Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Eylem Kaftan: Dünyada beş tane usta varsa onlardan biri Nuri Bilge Ceylan’dır

        Eylem Kaftan...

        Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu.

        Üniversite öğrenimi sırasında sinema kulübüne üye olduktan sonra ilgi duyduğu yönetmenlik ve senaristliği mezun olduktan sonra meslek olarak edindi.

        Ömer Kavur, Yavuz Turgul ve Barış Pirhasan'dan dersler aldıktan sonra Kanada'ya giderek yüksek lisans yaptı.

        Kısa fimlerle başladığı kariyerine belgesel filmlerle devam etti / ediyor.

        Bir de başrollerini Meryem Uzerli, Burcu Salihoğlu ve Feyyaz Duman'ın paylaştığı 'Kovan' adlı uzun metrajlı filmin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendi.

        Eylem Kaftan, yeni belgesel film çalışması olan 'Whispering Walls'in çekim çalışmalarını sürdürüyor.

        Küresel boyutta üne sahip ressamımız Burhan Doğançay'ın hayatını konu alan belgesel filmin New York'taki çekimlerini tamamladıktan sonra Cannes Film Festivali için Fransa'ya geçen Eylem Kaftan, Nuri Bilge Ceylan'ın yeni filmi 'Kuru Otlar Üstüne'nin galasına katıldı.

        Bugüne kadar bir Türk kadın oyuncunun (Merve Dizdar) elde ettiği en büyük ödülü almasına yerinde şahit olan, Nuri Bilge Ceylan ile sohbet etme olanağı bulan Eylem Kaftan, Fransa'dan döndükten hemen sonra Habertürk Ht Stüdyo'da yeni çalışması ve festivaldeki izlenimleri hakkında bilgi verdi.

        • Hoş geldin Eylem, nasılsın? Önce New York’ta belgesel filminin çekimlerini gerçekleştirdin, ardından da Cannes Film Festivali’ne gittin.

        İyiyim, her şey yolunda... Evet, New York’a nisan sonunda gittim ve neredeyse bir ay kaldım. Seçimde oy kullanmak için döndüm. Uzun yıllardır Kuzey Amerika’ya gitmemiştim. Güzeldi, iyi geldi.

        • Belgesel filmin Burhan Doğançay ile ilgili... Ünlü ressamımızın belgesel filmini çekme fikri ortaya nasıl çıktı?

        Aslında tek kelimeyle kısmet olduğunu söyleyebilirim. Geriye dönüp baktığımda filmlere göre bölündüğümü fark ediyorum. Bu da sanıyorum hayatımın Burhan Doğançay bölümü olacak. Aslında bu, benden önce ortaya çıkmış bir fikir. 2009’da Burhan Doğançay henüz hayattayken kendisi ve eşi Angela Doğançay, belgesel film fikrine sahipmiş. Biliyorsunuz Burhan Doğançay, dünya çapında en prestijli müzelerde eserleri yer alan çok değerli bir sanatçımız. Kendisini resim dünyasının Nuri Bilge Ceylan’ı gibi görüyorum. Çok iyi bilmeyenler, resim sanatına çok aşina olmayanlar anlasın diye böyle bir tanımlama yaptım. Dünya çapındaki en önemli müzelerde eserlerinin yer alması anlamında böyle bir benzetme yaptım. Sinema dünyasının Cannes Film Festivali neyse Metropolitan Müzesi, Pompidou Müzesi de resim dünyasının önemli kurumları. 2009’da belgesel yapma fikri ortaya çıkmış. Doğançay da artık ilerlemiş bir yaşta olduğu için hem kendisi istemiş hem de eşi... O dönem Guggenheim Müzesi gibi çok önemli bir müzenin direktörü Thomas Messer ile birlikte ufak tefek röportajlar yapmışlar. Aslında yönetmen ortada yok, bir yapım şirketi ortada belgesel yapmakla ilgili çok bilgi sahibi değiller. Fakat sonra belgesel gerçekleşmeden ne yazık ki Burhan Doğançay vefat etti. Bir yönetmen de bulamıyorlar, bir yapım şirketi de… Hayattayken Burhan Doğançay ile tanışma şansım olmadı. Yıllar sonra bir tanıdık aracılığıyla Angela Hanım ile tanışma şansım oldu. O, New York’ta ben burada bir takım zoom görüşmeleri yaptık, tanıştık. Birbirimizi sevdik, dünyalarımızın yakın olduğunu keşfettik ve o benimle çalışmayı istedi. Hikâyemiz böyle başladı.

        Eylem Kaftan, 'Whispering Walls'un kariyeri adına önemli çalışmalardan biri olduğunu söyledi.
        Eylem Kaftan, 'Whispering Walls'un kariyeri adına önemli çalışmalardan biri olduğunu söyledi.
        REKLAM

        • Siz tanışmamış olsaydınız belgesel kalmış mı olacaktı?

        Bilemiyorum, kısmet meselesi… Angela Hanım, içine sinen bir yönetmen bulamamış. Daha önce birkaç deneme olmuş ama onlar biraz daha televizyonvari, programvari yapımlar olmuş. Daha derine inen, sanatçı kişiliğinin ötesinde insani yönüne de yer veren bir biyografik ama aynı zamanda onun o çok zengin dünyasının derinliklerine de dalan bir vizyonda birisiyle de karşılaşamamış. Bana kısmet oldu.

        'Whispering Walls'un çekimlerine İstanbul'da devam ediliyor.
        'Whispering Walls'un çekimlerine İstanbul'da devam ediliyor.

        • New York çekimlerinde Burhan Doğançay’ın hayatının hangi kesitleri vardı?

        Aslında filmimizin ana karakterlerinden biri Angela Doğançay… Çünkü çok klişe de olsa “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” sözünü Angela Doğançay’da çok gördüm. Onunla tanışmak beni çok mutlu etti. Çünkü eşinin sanatına bu denli kendini adamış olması, tüm boyutlarıyla beni çok etkiledi. Burhan Bey’in hayatında çok büyük bir destekçi. Çünkü sanatçı olmak dünyanın hiçbir yerinde kolay değil. Sinemacı, yazar, ressam, şair ne olursanız olun sanatçı olmak çok kırılgan bir şey. Ve her sanatçının desteğe ve sağlam yol arkadaşlarına ihtiyacı var. Angela Doğançay da o anlamda onun hem menajerliğini yapmış en başından beri ve onun her türlü o sanatsal üretiminde yanında bulunduğu gibi bütün yazışmalarını, müzelerle ilişkisini, bütün sanatının sunumunu, ilişkilerini yürütmüş hem de en büyük destekçisi olmuş. Onun için onun sanatını finanse etmek için birtakım fonlar bulmuş. Yani tamamıyla kendini onun hayatına adamış. Hayattayken bu kadar kendini adamış bir kadının, eşini kaybettikten sonra da o adanmışlığı hiç eksiltmeden devam ettirmesi bana çok etkileyici geldi. Çünkü hâlâ hayatını ona adamış durumda. Mesela, Burhan Doğançay 100’ün üstünde ülkeye gidip fotoğraf çekmiş ve ressamlığının yanı sıra müthiş bir fotoğraf sanatçısı. Ve 30 binin üzerinde çektiği müthiş fotoğraflardan oluşan bir arşivi var. Angela Hanım, şu an bir üniversitede fotoğrafları dijital bir platforma aktarıyor. Bu sanat eserlerinin muhafaza edilmesi var ki bu çok büyük bir konu. Bununla ilgili çok büyük çalışmaları var. Yani Angela Hanım baş karakterlerimizden biri ama onun dışında New York’ta Burhan Doğançay’ın eserlerinin sergilendiği çok önemli müzeler var. Metropolitan Müzesi’nde, New York Historical Society dediğimiz New York Tarih Müzesi’nde, Guggenheim Müzesi’nde çekimler yaptık ve küratörlerle görüştük. Onu tanıyan insanlarla görüştük. Bir de bir şehir olarak New York’un ruhunu yansıtmaya çalıştık. Çünkü Burhan Doğançay’ın eserlerine New York çok fazla yansıyor. Film, biraz şunu da tartışacak; Burhan Doğançay Türkiyeli bir sanatçı olarak mı daha çok var oluyor yoksa New Yorklu olarak mı?

        Angela Doğançay - Eylem Kaftan
        Angela Doğançay - Eylem Kaftan
        REKLAM

        • Burhan Doğançay hakkında edindiğin en şaşırtıcı bilgi ne oldu?

        Çok şaşırmakla birlikte aslında gurur duydum. Bizim coğrafyamızın bir sanatçısının başka bir coğrafyaya da bu kadar iz bırakmış olması beni çok etkiledi. Örneğin, Brooklyn Köprüsü dünyanın en meşhur köprülerinden biridir. Önemli bir mimari eserdir. Bununla ilgili belki yüz binlerce fotoğraf çekilmiştir. Çok da turistik bir yerdir. Brooklyn Köprüsü’nün en orijinal en güzel fotoğraflarından büyük bir kısmını Burhan Doğançay çekmiş. Bunu da 1980’li yıllarda köprünün tadilatı esnasında köprünün tepesine çıkıp işçilerle o süreci görüntüleyerek, çok da risk alarak, çok tehlikeli bir harekette bulunarak gerçekleştirmiş. O fotoğraflar beni çok etkiledi.

        Burhan Doğançay (1929 - 2013)
        Burhan Doğançay (1929 - 2013)

        • Çok fazla belgesel film çektin, çekiyorsun. Belgesel filmlerin sektördeki konumu şu anda nedir?

        Türkiye gerçekten bir belgesel cenneti ve çok farklı dünyaları, hikâyeleri barındırıyor. Hem Anadolu’nun hem de büyük şehirlerimizin belgesel açısından çok heyecan verici bir potansiyeli var. Ben her yerde belgesel görüyorum. Çok hızlı bir şekilde farklı dünyalara girdiğimde o dünyayı hemen bir belgesel olarak hayal ediyorum. Böyle bir potansiyel var ama sektör olarak daha uzun yolumuz var. Tabii bir yandan gerilla usulü dediğimiz çok minimal imkânlarla da belgesel çekmek mümkün. Benim öğrencilerim de var, onları teşvik ediyorum. Elinize kamera alıp da çekebilirsiniz ama bir yandan da daha bir sektör olarak gelişmesi için daha fazla fonlanmaya ihtiyacı var. Daha fazla festivallere, daha fazla desteğe ihtiyaç var. O anlamda eksikliğimiz olduğunu, hem özel sektörün hem de devletin belgesele daha fazla destek vermesi gerektiğini düşünüyorum.

        Burhan Doğançay - Angela Doğançay
        Burhan Doğançay - Angela Doğançay

        • Belgesel film konusunda çok fazla ödül aldın. Fon bulma açısından ödüllerin getirisi ne ölçüdedir?

        Bir görünürlük sağlıyor. Festival dünyasının içinden bir belgeselin adım adım ortaya çıkması, adım adım gelişmesi şöyle bir şey aslında; belgesel dünyası da kurmaca sinema gibi bir yandan ‘arthouse’ dediğimiz daha sanatsal belgesellerle daha televizyon ya da platform belgeselleri olarak biraz ayrışmaya başladı demeyeyim, zaten bu ayrışma vardı. Belki şimdi dijital platformlarla daha keskinleşiyor. Aslında 'A Plus' dediğimiz uluslararası festivallerde belgesel ödülleri olması, destek alması hiç kolay bir şey değil. Çünkü aslında çıta çok yüksek. Çok uzun yıllardır öyle. Ben 1990'ların sonunda 2000'lerin başında belgesele başladığımda Hot Docs Festivali’nde benim ilk belgesellerimden biri ödül almıştı. Ben Kanada ekolünden geliyorum. O zamanlar hep şu sorulurdu; “Risk altında olan ne?” Yani risk ne kadar büyükse belgesel o kadar değerli oluyor. Bir yandan yönetmen hiç girilmeyecek dünyalara girip film çektiyse, ciddi riskler aldıysa, çoğu zaman hayatını bile riske attıysa, tehlikeli ortamlarda bulunduysa ya da çok hayatını adadığını gördüysek, çok uzun süre o karakterleriyle vakit geçirdiyse bunlar belgeselin değerini arttırıyor. Tabii ki sanatsal estetiğinin yüksek olması da önemli. Bu bir önemli kısım bir de festivaller belgeselin nasıl bir anlatımı var nasıl bir stili var buna çok bakıyorlar. Yani aldım kamerayı çektim, röportajlar yaptım, konuşan kafalar çok makbul değil. Yönetmenin bir stilinin olmasını, bir imzasının olmasını istiyorlar. Yönetmenin stilinin bir sanat eserine dönüşmesi için prodüksiyon kalitesinin de yüksek olması lazım. Dolayısıyla festivallerin çıtası çok yüksek ama aynı zamanda ödül de çok yüksek. Çünkü iyi bir belgesel film, bütün dünyayı dolaşabiliyor, çok önemli yerlere gidiyor, Oscar adayı olabiliyor, önemli ödüller alabiliyor. Çok büyük bir heyecan yaratıyor, dünyada da çok etkisi var.

        REKLAM

        • Bir de birçok ülke satın alırsa maddi kazancı da oluyor değil mi?

        Tabii… Maddi kazancı orada dijital platformlar olabilir, televizyon kanalları olabilir. Avrupa'da Netflix, HBO olabilir. Bunun gibi platformlar var tabii… Çok iyi belgeseller aynı zamanda sinema salonlarında da gösteriliyor. Türkiye'de ne kadar az örneğini gördüysek örnekleri de var. Mesela ‘Kedi’ belgeseli… Sinemalarda çok ciddi bir gişe yaptığını hatırlıyorum. İyi belgesellerin sinemada da gösterim şansı oluyor ve sanıldığından da çok daha fazla ilgi var. Mesela, Cem Kaya'nın ‘Aşk, Mark ve Ölüm’ yanlış hatırlamıyorsam Almanya'daki müzisyenlerle ilgili belgeseli vizyona girdi, çok ilgi gördü ve bu çok heyecan yaratıyor.

        • Türkiye'de sinema adına ölü sezon olan yaz aylarında standart bilet ücretinin altında bir ücretle belgesel filmlerin gösterimleri olsa… Hem izleyici sinemaya gitmiş olur hem de yapımcıları para kazanmış olur. Tabii ki sinema salonu işletmecisi de... Güzel olmaz mı?

        Harika bir fikir. Buradan bu fikrini paylaşalım. Dağıtımcılarımıza, yapımcılarımıza seslenelim. Bence çok güzel.

        REKLAM

        • Belgeseller konusunda sinema salonlarında gösterim açısından bir ön yargı olduğunu düşünüyorum. Bir ‘izlenmez’ duygusu olduğunu hissediyorum ama bence öyle değil. En azından bir yaz sezonu denensin, ne olacak ki?

        Sana çok teşekkür ediyorum, bu belgesele yönelik gösterdiğin duyarlı soruların ve yorumların için. Bununla ilgili yazıyorsun, çiziyorsun, altını çiziyorsun. İnşallah buna daha fazla destek olunur. Çünkü çok önemli… Dünyada da yükselen bir yıldız. Bir de şöyle bir durum var; uzun metraj kurmaca film yapmak çok fazla zorlaşmaya başladı. Çünkü çok pahalı… Ne olursa olsun belgeseli daha minimal prodüksiyon modeliyle yapma şansın var. Mesela bir kurmaca film için yıllarca para araman gerekirken belgesel için belki daha kolay bulabilirsin ya da daha düşük bütçeyle yapabilirsin. Büyük ustalar, dünya sinemacılarından da çok fazla aynı zamanda belgesel de yapan iki kurmaca arasında belgesel yapanlar var. Bunlar çok önemli festivallerde gösteriliyor. Bu sene yanılmıyorsam Cannes Film Festivali’nde iki belgesel vardı.

        • İnşallah senin Burhan Doğançay belgeselin de Cannes Film Festivali’nde olacaktır.

        Çok teşekkürler. Cannes Film Festivali'nin tabii çok başka bir matematiği ve dinamiği var. Yani uzun bir hikâye ama çok sağ ol temennin için. Ben de güzel bir festival yolculuğunun olacağına inanıyorum. Ben de heyecanlıyım.

        • Yurt dışında birçok festival ve organizasyonlara katıldın. Türkiye'deki belgesellerin konumunu nasıl değerlendirirsin? Yurt dışı festivallerinde yeterince yer alamadıklarını düşünüyorum.

        Evet, yeterince yok. Gürcan Keltek’in Locarno Film Festivali’nde da ödül kazanmış bazı belgeselleri var. O daha deneysel filmler yapıyor. Şimdi her festivalin de farklı bir konsepti var. Locarno Film Festivali, daha deneysel, daha avangart, daha yaratıcı belgeselleri kapsıyor. Aslında bu yaratıcı belgesel kavramı da yeni bir kavram. ‘Creative documentary’ deniliyor. Az önce bahsettiğim yönetmenin imzasının olması, bir stilinin olması önemli. Bir yandan da şuna çok bakılıyor; belgesel ne kadar kurmacaya yakın olursa aslında o kadar başarılı görülüyor. O yüzden uzun vadede karakterleri takip etmiş olmak, adeta onların yaşamını böyle sessiz bir gözlemci gibi gözlemlemiş olmak önemli bir kriter oluyor. Yani bazı başarı kazanan yönetmenlerimiz var ama daha da sayıları artabilir diye düşünüyorum.

        REKLAM

        • Uzun metraj film hazırlığı içindesin. Onun hazırlıkları ne durumda?

        ‘Bir Gün, 365 Saat’ adlı bir belgesel filmim daha var. Onun post prodüksiyonu Hırvatistan'da gerçekleşecek. Hırvatistan'dan bir fon aldık. İtalya'da da ocak ayında Trieste Film Festivali’nden bir ödül aldık. Bu, bizi çok mutlu etti. Yine bu gelişim aşamasındaki belgesellerin yarıştığı bir platformdan aldığımız bir ödül. Ben biraz onun sürecini uzun tuttum. Festivallerin bu gelişim aşamasındaki platformlarına başvurdum. O da bir şekilde filmin o aşamada daha fazla kabul görmesine neden oluyor. Onun şimdi renk ve ses tasarımı ve fragman için çalışıyoruz. O belgesel yakında tamamen bitecek. Uzun metraj film için senaryo ve araştırma - geliştirme aşamasındayım. ‘Gerçek Bir Kadın’ isimli bir projem daha var. ‘İsmi Güzide’ diye bir belgeselim Mubi’de yayınlandı. Aslında benim 2005'lerde çektiğim bir belgeselden esinlenerek yazılmış bir senaryo. Gerçek bir hikâyeye, halamın trajik hikâyesine dayanıyor. Şu an onun kurmacası üzerine çalışıyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan destek aldı. Bir de Kanada’nın önemli sinema kurumu olan Telefilm Canada'dan senaryo desteği aldı. Şimdi TRT’nin ‘12 Punto’suna seçildik. Yazın onun yarışması var. Bütçe arama, bütçeyi tamamlama sürecimiz devam ediyor. Çünkü şu an malum Türkiye'deki ve dünyadaki ekonomik bunalımdan ötürü bütçeler çok arttı.

        • New York’tan sonra Cannes Film Festivali’ne geçtin. Orada neler yaptın?

        Cannes Film Festivali’nde şu an elimde olan projelerin bir yandan bu bahsettiğim belgesel için belgesellerin dağıtımcıları ve satışçıları dediğimiz bazı insanlarla görüşmelerim oldu. Çünkü bütün dünya orada oluyor. Her ne kadar Cannes Film Festivali, kurmaca filmlerinin daha ağırlıkta olduğu bir festival olsa da ‘Cannes Docs’ denilen belgesellerin de konuşulduğu, networklerin yapıldığı, birtakım atölyelerin yapıldığı platformlar var, onlara katıldım. Daha çok zaten bu son dönemde şu an elimdeki projeleri hem belli yerlere sunmak için hem de yapımcılarımla bazı görüşmeler yapmak için oradaydım. Onların marketlerine daha çok katılıyorum. Biliyorsun, dünyanın bütün ülkelerinin stantları var. Biz yabancı ortaklarımızı Türkiye standına davet ediyoruz. Hırvat, Alman, Sloven yapımcılarım var. Onlarla görüşmeler gerçekleştirdim. Orası, eğer uluslararası işler yapacaksan o görüşmeleri gerçekleştirmen için en güzel platform. Mutlaka orada olmak gerekiyor. Çünkü işler orada belirleniyor, dünyada ne olup bittiğini takip etmek gerekiyor. O yüzden daha çok market kısmındaydım. Market kısmındaki görüşmelerimi yaptım. Bildiğin gibi kart alıp vermeler, ondan sonra takip etmeler, mevcut yapımcılarla projenin hali hazırdaki aşamalarını konuşmalar gerçekleşti.

        REKLAM

        • Çok da güzel bir döneme denk geldin. Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes’daki ağırlığını ve saygınlığını biliyoruz. Mutlaka gözlemlemişsindir... Sence Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes’daki saygınlığının ana nedeni nedir?

        Ne mutlu bize ki gerçekten bir Nuri Bilge Ceylan’ımız var. Çünkü gerçekten de şu an dünya sinemasının belki bir sayı vermek doğru değil ama en önemli ustalarından biri olduğunu düşünüyorum. Eğer dünyada beş tane usta varsa onlardan biri Nuri Bilge Ceylan’dır. Türkiye’den çıkmış olması bizim için çok büyük bir şans. Şu anlamda söylüyorum; tabii ki dünyada çok büyük sinema ustaları var ama şimdi biraz ustalar da tekrarlara düşüyor ya da bir ustanın filmini izliyorsun ve bazen beklediğini bulamıyorsun. Ya da ustalar, 7 senede bir film yapabiliyor. Nuri Bilge Ceylan’ın olağanüstü derinlikli bir dünyası var. Bir arkadaşının dediği gibi “Dostoyevski romanı okur gibi film izleme tecrübesini bize Nuri Bilge Ceylan yaşatıyor.”

        • Biliyoruz ki Nuri Bilge Ceylan, filmlerini oya gibi işliyor. Bu nedenle de ortalama dört yılda bir film çekiyor ama izleyiciler daha çok çeksin istiyor…

        Su içmeyi özler gibi bir Nuri Bilge Ceylan filmlerini özlüyoruz. Onun filminin dünya prömiyerini yaptığı bir sene Cannes’da olmak çok özel bir duygu. Çünkü gerçekten ülkemiz adına çok gurur duyuyoruz. Onun dünya sinemacıları gözündeki saygınlığını, yarattığı hayranlığı görmek bizi çok gururlandırıyor. Uzun bir filmdi ama bana o kadar uzun gelmedi. Tabii film bitince çok uzun bir alkış aldı. O oradayken orada olmak güzel bir duyguydu. Çok sofistike, çok boyutlu bir film. Karakterlerle ilgili bir yargıda bulunmak çok zor. O anlamda izleyicinin beklentileriyle, izleyicinin yargılarıyla çok zekice oynayan bir yönetmen. Bir şey bekliyorsun sonra başka bir şey çıkıyor. Şaşırtıyor seni… Bir anlamda da en yenilikçi filmlerinden biri. Çünkü daha önce denemediği bazı şeyleri bu filmde denemiş. Film üzerine çok fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü izleyecek olan arkadaşlar için asla bir spoiler vermek istemem ama çok uzun diyalog sahneleri var ve o diyaloglarda çok derinlikli felsefi dünyalara giriyorsun. Ben kendisine de söyledim zaten “Bir filozof gibi sinema yapıyorsunuz hocam” dedim. Nuri Bilge Ceylan, gerçekten de bir filozof aslında. Felsefeyi sinema üzerinden yapıyor. Karakterlerin, diyalogların içindeki o düşüncelerin çarpışması üstünden gerçekleştiriyor. Bir de “Biraz yeni dalga sinemasına selam çakmışsınız” dedim. “Öyle mi yapmışım? Farkında değilim” dedi. Çünkü bana biraz film, sinema yapılmasının kendisine de bir gönderme yapıyor gibi geldi. Zaten bütün filmlerinde bir tür sanatçı ya da tam olarak sanatçı olamamış bir kişinin kendince sanat yapma tutkusu ve meşgalesi üzerine de değindiği için burada da diğerlerinden biraz daha fazla yabancılaştırıcı etkiler var. Fransız yeni dalga sineması gibi olmuş biraz bazı şeyler. Hakikaten çok heyecan verici ve şaşırtıcı sahneler var.

        • Bir de Merve Dizdar’ın kazandığı ödül var. Cannes’da ödül alan ilk Türk kadın oyuncu...

        Evet, çok büyük gurur duydum. Ben çok mutlu oldum. Çok önemli bir ödül. Merve Dizdar’a da dünya çapında bir prestij getirmiş bir ödül. Merve Dizdar’ın oynadığı karakter çok derinlikli, çok etkileyici. Aslında bence ‘Kuru Otlar Üstüne’nin Nuri Bilge Ceylan’ın en feminist filmi olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bir kadın karakterin dünyasının içine hiçbir filminde bu kadar derinlikli girdiğini hatırlamıyorum. Belki ‘İklimler’de biraz daha öyle ama ‘İklimler’de de biraz daha dışarıdan bakıyordu. Burada biraz daha içeriden bakıyormuş gibi geldi. Kadın - erkek ilişkisini, cesur fikirlerini hiç çekinmeden ifade edebilen, yüzleşebilen, çok güçlü bir karaktere hayat veriyor Merve Dizdar. Karakteri çok etkileyici zaten ama tabii oyunculuğu da çok güçlü. Hak edilmiş bir ödül. Ben çok mutlu oldum onun adına ve tabii Nuri Bilge Ceylan ve tüm ekip adına da.

         İlk onlar kazandı
        İlk onlar kazandı Haberi Görüntüle
        ÖNERİLEN VİDEO
        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ