Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Ortadoğu Suudi Prensin hayalleri suya mı düşüyor?

        Milletlerarası nezaket, Viyana Sözleşmesi ve uluslararası uygulamalarla desteklenmiştir. Amacı, diplomasinin anlaşmazlık hâllerinde iletişimin sürmesine imkân vermek ve devletlerin cezai ve kamusal iddialarla yabancı diplomatları ve misyonları hedef almasını önlemektir. Ancak bu sistem suistimale elbette ki açıktır. Örneğin; diplomatik dokunulmazlık uluslararası yasaların temel taşı olmasına rağmen bu dokunulmazlığın kullanımında esneklikler söz konusudur, yani ceza yasalarıyla adeta dalga geçilmektedir.

        Viyana Sözleşmesi'nin 31'inci maddesi diplomatik dokunulmazlık sağlar, 37’inci maddesi de bahsedilen diplomatik görevlilerin ailelerine ve personeline ilişkin bir genişletme getirir. Misyon üyeliği ve dokunulmazlık sağlanması, diplomat gönderen ülke ile ev sahibi ülke arasındaki bir uzlaşma durumudur. Ev sahibi ülke, 9’uncu madde uyarınca bir kişiyi misyon üyesi olarak kabul etmeyebilir.

        REKLAM

        Son bir haftadır uluslararası diplomasi de yaşananlara bu çerçeve içerisinden bakılması gerektiğini düşünüyorum. Gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın ölümünün üzerinde büyük bir sis perdesi kaplamış durumda. Kaşıkçı'nın ölümünde makul şüpheliler, Suudi infaz ekibi, eğer yakalanabilseydi belki de Viyana sözleşmesi kapsamındaki diplomatik dokunulmazlıktan faydalanamayacaktı. Ancak bunun farkında olmalılar ki yaptıkları her şeyi gizlilik içerisinde ve diplomatik görev sınırları dahilinde yaptılar. Misyon binaları dokunulmazlık sınırları içindedir ve ev sahibi ülkenin, izin almadan bu binalara girmesi mümkün değildir. Buna karşılık, bu binaları uluslararası yasaları ihlal eden eylemler için kullanmak da elbette yasadışıdır. Yargısız infazla herhangi birini öldürmek kesinlikle bu tür bir eylemdir. Burada meseleye bu çerçeve içerisinden bakmak ve bu durum karşısında Türkiye ve uluslararası toplumun ne yapacağını takip etmek gerekiyor.

        Diplomatik dokunulmazlık meselesinin artık dünyada yeni kriterlerle düzenlenmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz. Zira diplomatik dokunulmazlık zırhı içinde işlenen suçlar her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz günlerde, Salisbury'deki Rus saldırısı ve sonrasında Lahey'de Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün (OPCW) merkezine yapılan siber saldırı bugünkü gibi benzer bir durum. Saldırıyı yapan GRU ajanları Hollanda'da yakalandı ancak, pekâlâ diplomatik dokunulmazlıktan faydalanabilir ve soruşturmaya tabi olmayabilirler. Yani, İstanbul ve Salisbury'deki olaylar bize bir kez daha yeni Viyana kriterlerinin hazırlanması gerektiğini de göstermiş oluyor. Elbette ki uluslararası dokunulmazlık uygulanması hassas bir konu fakat işkence, cinayet ve barbarlığı gizlemek için diplomatik dokunulmazlığın kullanılmasına hoşgörü de gösterilmemeli. Şahsi kanımca, son saldırılar ışığında Suudi Arabistan ile iş birlikleri gözden geçirmeli ve yasaların üstünlüğüne riayet etmeyen ülkelerle iş yapma konusunda çok daha dikkatli olmak gerekiyor.

        REKLAM

        Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi, Türk güvenlik birimlerini ve Veliaht Muhammed bin Selman'ı büyük bir çıkmazın içine soktuğunu düşünüyorum. Nitekim kimlikleri fotoğraflarla birlikte ifşa edilenler arasında Veliaht'ın özel koruma ekibinden üç kişinin yer aldığını öğrendim. İfşa edilenler arasında Suudi Krallık muhafızlarına bağlı subaylar ve istihbaratçılar var. Bu kişilerden en dikkat çeken kişi, Suudi Adli Tıp Kurumunun Başkanı Salah Muhammed el Tubeyki. Tubeyki ile ilgili Suudi kaynaklarım üzerinden yaptığım küçük araştırma şaşırtıcı nitelikte. Zira El Tubeyki'nin, 2014 yılının Ekim ayında Kraliyete sunduğu önemli proje küresel düzeyden bakıldığında türünün ilk örneği: Mobil otopsi aracı projesi. Bu proje, en modern tekniklerle cesede otopsi yapılmasını ve sonuçların yedi dakikadan az bir sürede elde edilmesini sağlamakta. Bahsi geçen otopsi aracının, Krallığın hacılara sunduğu bir hizmet kapsamında olduğu ve burada hedefin, vefat durumlarında en hızlı sürede sonuç almak olduğu ifade ediliyor. Yani bu projeyi de düşünecek olursanız el Tubeyki’nin bu olayda çok önemli rol oynadığı da gözden kaçmayacak bir durum.

        Medyada kayıp gazeteci vakası bir cinayet romanı edasıyla ele alınıyor. Bu vakada entrika, korkunç gelişmeler, kişisel husumet ve siyasi rekabet var. Ancak tüm bu haberlerde ve yorumlarda polis soruşturmasının olduğuna dair gözle görülebilir bir işaret ya da bir suç işlendiğine dair resmi bir doğrulama eksik.

        Şunu da belirtmeliyim ki, Suudi kraliyet ailesi, 1975 yılındaki Kral Faysal bin Abdülaziz suikastından bu yana en kötü dönemden geçiyor. Bu durum, Suudi yönetimin gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinde parmağının olduğu konusunda uluslararası şüphelerin bir sonucu diyebilirim. Hali hazırda, Prensler, ülkeyi ve Krallığı muhafaza eden bir çözümü hızlandırması konusunda Kral Selman bin Abdülaziz’den talepte bulunuyor.

        Suudi kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre, ki bence en kayda değer bilgi, Muhammed bin Selman'ın, Batı ile temas kurabilmek ve destek alabilmek için prenslerin kapılarını çalmaya başladığı yönünde. Ve en önemlisi bu prensler arasında Turki bin Faysal ve Velid bin Talal da var. Suudi kaynaklarım, ABD Başkanı Donald Trump'ın ve İngiltere'den yapılan açıklamaların, Suudi Kraliyet ailesinde gerçek bir deprem etkisi yarattığını belirtiyorlar. Hatta Türkiye’den beklenenden çok daha sert tepkilerin geldiği kaydediliyor.

        REKLAM

        Nitekim Suudi kraliyet ailesinin birçok ferdinin, Veliaht Muhammed bin Selman'ın tehlikeli davranışlarından ötürü kendilerini risk altında hissetmeye başladıkları yönünde bilgiler mevcut. Kraliyet ailesinin genel psikolojik durumu hakkında bilgi sahibi olan kaynaklar, Muhammed bin Selman'ın kral olma olasılığının sona erdiğini, Cemal Kaşıkçı'nın çirkin bir şekilde öldürülmesinde parmağının olduğuna dair ipuçlarının ortaya çıkmasının ardından dünyada hiç kimsenin onu kabul etmeyeceğini ifade ediyorlar.

        Eğer bin Selman'ın bu cinayette resmen parmağının olduğu ortaya çıkarsa - ki şu anki durum ve veriler doğrudan bin Selman'ı adres gösteriyor - Batı'da hiç kimsenin onu kabul etmeyeceği kesin. Suudilere karşı uygulanabilecek yaptırımlar ve haydut devlet olarak tasnif edilme ihtimali nedeniyle de bin Selman, Krallığın devamı açısından kendi devleti için bile tehlike haline gelebilir. Bu durumda, Veliaht konumuna geçmesi sonrası prensleri tutuklamasının ardından dondurduğu Krallık ailesi karar mekanizmasının yeniden çalıştırılması için, Kral Selman bin Abdülaziz’den talepte bulunmaları konusunda bazı prenslerin cesaretlendiği görülüyor. Ancak ilginçtir ki tüm bu olan olaylar ve kaynayan taht kavgasına rağmen Kral Selman bin Abdüllaziz, gelişmeleri sessiz takip ederken, uluslararası baskının artmasıyla bu sessizlik eğilimini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı arayarak bozdu. Takip ettiğim kadarıyla halen sadece diplomatik ve ikili ilişkiler anlamında ne yapılabileceğini görmek istediğini anlaşılıyor.

        Burada bir başka ilginç olan nokta ise, Muhammed bin Selman'ın, Trump'ın Riyad üzerindeki baskısını hafifletme konusunda kendisine yardım etmeleri için eski İstihbarat Başkanı ve Suudi Arabistan'ın eski Washington Büyükelçisi Turki bin Faysal gibi üst düzey prenslerin kapısını çalmaya başlaması. Siyasi kaynaklarım, buna dikkat çekerek Bin Selman'ın agresif hareketleri ile göremediği bir tabloyu da hatırlatma ihtiyacı hissediyorlar. Turki bin Faysal'ın Cemal Kaşıkçı'yı küçük kardeşi olarak gördüğü ve Muhammed bin Salman'ın bu talebini karşılamasının çok uzak bir ihtimal olduğu yönünde birleşiyorlar. Ayrıca, Muhammed bin Selman'ın ABD'deki büyük mali kuruluşlarla görüşmesi için Velid bin Talal'ın da kapısını çaldığı belirtiliyor. Bin Talal'ın da Bin Selman'ın kardeşine yönelik sert tepkisi ve sermayesinin büyük bir kısmına el koyması nedeniyle teklife sıcak bakmayacağı düşünülüyor.

        Bütün bu gelişmeler ışığında, Suudi Kraliyet ailesinin içinde yaşananlar, daha önce de belirttiğim üzere 1975 yılında Kral Faysal'ın suikasta uğraması sırasında meydana gelen krizin de ötesine geçmiş olduğunu söyleyebilirim. Nitekim o dönemde kraliyet aile birleşmiş durumdaydı. Faysal'ın, Batı'ya giden petrolü kesme, Arap ve Müslüman birliğiyle Filistin davasını savunması gibi tarihi tutumları nedeniyle Suudiler içeride ve dışarıda büyük sempati kazanmıştı. Şu anda ise, kraliyet ailesi Muhammed bin Selman’ın politikaları nedeniyle parçalanmış durumda ve görünen o ki bu kriz nedeniyle daha da bölünecek. Bu nedenle, Veliaht'ın, krallık hayalinin suya düşmesi uzak bir ihtimal değil.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ