Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem İnanç Toplum kendini kontrol etmeli

        PROF. DR. BAYRAKTAR BAYRAKLI-HT GAZETE

        AYDINLIK felsefesinin en önemli özelliklerinden biri, "Biz Allah'ın varlığına inanmıyoruz ama şayet varsa O'nu göklerde bırakıyoruz. O orasını yönetsin, bizim dünya hayatımıza, davranışlarımıza, ahlakımıza karışmasın"dır. Bizler bu görüşü savunamayız. Allah bizim hayatımıza karışır; çünkü yaradanımız O'dur. Doğuran anne-baba nasıl çocuklarına karışırsa yaradan da karışır. Onun için Tahrim Suresi'nin 6. ayetinde anne-babaya, devlet adamlarına ve öğretmenlere, çocukları ve gençleri koruma görevi verilmiştir. Diğer bir ayet ise şöyledir:

        "Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir grup bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Âl-i İmran, 104).

        Herhangi bir çaba harcamayan topluma, iyi kendiliğinden gelmez. "İyiye çağırırlar" ifadesi, iyinin bir amaç olduğunu, insanların beyinleriyle, gönülleriyle ve eylemleriyle ona doğru koşmaları ve onu elde etmek için gayret sarf etmeleri gerektiğini gösterir. İyiye çağırma görevi, iyiyi öğretmeyi ve onu tanıtmayı da kapsar. Dolayısıyla, iyiye çağırmak, iyiyi öğretmeyi de içine alan bir eğitim faaliyetidir.

        Eğitim ordusunun veya eğitim politikasını yürüten siyasilerin ikinci görevi, doğru olanı emretmek, yanlış ve eğri olandan insanları alıkoymaktır. Birinci görevleri hayra, yani "iyi"ye davet idi. İkinci görevleri ise marufu emretmek, münkerden nehyetmektir.

        Emretmek ve nehyetmek, daha çok hukuku ve siyaseti ilgilendiren bir açılımdır. Bu anlayıştan hareket ederek diyebiliriz ki, hayra davet bir eğitim faaliyeti iken, doğru olanı emretmek ve yanlış olandan nehyetmek daha çok hukuki ve siyasi bir faaliyettir.

        Diğer taraftan, doğru olanı emretmek, yanlış olandan alıkoymak, bir sosyal kontrol faaliyeti olarak da görülebilir. Toplumun her bir ferdi, nemelazımcı olmayıp gördüğü yanlışa müdahale ederse, o toplum yaşamaya layık, canlı olduğunu ispat etmiş demektir. Her canlının kendini savunma mekanizmaları vardır; toplumun savunma mekanizmalarından biri de halkın kendi kendini kontrol ederek, kötülüğe eliyle veya diliyle müdahale etmesi ve iyiliği emretmesidir; bunu yapamayanın ise en azından kötülüğe karşı kalben buğzetmesi gerekir.

        Düşmanın saldırılarına hiçbir tepki vermeyen canlı, gerçekte cansız demektir ki o, yenilmeye ve yok olmaya mahkûmdur. Yabancı ve zararlı olan kültürel ve fikri saldırılara karşı iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak kendini savunmayan bir toplum da cansız sayılır ve yok olmaya mahkûmdur.

        İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek bir toplumun bağışıklık sistemidir.

        Şimdi bu manadan hareketle, Âl-i İmran 104'ü Âl-i İmrân 102'ye bağlayarak "takva"ya şu tanımı getirebiliriz: Takva, "hem ferdin, hem de toplumun bağışıklık sistemi olup fert ve toplumun kendisini kötülüklere karşı koruması için iyiliklerle donanması"dır. Buna göre, takvayı (manevi bağışıklık sistemini) ayakta tutan eylemler şunlardan oluşmaktadır: Allah'a teslim olmak, Allah'ın kitabına sımsıkı sarılmak, tefrikaya düşmemek, düşmanlık duygusundan arınmak, kalpleri kaynaştırmak, kardeş olmak, doğru yola girmek, iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek (Âl-i İmran, 102-104). İşte takvanın (ruh olgunluğunun) oluşturduğu ferdi ve sosyal bağışıklık sistemi budur.

        İyiliğe davetin kapsamına şu iki tür faaliyet girer: 1. Doğru olan şeyi yapmaya teşvik ki bu, emr-i bi'l-maruftur. 2. Yanlışı terketmeye teşvik ki bu da nehy-i ani'l-münkerdir.

        Marufu emretmek ve münkerden nehyetmek, bir eğitim faaliyeti olması hasebiyle insanların beyin ve gönüllerini tarla sürer gibi sürmeyi ifade etmektedir. Buna göre ayetin son kısmına, "İşte onlar toplumu eğitenlerin ta kendileridir" şeklinde mana verebiliriz. Onlar, insanların beyinlerini, gönül ve nefislerini tarla sürer gibi sürer, oralara iyinin ve doğrunun tohumlarını eker, toplumun umduğuna nail olmasını, kötülüklerle savaşmasını ve zafere ulaşmasını sağlarlar.

        Bu eğitim faaliyetini yerine getiren grup, insanların gönüllerine sevgi aşılayarak onları kaynaştırır, kardeşliği tesis ederek tefrika ve düşmanlıkla mücadelede hedefe ulaşmasına yardımcı olur. Bu zafer, iyinin kötüye, doğrunun yanlışa olan zaferidir. Bu kurtuluş, akıl ile gönlün nefsin baskısından kurtulmasıdır. Bu zafer, iyinin kötüyü kontrol altına almasıdır; insanların Allah'ın ipine sımsıkı sarılma hususunda hedefine ulaşmaları ve böylece tefrikadan kurtulmalarıdır. Bu zafer, bilginin cehalete galip gelmesi ve onu ortadan kaldırmasıdır.

        SORU CEVAP/

        Peygamberimiz hangi dindendi?

        * Hz. Muhammed'e peygamberlik 40 yaşında geldi. Peki bundan önce Peygamber Efendimiz'in dini neydi? M.H.

        Hanif dini üzerindeydi, yani şirksiz bir inanca sahipti, tek bir Allah'a inanıyordu. Şûra Suresi'nin 52. ayetine göre, Hz. Peygamber ne iman biliyordu, ne de kitap. Ama tek Allah inancı vardı.

        Sevaplar başkasına bağışlanır mı?

        * Bir kişi okuduğu Kuran-ı Kerim'in, kıldığı namazın, işlediği bir hayrın sevabını başkasına bağışlayabilir mi? F.S.

        Hayır bağışlayamaz. Kişi bütün bunları Allah rızası için yapar ve Allah da sevabını kendisine verir. Nasıl ki okulda bir öğrencinin aldığı notu başka bir öğrenciye veremezsek, bir kimsenin işlediği amelin sevabı da başkasına verilemez. Kuran'da pek çok ayet bunu ifade etmektedir. Mesela Münafıkın Suresi'nin 10. ayetinde yüce Allah, "Ölmeden evvel hayrını yap" diyor. Bunun anlamı şudur: "Sen öldükten sonra sana kimse hayır gönderemez."

        Gayrimüslime zekât verilir mi?

        * Zekât sadece Müslümanlara mı verilir? İhtiyacı olan gayrimüslime de zekât verilir mi? T.N.

        Gönlünü İslam'a ısındırmak için gayrimüslime de zekât verilebilir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ