Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema SON DAKİKA: 2020’nin en iyi Netflix ve Amazon filmi: İLK 20
        1

        UNCUT GEMS

        Benny ve Josh Safdie kardeşler, filmlerinde başlarını belaya sokan ve peş peşe gelen muhtelif zorluklarla baş etmeye çalışan karakterlerden vazgeçmiyorlar... “Uncut Gems”in ana karakteri New Yorklu kuyumcu Howard Ratner'in (Adam Sandler) de onlardan farkı yok. Bahis tutkusu nedeniyle hâlâ ödemediği borçları var ve alacaklılar peşinde... Ama Ratner tehditleri çok ciddiye almıyor. Hedefi, “büyük bir vurgun” yapmak. Afrika'dan gelen opal taşını müzayedede çok yüksek fiyata satmak istiyor ve bahis oynamaktan vazgeçmiyor.
        Safdie biraderler, alışıldık bir anti-kahraman yerine, davranışlarının kendine göre gerekçeleri olan marazi ve itici karakterlerle karşımıza çıkıp kafamızı karıştırmayı seviyorlar... Anaakım suç sinemasının keskin ahlakçılığını, iyilerle kötülerin net şekilde birbirinden ayrıldığını düşündüğümüzde, Safdie'lerin tavrı önemli... Sallantılı kamerası, yorucu akışı, antipatik karakterleri, kafa karıştırıcı ahlaki sorunları itibarıyla belki herkesin sevebileceği bir film değil “Uncut Gems” ama sağlam, kişilikli bir sinemanın ürünü... ABD’de 2019 filmi olarak geçen ‘Uncut Gems’ çevrimiçi olarak 2020 yılı içine buluştu seyircilerle… (Netflix)

        2

        PLATFORM
        (The Platform)

        Sigarayı bırakmak ve Miguel de Cervantes’in ‘Don Kişot’unu okuyup bitirmek isteyen Goreng, Dikey Öz Yönetim Merkezi adında bir yere başvurur ama kendini bir anda ‘Delik’ adı verilen insanlık dışı bir cezaevinde bulur. Delik’te medeni olan tek şey, platformdaki yemeklerdir. Onun dışında başta sona orman kanunlarının geçerli olduğu bir yerdir. Platformdan aşağı inen sofrayı, gezegenimizin hepimize ait olan kaynakları olarak görmek mümkün. Adil paylaşımla belki herkese yetecek. Ama açgözlülük, benmerkezcilik ve dayanışma duygusunun eksikliği nedeniyle, kaynaklar en yukardaki azınlığa ait bir imtiyaz haline geliyor. Tam da bu noktada, ‘Platform’a bir modern dünya alegorisi olarak bakmak mümkün… ‘Platform’, İspanyol yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia’nın ilk uzun filmi… Gaztelu-Urrutia, sert, kanlı, yer yer tiksindirici bir film çekmekten kaçınmamış. ‘Platform’, baştan sona kâbus gibi tasarlanmış, iyi yönetilmiş bir distopya. (Netflix)

        3

        CRIP CAMP

        ABD eski başkanı Barack Obama ve eşi Michelle Obama’nın yapım şirketi tarafından gerçekleştirilen ‘Crip Camp’, 2020’nin öne çıkan belgeselleri arasında yer alıyor… Nicole Newnham ve James Lebrecht’in yazıp yönettiği ‘Crip Camp’, engelli gençlerin yaz aylarında katıldığı Jened Kampı’nı anlatıyor. Jened Kampı, 1970’li yıllarda aktivist gençlerin katılımıyla engelli haklarının konuşulup tartışıldığı önemli bir platform olmuş ve sonraki yıllarda engellilerin verdiği sosyal mücadeleye esin kaynağı olmuştu. Dünya prömiyerini 2020 Sundance Film Festivali’nde yapan ‘Crip Camp’, eleştirmenlerden aldığı notlar itibarıyla 2020 yılının en beğenilen Netflix orijinal filmlerinden olmayı başardı. Arşiv görüntüleriyle dikkat çeken filmin yönetmenlerinden biri ve anlatıcısı olan James Lebrecht’in Jened Kampı’nın eski sakinlerinden olduğunu belirtelim. (Netflix)

        4

        BİR BİLSEN
        (The Half of It)

        Annesini genç yaşta kaybetmiş Ellie Chu, çok zeki, yetenekli ve duyarlı bir kız… Matemden hâlâ çıkamamış babasını bile o ayakta tutuyor. Ama yaşıtı bütün gençler gibi onun da kırılgan ve duygusal yanları var. Özellikle de aşk konusunda… Buna karşılık, aklını ve zekâsını kullanarak lisede ayakta durmanın yolunu bulduğunu görüyoruz. Para karşılığında yazdığı İngilizce ödevleriyle harçlığını çıkarmanın yanı sıra babasının açıklarını bile kapatıyor. Zaten her şey lisede sahip olduğu ‘profesyonel yazarlık’ şöhretiyle başlıyor. Lise futbol takımının yedek oyuncularından Paul Munsky (Daniel Diemer), iyi bir telif karşılığında aşk mektupları yazmasını istiyor kendisinden.
        ‘Bir Bilsen’, komedi ile dram arasında gidip gelen, ayakları yere basan, sahtelikten uzak duran gerçekçi bir büyüme çağı öyküsü… Türün belki başyapıtlarından değil. Ama özellikle inandırıcı, sahici karakterleriyle seyirciyi yakalamasını biliyor… Yönetmen Alice Wu, yalnızlık duygusunun altını çizen hüzünlü ama karanlık olmayan ferah bir taşra atmosferiyle çıkıyor karşımıza. (Netflix)

        5

        THE VAST OF NIGHT

        Andrew Patterson ilk filminde, UFO’ların New Mexico’daki küçük bir kasabayı ziyaret ettikleri gecenin öyküsünü anlatıyor… Ama film boyunca ne UFO ne uzaylı lafı geçiyor. Sadece ‘gökyüzü’nden söz ediyorlar. Film boyunca birbirlerinden bir türlü ayrılamayan Fay ve Everret adlı iki liseli gencin peşine düşüyoruz. Everett’in radyo yayını yaptığı, Fay’in ise telefon santralinde çalıştığı saatlerde ikisi de gizemli bir ses duyuyor ve bu ses onları birbirine bağlıyor. Bütün kasabanın basketbol maçına kilitlendiği akşam saatlerinde sadece ikisinin gerçeklerin peşinde koşması tesadüf değil. Başka insanları transa sokan ses kaydı onlar üzerinde benzer bir etki yapmıyor. UFO’ların radyasyon yaydığını ve insanları alıp götürdüğünü bilmelerine rağmen olayın sonuna kadar gitmek istiyorlar. Patterson’un zaman zaman hareketli kamerayla çok uzun çekimleri kullandığı ‘The Vast of Night’, yılın en iyi bilimkurgu filmlerinden biri. (Prime Video)

        6

        DA FIVE BLOODS

        Yıllar sonra Vietnam’a dönen 4 eski Amerikan askeri, sadece savaşta kaybettikleri arkadaşlarının cenazesini değil toprağın altına gömdükleri altın dolu sandığı da ararlar. Geçip giden yıllar her birini farklı şekilde etkilese de savaş hiçbirinin zihninde tam olarak bitmemiştir… Altına kavuşma arzusu onları beklemedikleri başka bir savaşa doğru sürükler… Savaş ve aksiyon filmi olarak seyircilerin beklentilerine yanıt vermeyi bilen filmin, politik altmetinleri itibarıyla Vietnam Savaşı ve ABD’deki ırk ayrımcılığı üzerine bir metaforlar dizisi olduğu söylenebilir. Usta yönetmen Spike Lee’nin film boyunca araya girdiği belgesel çekimler ve fotoğraflar, Vietnam Savaşı’nın somut gerçekliğini sürekli aklımızda tutmamızı sağlıyor. Lee, Vietnam Savaşı’nda geçen geçmişe dönüş sahnelerinde ise 1970’lerden kalma bir film izlediğimiz duygusunu vermek için özel bir teknik kullanıyor. Flash-back sahnelerde gerçeklik hissini kıran en yadırgatıcı uygulama ise filmin dört ana karakterinin yaşlılık halleriyle karşımıza gelmesi… Spike Lee, günümüzde geçen savaş sahnelerinde ise gerçekçi bir tarzdan ziyade video oyunlarındaki grafik estetikten esinleniyor. (Netflix)

        7

        LOST BULLET
        (Balle Perdue)

        Fransız aksiyon sineması sadece Luc Besson’dan ibaret değil. Guillaume Pierret’nin yönettiği ‘Lost Bullet’, bazı Amerikalı eleştirmenlere göre geçtiğimiz yılın en iyi aksiyonlarından biriydi… İmaj olarak Jason Statham’ı akla getiren ve senaryoyu yönetmen Pierret ile birlikte yazan Alban Lenoir’ın başrolde oynadığı film, cinayetle suçlanan ve kendini temize çıkarmaya çalışan Lino adlı bahtsız bir hırsızın öyküsünü anlatıyor. Lino’nun polis karakolundaki sorgudan kaçtığı sahneyle belleklere kazınan ‘Lost Bullet’, özellikle aksiyon severlerin kaçırmaması gereken bir film. (Netflix)

        8

        ATHLETE A

        Bonni Cohen ve Jon Shenk’in yönettiği ‘Athlete A’, The Indianapolis Star için çalışan araştırmacı gazetecilerin ortaya çıkardığı bir taciz skandalını karşımıza getiriyor. ‘Me Too’ çağının unutulmaz belgesellerinden biri olmaya aday ‘Athlete A’, genç jimnastikçi kızları taciz eden Doktor Larry Nassar’ın öyküsünü anlatıyor. Nassar’ın yıllar içinde taciz ettiği genç sporcuların sayısının 150’yi bulduğunu düşündüğümüzde sorunun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor. ‘Athlete A’, dünya prömiyerini geçtiğimiz nisan ayında Tribeca Film Festivali’nde yapacaktı ama pandemi nedeniyle sinema salonlarına ve festivallere hiç uğramadan internet üzerinden buluştu seyircilerle… (Netflix)

        9

        HER ŞEYİ BİTİRMEYİ DÜŞÜNÜYORUM
        (I’m Thinking of Ending Things)

        Charlie Kaufman’ın Iain Reid’in aynı adlı romanından uyarladığı ‘Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’, kafası karışık genç bir kadının hikâyesi gibi açılıyor. Sevgilisi Jake karlı bir kış akşamında onu anne ve babasıyla tanıştırmaya götürüyor. Otomobil yolculuğu sırasında yaptıkları uzun sohbetin ardından geldikleri çiftlik evinde tuhaf şeyler olup bitmeye başlıyor. Bu arada, sık sık karşımıza çıkan lisedeki yaşlı hademenin kim olduğunu anlamaya çalışıyoruz ve kafamız her geçen an biraz daha karışıyor.
        ‘Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum’da karakterlerin konuştuğu her şey ve filmlere, müzikallere, düşünürlere, kitaplara yapılan bütün göndermeler, filmin sonunda ortaya çıkan bulmacayı çözmek için bize sunulan ipuçları… Tüm bunların yanında, hikâye akışı önemsiz kalıyor. Bulmacayı çözseniz de çözmeseniz de ‘Her Şeyi Bitirmek İstiyorum’ yalnızlık, karşılıksız aşk, sosyal uyumsuzluk, yaşlılık ve intihar düşüncesi üzerine bir film… (Netflix)

        10

        THE SOCIAL DILEMMA

        Sosyal medyanın başta özgürlük ve sivil haklar mücadelesi olmak üzere hayatımıza birçok katkısı olabilir ama öte yandan, sonuçlarıyla henüz tam olarak yüzleşemediğimiz birçok olumsuz yanı da var. Jeff Orlowski’nin yönettiği ‘The Social Dilemma’ sosyal medyayla kurduğumuz kişisel ilişkilerimizi gözden geçirmemizden veya ‘kullanıcı ahlakı’ndan ziyade, sosyal medyanın bizimle kurduğu ilişkiler ve dünyayı tehlikeli yönde değiştirme potansiyeli üzerinde düşünmemizi istiyor. Bisiklet, otomobil gibi bıraktığımız yerde bizi sessizce bekleyen bir ‘araç’ değil sosyal medya… Sahip olduğumuz akıllı telefonlar ve bilgisayarlar üzerinden bize sürekli ulaşmaya çalışıyor. Film, Silikon Vadisi’nin kuruluştaki ideallerinin, çoğumuzun zihnindeki ‘alternatif özgür medya’ fikrinin, hayatımızı kolaylaştırma vaatlerinin geldiği yeri gösteriyor ve sosyal medyaya ağır suçlamalar getirmekten hiç kaçınmıyor. Üstelik tüm bu suçlamaları getirenler ve uyarıları yapanlar, sosyal medyayı hayatımıza sokan insanlar… Yılın en iyi belgesellerinden biri. (Netflix)

        11

        DICK JOHNSON IS DEAD

        Yıllarca birçok belgesele görüntü yönetmeni ve yönetmen olarak imza atan Kirsten Johnson, senaryosunu Nels Bangerter ile birlikte yazdığı ‘Dick Johnson Is Dead’ adlı filmde çoğumuzun ortak endişelerinden biri olan ebeveynlerimizi kaybetme korkumuzdan yola çıkıyor. Uzun süre psikiyatrist olarak çalıştıktan sonra yaşlılığa ve demansa bağlı nedenlerle emekli olan Richard Johnson, kızının teklifini kabul ederek oynadığı bu filmde farklı kazalara uğrayarak defalarca ‘ölüyor’… Dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde kurmaca dışı hikâye anlatımına getirdiği yenilikler nedeniyle Özel Jüri Ödülü’nü alan film, 2020 yılı içinde eleştirmenlerin en beğendiği belgesellerden biri oldu. (Netflix)

        12

        THE FORTY-YEAR-OLD VERSION

        Radha Blank’in yazdığı, yönettiği, yapımcılığını üstlendiği ve başrolünde oynadığı film, 40’ına yaklaşan New Yorklu ‘Radha Blank’in oyun yazarı ve rap şarkıcısı olarak başarıya ulaşma çabalarını anlatıyor. Radha Blank, filmde kendini oynasa da bire bir olarak özyaşam öyküsünü anlatmıyor. Çünkü gerçek Blank, filmdeki karaktere oranla profesyonel anlamda ismini daha genç yaşlarda duyurmuş, kendini kanıtlamış bir isim… Buna karşılık, film hiç kuşkusuz kişisel deneyimleri ve yaşadıkları üzerine kurulu… Bir sanatçının kendi sesini ve kişiliğini bulma sürecine odaklanan, komedi ağırlıklı bir film olan ‘The Forty-Year-Old Version’, dünya prömiyerini yaptığı 2020 Sundance Film Festivali’nde Dramatik kategoride Blank’e en iyi yönetmen ödülünü kazandırdı. (Netflix)

        13

        DAVID ATTENBOROUGH: GEZEGENİMİZDE BİR YAŞAM
        (David Attenborough: A Life On Our Planet)

        1926 doğumlu David Attenborough, BBC için hazırladığı ödüllü belgesellerle tanınan, İngilizlerin ‘ulusal hazine’ olarak nitelediği bir doğa tarihçisi… Attenborough, belgeseli gezegenimizin geleceği ve kendisi için bir tür ‘kişisel tanıklık ifadesi’ olarak niteliyor. Küresel ısınma üzerine çekilmiş moral bozucu ve iç karartıcı bir belgesel beklemiyor sizi… Hiç kuşkusuz, küresel ısınmanın beraberinde getireceği olası tehlikelerden söz ediliyor. Yeryüzü’nün geçmişinden örnekler verilerek, önlem alınmazsa neler yaşanabileceği ima ediliyor ama son tahlilde geleceğe umutla bakan, pozitif yaklaşıma sahip bir belgesel seyrediyoruz. Ayrıca görsel açıdan iç açıcı, ferahlatıcı ve aydınlık bir film… Dijital teknolojinin desteğiyle renkler öylesine canlı ve güzel kullanılıyor ki Yeryüzü filmde bir tür cennet gibi tasvir ediliyor… Alastair Fothergill, Jonathan Hughes ve Keith Scholey tarafından yönetilen belgesel, peş peşe gelen birbirinden güzel doğa görüntüleriyle nerdeyse bir kendini iyi hisset filmine dönüşüyor. (Netflix)

        14

        BRITTANY RUNS A MARATHON

        Brittany, partilerde eğlenmeyi seven New Yorklu genç bir kadındır. Doktoru fazla kilolarını vermesi için kendisini kesin bir dille uyardığında ne yapacağına karar veremez. Spor salonu, onun için ekonomik bir çözüm değildir. O da koşmaya karar verir. Kendine yeni koşu arkadaşları bulur ve bir süre sonra New York Maratonu’na hazırlanmaya başlar…
        Paul Downs Colaizzo, yazıp yönettiği ilk filminde aynı evde yaşadığı arkadaşının gerçek hikâyesinden esinlendi. Bazı kaynaklarda New York Maratonu’nda çekilen ilk konulu film olarak kabul edilen ‘Brittany Runs a Marathon’, dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde ‘dramatik’ kategoride Seyirci Ödülü’nü kazandı. Komedi seyretmek isteyenlere önerebileceğimiz filmin başrolünde Jillian Bell oynuyor. (Prime Video)

        15

        CHICAGO YEDİLİSİNİN YARGILANMASI
        (The Trial of the Chicago 7)

        1968 yılında Vietnam Savaşı’nı protesto etmek için Chicago’da buluşan gençlik grupları ve muhalifler, gösterilerini Demokratların düzenlediği ulusal kongreye yakın bir yerde yapmak ister. Chicago polisi ise onları belirli yerlerde tutmaya ve gerektiğinde şiddet uygulamaya kararlıdır. ABD özelinde 1968 gençlik hareketinin belki de en önemli sınavlarından biri olacaktır bu... Olaylar bir süre sonra göstericilerin hiç düşünmediği kadar sertleşir… Gösterilerden aylar sonra başlayan dava süreci, Nixon yönetiminin göstericileri cezalandırma konusundaki yönlendirmeleri nedeniyle ABD hukuk tarihine kara leke olarak geçer. Aaron Sorkin’in yazıp yönettiği film, 1968 hareketinin lider kadrolarını da karşımıza getiriyor. Sorkin’in dolu dolu, yoğun bir filme imza attığı kesin. Senaryoyu 2007’de Steven Spielberg için yazan ve süreç içinde yönetmenliği de üstlenen Sorkin, filmi daha çok Chicago 7’lisinin arasındaki ilişkiler üzerinden geliştiriyor. Davanın sonlarına doğru, savunma makamı adına tanık koltuğuna kimin oturması gerektiğine dair yapılan akıl yürütme ve tartışmalar, günümüzdeki muhalifler için de zihin açıcı nitelik taşıyor. (Netflix)

        16

        HIS HOUSE

        Film, Güney Sudan’daki soykırımdan kaçarak İngiltere’ye sığınan bir çiftin öyküsünü anlatıyor. İngiliz devletinin mülteci statüsündeki Majur çiftine tahsis ettiği, kenar mahalledeki kırık dökük evin zihnimizdeki ‘perili ev’ imgesiyle pek bir ilgisi yok. Mahalle ve evin görüntüsü, aklımıza sosyal gerçekçi filmleri getiriyor hemen. Ama kısa sürede anlıyoruz ki, ‘His House’ her şeyiyle bir ‘hayaletli ev filmi’… Duvarların ötesinden gelen sesler, kuytu köşelerde beliren nesneler ve görünüp kaybolan hayaletler, kısa sürede özellikle erkeğin hayatını kâbusa çeviriyor. Evdeki hayaletlerin, Afrika’daki geçmişleri ve okyanusta yaptıkları yolculuğun kötü anılarıyla bağlantılı olduğunu hissediyoruz. Dört duvar arasında kendilerini güvende hissedeceklerine, tam tersine korkularıyla yüzleştikleri bir tür iç cehennemde yaşıyorlar… Remi Weeks’in yönettiği ‘His House’, mülteci sorununa çok yönlü bakışıyla övgüye değer bir film. Bir korku filmi olarak da iyi işliyor. Görsel atmosferi, özel efektleri ve montajıyla türün gereklerini yerine getiriyor. (Netflix)

        17

        MANK

        Filmde ‘Yurttaş Kane’in yazılış öyküsünü 1930’lu yıllarla 1940 arasında gidip gelen bir paralel kurguyla izliyoruz. Geçirdiği otomobil kazası sonrası ayağı kırılan Mank (Gary Oldman), 1940 yılında Orson Welles tarafından senaryoyu yazması için gözlerden uzak bir çiftliğe yerleştiriliyor. Senaryonun yazım sürecinde sık sık 1930’lu yıllara dönüyoruz ve tanışmalarının öncesinden başlayarak Mank’in, Hearst (Charles Dance) ile eşi Marion Davies’in (Amanda Seyfried) hayatına nasıl dahil olduğunu, ilişkilerinin nasıl geliştiğini görüyoruz…
        Filmin asıl meselesi kesinlikle Welles–Mankiewicz anlaşmazlığı değil… ‘Mank’ temel olarak Mankiewicz ile William Randolph Hearst arasındaki çatışmaya odaklanıyor ve daha ileri gidip ‘Yurttaş Kane’ filminin senaryosunun Mankiewicz–Hearst çatışmasının somut bir yansıması olarak ortaya çıktığının altını çiziyor. ‘Mank’, 1930’lar ve 1940’ların Hollywood’u üzerine çekilmiş en iyi filmlerden biri… Ön planda Mank ve yaşadıkları olsa da alttan alta Hearst üzerinden Hollywood’un sermaye, medya, siyaset ve iktidarla ilişkilerinin eşelendiği kesin… Sosyalist yazar Upton Sinclair’in California seçimini kaybetmesi için Hearst’ün el altından yaptıkları, hikâyenin kritik aşamalarından biri… Her şeyiyle yılın en iyilerinden biri… (Netflix)

        18

        SOUND OF METAL

        Ruben ile Lou, küçük gece kulüplerinde sahneye çıkan, karavanlarıyla ülkeyi dolaşan iki müzisyendir. Ruben’in ani işitme kaybıyla bütün hayatları ve düzenleri sarsılır. Lou’nun ısrarı ve yıllar önce eroinden kurtulmasına yardımcı olan sponsorunun desteğiyle, işitme kaybı yaşayan bağımlılara destek veren bir merkeze ücretsiz olarak kabul edilir Ruben... Şehir dışındaki bu merkez, onun için belirli bir noktadan sonra tam bir yol ayrımına dönüşüyor… Ya işitme kaybını engel olarak görmekten vazgeçip kendine yeni bir hayat kuracak ya da eski hayatına dönmek için implant taktırma şansını kullanacaktır… Onun için belirleyici olan, Lou ile her şeye kaldığı yerden devam etmektir… Peki ama bu mümkün müdür? ‘Sound of Metal’, Riz Ahmed’in mükemmel oyunu, incelikli senaryosu, kreatif ses kuşağı ve yönetmen Darius Marder’ın sağlam anlatımıyla 2020’de çevrimiçi olarak seyrettiğimiz en iyi filmlerden biri. (Prime Video)

        19

        ZORLU KAÇIŞ
        (I’m Your Woman)

        Kocası Eddie, polisin ve mafyanın hedefi haline gelince Jean (Rachel Brosnahan), evlatlık alarak aldığı yeni bebeğiyle birlikte bir gece apar topar evden çıkıp kaçmaya başlar. Filmin uzun bir bölümünde Jean, korunmaya muhtaç edilgen bir karakter olmaktan çıkamaz; eşinin gelip sorunlarını çözmesini bekler. Ama tehdit büyüdükçe beklemekten vazgeçip sorumluluk sahibi, olgun bir birey gibi hareket eder. Bir noktadan sonra pasif karakter olmayı kabullenmez ve kendi kaderini tayin etme hakkını kullanmaya karar verir… Julia Hart’ın yönettiği film, yıllarca benzerlerini izlediğimiz mafya öykülerinden birine bu kez bir kadının gözünden tanık ediyor bizi. (Prime Video)

        20

        MA RAINEY'S BLACK BOTTOM

        August Wilson’un aynı adlı tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan filmde ‘Blues’un Anası’ olarak da bilinen şarkıcı Ma Rainey’in öyküsü anlatılıyor. Ma Rainey, 1927 yılında Chicago’daki bir kayıt sırasında, müziğini kontrol etmeye çalışan beyaz menajeri ile yapımcısına tepki gösterir ve gerilim yükselir. Viola Davis’in Ma Chaney’yi canlandırdığı filmde, kanser nedeniyle geçtiğimiz ağustos ayında hayatını kaybeden Chadwick Boseman da bir müzisyeni canlandırıyor. George C. Wolfe’un yönettiği film, ABD’de 25 Kasım’da sınırlı sayıda salonda gösterime girdi ve eleştirmenlerden aldığı yüksek notlarla yılın en iyilerinden biri olduğunu gösterdi. (Netflix)

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ