Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler BBC Dünya Yeni döneme ABD, Rusya ve Çin'in silahlanma yarışı mı damga vuracak?

        #resim#611467#- Getty Images

        Nükleer yakıtlı Amerikan uçak gemisi

        Önce ABD sonra da Rusya, Soğuk Savaş'ın son döneminden kalma 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'nı (INF) askıya aldıklarını açıkladı. Mevcut şartlarda iki ülkenin de 6 ay sonra anlaşmadan çekilmeleri kimseyi şaşırtmayacak. INF Anlaşması'yla ilgili son gelişmelerin ardından yeni bir silahlanma yarışının başlayıp başlamayacağı tartışılıyor.

        Özellikle nükleer silahları da kapsayan bir yarış olasılığı dünya barışı açısından çok kaygı verici.

        Ancak belki de daha da kaygı verici olan, bu yeni silahlanma yarışının, uluslararası ilişkilerde ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların arttığı bir dönemde gündemde olması. Yeni silahlanma yarışı olasılığı üzerinde düşünmeye buradan başlamak daha yararlı olabilir.

        Yönü belirsiz dönüşümler

        Dünya ekonomik ve siyasi/güvenlik mimarisinin bugün içinde olduğu durumu, "yönü belirsiz dönüşümler süreci" olarak tanımlayabiliriz.

        Örneğin 1980'lerden sonra dünya küresel ekonomik ilişkileri düzenleyen neo-liberal küreselleşme modeli, bu yıl Davos Dünya Ekonomik Forumu'ndaki tartışmalarda da varsayıldığı gibi, 2007/8 finansal krizinden bu yana tükenmiş görünüyor.

        Ancak finansal krizle birlikte dünya ekonomisi bir seküler durgunluk ya da kalıcı düşük büyüme ortamına girse de, henüz ortada yeni bir ekonomik düzenleme modeli yok.

        Son haftalarda gelmeye başlayan ekonomik veriler, dünya ekonomisinin yeniden bir gerileme dönemine girmeye başladığını düşündürüyor. Bu olasılık uluslararası piyasalarda ve yatırım alanlarında, büyük şirketler ve devletlerarası rekabeti daha da sertleştiriyor, mali piyasalarda yeni sarsıntıların yaşanması olasılığını gündeme getiriyor.

        #resim#611470#- Getty Images

        2017'de nükleer silahlara karşı Berlin'de yapılan bir protesto gösterisi

        'Güçler dengesi' ortamı

        Soğuk Savaş bittiğinde dünyanın iki kutuplu güvenlik mimarisi hızla değişmeye başladı. Bu değişim içinde ABD'nin tek süper güç olara tek kutuplu güvenlik mimarisi kurma çabalarına Avrupa, Çin ve Rusya gibi önemli güçler direndi.

        11 Eylül 2001 saldırısından sonra ABD'de dış politikada "neo-con" olarak adlandırılan, enerji ve silah endüstrisi çevreleriyle girift ilişkilere sahip bir kadro etkin oldu. Bu kadro, ABD'nin tek kutuplu dünya amacına, geleneksel müttefiklerinin arzularını dikkate almadan, tek taraflı bir dış politika ile, özellikle asker gücüne dayanarak ulaşabileceğine inanıyordu.

        Ancak Afganistan ve Irak savaşları, ABD'nin arzuladığı rakipsiz ve tüm dünyada kabul gören, adeta bir "imparatorluk" düzeni kurma yönünde beklediği liderlik sonucunu yaratmadı. Tek kutuplu dünya olasılığı yerini çok kutuplu ya da kutupsuz bir dünyada "güçler dengesi" ortamına bıraktı.

        Finansal krizi izleyen durgunluk döneminde, Rusya'nın geleneksel nüfuz alanlarını yeniden kazanmak için yaptığı girişimler ile Çin'in ekonomik, teknolojik hatta kültürel bir güç merkezi olarak yükselmeye başlaması, bu "güçler dengesi" ortamının ana bileşenlerini belirginleştirdi.

        Özellikle Çin gerek gelişmekte olan ülkelere uygun koşullarda dağıttığı ve karşılığında önemli imtiyazlar aldığı kredilerle gerekse Asya'dan Avrupa'ya uzanan "Tek Kuşak-Tek Yol" projesiyle jeopolitik coğrafyada bir ittifaklar zinciri oluşturmaya başladı.

        Dahası Çin'in, yerleşik küresel lider olan ABD'nin geleneksel etki alanlarına, örneğin, Ortadoğu'dan Afrika'ya, hatta Latin Amerika'ya ulaşan bir başka ittifaklar ağı, ABD yönetiminde geleceğe ilişkin önemli güvenlik kaygıları yaratmaya başlıyordu.

        #resim#611473#- Getty Images

        2018'de ABD-İsrail ortak askeri tatbikatında kullanılan Amerikan Patriot füze savunma sistemi

        Peloponnes Savaşları öncesi

        Son yıllarda birçok tarihçi ve jeopolitika uzmanı, bu gelişmeleri, Atina ile Sparta arasındaki rekabetin yol açtığı Peloponnes Savaşları öncesindeki koşullara benzetiyor.

        Bu benzetmelerde, Peloponnes Savaşlarını anlatan tarihçi Tukidides'e atıfla "Tukidides tuzağı" olarak tanımlanan bir duruma işaret ediliyor: Yerleşik güç/liderlik merkezi, yükselmeye başlayan rakip bir güç/liderlik merkezi karşısında korkuya kapılıyor. Her iki gücün kurduğu karmaşık ittifaklar ortamında ilk bakışta önemsiz gibi görünen bir yerde başlayan çatışma hızla tırmanarak büyük çaplı bir savaşa yol açıyor.

        Bu açıdan bakınca, ABD-Rusya ve Çin arasındaki jeopolitik rekabet artarken, Güney Asya denizlerinden, Kuzey Kore ve Tayvan Yarımadası'ndan, Suriye-İran, oradan da Ukrayna-Kırım platformlarına, son olarak Venezuela krizine kadar, küresel jeopolitiğin "Tukidides tuzağını" anımsatan yaygın ittifaklar zincirlerinin parçası, küçük ama patlama potansiyelleri yüksek noktalarla dolu olduğunu görüyoruz.

        Göçmen dalgası

        Bu resmi tamamlayan bir gelişme daha var: Küresel finansal krizin ve seküler durgunluğun etkileri, Avrupa ve ABD gibi gelişmiş ülkelerdeki gelir dağılımını daha da bozuyor.

        Diğer taraftan, toplumsal dokuları, siyasi yapıları kırılgan kimi gelişmekte olan ülkelerde, küresel iklim krizinin de katkısıyla, derinleşen ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların yarattığı insani krizler, bu ülkelerden dışarıya doğru adeta sonu gelmez bir göçmen - sığınmacı dalgası üretiyor.

        Bu süreç ABD ve Avrupa ülkelerinde kesişerek bir "sığınmacılar krizi" yarattı. Bu kriz içinde neoliberal küreselleşmeye karşı seçenek sunma iddiasındaki popülist, ırkçı, milliyetçi ve otoriter liderliklere eğilimli siyasi toplumsal akımlar güçlendi.

        Yeni silahlanma yarışı olasılığı işte böyle bir ortamın içinde gündeme geliyor. Başka bir deyişle, aslında gerileyen lider/süper gücün, yükselmekte olan yeni güçlerin karşısında duyduğu korku ve güvensizliğin ürünü olarak gündeme geliyor da diyebiliriz.

        Şöyle ya da böyle, olası bir silahlanma yarışının halihazırda istikrarsız olan bir uluslararası ortamın istikrarsızlığını derinleştirmesi ve giderek daha tehlikeli bir ortama dönüştürmesi kaçınılmaz görünüyor.

        Nükleer güvenlik mimarisi çöküyor

        Bu tehlikelerin başında bir nükleer çatışma olasılığı var.

        ABD, 11 Eylül saldırılarının ardından şekillenen Yeni Ulusal Güvenlik stratejisi kapsamında, kendi manevra alanının hareket serbestisini genişletmek, iradesini tüm olası rakip güçlere dayatabilmek amacıyla Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekilmişti.

        Bush döneminde uygulanan, neo-con damgalı, tek taraflı, dayatmacı dış politika, Obama döneminde yerini tekrar çok taraflı, müttefikleriyle birlikte davranma politikasına bıraktı.

        Bu da beklenen sonucu alamadı; üstelik diğer güçlerin yükselmesi devam etti. Şimdi, Trump döneminde, Washington Post'ta Brian D'Haeseleer'in işaret etiği gibi neo-con ekibin ulusal güvenlik danışmanı John Bolton ve Eliot Abrahams gibi isimlerle birlikte, dış politika alanında yeniden inisiyatifi ele geçirdiklerini görüyoruz.

        Bu ekibin etkisiyle Trump önce İran'la yapılmış nükleer silahları engelleme anlaşmasından çıktı. Bunun ardından Şubat başında Trump'ın, ABD'nin Rusya ile Soğuk Savaş döneminde yapmış olduğu INF Anlaşması'ndan çekileceğini açıklamasıyla, 2010 yılında Obama ile Medvedev yönetimleri döneminde imzalanan ve 2021 yılında süresi dolacak olan Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Anlaşması'nın (START) yenilenmesi tehlikeye girdi.

        Eski Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel'in Project Syndicate sitesindeki bir yorumunda vurguladığı gibi, eğer START yenilenmezse, nükleer silahların yaygınlaşmasını önlemeyi amaçlayan "Non-Proliferation" (nükleer silahların yayılmasını önleme) anlaşmasının yaşaması olanaksız hale gelir.

        Bu anlaşma çökerse, kendini ya komşu ülkeler ya tarihsel-bölgesel rakipleri ya da büyük güçler karşısında güvende hissetmeyen, Suudi Arabistan, İran gibi ülkelerin nükleer silahlar, füzeler geliştirmesinin ya da edinmesinin önündeki yasal engeller kalkmış olur.

        Böyle bir güvensizlik ortamında, Alman Der Spiegel dergisinin bir araştırmasında işaret edildiği gibi, NATO'nun geleceğine ilişkin sorular artmaya başlar; Almanya, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerin nükleer silahlara bakış açısında önemli değişiklikler başlayabilir; Avrupa nükleer silahlar edinmeye başlayabilir.

        Dahası uluslararası yasal sınırlamalar ortadan kalktığında, "büyük güçler" ellerindeki nükleer silahları, kendi ittifak zincirleri içindeki ülkelerle paylaşabilirler. Böyle bir ortamda da nükleer silahların yayılmasını engellemek için askeri-siyasi baskıdan başka yol kalmaz.

        #resim#611476#- BBC

        Soğuk Savaş'tan farklı, daha belirsiz ve tehlikeli

        Soğuk Savaş bitip iki kutuplu dünya geride kalırken şekillenen yeni güvenlik mimarisinin dağılmaya başlaması, Soğuk Savaş döneminin "karşılıklı imha garantisine" dayanan denge ortamını andıran ama oldukça farklı, daha belirsiz ve tehlikeli bir ortama yol açıyor.

        Kabaca üç farklılık noktası saptanabilir.

        Birincisine, ünlü bir fizik-mekanik problemine (Çinli kurgubilim yazarı olan Cixin Liu'nun başyapıtı 'Üç Cisim Problemi'ne) atıfla "üç kütle sorunu" diyebiliriz: Soğuk Savaş döneminden farklı olarak, bu kez iki süper gücün karşılıklı dengesi yerine, Çin'in de süper güç düzeyine yükselmesiyle birlikte, üç merkezli, adeta fizikteki "üç cisim problemi"ni anımsatan bir belirsizlik durumu oluştu:

        ABD ile Rusya rekabet ediyor, Rusya, ABD'ye karşı direnebilmek için Çin ile yakınlaşıyor. Buna karşılık ABD ile Çin arasında derin ekonomik, finansal bağlar, girift tedarik zinciri ağları var. Aynı zamanda Çin'in nükleer silahlarını ve füzelerini geliştirme hızı, "Tek Kuşak-Tek Yol" projesi, mali gücü, Rusya'yı da kaygılandırıyor.

        Dolayısıyla bu "üç kütlenin" andaki durumuna, etki yapan parametrelerin çokluğunu da düşünerek bakınca, bir sonraki aşamadaki göreli konumlarını öngörmek adeta imkânsızlaşıyor. Bu durum, güçler dengesi ortamının ilişkilerini giderek daha da belirsizleştiriyor.

        Putin Rusyası'nın, "belirsizlik yaratma" taktiğini "hibrid savaş" modelinin bir aracı olarak kullanma eğilimi; her "üç kütlenin" de, siber saldırılarla doğrudan ya da sosyal medya üzerinden sahte bilgi ve algı yaratma, rakiplerinin bilgi kaynaklarını hedef alma, iç politika süreçlerini maniple etme kapasitesi, konjonktürleri daha da karmaşıklaştırıyor.

        İkincisi, birden fazla işleve sahip çifte kullanıma olanak veren teknolojilerin varlığı, gelmekte olan füzelerin ya da bombardıman uçaklarındaki kapasitenin nükleer mi konvansiyonel mi olduğunu saptamayı zorlaştırarak, yanlış cevap verme, gereksiz bir "ilk vuruş" ile bir nükleer çatışmayı tetikleme olasılığını artırıyor. Denetim ve izleme sistemleri giderek daha çok uydulara bağımlı hale geldiğinden, uzay yeni bir potansiyel çatışma alanı olarak beliriyor.

        Üçüncü fark da teknolojik gelişmelerin, karmaşıklaşma hızının getirdiği belirsizliklerle ilgili. Hipersonik hıza ulaşabilen, gerektiğinde 50-100 metre irtifadan uçarak radardan gizlenebilen, yön değiştirebilen orta ve uzun menzilli füzelerin devreye girmeye başlamasıyla, ülkelerin bir nükleer saldırı karşısında, gelen aracı tanıma ve cevap verme süresi giderek kısalıyor.

        Bu hızlı karar verme gereksinimine bağlı olarak "yapay zekâya" dayalı modelleri giderek daha çok uygulama eğilimi, insan iradesinin, kavrama, karar alma hızının çok ötesinde, inisiyatifinin dışında süreçlerin gelişme olasılığını, yapay zekâya dayalı komuta merkezlerinin (bilgisayarların) otonom davranarak, süreçleri karşılıklı tırmandırma riskini artırıyor.

        #resim#611479#- Getty Images

        Pekin'deki bir geçit töreninde DF-26 füzeleri taşıyan askeri araçlar

        Yeni silahlanma yarışı

        Bu koşullarda, teknolojik ilerleme ve sürekli yeni, daha hızlı, daha güçlü silah türleri yaratma ve edinme arzusu giderek güçleniyor. Durgunluk ortamı, küresel çapta tüketici talebinin zayıflığı, silah piyasalarının önemini daha da artırıyor.

        Üstelik bu arzu yalnızca nükleer silahlarla ve üç büyüklerle sınırlı değil. İngiliz The Economist dergisinin aktardığına göre silah piyasasında talep hızla artıyor.

        Piyasaya Batılı şirketlerin egemen olmasına karşın, alıcıların etkisi giderek arttığından satıcılar arasındaki rekabet keskinleşiyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) silah piyasası verilerine göre 2000-2010 arası arttıktan sonra duraklayan silah satışları ve silah transferleri 2015 yılından itibaren yeniden artmaya başlamış.

        Bu piyasada 2017 yılında yüzde 34 payla ABD birinci, yüzde 22 payla Rusya ikinci büyük paya sahip. Bundan sonra sırasıyla Fransa (yüzde 6,7), Almanya (yüzde 5,7) ve Çin (yüzde 5,7) geliyor. SIPRI verileri, Çin'in payının diğer ülkelerden daha hızla artmakta olduğunu gösteriyor. The Economist, rekabet keskinleşirken ABD'nin, diplomatlarına silah satışlarını artırmaları, transferleri kolaylaştırmaları için özellikle baskı yaptığını aktarıyor.

        Geçen yılki bir Fransız Le Monde gazetesinin geçen yılki bir araştırması, büyük güçlerin hızla gelecekteki olası deniz savaşlarına hazırlanmakta olduklarını aktarıyordu. Le Monde'a göre, özellikle Çin deniz kuvvetleri baş döndürücü bir hızla gelişiyor. Çin donanması 1,6 milyon tona ulaşmış.

        Böylece 1 milyon tonluk Rus donanmasını geride bırakarak ABD'nin 3,3 milyon tonluk donanmasının ardından ikinci sıraya yerleşmiş. Le Monde, "Çin halen Akdeniz'de tüm Avrupa donanmalarından daha fazla gemi bulunduruyor" diyor. Bu koşullarda Japonya da deniz kuvvetlerini geliştirmeye ve modernleştirmeye hız veriyor.

        Önümüzdeki dönemde yeni bir silahlanma yarışıyla ekonomik durgunluk, ticaret savaşları ve büyük olasılıkla yeni finansal sarsıntılar çakışacak gibi görünüyor. Ekonomik ve siyasi dinamiklerin, silahlanma yarışıyla ticaret savaşlarının, siber savaşların birbirini beslemesi olasılığı yüksek.

        Bu yüzden dünya basınında son dönemde yorumcular - onların sonuncusu İngiliz Financial Times gazetesinin yazarlarından Rana Faroohar oldu - sık sık, 20. yüzyıl başında bir önceki küreselleşme dalgası azalırken ortaya çıkan jeopolitik kargaşayı ve savaşları anımsıyorlar.

        • Nükleer savaş ihtimalini artıran silahlar
        • INF: ABD'nin askıya aldığı nükleer anlaşma
        • ABD'nin ardından Rusya da INF'yi askıya aldı
        • ABD'nin çekileceğini açıkladığı nükleer anlaşma neden önemli?
        • ABD istihbaratı: Kuzey Kore'nin nükleer silah faaliyetleri durmadı
        • İran ile nükleer silah anlaşması çökebilir mi?
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ