumlu etkilenir. En azından elinden gelen her şeyi yapar"
"FUTBOLCULARI ARENAYA ATACAKSAK HAZIR HALE GETİRMELİYİZ"
"Maalesef futbolcular ancak cepleri para gördükten, belli bir seviyeye ulaştıktan sonra mental sağlıklarına eğilebiliyorlar" diyor Kaplan. "Profesyonel destek çok önemli ve bunu çocuklarımıza bir mecburiyet olarak sunmamız gerekiyor. Genç yaşta arenaya atacaksak mental açıdan hazırlandıklarından emin olmamız gerekiyor"
Yıkıcı rekabet ile yıllarca baş ederek profesyonel olabilmiş ve belli bir seviyeye ulaşabilmiş futbolcuları geldikleri noktada daha da zorlu bir süreç bekliyor. Saha içinde olduğu kadar saha dışında da attıkları her adım, yaptıkları her şey çok kısa sürede geniş kitlelere ulaşabiliyor. Futbolcuları bu noktada şirketlere benzetiyor Kaplan. "Şirket büyüdükçe yeni departmanlar açmak zorunda. Futbolcular, bedenen ve ruhen çok ağır bir yükün altına giriyor. Büyüdükçe şirketler gibi bünyesine yeni departmanlar eklemek zorunda. Her yükün altından kendi başlarına kalkamazlar. Attıkları tweet'ten dinlediği şarkıya, yediği yemekten girdiği oyuna kadar aldığı her destek onu zinde tutar."
ELEŞTİRİLERDE YERLİ/YABANCI AYRIMI VAR MI?
Türkiye'de doğmuş bir futbolcuysanız, Süper Lig'de gölgede kalmanız kaçınılmaz. Avrupa'nın en yaşlı ligleri arasında zirveye oynayan Süper Lig aynı zamanda en çok yabancı oyuncunun süre aldığı ve kendi gencine en az süreyi veren organizasyonlardan biri. Peki durum böyleyken eleştirilerin hedefi ya da dozajında bir farklılık var mı?
"Taraftarların gözünde bazen yerli-yabancı ayrımı oluyor" diyor Ateş. "Yabancı oyuncunun geçmişine, başarılarına bakarak farklı tolerans sergilenebiliyor. Yabancı oyuncular ile Türk futbolcular arasında, formsuz yabancıya sahip çıkıp öz oyuncusuna ılımlı davranmazsa bu durum takım içinde sorunlar yaratacaktır. Oyuncular stres yaşayayabilir, motivasyonlarını kaybedebilir. Ama Kopenhag maçında Fernando Muslera'ya yapılan eleştirileri de haksız buluyorum. 10 yılı aşkın süredir başarılı olmuş, sayısız kupa kazandırmış bir futbolcunun bu kadar eleştirilmesini de doğru bulmuyorum"
"DAHA SERT TEPKİ YA DA AŞAĞILAMA İFADELERİ, ÜLKENİN ÇOCUKLARINA GÖSTERİLİYOR"
"Daha sert tepki ya da aşağılama ifadeleri, ülkenin çocuklarına gösteriliyor gibi" diyor Dizdar. "Biraz derin ve karmaşık bir konu ama bunda da futbolcudan çok protestocunun esasen kendine duyduğu öfkenin belirleyici olduğunu düşünüyorum. Her kurban, kendine en az bir kurban arıyor sonuçta!"
"Yerli-yabancı ayrımı sosyolojik olarak incelenebilir belki ama yabancı oyuncular, profesyonelliğe giden süreci daha doğru anlıyor" diyor Kaplan. "Küçük yaştan itibaren profesyonel bir yolculuğa çıktığını hissediyor, bahsettiğimiz süreçleri daha sağlıklı şekilde yaşıyor. O yüzden buraya geldiğinde de farkını ortaya koyuyor. Yerli futbolcular daha duygusal kalıyor. Duygularla zirveye çıkanın negatif yönlü duygularla indirilmesi de işten bile olmuyor"
TÜRKİYE'DEKİ FUTBOLSEVERLER, KENDİ GENCİNE DEĞER VERİYOR MU?
"Değer vermediğin bir şeyin değer üretmesi mümkün değildir" diyordu Sümer AA'ya. "Her şeyden önce biz kendi insanımıza değer vermiyoruz. Türk toplumu yabancıya hayran, kendisine düşman. 'Bizden değilse, bizden iyidir' anlayışı içerisinde. Bu çocuklar, destekten, imkandan ve ortamdan mahrum bırakıldığı sürece gelişmeleri mümkün değil"
"İYİNİN, GÜZELİN DOĞRUNUN SESİ YA AZ ÇIKIYOR YA HİÇ ÇIKMIYOR"
"Tüm futbol izleyicisi ve paydaşlarından bir isteğim olacak. Çok karakterli, çok yetenekli, çok iyi futbolculara sahibiz ama bir şekilde Türk oyuncuları değersizleştirmek istiyorlar. Değersizleştirmeyelim. Ben veya başkası, öz güven çok önemli. Biz elimizden geleni yapıyoruz" diyerek yaşadığı sürece dair duyduğu şikayeti dile getiriyordu Kerem Aktürkoğlu. Türkiye'deki futbolseverler, ülkede yetişen futbolcuya gereken değeri gösteriyor mu?
"Herkes için söylemiyorum ama büyük bölümü için gösterdiğini düşünmüyorum" diyor Dizdar. "Galibiyet dışında çok az şeyle ilgilenen bir kalabalık var ortalıkta. Belki de sayıca azdırlar ama sesleri çok çıkıyor. Ya da tersinden söylersem iyinin, güzelin, doğrunun sesi ya az çıkıyor ya hiç çıkmıyor"